Milliyetçi solcuları, önceki makalem olan *solcular nasıl milliyetçi oldular*da izah etmeye çalıştım. Bu makalemde bu eğilimin temel söylemleri üzerine eleştirilerimi bu Forum'da yönlendireceğim. Ve bu süreçte kendi anlayışımızı, daha detaylı olarak anlatma fırsatını değerlendirmiş olacağım. Milliyetçi solcuların hayati söylemleri olan bağımsızlık sorununu önceki makalemde de ifade etmiştim. Bu satırların yazarının da, uğruna zindanlar yattığı, işkenceler gördüğü ve hala sürgün yaşamında bulunduğu değerlerin başında bağımsızlık uğrana mücadele gelmektedir. Ancak bu mücadelenin değişen dünya koşulları içinde kazanılabilmesi yönünde yürütülecek mücadele, artık eski kıstaslarla yürütülemeyeceği görülmektedir. Eski kıstasların, artık bağımsızlığa değil, daha çok bağımlılığa hizmet edeceğini vurgulamıştım. Bunun nedenlerini de özetle vermiş, bağımsızlığı, özgürlük olarak kavramadan ve bunu küreselleşme içinde kendi orijinalitemizle yer alarak, etkileyen ve etkilenen ve konumu eşitlerin ortaklığında belirlenmiş bir yer alış olmadıkça, bağımsızlığın gerçek olmayacağını ifade etmiştim. Ayrıca, çağdaş tarihin hiçbir kesitinde bağımsız olamayan ülkemizin, Avrupa birliğine katılışına karşı çıkmakla bağımsız olmak bir yana, içine düştüğü bağımlılık ilişkilerinin topluma çok daha acı bir süreç olarak dayatacağını anlatmıştım. Buna eklenecek en önemli belirleme, ulusal devletler çağının fiili olarak tüm ağırlığıyla devam etmesine rağmen, tarihsel olarak bittiğini ilan etmek olacaktır. Bunun anlamı ise, ilerleyen zaman içinde özgürlük kazanımlarımızın gerçek bir çağdaşlık boyutu almasıyla, ulusal devlet içindeki sorunlarımızın ters orantılı önem gerilemesine maruz kalacağı gerçeğidir. Bu sonuçlar, elbette birden bire oluşmayacaktır, binlerce unsurun içsel ve dışsal dengelerin zaman içinde gerçekleştireceği bir gelişmedir bu. Ama bu gelişme başlamıştır ve derinleşerek devam etmekte olduğu tespit edilmelidir. Ulusal kapsamdaki sorunlar, bu süreçte kaçınılmaz olarak tali olmaya, önemsizleşip marjinal olmaya başlarlar. Dolaysıyla ulusal devlette daha çok anlam bulun klasik bağımsızlık, bu tarihsel evrimle birlikte yerini çok daha anlamlı ve kapsamlı olan özgürlük istencinin ikamesine terk eder. Ebette, biri diğerinin yerini mutlak anlamda almaz ama, özgürlük ikamesi bağımsızlık istencini içermeye başlar. Ulusal sınırlarda, tek ulusa ya da ulus sınırları içindeki etnik unsurlara ait olan özgürlük istençleri bir nitel aşama kat ederek evrensel bir boyut alır. Ve bu noktadan itibaren bağımsızlık istemlerini de kapsamaya başlar, bireyin özgürlük istemi ulusal kurum ve kuruluşlarla çatışmaya düştükçe, bağımsızlaşma mücadelesi kendini artan oranda özgürlük talep ve mücadelesinde ifade etmeye başlar. Gerçekte de, bağımsızlığın tarih içindeki evrimini ele aldığımızda, bir feodal beyliğin merkezi krallık devletinden bağımsız olma istenci kapitalizm çağıyla birlikte bir ulusun bağımsızlık istenciyle yer değiştirmesi gibi, bireyin özgürlüğünde anlam bulan bağımsızlığı, ulus bağımsızlığının yerini almaya başlaması da bunu ifade eder. Bu tarihsel bir gelişmedir. Siyasi bir tercih değildir. Ne bir ideolojinin siyasal programının bir ürünü ne de, özgün bir durumun konjonktürsel ifadesidir. Tarihin geri dönülmesi mümkün olmayan, yüz yılların evrimi içinde gelişip olgunlaşan, kendine özgü dinamikleriyle de, ileri doğru giden ekonomik-sosyal ilişkilerin kendini siyasal düzlemde ifade etmesi hadisesidir. Bağımsızlık, toplumsal varlık olarak bireyin, toplumu ilerletmeye ve en etkin sosyal sonuçları kazanmaya yönelmiş