Hizmet Görme (Boyverme - Başokutma) Dârı Hatayi'nin bir kaç deyişinden alıntılarla konuya girelim: Er eteğine yüz sürmek dilersen Aslına zatına ermek dilersen Hakkın cemalini görmek dilersen Nur ile nur olup sır ile görüş Sen nefsini öldür olagör yeksan Varlık gömleğini eylegil üryan Yedi iklim dört köşede lamekân Erenlerin sırrı nur ile görüş Ã?şıklar sadıklar olagelmiştir Ağlayanlar bugün gülegelmiştir El ele el Hakka bulagelmiştir Tanrı kendi özün Pir ile görüş Hatayi biçare kuldur şahına Hünkâr Hacı Bektaş nazargahına Deli gönül hak ol düş dergâhına Er olayım dersen er ile görüş .... Eğer tarikattan haber sorarsan Murtaza Ali'dir pirimiz bizim Göregeldiğimiz süre gideriz Kırklardan ayrılmış sürümüz bizim Biz kamiliz kamile kem bakmayız Rıza kapısından taşra çıkmayız Cennet cehennem korkusun çekmeyiz Burda sorulmuştur sorumuz bizim Şükür olsun gerçeklere baş koştuk Çiy yerimiz yoktur kürrede piştik Yol kadim farzdır sünnetten geçtik O can gediğidir yerimiz bizim Kazancımız meydana götürürüz Eksiğimiz varısa bitirirüz Aşna meşrep evinde otururuz Bine sayılmıştır ölümüz bizim Derviş Hatayi der gerçek erenler Anda pişman olur bunda yerenler Bin kana bir mürvet dedik erenler Gerçek erenlere Dârımız bizim ... Murtaza Ali'yi candan seversen Aç can gözünü gafletten uyandır Musahibsiz ile durup oturma Bir içim su verse külli ziyandır Rehberin önünde Pire uyuldu Yalan gerçek şu meydanda duyuldu Varlığından geçen üstad sayıldı Hak bilir ötesin şaha ayandır Gittiğ'yolun edebini sakınan Yalan gerçek şu meydanda dokunan Cemiyette teberradır okunan Ali sırrı cümle nasa ayandır Can gözü örtüktür Hakkı göremez Üstadın yoluna doğru varamaz Cemiyette sualini veremez Hali yoktur dört kapuda yabandur Taliplerine onca öğüt yol ve erkân bilgisinden sonra kendisini aydınlatacak mürşidine yalvar yakar koşuyor Hatayi. Düşlerine girmesi için yalvarıyor Hacı Bektaş'a: Gece gündüz hayaline yanarım Bir gece rüyama gir Hacı Bektaş Günahkarım günahımdan bizarım Özüm Dâra çektim sor Hacı Bektaş Yandı bu garip kul nedir çaresi Yine tazelendi yürek yarası Onulmaz dertlere derman olası Bu senin bendinden sar Hacı Bektaş Derdimin dermanı yaramın ucu Dört güruh mevcuttur güruh-u Naci Belinde kemeri başında tacı Yüzünde balkıyor nur Hacı Bektaş Sadıkların sıdkı âşıkın renci Pirlerin pirisin gençlerin genci Hem derya hem sedef hem dür hem inci Hem umman hem ırmak göl Hacı Bektaş ... Arının yaptığı bala benzersin Şu gurbet ellerde gönlün eğlersin Bende edip ikrarına bağlarsın Sailin sattığı kul Hacı Bektaş Derdimend Hatayi eyler niyazı Ulu pir katardan ayırma bizi Bu mahşer günüdür isteriz sizi Muhammed önünde car Hacı Bektaş Yukarıda Şah Hatayi'nin nefeslerinde görüldüğü gibi talip; bir er eteğine yüz sürerek, nefsini öldürerek ve "el ele el Hakka'' ilkesine uyarak cemale ulaşır. Bu aynı zamanda kendi kişiliğine ulaşma ve kendini tanımadır. Er olmak, kamil (olgun) olmak için özün Dâra çekip Pir ile görüşmek gerek. Bunu da rehberini önüne alarak, ona uyarak yapacaksın. Ama ne varki musahibsiz hiç olmaz, tek başına yola gidilmez. Gidilen yolun edebi erkânı, yani kuralları vardır. Öyle bir Dâr meydanına duracaksın ki yalan ve gerçekler burada ortaya çıkacak. Cem-cemaat karşısında varlıktan benlikten geçip hak ile yeksan (toprakla dümdüz) olacaksın! Kendine ve toplumuna