Nesimi bir yandan da Fazlullah'ı tanıtmakta ve onun düşüncelerinin batıni- Alevilikten farklı olmadığını vurgulamaktadır. Kaldı ki daha sonra vereceğimiz örneklerde görüleceği gibi, Hacı Bektaş öğretisinin hiç de yabancısı değildi ve özellikle Yunus Emre'nin etkisinde şiirler yazıyor ve açıkca aynı tasavvuf kavramlarını kullanıyordu Fazlı'ya ulaşmadan önceleri dahi. Şimdi ise harf gizemciliği düşünceleri donanımıyla içlerindeydi. Fazlı'nın Alevi görgü cemlerinde Dâr pirlerinden oluşu hiç kuşkusuz Nesimi aracılığıyladır. Bakınız nasıl başlıyor imamları zikredip, Alevi-Bektaşilerin en önemli ilkelerinden biri olan tevella ve teberradan sözettiği nefesine; kim ki diyor Fazlı Huda, yani Fazlullah'a bağlanır, onlar Muhammed soyunu sevenlerdir: Olar kim bende-i Fazlı Huda Muhibb-i hanedanı Mustafadır Hakikat kabesidir kıblegahım İmam-ı pişuvamız Murtazadır Hasandır ol safay-ı ehl-i cennet Hüseyin şahım şehid-i Kerbeladır Dün ü gün söylerim kılgıl ibâdet Hüseyin oğlu Ali Zeynel-i abadır Muhammed Cafer ü Musi-i Kazım İmam-ı heştumin Musa Rızadır Oku lanet himar u huk ü hırsa Olar kim düşmen-i Al-i abadır Teberra kılmayınca yok tevella Teberrasız tevellalar hatadır Tevella kıl ey miskin Nesimi Tevella kılmayanlara beladır ... İçtim bu kevser badesin buldum velayetni nişan Tuttum velayet caddesin isna aşer oldu ayan İsna aşer öz rahtını urdu gönülde tahtını Açtı bu batın bahtını dedi bana sır tutan gelsin Sır perdesin agazını düzdü gönülde sazını Söyleşdir ise razını ilmin ü din buldu bu can Çün Mustafa kıldı nazar oldu kamu aynım haber Uş Murtaza verdi haber kıldı beni aynı nişan Ol Fatıma Zehra Hasan maksud Hüseyni olasan Maksud-ı ömrün bilesen ola yakınün bigüman Din din-i Zeynel Abidin Bakır Muhammed mir-i din Can verüben algıl bu din Cafer sana genc-i revan Musa ilen Musa Rıza mihri gönüllerde seza Kevser Muhammed can-feza saki Ali-i nakd-i can Ruşen bu din bu çerağ edip yürürsün uşbu dağ Ya Askeri açtı bu bağ ya Mehdi-i ahir zaman Seyyid kılar ol ki taleb ol bilen ilm-ü edeb İsna aşer din-i acep geh faş olur gahi nihan Bu son gazelinde Nesimi "Velayet caddesinde ilerlerken, İsna aşer (Oniki İmam) in kendisine ayan olduğunu ve Oniki İmam soyunun gönlünde taht kurduğunu'' söyleyerek, tek tek hepsini övmekte ve bağlılığını bildirmektedir. Daha birçok düvazimamlar da yazdığına göre, çok inançlı bir Oniki İmamcıdır. Bu tür bir başka şiirinin başında "Ben o sadık-ı kavlim ki Caferiyim'' deyip, sonunu "Nesimiyim Yezide lanetim var''la bağlıyor. Böylece kendisinin İmam Cafer mezhebinden olduğunu da açıklamış olmaktadır. Nesimi'nin bundan önceki şiirinde, sekizinci İmam Rıza (İmam-ı heştumin Musa Rıza) ya kadar imamları geçmesi; Taki, Naki, Askeri ve Mehdi'nin adlarının bulunmaması düşündürücüdür. Başka bir örnek bulunmadığından, diğer dört imamın adlarının geçtiği beyitler belki kaybolmuş olabilir. Yoksa, soyu Musa Kazım'a bağlanan Hacı Bektaş Veli'nin sekizinci imam sayılması, belki daha doğrusu sekiz imamcılık tartışması mı söz konusudur? A. Jozef Dierl'in "Ali soyundan gelen yeni bir imam olarak Hacı Bektaş sekizinci imamdır. Bu da, Bektaşiliğin ilk dönemlerindeki belgelerde bir simgesel sayı olarak sekizin neden onikiden daha sık ortaya çıktığını açıklamaktadır!'' düşüncesine destek ya da; "hayır sekizinci imam, İmam Rızadır!'' biçiminde - var idiyse o dönemde böyle bir tartışma- bir karşıkoyum mudur? Anlamak güç! Çok büyük olasılıkla bu nefes, biriki beyit eksik olarak günümüze ulaşmış olmalıdır! Nesimi aşağıdaki şiirinde de görüleceği gibi katıksız bir Oniki İmamcıdır. Kendi vücudunda bir dolu Tanrısal nur görüyor; sonra nurun gerçek tecellisi Muhammed Mustafa ve Ali oluyor. Arkasından Muhammed'in ağzından Ali'yi ve Oniki İmamları anlatıyor Nesimi. Belirleyici beyitlerini geçelim. Böylece Ehli beyte ve oniki imamlara nasıl bakmakta olduğunu daha iyi anlarız: Vücudum şehrine girdim dolu nur-ı Huda gördüm Ben ol nurun tecellisin Muhammed Mustafa gördüm Hakikat bahrına vardım tarikat gemisin sordum Ben ol keştiye mellah Aliyyül Murtaza gördüm ... Gönül Musi-i İmrandır nefes İsa demi geldi Muhammed nutkumuz oldu Ali ayn-i ala gördüm Muhammed nutk ile der ben miraca uruc ettim Ben ol Hazret kapısında Ali şir-i Huda gördüm Şeriatın tarıkatın habibine ata kıldı Tahiyyatın selamında Ali nutkun ala gördüm Yüzünden perde nef oldu ki şeksiz zat imiş mutlak Ben ol Sidre makamında Ali-i Mürtaza gördüm Yine şah-ı Velayetten iki şehzade nur oldu Biri zehre rıza verdi biri der-Kerbela gördüm İmam-ı Zeyn-i din abid Muhammed Bakırıdır şah Yine Cafer ü Kazımdan Ali Musa Rıza gördüm Muhammed Taki öz sırrın Ali-i Nakiye verdi Hasan el- Askeriyi ben cihana pişva gördüm Hem ol hatm- i imam oldu hem oldur server-i meydan Muhammed Mehdiyi cana vasi-i innema gördüm Eğerçi aline şahın çün ol Mervan zulüm etti Bu Lam u Ayn u Nun u Tı'yi anlara seza gördüm Nesimi bahşiş-i Haktan inayet iltimas eyler Hezaran bende tek bende bu hazrette geda gördüm Yukarıda görüldüğü gibi Latifi, Ã?