özgürlüğünde ifadesini bulan bir muhteva kazanmıştır. Var oldukça hiçbir ulusal devlet klasik anlamda bir bağımsızlık kazanamaz, bireyin özgürlüğünde ifadesini bulan bağımsızlık, toplumu ileriye götürecek gerçek bağımsızlığı tanımlamaktadır. Uğruna mücadele edilmesi gereken bağımsızlık ta tastamam budur. Bunun gereği de, bağımsızlık algılayışımıza, çağın içeriğini vererek devrimci iddiamızı sürdürmek olacaktır. Anlatımlarıma, bir örnekle açıklık kazandıracağım. Sık sık tekrar ettiğim basit bir örnektir bu. Ama, düşüncelerimi bu örnekle daha iyi anlatma olanağım olacak. Örnekte iki iletişim türünü karşılaştıracağım. Birincisi malum posta iletişimi, diğeri, bilgisayar iletişimi. Bilindiği gibi, toplum olarak posta sistemiyle ilgili onlarca sorunumuz olmuştur, olmaya da devam etmektedir; pul fiyatlarının yüksekliği, kimi vergilerin posta ihtiyaçlarımızın içine sokularak artırılması, telefon faturaları, ek vergileri, posta işçileri sorunu, adil olmayan posta idare işleri vb. Bu sorunlarla ilgili programlarımız ve müdahalelerimiz, sendikal ve siyasal faaliyetlerimiz, diğer sosyal siyasal sorunlarımız içinde önemli bir yer kapsamaktadır. Bu sorunlarımız, bilgi sayar iletişim kanallarının getirdiği yeni sistemle yavaş yavaş önemini kaybetmeye, kavramlar ve deyimler değişerek eski içeriklerinden farklılaşmaya, yerini yeni sorunlara ve söylemlere terk etmeye başladığı görülür. Böylesi bir süreçte, posta iletişimi nedeniyle karşı karşıya kaldığımız tüm sorunları, bilgi sayar sistemine doğru hızla adım atan birey ve toplumun sorunları olmaktan da uzaklaşmaya başlar., ikincil olur, marjinal kalırlar. Dolaysıyla uğruna mücadele edilecek zorunluluklar arasından, gelişmelerle doğru orantılı olarak çıkmaya başlarlar. Mücadelemiz yeni dönemde eski kavramları taşımaya devam etse de, artık içerikleri değişmiş olarak yerlerini almaya başlarlar. Bilgisayar iletişiminin rahatlığı, hızı, ucuzluğu ve kalitesi, posta iletişimini ve sorunlarını arka plana itmiş olur. İşte böyle bir şey, bağımsızlık ta bir soyut değer olarak, yeni dönem içinde yeni anlamlar kazanarak gündemde olacaktır, muhtevası genişleyecek ve daha anlamlı olacaktır. Ulus mefhumu ve sınırları içinde kalan tüm sorunlar, zaman içinde aynı akıbete uğrar. Buna sizler hukuk sisteminin ulusal olmaktan uluslar arası olmasıyla gündeme gelecek değişimleri ekleyebilirsiniz ya da, ticaret sistemi, gümrük sistemi, ulaşım sistemi hatta ulusal liglerde ifadesini bulan ulusal takımlarımızın bile, yerlerini küresel takımlar alarak, eski ulusal ölçekli sorunlar aşılarak geride bırakılmış olacaktır (şimdilik her takımın 5 yabancı futbolcu alabilmesini sağlayan kararla ulusal çerçeve aşılmış oluyor. Ardından yeni kararlarla bu süreç küresel sisteme tam uyum sağlayacak ölçeklere kadar ilerler). Bu yüzden saydığımız eskiler ve onlardan kaynaklanacak sorunlar onlarla birlikte, geri plana itilmiş olacaktır. Ulus ötesi yapılanmalar hızla çağı belirleme yönünde geliştikçe, ulusal ölçekli unsurlar ve sorunları geri planda kalırlar. Bu sürece müdahale etme ve hızlandırma yönündeki mücadele, bir devrimci mücadele olarak kendini gösterir. Bunun yolu da daha çok özgürlükten ve demokrasiden geçer. Verdiğim örneklerden bağımsızlık sorunu için yapılacak çıkarsamalar, bağımsızlık soyut kavramının her dönemde taşıdığı farklı bir anlam ve içerik bulunduğudur. Bu anlam ve içerikleri sadece ulus kategorisine indirgemek, bu çağın gerekleri itibariyle darlık ve ilkeliktir. Bu gün bağımsızlık, insan özgürlüğü ve demokratik kazanımlarıyla daha derin bir anlam kazanmıştır. Ulus ötesi