Allah, ruh, cennet ve cehennemin sonsuzlukları kıyametin kopacağına yani evrenin yok olacağına inanan inanırlar, buna gerekçe olarak şunu koyarlar; 'başlangıcı olan herşeyin bir sonu vardır.' ama sünni İslam inanırlarının büyük çoğunluğu, daha doğrusu tasavvufla buluşamayan kısmı; ruhun ölümsüzlüğünü ve sonsuza kadar varolacağını; cennetin, cehennemin ve oralardaki yaşamın ebedi(sonsuz) olduğunu da söylerler. halbuki başlangıcı olan her şeyin birde sonu varsa, Allah'tan başka herşey sonlu demektir. ruh ölümsüz değildir. cennet ve cehennem de taratıldıklarına göre bir gün yokolacaklardır. Alevi inancı ise tasavvufla yoğrulduğu için olaya daha farklı bakar. gerçektende başlancı olan herşeyin birde sonu olacaktır. ama aynı zamanda ruhta ölümsüzdür. peki nasıl olur? alevi inancı vahdeti vucut/vahdeti mevcut inancına dayanır. Tanrı çoklukta teklik arzeden birin kendisidir. Tanrı bütün varolanların tümüdür. yani bütün varolanların dışına çıkıp dışarıdan bakabilseydik tek bir varlık görecektik. ki o Tanrıdır. Narı düşünün. bildiğimiz meyve. küçülüp narın içine girseydik; içerde binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca şey görecektik ama dıştan bakıldığında o tek bir cisimdir. başka bir örnekle; bir insanı ele alalım. içten milyarlarca şey görünür. hatta iradeleri bile vardır. mesela kalbimiz bizim irademizle değil kendi iradesiyle çalışır. biz istemesekte o çalışır ve kan pompalar. ama bu milyarlarca şeyin dışından baktığımızda tek bir cisimdir o. işte bu sebeple Tanrı çoklukta teklik arzeden birin kendisidir. insan Tanrının bir cüzzü/parçası dır. Tanrı Adem'i yaratır ve ona kendinden üfler. böylece Adem Tanrıdan bir cüz/parça olur. bu sebeple Allah'a halife olur. bu sebeple melekler ona secde eder. bu sebeple meleklerin bilemediği isimleri bilir ve meleklerden üstün olur. yine bu sebeple Dağın taşın yüklenemediği emaneti yüklenir. içinde potansiyl Tanrı vardır çünkü. hal böyle olunca başlancıgı olmayan Tanrıdan bir cüz/parça olan ruh başlangıçsız ve sonsuz olur. işte bundan dolayı Aleviler kabeye değil insana dönerler. çünkü asıl beytullah(Allah'ın evi) insan bedenidir. yine bu sebeple aleviler halka namazı kılar yüzyüze döner ve secde ederler. alıntı:
Ölümün, Alevilikte başlıca iki yorumu bulunmaktadır. Birincisi âbiyolojik ölümâdür. Biyolojik ölümü, âölmeâ, âölümâ, âkalıbı dinlendirmekâ ve âHakk´a yürümekâ gibi terimlerle dile getirmektedirler. Bu terimlerden âkalıbı dinlendirmekâ ve âHakk´a yürümekâ ölümün bir son olmadığını yeni bir durumun başlangıcı olduğu inanışından kaynaklanmaktadır. Burada sözü edilen kalıp bedendir ve beden yaşlanmıştır, yorulmuştur ya da hasar görmüştür işlevini yerine getirmeyecek durumdadır. Bu durumda beden (kalıp) terk edilir. Kalıbını terk eden, Tanrıdan gelmiştir, Tanrıya dönecektir. Bu nedenle de, Hakk´a ulaşmak üzere kalıbı terk eder (Hakk´a yürür) denilmektedir. Yani ölüm/ölme, Tanrıya ulaşmak/öze yeniden kavuşmak olarak kabul edilmektedir. İkinci ölüm ise, âNasip (ikrar) törenindeki ölümâdür. Bu ölüm, Alevilerce âölmeden önce ölmekâ ve âölmekâ terimleri ile ifade edilmektedir. İkrar törenindeki ölmek, iradi bir ölümdür ve bu aşama Alevi eğitiminin belki de en çarpıcı ve en zorlu aşaması olarak kabul edilmektedir.Aleviler öğreti yolunda, bütün tutkulardan, aşırı isteklerden, dünyaya bağlı geçici dileklerden, eğilmelerden