şık Çelebi v. b. gibi birçok Sünni yazarların da övmek durumunda bulunduğu Seyyid Nesimi'nin iyi eğitim görmüş olduğu anlaşılıyor. Bir Türkçe divanıyla birlikte Farsça yapıtları da vardır. Arabçasının iyi olmadığına söylemesine rağmen bu dilde de şiirler yazdığı bilinmektedir. Zamanında medreselerde okutulan Arapça Sarf ve Nahir, yani dilbilgisi ve sözdizimi (gramer ve syntaks) fıkıh, tefsir ve Kelam okuduğunu belirleyen beyitlere sıkça rastlanmaktadır. Nesimi'yi yazın ve düşünsel yönden Fazlullah öncesi ve sonrası olmak üzere, iki devrede incelemek doğruysa bile genelde, bizim yaklaşımımız farklı olacak. Herşeyden önce Nesimi'nin Fazlullah' la tam öldürüldüğü yıl karşılaşıp, sadece birkaç ay birlikte olmakla büyük bir dönüşüme ulaşamıyacağını düşünmek gerekir. Ayrıca eğer 1370'lerde doğduğu benimsenecek olursa 23-24 yaşındaki genç Nesimi'nin; dört yüz halifesiyle dolaşarak ortaya attığı şeriat dışı Kur'an yorumlarıyla İran ve Azerbeycan ülkelerini yerinden sarsmakta olan Fazlullah Hurufi'nin, bu birkaç ay içinde, bunca ardılının arasında kendisine çok yakın 9 kişiden üçüncüsü olmasının bilinçli bir açıklaması olamaz. Bir kere hiçbir kaynağa dayanmayan doğum yılı da kesinlikle kuşkuludur; çok daha önceki bir tarihte doğmuş olmalıdır. Ve Nesimi Fazlullah'la birkaç ay değil, en az birkaç yıl birarada bulunmuş olması gerekir. Kendisini kabul ettirmesi öyle kolay olmuşa da benzemiyor, değil ki öyle birkaç ay içerisinde üçüncü halifesi durumuna yükselmek! Bu araştırmamız sadece Nesimi'ye ayrılmadığı için, amaç dışı ayrıntıya giremiyoruz. Ancak bu arada, üniversitelerimizin özellikle Türkoloji bölümlerinde bilimsel araştırma (doktora) yapanlara; "sadece eskiyazıdan (Osmanlıca) transkripsiyonlarla, Türkçe deyimiyle çeviriyazıyla yetinmeyip, eski metinleri çok iyi okuduktan sonra onları yansız yorumlayarak bilimsel değerlendirme yapmasını öğrensinler!'' demekten kendimizi alamıyacağız. Nesimi Divanı'ndan aldığımız iki gazelden vereceğimiz bazı beyitlerle, Nesimi'nin Fazlı ile karşılaştığında nasıl bir ruhsal durum içinde ona yaklaştığını görmek olası. Ayrıca bu dizeler Nesimi' nin neredeyse batıniliğin son aşamalarında bulunduğunu da göstermektedir: İrdi bir dem ki sohbetinden anun Sanki uçmağa döndü şeş cihat ... Berekat isteme ol ademden Ki bu mevsimde kılmaya harekat Kudretin rifatine sadr-ı felek Sadr-i sine dedi vü verdi felek ... Rum u Şam mülkü başına sadaka Çin ü Maçin ola tenine zekat ... Nusretin Rum evinde dikti alem Küfrü mahveyleye Habeşte guzat ... Tur oldur şeha ki Musa var Kalb Turunda eyledin mikat Baş urup ayağına el bağlar Sen ayağ içecek beni vü benat Yine ehl-i ferişteler gökten Çağırır nuş bad ab-ı hayat Cam ile olduğunda leb ber leb Suci şerbet olur piyale nebat Görmedi bu kasidenin mislini Hadd-ı Sivas ü hıtta-ı Tokat ... Vaktidir kim dua yerine yete Müstecap ede kadiyul- hecat ... Hazretinden yakin budur dileğim Devletinden ırak ola nekebat ... Gün Nesimi senin durur rahm et Ki oluptur bu müstahakk-ı zekat Gerçi gül desteliğine yaramaz Lütfeyle bu odunu da oda at Ey tabib-i ahır-ı dil hastayım kılgıl ilac Hak rizasıyçin bana bir dervişim kıl ihtiyac Sakla gönlüm gözgüsün sındırma firkat taşile Sındığından sonra bir dahı bütün olmaz zücac Hak katında hac kılandan yeg durur bir ehl-i dil Bir sınuk gönül bitirsin yoksa doyursun bir ac ... Ey Nesimi sözünü ariflere harc et revan Nitekim kadrin bilen katında söz bulur revac Görüldüğü gibi Nesimi, büyük olasılıkla Sivas'ı, Tokat ve Şam'ı gezip Rum'dan (Anadolu) gelmiş bir derviştir. Ama öyle sırtında hırkası elinde asası bulunan bir derviş değil. Şeriat kapısına kilit vurmuş ama zamanının tüm bilgileriyle donanmış olarak kendini aramaya çıkan bir koca derviş! Fazlullah'ın ünü üstünlüğü alem olmuş