Can Dündar'dan güzel bir yazı...

Discussion in 'Kültür & Sanat' started by sehribanu, Mar 20, 2008.

  1. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa
    üzüm kütükleri diktiriyormuş. İslerin bir an önce bitmesini sağlamak için
    de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri,
    bir gün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala: - Niçin bu kadar
    acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabi hiç
    bir zaman içemeyeceksiniz ki! Deyivermiş. Kral biraz kızmışsa da sesini
    çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de
    dahil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın
    üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce
    kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını
    eline alarak:
    - Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiç bir zaman
    içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş. Köle söyle cevap
    vermiş:
    - Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü
    dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler
    gelebileceğini de bilemem! Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın
    adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları
    kırıp döktüğünü söylemiş.
    Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış.
    Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş.Kral ve domuz arasında öldüresiye bir
    mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam
    kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada
    kalmış..
    Su söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
    'Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?'
    Sevgiyle kalın...
    Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın.
    Sıkıca asılın onlara, tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat
    da anlamsızdır.Hayatınızı asla aşka kapatmayın.
    Aşkı bulmanın en kısa yolu, 'aşık olmaktır', korunmanın en iyi yolu ise
    aşka kanat takmak... Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve
    nereye gittiğinizi unutmayın.
    Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir
    yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Dün tarih oldu... Yarın bir sır...
    Bugünün kıymetini bilin.

    Can DÜNDAR
     
  2. Xece

    Xece Daimi Üye

    anlamli bi yazi
     
  3. ero

    ero Daimi Üye

    CAN abimizde nereden bulur böyle ilginç yazıları hiç anlamam.
    ama kendisine yakışır vede motive edici bir yazı.

    yazıyı buraya taşıyan arkadaşım, sende sağol.
     
  4. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    Yazıyı beğendiğine sevindim ero.Eeee yazarlık bir yetenek işi.Can Dünda harika bir yazar, güzel bir bakış açısı var,içerik ve ahengi iyi bir şekilde bir araya getiriyor....
     
  5. selenayy

    selenayy Daimi Üye

    şehribanu emeğine yüreğine sağlık ablacım çok değerli bir paylaşım olmuş
     
  6. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    ŞİİRSİZ YAŞAMAK...
    Nihayet sonbahar yağmaya başladı ruhumuza, bir dua gibi pencerelerde yağmur, damarlarımızda küllenmiş tanıdık bir tutkuyu kıvılcımlandırıyor. Şiir
    bahçedeki yaprak yağmuruyla uyanıyor yaz uykusundan. Yağmurlarla gelen mısralar, ansızın geceye sızıp can suyu veriyor kurak ruhlarımıza.
    "Gözyaşlarının gücü vardı eskiden" diyor Adnan Özer, "...ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden/gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden/açılırdı hayal, tu­zun suda bukağısı çözülürken"...
    Şiir çekip alıyor bizi gömüldüğümüz seviye­siz bataklığın kucağından...
    Dizelere yapışıp ayaklanıyoruz.

    Meğer ne çok olmuş O'nu kovalı hayatımız­dan...
    Ne çok olmuş, uykuda bir sevgilinin alnına bir minik buse, sofranın kenarına bir küçük mum kondurmayışımız.
    Abdülhak Hamid, kendisinden 40 küsur yaş küçük Lüsiyen'ine yazdığı mektuplara "Bahar-ı Ömrüm" diye başlıyordu:
    "Bahar-ı ömrüm; aşk bir maniadır ki ya aşÂ­mak veya tahrip etmek lazım; yahut da huzu­runda kalmak ve yok olmak..."
    Biz, tahrip ettik o "mania"yı; huzurunda kalmanın bedelini göze alamadığımızdan...
    O yüzdendir "ömrümün baharı" diye başla­yan mektuplar almamamız nicedir...
    Sevdiğine "Yüreğim" diyen o tılsımlı zerafeti yitirdiğimizden beridir, burkulmaz oldu yü­reğimiz bunca nefretin karşısında...
    Gözyaşlarımız gücünü kaybetti.
    Şimdi şairler ağlıyor bizim yerimize, bizim halimize...
    Yeni yetmeler şarkı sözü ezberliyor artık taşlama yerine küfür, seranad yerine taciz...
    Felaket haberlerine alışırken şehir, "dilsiz bir kuytuda ölüyor şiir"...