sorunlar, ulusal sorunları tali palan itecek bir boyut kazanmıştır. Dolaysıyla, özgürlük ulusal bağımsızlığın beklentilerini de içeren bir yoğunluk kazanarak kendini ifade etmektedir. Ulus ölçekli bağımsızlık artık yetersiz ve topluma kazandıracağı çok şeyi olmayan bir konumdadır. Küresel ekonomide yer alış, ulusa ait tarihi bir çok söylemi de aşmamıza olanak vermiştir. Bu sıçrama kendi içinde, çözülmemiş bir dizi sorunu da aşarak çözme şansı vermiştir. Kıbrıs sorununda tıkanmaya yol açan eğilimlerin ulusalcı eğilimler olmasına karşın, Avrupa Birliğine katılmakla Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs arasında milliyetçiliği körükleyen, ulusal bağımsızlık adı altında çözümsüzlüğü, en iyi çözüm yapan tüm ilkel anlayışların aşılması bunu ifade eder. Bu, çağımızın bağımsızlık anlayışının, bireysel özgürlüğün kazınılması anlamına yükselmesiyle, ulusal bağımsızlık gibi sorunları içselleştirip aşması olayıdır. Bu makaleye gelince, milliyetçi solcuların ekonomik söylemlerini değerlendireceğim ve buradan devrimcilik algılayışlarının nasıl bir boş inanca dönüştürüldüğünü anlatacağım. Milliyetçi solcuların tek ekonomik program dayanakları devletçiliktir. Ellerinde halkın yararına ülkenin gelişmesi yararına, tek satırlık başka bir söylemleri bulunmamaktadır. Bu programın gerçekleşmesi de, devlet iktidarının bir gece ansızın yada bir biçimde “ele geçirilmesi” ardından ilan edilecek olan kamulaştırmayla gerçekleşeceği yönündedir. Kamulaştırmayla tüm temel sektörler devlet malı olarak işletilerek topluma değer aktarımı yapılacaktır. Dış borçlar ödenmeyecek yada bir siyasi kararla “ötelenecek” ve bütçe dengelerindeki fazlalık, ülke içi gereksinimlere aktarılacaktır. Ancak bu devletçi söylemler, soğuk savaş dönemini aşamamış, kısır bilinç önermeleri olarak öylesine büyük mantık ve denenmiş hatalarla, handikaplar içermektedir ki, bir ülkeyi değil kalkındırmak, emperyalistlere artan oranda kölelik ilişkisine düşürmekten başka bir sonuç üretemez. Bunu anlamak için sondan başla***** konuyu irdelemeye çalışalım. Öncelikle bilinmesi gereken şey, dünya üretim mekanizmalarının artık birbirine binlerce bağla bağlı bir tek organizma haline geldiğidir. Sermaye ilişkisi açısından olduğu kadar, son dönemlerde bilgi ve teknoloji açısından da, dünya bir birinden koparılması mümkün olmayan bir globalleşme aşamasına girmiştir. Geri dönüşü olmayan bu ilerleme, tüm insanlık adına yararları olan etkilerini ortaya koymuştur. Başlıklar halinde bu gelişmeleri tasnif edecek olursak, şunu görürüz; “a. Endüstri toplumundan bilgi toplumuna, b. İş gücü ağırlıklı teknolojiden, yüksek teknolojiye, c. Ulusal ekonomiden, Küresel ekonomiye, d. Merkezi yönetimden yerel yönetime, e. Temsilci demokrasiden katılımcı demokrasiye, f. Hiyerarşiden şebekeye geçiş” bu gelişmeyi anlatır. Bu unsurlara eklenebilecek bir çok unsur daha bulunabilir, ancak bu unsurlar, büyük dönüşümün geniş yaşam alını içinde ifade ettiği, dünyamızın eski sistemlerden koparak, nitelikçe yeni bir sisteme doğru gidişidir. Bu ölçüler çerçevesinde ülkelerin konumu üzerinde fikir sahibi olmak mümkündür. Bir ülke, kendi dinamiklerini geliştirirken ve güçlenme çabası verirken, dünyada ortaya çıkan gelişmelerden kaçınmaktan çok, bu gelişmenin aktif bir dişlisi olma yönünde çaba sarf etme yükümlülüğü altında bulunmayı, toplumsal gelişimi için zorunlu görür. Bilindiği gibi, bir ülkenin ekonomik gücü, iki temel etmene bağlıdır, ya tarihsel gelişimiyle, kendi ekonomik sürecini ve dengelerini, sermaye birikimi, teknoloji ve bilim ihtiyaçlarını diğerleriyle rekabet edecek