dalgalanmaktadır Rum ülkesinde (Nusretin Rum evinde dikti alem, diyor ya Nesimi!) ve Nesimi aradığı pirin Fazlı olduğuna karar verip çıkmıştır yola! Nesimi olgunlaşmıştır o yaşlarda tasavvuf yolunda. Öyle ki Yunus Emre gibi şiirler yazmaktadır. İçinde henüz Fazlullah'ın geçmediği şiirler pek çoktur; çünkü henüz kavuşmamıştır ona! Yukarıda, "Din, iman, namaz, hac ve zekata şeriat sorunları; hepsi boş sözler!'' dediği ve Türk olduğunu açıkladığı bir şiirini vermiştik. Ondan bazı beyitler ve diğer birkaçıyla Yunus'unkilerini karşılaştıralım: Oruç namaz gusul hac hicaptır âşıklara Haktan ayrı ne vardır kalma güman içinde Şeriat oğlanları bahsedüp da'vi kılur Hakikat erenleri da'viye kalmadılar Biz talib-i ilimleriz aşk kitabın okuruz Çalap müderris bize aşk hod medresemizdir Kabe senin eşiğindir bilmiş ol Bulamazsın yol çekip aramag ile İlim ilim demektir ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsen ya ilim ne demektir Ve aldı Seyyid Nesimi: Din ü iman ü namaz u hac u erkân-ı zekat Bahs-ü da'vi şeriat kamu güftar nedir İlm-ü tevhid okuyan medrese ilmin okumaz Gör ki bu ravzada ol sırr-ı esrar nedir Sözlerim cümle hakikattır özünü anlayana Özünü bilmeyene cümle bu güftar nedir Hak katında hac kılandan yeğ durur bir ehl-i dil Bir sınuk gönül bitirsin yoksa doyursun bir ac Şimdi yine içinde Fazlı'nın geçmediği ve herşeyin kendileri (insan) olduğunu söyleyen iki ozanın beyitlerini içiçe verelim: Ol Kaadir-i Kün feyekün lütfedici rahman benim Y Kesmeden rızkını veren cümlelere sultan benim Çeşme-i hayvan benim bendedir ab-ı hayat N Dur neçe bir yatasın fizulumat'il memat Lütfedip Adem yaratan yumurtadan kuş üreten Y Kudret dilini söyleyen zikreyleyen Subhan benim Cennet ü huri benim Kevser ü Tuba benim N Narı vu nuru benim hem susuzum hem Fırat Kimin zahid eyleyen kimin fasık eyleyen Y Ayıplarını örtücü ol delili burhan benim Kıble-i iman benim suret-i Rahman benim N Levh ile Kur'an benim Mısr ile kand u nebat Bir kuluna atlar verip avret ü mal çiftler verip Y Hem birinin bir pulu yok ol Rahim ü Rahman benim Genc-i nihan uş benim kevn ü mekân uş benim N Cism ile can uş benim vacib ile mümkinat Benim ebed benim bakaa ol kaadiri hay Mutlaka Y Hızır ola yarın sakka onu kılan güfran benim Bag ile bostan benim taze gülistan benim N Kâfire tufan benim mümine Nuh u Necat Dört türlü nesneden hasıl bilin benim işte delil Y Od ile su toprag u yel bünyad kılan Yezdan benim Arş-ı münakkaş benim car ü nüh ü şeş benim N Hem hasenat işlerim hem kılarım seyyi-at Ete deri süngük çatan ten perdelerini tutan Y Kudret işim çoktur benim hem zahir ü ayan benim Bay ile yoksul benim yolcu ile yol benim N Kim ki bu mensubeyi oynamadı oldu mat Hem batınım hem zahirim hem evvelim hem ahırim Y Hem ben oyum hem ol benim hem ol kerim ü han benim Mülk ile malik benim muhyi vü halik benim N Mürşid ü salik benim abid-i aşnam ü Lat Yoktur arada tercüman andaki iş bana ayan Y Oldur bana veren lisan ol deniz-i umman benim Haşr ile mahşer benim sahib-ül kevser benim N Hem gezerim derbeder k'ehl-i zekatım zekat Kabe vü büt iman benim çerh uruban dönen benim Y Bulut olup havaya ağıp rahmet olup yağan benim Kaf ile Anka benim ab ile sakka benim N Cümlede Hakka benim uşta tanık şeş cihat Yaz yaratıp yer donatan gönlümüz evi hanedan Y Hoşnudum ata anadan kulluk kadrini bilen benim Şem ile pervaneyim bahr ile dür daneyim N Mescid ü meyhaneyim mabed ile Sumenat Yıldırım olup sakıyan sakıyıp nefsin dokuyan Y Yer ka'rasında berkiyen şol oğlu yılan benim Çarh-ı Muallak benim fa'ili mutlak benim N Hak ileyim Hak benim ayet ile beyyinat Hamzayı Kaftan aşıran elin ayağın şişiren Y Gözsüzlerin gözündeki boz pusarık duman benim Hem yetiren hem yeten hem bitiren hem biten N Cümle benim cümle ben dehr ile hem kainat Et ü deri süngük çatan hükmeyleyip diri tutan Y Kudret beşiğinde yatan hikmet sütün emen benim Kendi vücudunda çün buldu Nesimi seni N Bildi yakın kendidir mazhar-ı envarı zat Bu yeri göğü yaratan bu arşı kürsü durduran Y Binbir adı vardır Yunus ol sahib-i Kur'an benim Görüldüğü gibi Seyyid Nesimi, doğumundan hemen hemen yarım yüzyıl önce ölmüş bulunan Yunus Emre'nin etkisi altında yetişmiştir. Yunus'un gazel ve mesnevileri kendisine örnek olduğundan başka, tasavvuf düşüncesi de Nesimi'ye örnek olmuştur. Yukarıda verdiğimiz örneklere benzer içerikleri olan dikkat çekecek kadar çok sayıda gazelleri