kurtulmaya ve özünü gerçeğe adamaya yani öğretiyi benimseyip yola girmeye -âİkrar (Nasip) Almaâ-, âölmeden önce ölmekâ demektedirler. Bu öğreti için, kişinin kendi isteğiyle maddi ve manevi dileklerinden tümden vazgeçmesiyle (yani iradi olarak ölmekle), mana aleminde, ruh bakımından hayat bulacağına inanılmaktadır. Alevilikte benimsenmiş olan Batıni yorumda iradi olarak ölen yani ikrarını alan can, dünyaya yeniden gelmiş gibidir. Yani, insanların yaşamları boyunca yaptıkları pek çok şeye, ölümle karşılaştıklarında pişmanlık duyacak olmaları ve âbir daha dünyaya gelsem böyle yapmazdımâ düşüncesine varmaları âikrar töreniâile canlara kavratılmaktadır. Böylece insanın son veda anındaki hesaplaşmasını, önceden ikrar töreninde yaşayan Aleviler, kendilerini yeniden doğmuş olarak kabul ederler ve bu olayı da âikinci doğumâ olarak adlandırırlar. Yola girmenin ön koşulu olan âölmeden önce ölmekâ (iradi olarak ölmek), Aşık Veysel tarafından şöyle dile getirilmiştir: Topraktandır cümle beden /Nefsi öldür ölmeden/Böyle emretmiş yaradan Yine iradi olarak ölmeyi ve ikinci doğumu Şâhi bir nefesinde şöyle anlatmaktadır: Dört kapı selâmın verip aldılar,/Pirim huzuruna çekip yettiler; El ele, el Hakk´a olsun dediler, /Henüz mâsum olup cihana geldim. Münire Bacı da bu doğumu bir nefesinde: Doğdum iki âneden/Kimdir beni taneden Mürşidim imdat eden/Haydariyim, Haydari. biçiminde dile getirir. Nefeslerde de belirtilen, Alevilikte yapılan ikrar töreninden sonra, yola girenlerin kendilerini yeniden doğmuş gibi hissetmektedir. Alevilikte biyolojik ölümün âTanrıya yeniden kavuşmakâ olarak kabul görmesinin ana nedeni; nesnelerin, düşüncelerin yoktan var olmayacağına inanılmasıdır. Heterodoks yapıdaki bu öğretiye göre, İnsan-Evren-Tanrı bir bütündür (vahdet-i vücud); bundan dolayı evrendeki nesneler ve düşünceler Tanrının varlığından kaynaklanmakta ve bu durum (ölüm), varlığın (insanın) öze dönüşümü olmaktadır. Hakk´a yürüyen âcanâın aslında ölmediğine öze (Tanrıya) geri döndüğü inanışına Alevi-Bektaşi menakıbnamelerinde sıkça rastlanır. âCenazeye İmam Olmakâ biçiminde de ifade edilen bu duruma dayanak olarak şu söylence anlatılmaktadır: âHz. Ali´nin ölmeden önce vasiyeti üzerine, cenazesi evden almak üzere gelen kişiye verilir. Hz. Ali´nin cenazesini devenin üzerine yükleyip, oradan uzaklaşan yüzü örtülü yabancıyı Hz. Ali´nin oğulları gizlice takip ederler. Bir ara yüzündeki örtünün açılmasıyla, cenazeyi alıp götürenin de Hz. Ali olduğunu görürlerâ. Yani bu düşünce de ölüm, aslında bir yok oluş değil, bir dönüşümdür. Bu söylence, birçok Alevi-Bektaşi deyişine ve söylencesine de kaynaklık etmektedir. Hatai´nin, bu olayla ilgili dörtlüğü ise şöyledir: Ali´dir cesetin kendisi yuyan/Yuyup kefeniyle tabuta koyan Ali´dir devesin kendisi yeden/Hak ile Hak olan Arslan Ali´dir . Tanrısal bir varlık olan insanın öz olarak yok olmayacağı inancını Aşık Ali İzzet Özkan şöyle anlatmaktadır: Cenazeme imam oldu nazarım /Öldüren de benim ölen de benim Mezarımı elim ilen ben kazdım /Ağlayan da benim gülen de benim Allah gizli değil sana benziyor/Canı katı teni bana benziyor Gâh doğar gâh batar güne benziyor/Gidenler de benim kalan da benim Affedici, bağışlayıcı olan Tanrıdan korkmayan Aleviler, aşk derecesine varan Tanrı-Evren-İnsan sevgisiyle yoğrulmuş dünya görüşüne ve alışılmamış bir öbür dünya anlayışına sahiptirler. 