düzeyde geliştirmiştir olmasını ya da, başkalarından aldığı teknoloji ve bilimi iç dinamiklerini doğru kullanarak ikame edip, dünya ekonomileri içinde önemli bir düzey yakalamış olmalıdır. Bu tablo dışında kalan ülkeler, genellikle borçlu, üretim düzeyleri düşük, bilim ve teknoloji üretimi olmayan ve bundan nasip alacak bir yapılanması bulunmayan ülke kategorisi içindedirler. Bu gibi ülkeler, uluslar arası finans kurumlarına öylesine bağımlı hale gelirler ki, toplumları sürekli bir bunalım içinde siyasi iradesi güçsüz, yönlendirilmiş ve ülke kaynaklarını hiçbir zaman rasyonel kullanma şansı olmamış durumda olurlar. Anti demokratik yönetimlerin kaynağını bu zeminde bulduğu ülkeler, kuşaklar boyu sürecek çıkışsızlık içinde kıvranarak takatlerini tüketirler. Zaman zaman bu tür ülkelerde gelişen milliyetçi eğilimler, ister soldan gelsin ister sağdan gelsin bağımsızlık adına devletçi, içe kapanmış bir ekonomik süreç başlatma girişiminde olurlar. Bu girişimlerin dünyadaki tüm örnekleri, rasyonel kullanılmayan iç dinamikler ve çarpık yapılanmalar nedeniyle, yeniden uluslar arası finans kurumlarına bağımlılık ağına düşmüştür. Oysa, ülke ekonomisini yeniden yapılandıracak ölçekte bir sermaye birikimlerinin olmaması, bilgi ve teknoloji üretiminin gerçekleşmesinin önündeki tek seçenek, devletçilik değildir. Bu açmazın çağımızdaki tek çıkış kanalı küreselleşme içinde yer almaktır. Bunun pratik ekonomik anlamı ise, güçlü bir siyasi iradenin ülke kaynaklarını doğru ve akılcı tarzda değerlendiren, yeniden yapılanması için ihtiyaç duyduğu mali, bilgi ve teknoloji ithalini iktisadi bir hamle için değerlendirerek ülkesini küresel ekonominin orijinal bir dişlisini haline getirip, etkilenen ve etkileyen gerçekçi konumunun bağımsızlığını yarattığı etkiyle fiili hale getirmektir. Küresel ilişkide, eşitler arasında bir unsur olarak yer almak, mali, bilgi ve teknik borçlanmayla çelişmez. Tersine, bu verileri rasyonel kullanarak borcunu reddetmeyen, ötelemeyen geri verebilecek bir atılımı sağlayan yönetimler gerçek anlamda ülkelerini kalkındırır ve bağımsızlıklarını sağlarlar. Zira her ne nedenle olursa olsun ödenmeyen borç, sonuçta köleliği, tıkanıklığı, anti demokratik siyasal süreçleri getirir. Bilinmeli ki, çağımızda borç klasik anlamda ele alınamayacak bir işlev kazanmıştır. Küreselleşme süreci, borcun dünya üretim mekanizmalarını bir birine bağlayan, önemli denge unsurlarından biri olduğunu gösteriyor. Bunu mali borçlar açısından olduğu kadar, diğer üretim girdilerinin borçlanılması açısından söylemek yanlış değildir. Ulus kimliğini tarihe ayak uydurarak, kendiliğinden yada yeni bir oluşum olarak alınan bir kararla aşan kurumlar (her türden iktisadi faaliyet unsuru olan kurumlar) ülke sorunların, ulusal sınırlar içinde çözme ilkelliğinde takılı kalmadan, çözülebileceğini göstermektedirler. Ülke kaynakları, insan unsurunun da içinde olduğu bir bütün olarak değerlendirildiği bir koşulda, uluslar arası ekonomik alanda etkin olabilecek bir yeniden yapılanmayı yaratan ciddi siyasi irade bunu sağlamakta güçlük çekmez. Zira dünya ekonomisi içinde her şeyi olan ve her şeyi üreten ve her kese satan ve hiç kimsenin, hiçbir olanağına ihtiyacı olmayan bir ülke yoktur ve olmayacaktır. Dünyanın en güçlü ekonomileri, borç, dış sermaye, dıştan gelen yatırımlarla güçlüdür. Önemli olan, borcu ödemek dahil daha çok üretimi yaparak IMF dahil, çağını doldurmuş hiçbir emperyalist kuruma mahkum olmamaktır. kazanKazan forumdaki bir bölümün adıdır. Kazan'a genelde forum anlayışı ve sağlığına karşı topikler gönderilir. alıntdır