    "Şiir toplumdan kopmuyor, asıl toplum şiir­den kopuyor" demişti Tuğrul Tanyol, birkaç yıl önce, yaklaşan bir ihaneti haber verircesine...
    Şiir, popüler kültür gibi lümpenleşmeyle uzlaşmamış, direnmiş ve belki de o yüzden oku­runu yitirmişti.
    Akın akın loto kuponu doldurmaya koşan bir kalabalığın ardından dizeler haykırmak, ancak bir şairin göze alabileceği bir soylu dire­niş, bir nafile çabaydı.
    Duymadı toplum...
    Ucuz pop şarkıları söyleyerek başıbozuk bir dere gibi akarken, önüne kattı sanattan yana ne varsa; bir tek şiir hariç...
    Şiir, soylu bir çınar gibi direndi köklerini oyan bu sele... terkedilmiş bir sevdalı gibi ya­payalnız ama mağrur durdu tarihin akışına inat...
    Ve sonunda bir o kaldı soysuzlaşan ruhları­mızı avutacak...

    Haydi bir şiir okuyun bugün...
    Bunaldıysanız haberlerin aleladeliğinden, sıkıldıysanız şarkıcı dedikodularından, futbol­cu fıkralarından, lotaryayla köşe dönme he­saplarından, bıktıysanız ekranların, sayfaların işportacı ağızlarından gelin, siz de şiire sığı­nın...

    ...ve hatırlamaya çalışın bir zamanlar nasıl, "ırmak yüklü adamlardık, tuz katarlarının ardınca giden.../ Yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden/ yetim insan, toprağın vicdanıyla doyardı/ gözyaşlarının gücü vardı eskiden."

    CAN DÜNDAR
     
  7. selenayy

    selenayy Daimi Üye

    abla çok güzel bir şiir emeğine sağlık bilirsin şiirler kadar aşka güvenmem ve hiç bir cümle mısra kadar anlamlı gelmez bana
     
  8. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    Evet canım,keşke her şey şiir gibi anlamlı olsaydı,ama maalesef değil...
     
  9. N-u-r-a-y

    N-u-r-a-y Daimi Üye

    GüzeL We iLGinÇ Bir Yazıı PayLa$ım İçin Tşk :smile:
     
  10. kubilay

    kubilay Üye

    çok güzel
     
  11. seyduna_34

    seyduna_34 Daimi Üye

    emegıne saglık ablacım bırbırınden guzel ve anlamlı.....
     
  12. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    KEŞKE...

    Teypte eski bir Cohen şarkısı: "Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /‘Gözlerinin feri sönmüş´ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana?´/ Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona / ‘Senin güzelliğine ne olduysa´ dedim, / ‘benim gözlerime de o oldu´.

    ***

    8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi...

    Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar...

    Ve yenik; "keşke"li cümleler gibi...

    Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...

    Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, "keşke", onun güzüne denk gelir.

    Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...

    Mağlubiyetin takısıdır "keşke"...

    Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.

    Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.

    Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte...

    "Yolunu gözlemeseydim", "öyle demeseydim", "terk edip gitmeseydim", "en güzel yıllarımı vermeseydim" diye diye sızlanır gider.

    ***

    "Keşke"nin panzehiri "iyi ki"dir.

    İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.

    "Keşke", çoğunlukla bir "ahhöla kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden...

    "İyi ki" ise, muzaffer bir "ohhöla büyür; cüretiyle övünür.

    "Keşke"li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, "iyi ki"lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.

    Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.

    Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.

    Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır.

    O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır "keşke"...

    "Şimdiki aklım olsaydı" dövünmesindedir.

    Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, "Ne derler"e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar.

    "Keşke"cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.

    "İyi ki" öyle mi ya!...

    Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.

    ***

    "İyi ki"lerinizi toplayın bugün ve "keşke"lerinizden çıkartın.

    Fazlaysa kardasınız demektir.

    Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...

    "Keşke"leriniz, "iyi ki"lerden çoksa...

    Telafi için elinizi çabuk tutun.

    Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz "keşke" diye nemlenmesin...

    Can DÜNDAR
     
  13. selenayy

    selenayy Daimi Üye

    "İyi ki"lerinizi toplayın bugün ve "keşke"lerinizden çıkartın.

    Fazlaysa kardasınız demektir.

    Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...




    en çok burasını beğendim ben karda olanlardanım : ) emeğine yüreğine sağlık canım ablam çok güzel bir yazıydı
     
  14. satıademelifsu

    satıademelifsu Daimi Üye

    BEN BU ADAMA HAYRANIM ÇOK GÜZEL YAZILAR YAZIYOR.
    NE KADAR UZUN OLURSA OLSUN OKUMAKTAN SIKILMIYORSUN,AKICI, SÜRÜKLEYİCİ VE HEP DİKKAT ÇEKİCİ.
    BU YAZIYI BURAYA TAŞIDIĞINIZ İÇİN TEŞEKKÜRLER ŞEHRİBANU EMEĞİNİZE SAĞLIK.
     