bulunmaktadır Divan'ında. Hiç kuşkusuz çok geniş bir tasavvuf bilgisi bulunan Nesimi Mevlana'yı da çok iyi incelemişti. Arapça ve Farsça yazmış mutasavvıf ozanların çoğunu okumuştu. Ama onun Hallacı Mansur anlayışı ve inancı üzerine oturtulmuş (yüzden fazla şiirinde Hallacı Mansur gibi Enel-Hak sözünü kullanmıştır Ayan'ın saptamasına göre) Enel-Hakçılığı, onsekizbin alemi ve tüm evreni varolanlarıyla birlikte insanda gören pantheismi Yunus Emre'ye çok yakındır. Kuşkusuzdur ki Yunus'un bize ulaşamıyan şeriatı hepten yadsıyan ve Sünni inançlarına aykırı şiirlerini de okuyup incelemişti. Seyyid İmadüddin Nesimi, Divan Edebiyatı şiirinin hemen bütün türlerini İran edebiyatından aktararak Türkçede denemiş ve bu edebiyatın öncüsü olmuştur. Dili Yunus'un Türkçesine yakın olmakla birlikte Farsçanın etkisi büyüktür. Buna rağmen anlaşılabilmektedir. Nesimi gerek Fazlullah'la karşılaşmadan önce ve gerekse harf gizemciliği, yani Hurufiliğin yayıcısı olduktan sonra da hep halkın ozanıdır. Üstelik hep gizlenmek, saklanmak durumunda kaldığından, halkın arasında yaşamaya zaten zorlanmıştır. Kur'an'ın surelerini ve ayetleri özgür biçimde, eskilerin söyleyişiyle "Tevil yoluna saparak'' tefsir eder, yorumlar. Gazel, murabba, mesnevi ve halk şiiri biçimlerinden olan tuyuğ'larında çok farklı söylemlerle bunları değerlendirmiştir. En öğretici, ya da Hurufiliğin propagandasını en yoğun biçimde yapmış olduğu şiirlerinde bile buram buram duygusallık, lirizm vardır. Sevgilinin kaşı, kirpiği, dudakları ve saçının tellerinde, incecik beli ve uzun kamet (boyu) inde ayetler gezinir; sayılar ve harfler oynar rakseder! Sevgili benzetişlerin ötesinde Tanrı sözlerinin, yani Kur'anın kendisi olur. Güzel okunmaya hazırdır, okunarak sevilir. Sevgili dudaklarını kıpırdatmaya, konuşmaya başladığında mushaf mushaf, Kur'anı gönderen Tanrı olur; oku, dinle, sev, seviş ve tapın! Nesimi'nin şiirlerini okuduğunuzda bir duygu ve güzellikler denizinin içinde bulursunuz kendinizi. Hiç farkında olmadan, onun düşünce ve inançları kafanızda filiz vermeğe başlar. Nesimi kendisini okuyanları evine, yaşadığı düşünce dünyasına çağırıp: Gel gel ey dost kamu müddeinin körlüğünü Sana asan kılayım bunca bu düşvar nedir Türk evine gelesin hem çü Nesimi olasın Bir gün ola diyesin bu cübbe vü destar nedir Yani günümüzün Türkçesiyle: "Gel ey dost! Gel sana, bütün bu iddiacıların (şeriatçılar kastediliyor!) göremediklerini kolayca anlatayım! Bunca zorluk da nedir, kolaylaştırayım onları! Gel şu Türk'ün evine, gel yanıma ve Nesimi gibi ol! Günün birinde, bu cübbe ve bu sarık da neymiş! diyecek ve kaldırıp atacaksın!'' demektedir. Anlaşıldığı üzere Nesimi bilinçli olarak, Tanrı'nın insanda bulunduğunu, yani insanın kendisinin Tanrı olduğunu Kur'an ayetlerine dayanarak ispatlamak gereğini duyuyor. Bunun yolu da Fazlullah'ın Harf gizemciliği, Hurufilik öğretisini tam anlamıyla kavramaktan geçiyordu ona göre: Daima Hak söylerim hem Fazl-ı Haktan gelmişim Hak benim Hak bendedir hem ayat ile beyyinat Seyyid Nesimi Fazlullah'a ulaşıp, Hurufiliğin içine dalınca artık sarhoş olmuş; kabına sığmak bilmeyen coşkunluktaki sevgisini Fazlullah'a yöneltmiştir. Ona bir güzele, sevgiliye, dosta ve peygambere, Tanrı'ya seslenen dizelerle haykırmaktadır. Fazlullah'ı çağıran, onu tanıtan o denli çok gazel ve beyitler var ki! Burada iki gazelinden beyitler ve dört tuyug geçmekle yetineceğiz Fazlı'ya yönelik: Fazlım benim ey Hızırım u ey ab-ı hayatım Şemsim benim ey bedrim ü saç-ı zulümatım Servim çemenim bağ-ı bahar ile hezarım Ruzum şebim ü ay u yılım hafta vü günüm Nev-ruzum u ıydım dileğim Kadr ü Beratım Kur'anım u hükmüm hadisim şerh u beyanım İlmim amelim zikrim ü savm ile salatım İslamım hem küfrüm ü imanım u dinim Şanım şerefim şerh-i habibim salavatım ... Mabudum u maksudum u matlubum u kasdım Fi'l- cümle bu nutk ile kelamınla Nesimi Afakım u hem enfüsüm erkân ü cihanım Yüzündür maksudum kıblem lebindir ab-ı hayvanım Aya serv-i ser-efrazım feda olsun sana canım Ki sensin derdime derman yüzün Fürkan hatın reyhan Feda olsun sana bin can ki sensin şah-ı sultanım Enisim rehberim yarim güler yüzlü gül endamım Abirim anberim müşküm boyu serv-i hıramanım Kelamım Kur'anım zikrim kitabım tevhidim fikrim Namazım secdem u şükrüm bi-külli cümle erkânım Azizim serverim ömrüm hadisim tefsirim ilmim Ki la'lü yakutum dürrüm şikarım gevherim