hesabını vermezsen can gözün açılmaz, doğru yolda değilsin, hakkı göremezsin. Dört kapının da yabanı olursun. İlk iki deyişinde bunları söyleyen Hatayi, bir iç hesaplaşma içinde düşünde de olsa, "Günahkarım, günahımdan bizarım'' diyerek pir Hacı Bektaş'ın huzurunda özünü Dâra çekip, görülüp sorulmak istiyor. Büyük Alevi ozanı Şah Hatayi'nin bu nefeslerinde, görgü cemi tapınma törenlerinin en önemlilerinden olan boyverme-başokutma, yani görgü-sorgunun gerekirliliği özanlatımını görmekteyiz. Abdülbaki Gölpınarlı başokutmayı Bektaşi ve Alevilerde ayrı ayrı olmak üzere şöyle tanımlıyor: "Bektaşiler her yıl, muharrem ayı, yani hicri yılın ilk ayı matem çıktıktan sonra ve sefer ayı geçtikten sonra cuma gecesi mürşidin ve ihvan (yol erleri, canlar) huzurunda onlardan razılık dilerler. Meydanın ortasında Dâr denen yere gelerek başındaki tacı ya da arakiyesini (külah, takke!) sağ elinde tutar ve niyaz durumunda şu tercümanı okur: "Allah Allah Muhammed Ali divanında, erenler meydanında pir huzurunda elim erde, yüzüm yerde özüm Dârda; erenlerin Dâr-ı Mansur'unda canım kurban tenim tercüman; bu fakiyrin elinden-dilinden ağrınmış incinmiş can karındaş varsa dile gelsin bile gelsin! Hakkını hakkından dilesin! Haktan gelen hakkıma razıyım Allah eyvallah!' "Baba salavat verip, ihvandan razılık diler; onlar da oturdukları yerde niyaz eder, yani yeri öperler. Bu razı olduklarını bildirmektir. Bunun üzerine o can babaya niyaz ederek tacını verir, tekbirlemesi için. Böylece o can ikrarını yinelemiş olur. Bu törene başokutmak adı verilir'' Bedri Noyan Dedebaba da aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyor. Ancak başokutma Dârına çıkan canların okudukları tercümanı Kur'anı Kerim'den ayetlerle süslemiş. Tanımlaması ise şöyle: "Bu tören kendini temize çıkarma, kardeşlerinden helallık dileme ve bunu almadır. Bir yıl yapılmazsa ikinci yıl mutlaka yapılmalıdır. Daha fazla zaman geçirenlerin ayrıca bir kurban kesmeleri gerekir. Beş yıl geçirenlerin, yani beş yıldan fazla zaman başokutmayanların, hizmet görmeyenlerin yeniden ikrar töreninden geçip nasip almaları gerekmektedir.'' A. Gölpınarlı yine "Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri" adlı yapıtındaki "Görgü-sorgu, görülmek sorulmak'' maddesinde şöyle yazmaktadır: "Alevilerde kış mevsimi gelip, herkes bağının bahçesinin tarlasının işlerinden kurtulunca Dedeler, taliblerinin bulunduğu köylere giderler. Cuma geceleri bir evde toplanırlar. Musahib kavline girmiş (yani ikrar verip kardaşlık olmuş) olanlar bir yıl içinde yaptıkları suçları, toplantı yerinin ortasına Dâra gelerek söylerler. Dârda durandan incinmiş varsa, o da yanına gelerek şikâyetini söyler. Böylece herkes yaptığı suçun cezasını çeker, birbirleriyle haklaşırlar. Buna 'Görülmek' denir. Dede bunları görmüş olur. Bu törene 'Görgü-sorgu' adı verilir.'' Yukarıda Pir Sultan'ın Dâra ilişkin nefeslerinden birinde geçen şu dörtlüğe yeniden bir göz atarsak, görgü-sorgu, yani başokutma Dârının toplumsal işlevini kavramak kolaylaşır: Mansur Hakkım dedi buldu Dârını Talip burda çeker ahret zarını Cümle kazanç ile küll-i varını Bütün hak yoluna dökmeli imiş Mansur "Ben Hakkın kendisiyim'' derken (toplumsel ve ekonomik) insan gerçeğini dile getirdiğinden kendini Dârda bulmuştur. Talip kendine ilişkin gerçekleri saklamadan, Dârda