  15. sehribanu

    sehribanu Daimi Üye

    KIRMIZI BİSİKLET

    Yıllar önce bir kitapta okuyup, yazmıştım; bu bahar başıma geldi. Oğluma bir kırmızı bisiklet aldık.
    Binmeyi öğrenene kadar dengesini sağlasın diye arkaya iki küçük tekerlek taktırmaya gittik.
    Çok görüp geçirdiği belli, bıçkın bir usta, lastiklere hava basarken "Yedek tekerleri boş verin" dedi, "...iki tekerle binmeyi denesin. Yardımcı olursanız 1 saatte öğrenir. Yoksa yedekleri atması aylar alır. Düşse de aldırmayın, düşe kalka öğrenir sürmeyi..."
    Öğüdü tuttuk ve açık alanda ilk denemelere giriştik.
    Önce pedal basmayı, fren sıkmayı anlattım, sonra selede dengede oturmayı...
    Oturdu.
    Ayakları pedala zor uzanıyor, düşmekten korkuyordu.
    "Hiç korkma, ben daima yanında olacağım ve seni tutacağım" dedim.
    Güvendi.
    Sol elimle gidona, sağ elimle seleye yapıştım; burnumu çocuksu kokular saçarak dalgalanan saçlarına gömüp kırmızı bisikletin yanı sıra koşmaya başladım; önce ağırdan alan, giderek hızlanan bir tempoda...
    O, yüzünü yalayan rüzgarın ve emin ellerde olmanın keyfiyle kahkahalar atarken ben bisikleti dengede tutmak için büyük enerji harcıyor, tekerden hızlı koşma çabasında nefes nefese soluyordum.
    Kolay değil; istikballe yarışıyordum.

    ***
    Bir süre sonra yoruldum.
    "Şimdi kendin binmeyi deneyeceksin" dedim.
    Çekindi biraz.
    "Süremem" diye diretti.
    "Sürersin" dedim, "Ben hemen arkandayım".
    Önce ürkerek bastı pedallara... Kırmızı bisikletin dengesi bozuldu. Fark ettirmeden seleden tutup düzelttim.
    Acemi sürücüyü iltifatlar ve ıslıklarla yüreklendirdim.
    Şimdi bazen arkasından tuttuğumu bilmeden bisikleti kendisinin sürdüğünü sanıyor, bazen ise tuttuğumu sanıp gerçekten kendisi sürüyordu.
    Zamanla bisikleti kimin yönettiğini ayırt edemez oldu.
    Oysa ben farkındaydım:
    Kırmızı bisiklet uçmaya hazırlanıyordu.


    ***
    Bir saatin sonunda artık iki elim havada bisikletin yanında koşturuyordum.
    Ellerimi görüyor, her an tutabileceğimi biliyor, bunun verdiği güveni, kendi başına sürebiliyor olmanın özgüvenine katık edip direksiyona sımsıkı yapışmış halde pedala basıyordu.
    Giderek hızlandı.
    Bir süre sonra yetişemez olup peşini bıraktım.
    Kırmızı bisiklet sendeledi ilkin, bir o yana, bir bu yana yattı, sonra toparlanıp çığlıklarla kanatlandı.
    Ardından bakakaldım.


    ***

    Bir hayat provasıydı sanki...
    Sendelerse her an arkasında olacağımı, yardıma koşacağımı biliyor; ama vakti gelince süren bir bahar dalı gibi kırmızı kısrağını kendi başına sürmesi gerekiyordu.
    Erken bıraksam düşebilir, fazla tutsam ömür boyu dengesini sağlayamayabilirdi.
    Seledeki elim, onu biraz besleyip tam zamanında kesilen bir göbek bağıymışçasına görevini yapıp çekilmişti.
    Şimdi bir pedal ileri basıldıkça öbürü gerileyecek, yeni sürgün geldikçe, yorulan körelecek, hayatın tekerleri nesilleri öğütecek; devran böyle dönecekti.
    Yarın seledeki çocuğun eli tutacaktı çocuğunun selesinden...
    Onun selesini tutan el ise, senede bir gün öpülmeyi bekleyecekti...
    ...tıpkı bugün öpmeye gittiği gibi, zamanında kendi selesine yapışan eli...

    Can DÜNDAR
     
  16. satıademelifsu

    satıademelifsu Daimi Üye

    ÇOK GÜZEL BİR YAZI.:idea:
    DAHA ÖNCEDE YAZMIŞTIM BEN BU ADAMIN YAZDIKLARINDAN BÜYÜK KEYİF ALIYORUM.
    ÇÜNKÜ HAYATIN TA KENDİSİNİ YAZIYOR.

    EMEĞİNE SAĞLIK CAN.
     
  17. selenayy

    selenayy Daimi Üye

    çok güzel bir yazı emeğine sağlık ablacım inan yüreğim kıpır kıpır okudum
     

Share This Page