kanım Fazılım kamilim meylim muradım maksudum gönlüm Cevabım meselem sözüm dilimde cümle destanım Ezeldendir senim derdim sözü gerçek kamer bedrim Muhibbim sevdiğim mihrim siyah zülf-i perişanım Hazinem gencim ü malım Nesimim âşıkım aşkım Habibim izzetimizzim ezelden kamil insanım ... Bir acayip şaha düştü gönlümüz Bedr yüzlü maha düştü gönlümüz Ta ki Fazlullaha düştü gönlümüz Uş hakiki raha düştü gönlümüz Fazl-ı Hakdan ben hidayet almışım Suretin nakşını ayet bulmuşum Mertebe alemde gayet bulmuşum Ol sebepten ben velayet almışım Çok halaik geldi vu geçti zaman Dediler ki bir sırrı vardır nihan Geldi Fazlullah imam-ı gaybdan Küntü Kenzen sırrını kıldı ayan Nesimi bir batıni olarak tasavvufçu harf gizemciliğini, yukarıda söylediğimiz gibi, İnsan-Tanrı birliğini ispatlamak için öğrenmiştir. Hurufiliğin siyasetini de Kur'an ve Hadis'den kaynaklanarak yapmaktadır: Ger sen isterisen Hakkı bilmek yakın Gel Nesimi'den apargıl rehberin Te'vil eyle ayet-i turi sinin Ger olam dersen min eshabi'l yakin Görüldüğü gibi Kur'an ayetlerinin değişik ve serbest yorumlarıyla Tanrı'nın nasıl yakından bilinebileceğini söylerken, kendisini de bu yolda rehber olarak sunuyor Nesimi. Hurufilik en kısa tanımıyla Tanrı'nın ve Evrenin harfler (28 ve 32) aracılığıyla insanoğlunda açınımı, yani tüm belirtileriyle ortaya çıkmasıdır. Harf gizemciliğinin tarihin derinliklerinden gelen gelişimi, Hıristiyanlık ve İslamiyetteki yansımaları ve Fazlullah Hurufi ile bir öğreti oluşmasına ilişkin bazı bilgiler bir önceki kısımda kısa da olsa verilmişti. Seyyid Nesimi bu inancın felsefesini yaparken, en önemli araçları Kur'an'daki bazı surelere serpiştirilmiş durumda bulunan Kaf, Nun, Ta, Elif, Lam, Mim, Ra, Ya- Sin gibi anlamları çözülememiş harfler ve bazı kısa ayetlerdir. Bunlardan çok sık yararlanmıştır. Hurufilik geleneğinde bunlar Muhakemat (hüküm verilmiş ya da verilmesi gerekli olanlar) ve Mukattat (kısaltmalar) ayetler kabul edilip, serbest yorumlarla (te'vil, tawil) bolca kullanılıyordu. Nesimi, Mukaddimatü'l Hakaik (Gerçeklerin başlanıcı) adlı Farsça yapıtında bunlara ilişkin açıklama ve yorumlarda bulunmuştur. Örneğin Yasin suresinin 82. ayeti Kün- Fekan ya da Kün-Feyekun (Tanrı'nın yaratılış buyruğu!) sözlerinin baş ve son harfleri olan Kaf ve Nun Nesimi için Yaratılışın nedenidir: Kaf ile Nun ezelde çün illetimizdir ey beşer Cevher-i la-mekân biziz kim bileser hududumuz Kaşların harfinden oldu Kün-Fekan Senden oldu her ne kim senden ayan Bir çok mutasavvıfın bu ayeti sık sık kullandıkları bilinir. Az yukarıda Yunus Emre'den verdiğimiz şiirin ilk beyitinde ise şöyle geçiyordu: Ol Kaadiri Kün-feyekun lütfedici rahman benim Kesmeden rızkını veren cümlelere sultan benim Ve Seyyid Nesimi: Özünü kim ki bildi buldu Hakkı Özünü bilmeyenler oldu şaki Ey Hakkı isteyen gel insan ol Kara taş olma lal ü mercan ol Hakkı ister isen seğirdip dört yana Kime gidersin sana gel sen sana Sen sana gelsen sana Hak yar ola İstediğin sana sende varola Sendedir eşya muradı sendedir İste bul seni sende senden olma dur Bulasın her şeyde var u varını Can gözüyle göresin didarını diye yazdığı öz Türkçe tuyuglarında da zaten harfsiz bile olsa tasavvufun içindedir. Ancak yine bu dörtlükler içinde harflerle insan yüzünü tanımlamaları ve harflerin gizemli gücü nü betimlemesi o denli ilginç: Ey cemalin Kaf Ha Ya Ayn Sad Ma'ni-i Yasin saçından müstefad Kadd-i ma Tuba aya hur-nijad Secde-i vechinde mi'racü'l- ibad Gel ki sensin arş u kürsi sendedir Bist ü heşt ü otuz iki sendedir Ey Nesimi Ruh-ı Kudsi sendedir Cümlenin gör neçe aksi sendedir Ey gönül Hak sendedir Hak sendedir Söyle Hakkı kim enel-Hak sendedir Hakkı mutlak zat-ı mutlak sendedir Mushafın hattı muhakkak sendedir Nesimi gönül gözünü açmış kendi yüzüne, daha doğrusu insana bakmaktadır. Heryerde gözüne görünen otuz iki harfdir. Harflerin sakladıkları gizlerde Tanrı gizemini keşfeder ve insanla birleştirerek, bu sırları faşeder: Arif-i la-mekân otuz ikidir Sahib-i cism ü can otuz ikidir Aç gönül gözünü vü yüzüne bak Kim yakin bi-güman otuz ikidir Yüzün Ümmü'l- kitabın ayatı Ne sayarsın heman otuz ikidir Sidretü'l- münteha anun aksamı Sayar irsen ayan otuz ikidir Vahy ü ilham ya nebiyy ü veli Ã?