16. Asır Alevi ozanlarından Azmi bu anlayışı şöyle dile getirmektedir: Esirci misin, koydun cehenneme Arap/Hoca mısın, okur yazarsın kitap Aslın katip midir, görürsün hesap /Hesabın mı var, yok hancı mısın? Yüz bin cehennem olsa, korkmam birinden/Rahman ismi nazil değil mi, senden 13. Asır Alevi ozanlarından Yunus Emre de ölüm sonucunda Tanrıya ulaşmayı, dosta gitmek olarak kabul etmekte ve bu olayı dizelerinde şöyle dile getirmektedir: Sala verin kasdımıza /Gider olduk dostumuza Namaz için üstümüze /Duranlara selam olsun Ortodoks yapıdaki Sünni inanışın aksi bir öteki dünya anlayışını taşıyan Aleviler; Sünni inanç içerisinde yer alan korkutmalara, cennet inancına, cehennem inancına ve Azrail inancına da karşı çıkmaktadırlar. Al´İzzet der âTanrı korkusuâ yerine âTanrı sevgisiânin temel alındığı bu şiirde, tümü ile sevgi, dostluk ve içtenlik içeren bu ifadelerin özünde, Alevi öğretinin insana verdiği etki açıkça görülmektedir. Biçimci Tanrı anlayışını, kuralcı Tanrısal düzeni eleştiriye, hırpalamaya yönelik bu şiirlerin felsefesi kaynağı, Batı´dan gelen kamutanrıcılık anlayışının Doğu´dan alınan çilecilik felsefesiyle kaynaştırılmasından doğmuştur. Bu felsefeyi oluşturanlar yalnız Anadolu´da yaşayan Alevilerde değildir. Heterodoks muhalefetin, Anadolu başkaldırısı ile birleşmesinden doğan bu öğretiye göre, kabaca; evren Tanrının gerçek olmayan bir görüntüsüdür. Bu anlayışta, yaratan ve yaratılan diye ayrım sanal bir gerçektir. Var olan yalnızca Tanrıdır. O´nu, canlı ve cansız varlıklardan ayrı saymak, âikilikâ yaratmaktadır. Gerçek bozgunculuk, gerçek nifak da budur. Tek varlık ya da varlığın tekliği (vahdet-i vücut) anlayışına göre, Sünni şeriat kuralları, Kur´an´ı Kerim´in biçimini öne alarak yaratan-yaratılan ikiliğini ortaya çıkarır ve bu durum, Tanrı dışında başka bir varlığı kabul etmek ve de benimsemektir ki, bozgunculuğa ve Tanrıyı yadsımaya uzanır. Gerçek küfür işte bu anlayıştır. Düşünsel dokusunu âBâtıniâ yorumla oluşturan Alevilik, bu ilkeden yola çıkarak Ortodoks Sünni şeriat kurallarının geçersiz, biçimsel kurallarından oluşan bir anlayış olduğunu ileri sürmektedir. Alevilere göre, önemli olan Tanrı ile bir olunacak veya Tanrıda yok olacak yolu bulmak ve bu yolda ilerlemektir. Heterodoks öğretide yaratıcı diye Ortodoks Sünni kurumlarca öne sürülen, soyut varlığa karşı bir başkaldırı görülmektedir. Yani heterodoksi içinde yer alan topluluk üyeleri, ortodoksiye göre tanımlanan Tanrıyı yadsımakta ve bu kesimin belirlediği düzende, Tanrısal olarak belirtilen kuralları anlamsız bularak buna karşı çıkılmaktadır.dinin belli bir yorumuna (Ortodoks Sünni yorum) ve onun getirdiği Tanrısal kurallara yani Tanrı adına, insanların ortaya koyduğu anlayışa başkaldırmaktır ve yermektir. Kul Himmet de dört büyük melekten söz ederken Azrail için can alıcı değil, canı cana ulaştırıcı olarak bahsederken yine bu anlayış, egemen (Ortodoks Sünni) üslubun dışındadır: Kudret kelâmını söyler Cebrail Rıza lokmasını sunar Mikail Canı cana ulaştırır Azrail İsrafil ağzında düğündür Muhabbet. __________________ İhanet ve Çirkeflik çok kötü iki olaydır. alıntıdır emegine ve yüregine saglık can bu yazınıda buarada yayınlamas gerektigini düşündüm . saygılar ......
Ölüm doğuşun bitişi gibi gözüksede öyle değil.Her ölüm yeni bir bedende varolmadır. Paylaşımın için sağolun canlar güzel bir bilgilendirme.