Kaçtığım Yer Kendim

Konu, 'Genel Bölüm' kısmında seyduna_34 tarafından paylaşıldı.

  1. seyduna_34

    seyduna_34 Daimi Üye

    [​IMG]


    Rüzgâr kuvvetli estiği zamanlarda insanlar şiddetini kesmek ve de
    korunmak için set örerlermiş karşısına. Bundan faydalanmayı akıl edebilenler
    ise yel değirmenleri inşa ederlermiş. Böylece rüzgârın yıkıcı gücünü
    olumluya çevirmeyi becerirlermiş. Fakat bazen hayatta karşılaştığımız
    rüzgârlar o kadar yoğun, o kadar şiddetli ve o kadar üst üste oluyor ki;
    bırak yel değirmeni inşa etmeyi, elinle yaptığın rüzgârgülünü tutacak
    kadar bile takatin kalmıyor.
    Şu kesin ki hayattan ne kadar çok beklentin olursa o kadar çok hayal
    kırıklığına uğruyorsun. Beklediklerinle buldukların arasındaki fark,
    derin üzüntü yaşamana neden oluyor ister istemez. Mücadeleci olman bile
    fark ettirmiyor kimi zaman. Pes ediyorsun bazen, yılıyorsun. Değirmen
    yapmak için bile yüzleşmekten korkuyorsun rüzgârın uğultusuyla. Set örmek
    daha bir kolay geliyor nedense. Zaman ilerledikçe kaçmayı kovalamaktan
    ve de mücadele etmekten daha bir benimser oluyorsun hiç karakterinde
    olmasa bile?
    Hayatta en çok korktuğum şey duygu erozyonuna uğramaktı. Zamanla
    hiçbir şey hissedememekten çekindim hep. Yılgınlıklarımın umutlarımın üstünü
    örtmesinden ürktüm. Ama acımasızlıklar ve kederler üst üste gelince ben
    de ben olmaktan çıkıyorum galiba. Daha bir katı oluyorum hayata karşı.
    Daha bir duygusuz oluyorum ister istemez. Daha bir tahammülsüz?
    Olgunlaşmanın koşulu ağlamakmış demek ki diyorum. Ne kadar çok ağladıysan o kadar çok olgunlaşmış oluyorsun.
    Anlıyorum ki aynı dili konuşanlar değil; aynı duyguları paylaşabilenler anlaşabiliyor sadece. Ve aynı dili konuştuğun insanların etrafında
    olabilmesi de gün geçtikçe zorlaşıyor. Görünen gerçek, gerçekte görünen
    de olmayabiliyor üstelik. Kimi zaman mutlu görünüyorsunuz etrafa; oysaki
    yapabildiğiniz en iyi şey mutluluk rolü yapmak oluyor o an. İçin
    kemiriliyor; ama sen yine de üstüne yapışmış olan rolü oynuyorsun. Sana
    yüklenen misyonunun gerektirdiğini...
    Bazen çok sevdiğin bir fotoğrafı ortadan ikiye ayırıyorsun. O anki ruh
    halin seni hiç fark etmediğin bir yere bırakıveriyor. Öyle şeyler
    oluyor ki bazen hafızanı yitirmiş gibi hissediyorsun. Yaşadıklarının kendi
    hayatından bir kesit olup olmadığını düşünüyor; idrak etmeye
    çabalıyorsun. Sonra da ?yanlış nerde ve kimde? diyorsun. Ya da ?yarımdı, olmadan bitti? diye avutuyorsun kendini. O an yaptığın şey hafızanı siliyor ve
    seni bilmediğin bir yere ve duruma sevk ediyor. Geçmişinle geleceğinin
    kesiştiği nokta ise bugünün oluyor. Ve gücün yettiğince her şeye sil
    baştan başlıyor. Yeniden, hatta bazen yeniden deniyorsun. Fakat bir
    bakıyorsun ki hep en baştasın?
    İyice fark ediyorum ki gidene ağlamıyor çoğu zaman insan. Gidenin
    giderken koparttığı yer oluyor daha çok ağlatan, orada bıraktığı yara oluyor
    kalbimize iğneleri vuran.
    Aitlik hissin kayboluyor tamamen. Yaşadığın yere de zamana da ait
    hissedemiyorsun kendini. Çekip gitmek istiyorsun; kendinden bile... Seni
    hayata bağlayan hiçbir şey kalmıyor birden. Yaşamak anı, günü, ayı, yılı?
    zevk vermez oluyor. Kendinden kurtulup kendine kaçıyorsun yeniden.
    Aslında bindiğin gemi de vardığın liman da kendi yüreğinde demirli?
    Kelimelerin hepsi aynı aslında, önemli olan içtenliğinde ve karşı
    tarafın yüklediği anlamda yatıyor. Ve sana o anlamı yakalatacak olanda
    buluyorsun kaybettiğin kendini?
    Cesaret de sevgi gibi; gelişmesi için umut gerekiyor?
     
  2. alevi_kızı

    alevi_kızı Daimi Üye

    emegine saglık canım çok güzel bi yazıydı..
     

Sayfayı Paylaş