şıkar u nihan otuz ikidir Indi Isa götürdü şirk ü nifak Bil ki sahib- zaman otuz ikidir Der Nesimi ki suret ü ma'ni Şerh ile hem beyan otuz ikidir Timur baskısının Seyyid Nesimi'nin ve Fazlullah'ın diğer ardıllarının peşini bırakmadığı anlaşılmaktadır. Ancak acaba, insan yüzünde varlığını düşündüğü harflerde Tanrı'nın tecellisini söyleyen ve insanla Tanrı'yı harflerin gizemleriyle yorumlayarak birleştiren Hurufi öğretisini yaymaya çalışması mıydı Nesimi'yi o korkunç sona götüren? Yoksa Küçük Asya'daki autoritai - egemenler çarpışmasından doğan kaos muydu? On yıldan fazla bir zaman Anadolu'da batıni-Alevi Türkmenler arasında saklanmış olan Nesimi'nin, 1402 Temmuz'unda yapılan ve Osmanlıların yenilmesiyle sonuçlanan Ankara savaşının hemen arkasından veya az bir süre önce buradan uzaklaşması nasıl yorumlanır? Hacı Bayram Veli'nin kendisiyle görüşmemesi tam bu döneme mi rastlamıştır? Onun bir ihaneti söz konusu olabilir mi egemenlere yaranmak için? Tüm bunları sağlıklı yorumlar içinde değerlendirmek olası değildir. O yıllardaki Ön Asya ve Anadolu'nun çok karışık siyasi durumu göz önünde tutulursa, bu güçlük daha iyi anlaşılır. Timur 1390'lı yıllarda Anadolu ve Ön Asya beylik ve sultanları için en büyük tehlike olmuştu. Bölgenin iki hatırı sayılır devleti durumunda olan Osmanoğulları ve Memlüklerin aralarındaki üstünlük yarışı ve büyük gerginlikten yararlanıp her ikisini de vurmuştu. Ankara yakınlarında yaptıkları savaşta Timur, Osmanlıların ordularını dağıtarak, Küçük Asya'da egemenlik üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Geçtiği heryeri yakıp yıkmış, harabeye çevirmiş bulunan Timur Anadolu'da bir yıla yakın bir süre kalmıştır. Kendisini bir kurtarıcı gibi bekleyen ve desteklemiş olan, Yıldırım Bayezid'in topraklarını ellerinden aldığı beylere, beyliklerini geri vermiş. Anadolu'da parça parça beylikleri yeniden kurarak, devlet olma sürecine yeni girmiş olan Osmanoğullarını dağıtmıştı. Ayrıca Malatya'dan itibaren güney Anadolu, Suriye ve Mısır'a sahip olan Memlük Sultanı Sadr Ferec de Timur'un egemenliği altına girmiş bulunuyordu. Özellikle Timur ve oğlu Miranşah, düşmanlari Karakoyunlu beyi Yusuf ve Celayir Sultanı Ahmed'i kovalarken Haleb dahil kuzey Memlük şehirlerinin tümünü yağmalamışlardı Nesimi, Piri Fazlullah'ın kanlı katili Timur'un Anadolu'daki tüm baskı ve zulümlerine, toplu öldürmelerine tanık olmuştur. Timur'un geçtiği yerlerde bulunan göçebe ve yerleşiğiyle tüm Türkmen ve Kürd Alevi halklarının darmadağınık bir durumda yüksek dağlara çekildiklerini tarihçiler anlatmaktadırlar. "Gözlerim yağmacı Türki Rum ilinde tığ çalar'' diyen Nesimi, Osmanoğullarından zaten yüz görmemiştir. İşte bu halkın arasında yaşamaktadır. 1403 yılında yeniden kurulmuş olan Anadolu beyliklerinin tümü Timur'un siyasi ve inanç sultası altında bulunduklarından, batıni-Alevi halkların birey be birey güvenlikleri kalmamıştır. Böyle bir ortamda Nesimi'nin Anadolu'dan ayrılması doğaldı. Ihanet ve ihbarcılık da tüm ağırlığıyla işlemektedir. Ama neden Haleb'e gitmiştir Nesimi? Neden, kendi halifeleri dahil birçok Hurufinin gizlice geçtiği Balkanlara değil de Haleb'e gitmeyi yeğlemiştir? Bu kentin Timur'un sultası altında olduğunu mutlaka bilmesi gerekiyordu. Üstelik kentin Memlük valisi, Timur'un önünden kaçan Karakoyunlu Yusuf beyi ve Celayır Ahmed'i sığınmacı olarak kabul etmeyip, kılıçla okla karşılayacak kadar Timur yandaşıydı. Yusuf beyin yanındaki kuvvetlere yenilmişse de arkadan Timur geldiği için Haleb'i terk ederek Yıldırım Bayezid'e sığınmışlardır. Belki de Haleb emiri Timur'a düşman olduğu güvencesi vererek, Nesimi'yi kendi Hurufi dostları aracılığıyla tuzağa düşürmüştü. Ya da içlerinden biri ele vermiş olabilir! Yoksa bunda da Fuzlullah'ın, Timur'un oğlu Miranşah'a sığınmak üzere Şirvan'a gelişine benzerlik mi aramalı? Nesimi'yi zındıklıkla, yani Tanrı'ya ve ahirete inanmamayla suçlayıp, kent müftüsünün "Derisi yüzülmek suretiyle katledilmesi!'' fetvası üzerine, uyduruk bir soruşturmadan geçirerek şehir halkının gözleri önünde uyguladılar bu ölüm fetvasını. Böylece Fazlullah'dan on-oniki yıl sonra, aynı inanç ve düşünce uğruna en korkunç bir ölümle yaşamına son verilen ikinci kişi oldu Nesimi. Nesimi'nin hapse atılıp atılmadığı bilinmiyor. Olasıdır ki yakalanır yakalanmaz kısa bir mahkemeden sonra katledilmiş ve Timur'a da ulak salınmıştır kente bazı ayrıcalıklar talep etmek için! Nesimi için, Fazlullah'ın ilkelerini biçimlendirdiği harf simgeciliği gizemine dayandırılan insan-Tanrı-doğa birliğine inanan ve yayan biri olarak şeriat tapınmalarının tümü yersiz ve gereksizdi. Öbür dünyaya da inanmadığı için kabir azabı ve ölünün yeniden dirileceği inancını da saçma buluyordu. Anlatıldığına göre mahkemesi sırasında bunun için ilginç kanıtlar ileri sürmüş ve üyeleri şaşkınlığa düşürmüştür: Yeni toprağa gömülmüş bir ölünün dirilip dirilmeyeceğini anlamak için, mezarın üstünü kapatacak biçimde buğday tanesiyle kapatıp gözlemelerini istemiş Nesimi. Eğer az bir süre sonra buğdaylar kıpırdamaya başlarsa, adamın ruhu dirilerek mezardan çıkıyor demektir. Kıpırdamazsa, ölünün yeniden dirileceği doğru değildir. Bize çok saçma bir savunma gibi görünen ve mahkeme üyelerine ne yapacaklarını şaşırtan olay aslnda çok önemli. Elbetteki 1404'lerde, inanç için gözlem ve deney istendiğini düşündüğümüz an önemini anlarız bu savunmanın! O inandıklarını ve düşündüklerini yadsımadan; ölüme gideceğini bile bile şiddetle savunmuştur. Ayrıca Nesimi'nin korkunç ölümü çevresinde birçok keramet söylentileri ulaşmıştır günümüze. Bunlardan biri onun ermişliğe ulaştığı, ölmeyip Gayıp Erenlere karıştığı üzerinedir: Nesimi'nin derisinin yüzüldüğünü seyredenler bakmışlar ki, eli keskin bıçaklı cellatlar işlerini bitirdikten sonra, Nesimi can eğilip yerden derisini alarak, post gibi katlayıp atmış sırtına ve yürümüş! Kimse peşinden gitmeğe cesaret edememiş. Haleb'in oniki kapısında bulunan oniki kapıcı ve halk, onu postu sırtında kapıdan çıkarken görmüşler. Oniki kapıdan da aynı anda çıktığı söylenir! şimdiki Nesimi tekkesi ve türbesi derisinin yüzüldüğü yerde bulunmaktadir. Ne varki Nesimi'nin asıl yeri Alevi toplumunun sosyal bilincinde ve birey birey kalblerinin içindedir. Seyyid İmadüddin Nesimi "Şah Nesimi ve Can Nesimi'' olarak, Alevi- Bektaşi tapıncında, Dâr-ı Nesimi'de hep yaşamaktadır. Nesimi Dârda kaimdir Alevilik inanç, düşünce ve yaşama düzeninde... Sonsöz Dâr, Alevi- Bektaşi inanç sistemi ya da tapınma sürecinin her aşamasında ve aynı zamanda günlük yaşama değin inmiş sosyal, hukuki, eğitimsel ve ekonomik özellikler içeren çok önemli bir kurumdur. Alevilikte Dâr göksel işlevlerde bulunmaz; dünyasal yaşamı düzenleyen, toplumsal ve maddi yaptırımları ağır basan bir tapınma ögesi olarak da değerlendirilebilir. Alevi-Bektaşi cemlerinde Dâr tek başına bir tören değil; kullanılışına, biçim ve işlevlerine göre de ad verilebilen ama tapınma törenlerinin tümüyle ilgisi bulunan ve kısacası geniş işlev alanlarıyla hep yanıbaşlarında duran tümel kurumdur. Dâr olgusu Alevi bireyini, her talibi yaşam boyu adım adım izleyen ve onun dörtbaşı mamur bir kişilik kazanması için kutsallık kılığına büründürülmüş kaçınılmaz toplumsal uygulanımdır. Aynı zamanda töre ve ahlaki yaptırımlar güldestesidir. Bu güldeste bireyin ölümüyle, yani talibin Hakk'a yürümesiyle çözülür, solar onun için. Ancak geridekiler için yer ve zamanın koşulları içinde en güzel renklerle donanıp yalbırdar. Dâra duran, özünü Dâra çeken ya da Dâra çekilmiş bir talib Pir huzurunda meydanda; cemdeki canların huzurunda Mansur gibi asılmaya, Fazlı gibi ciğerinden hançer yemeye ve Nesimi gibi yüzülmeye hazırdır. Kusur ve kabahatlarını ortaya dökecek ve verilecek ceza ne olursa olsun onu göğüsleyecektir. Musahiblik Dârına durmuşsa; urganla assalar ya da derisini yüzseler ikrarından artık dönmeyecektir. Dâr pirleri ve özellikle Mansur'la Nesimi Alevilikte ikrarından imanından- yolundan dönmemenin ve bunlardan gelecek acı ve işkencede büyük direncin simgeleridir. Mazlum bir Velidir Hallac; Nesimi candır, şahtır erdir-evliyadır! Cemlerde erlerin evliyaların öykülerini anlatmak bir çeşit vaizdir, bilgilenme ve eğitimdir. Bu söylenceler değerlendirilir, yorumlanır ve dersler çıkarılır. Bu uluların davranışları, yaşam ilkeleri onlar için ahlak- erdem ölçütleridir. Bunlara yaklaşma çabası içindedirler hepsi de tüm güçleriyle. Çünkü: "Bir talib sıtk ile Dâra dursa, dört Dârın piri olan Fatma, Mansur, Fazlı ve Nesimi ona şefaat eder!'' Eder mi etmez mi? diye sormayalım! Erlerin evliyaların erdemini yakalama çabaları onları "Kamil insan'' olmaya yönlendiriyor; değerlendirilmesi gereken işte budur! Aleviler tarih sahnesinde bin yılı aşkın süredir yürümektedirler. Bu yol Muhammed-Ali'nin yoludur. Sürek ise Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli süreğidir. Ve yol sürdürenindir! Ancak yola, onu çağımızın koşullarında sürdürmekle sahiplenebiliriz. Unutmayalım ki yola birlikte gidilir! Alevilik İslamiyeti şeriat karmâşıklığı ve dogmalar baskısından arındırıp, tapınmayı bir anlaşılırlık içinde, toplumsal kurumlar biçiminde geliştirerek, yaşama geçirmiştir. Bu kurumlar Alevi toplumunun sosyal, ekonomik, adli ve ahlaki gereksinimlerini eşitlik ilkeleri içerisinde karşılayabilen bir içyönetim ve yaşam düzeni oluşturmuştur. Alevi toplumu şeriat temelli egemen yönetimlerin tüm baskıları ve resmi inanç dayatmalarına, işte bu tapınma kurumlarıyla yarattıkları düzen sayesinde göğüs gererek, var oluşlarını sürdürmüş ve sürdürmektedirler. Dışarıdan dayatılan güç ne denli zorba ve kanlı olursa olsun Alevilik inancını ve Alevice yaşam biçimini yok edememiştir. Yukarıda Cemlerde erlerin-evliyaların öykülerini anlatmak bir ceşit vaizdir, bilgilendirme ve eğitimdir. Bu uluların davranışları, yaşam ilkeleri onlar için ahlak ve erdem ölçütüdür, diyorduk. Doğrudur. Ancak bugün yapılan Görgü Cemlerinde aynı şekilde evliya menkıbeleri mi anlatılmalıdır? Pir ve cemaat huzurunda Dâra hangi nedenlerden ve ne koşullarda durulmalıdır? Her yıl mutlaka kış aylarında mı yapılmalıdır Görgü Cemleri? Yılda bir kez boyverme-başokutma erkânından, yani sorgulama, kusurlarından kabahatlarından arındırma işleminden geçmeli midir her talip? Musahiblik işlevini yüzyılımızın koşullarında nasıl yürütmelidir? Ama hepsinden önce Dedelik kurumu, bilim çağının gerektirdiği biçimde nasıl yönlendirilip, yolu sürdürme görevini yüklenmelidir? Kısacası Aleviliğin tüm kurumlarıyla toparlanması ve özünü yitirmeden kendini çağa uyarlamasına inanıyorsak bütün bunları tartışmanın zamanı çoktan geldi. Daha doğrusu tartışmalı mı, tartışmanın zamanı mı değil mi tartışmalarını hemen bir yana bırakıp, somut önerilerle ortaya çıkılması zorunluğu vardır. Elbette fazla sayıdaki Alevi derneklerinin bulunduğu heryerde, çok seslilik içinde de olsa, bu yapılmaya başlanmıştır. Toplumsallaştırılmış, dünya yaşamının gerekirlerine uyum ve düzenlenmesi olan, Alevi cemlerinde tapınma-ibâdet adı altında yapılan tüm törenlerin biçim olarak her bölgede değişiklik göstermesi, okunan duaların nefeslerin ve deyişlerin farklılığı; yer, zaman ve yolu sürdüren (Dede)nin yetenekleriyle doğru orantılı biçimde gelişimi, yenilenme ve çağdaşlaşmaya tam açık olduğunu gösterir. Kesin değişmez (dogmatique) biçimlenmeler yoktur. Ayin-i Cem erkânı, yani Alevi Görgü Ceminin temel ilkeleri üzerine oturtulmuş biçimlenmeler (Dâra durma, tevhid çekme, semah dönme, tarığa düşme, boyverme-sorgulanma vb.) çağların yaşam koşulları içinde, toplumsal gereksinmelere göre kolektif bilinç tarafından oluşturulmuş ve ayrıca akılcı, ileriye dönük bireysel katkılar da benimsenerek yenilenmiştir. Demekki bu törenler toplumsal temelleri gözardı edilmeden, çağımızın bilimsel, sanatsal düşünce ve anlayışı içerisinde özüne dokunmadan, yani folklorik yapılanması ve geleneksel karakteri bozulmadan çevresinde örülecek çağdaş bilgilerle yeniden biçimlendirilmeğe gidilebilir. Ancak geleneksel Alevice inanç ve ahlak oluşumunu, algılanması anlaşılması güç ve karmâşık bilimsel bilgilerle, bu özden soyutlayarak maddi yapılanmaya birden sokmaya çalışmak, tüm değerleri kaybettirerek bizi başarısızlığa götürebilir. Çok dikkatli olmalıdır. Haydi canlarım / Yola birlikte gidilir! Bu birliği sağlayacak olan Ulu Pir Hacı Bektaş Veli Dergâhı'dır. Onun çevresinde toplanıp, Dergâh postnişini Mürşid'in huzurunda Dâr'a durmak gerek! Dergâh konusunda sözü Derviş Baba'ya bırakalım, görelim ne diyor: Talip ol gel Pir'e necat bulasın Destur alıp ol Dergâh'a varalım İkrar ver ki görülüp sorulasın Destur alıp ol Dergâh'a varalım Muhammed Ali'den kalan Yol paktır Dergâh'a bağlanıp sürdürmek haktır Ayrı başlar çekmek Yol'u yıkmaktır Destur alıp ol Dergâh'a varalım Evliyalar kutbu Bektaş Veli'ye Kalender Sultan'a Kızıl Deli'ye Manada yüz sürüp güzel Ali'ye Destur alıp ol Dergâh'a varalım Hacı Bektaş Veli soyu Mürşid'dir Onun eşiğine varan reşiddir DERVİŞ BABA der ki en soylu işdir Destur alıp ol Dergâh'a varalım
değerli ve yerinde paylaşımın çok ama çok teşekürler.Seyyid NESİMİNİN ardılı olan yani yolunun devamı olan Kul NESİMİ DE vardır.Zahiride ayrida gorunseler batinide anidirlar zaten deyisleri de birbirlerine karistirilmaktadir gerci onlarin ayri gayrisi yoktur ikiside birdir yani nasil enelhak deyip hakla bir olduysak onlarda birdir