can pahasına herşeyi ortaya dökmelidir; benlikten uzaklaşıp tüm malvarlığını bu yolda verebilmelidir. Öte dünyada değil, yaptıkları varsa burada çekmelidir. Boyverme-başokutma Dârının Aleviler arasında, görgü cemi kapsamı içerisinde nasıl uygulandığını göstermek için "Son Görgü Cemi" adlı romanımızdan ilgili bazı alıntılar geçelim. Bu paragraflarda anlatılanlarla Dârdaki ve Dârı izleyen canların psikolojik durumu gözlerimizin önünde canlanacağı gibi; Alevi toplu tapıncındaki bu önemli ögenin, yani Dâr olayının kavram olarak kafalarımızda daha iyi algılanmasına yardımcı olacaktır: "İstanbullu Mikail'le yolkardeşi İlik Mehmet er meydanında Dârdaydılar. Mikail evli olmadığından, sadece İlik Mehmet'in karısı yanlarındaydı. Dârdaki bacı boşörtüsünü omuzlarına indirmiş başı açık durumdaydı; ayak ayak üstüne koymuş kıpırtısız bekliyorlardı. Pir huzurunda Mansur Dârı başlamıştı. Gözcü babanın; 'Sofular bacılar! Edeb erkâna geliniz, iki sofu Dârda!' uyarmasıyla sazlar susmuş ve herkes dizleri üzerine oturarak kendini toparlamıştı. Hiçkimseden ses çıkmıyordu. Dârdakiler Mansur gibi asılmaya Nesimi gibi yüzülmeye hazırdılar. Onlara saygı göstermek, Dârdakilerin yorgunluk ve çektikleri eziyetlerin, diz kırmış, kıpırdamadan oturanların da çekmesi 'birimiz hepimiz hepimiz birimiz!' ilkesine dayanıyordu... "Bellerinde üç düğümle tutturulmuş üç peşkirden kemerbest bağlıydı. Bu üç düğüm Allah-Muhammed-Ali üçleminin simgesiydi. Beline kemerbes bağlamış her Alevi "beline'' sadık olmak zorundadır. Vaktiyle ikrar verip musahibolmuş bu canlar bir can olmuşlardır. Yalan dolan olmaz bu meydanda. Öyle iyilikler-hayırlar değil ama hatalar, kötülükler ve yanlış davranışlar, kırgınlıklar açığa vurulur, yani ortaya dökülür. Açıkçası Dâr meydanındaki sofular, günah ve kusur sayılacak davranışlarını, içini rahatsız eden kötü düşüncelerini dışarıya vurup rahatlar ve iç huzuruna kavuşur. Bu Hıristiyanlıkta kilisedeki bir rahibe, kafes ardındaki bir hücrede en gizli bir biçimde günahlarını itiraf edip, Tanrı'yla kendisi arasına rahibi koyarak bağışlanmayı dilemek gibi birşey değildir. Pir huzurunda doğrudan oradaki canlara sofulara, bacılara, yani kısacası topluma açık itiraftır. Dedenin başkanlığında bir açık toplum mahkemesidir. Ceza önerileri sofulardan, canlardan gelir; taraflar dinlendikten sonra sesli oybirliğiyle yargıya varılır. Zarar görmüş canların zararları ödenir ya da zarar gören bağışlar, cemaatı razı etmesini diler. Bu demektir ki zararın tutarı karşılığında toplum yararına bir katkıda bulunur. Dâr meydanında işlenmiş günahlar ve kusurlardan yargılamalar, kesinlikle mahkemei kübraya (!) bırakılmaz. Sorumlu olduğu toplumuna öder ve ondan bağışlanmasını diler. Boyverme bir arınma-durulma töreni dir, bir içhuzuruna kavuşma törenidir. Meydanda özü Dârda olanlar bilirlerki, cemdeki canlar kendilerini bağışlarsa Tanrı da bağışlar... Dede vekili Mılla İsmail, görgü ceminin kurallarını en iyi bilen ve uygulayan kişiydi. Dedenin eteği ne sakalını sürüp niyaz etti ve hizmete başladı: "Hüü erenler! Allah Muhammed Ali ve Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin himmeti ve yüzsuyu hürmetlerine sığınıp özünü Dâra çekmiş boyvermeye hazır sofular bacılar! Birtek vücut olmuş cemin canları! Dâr Mansur Dârı, meydan erler ve erenler meydanı! Bu meydanda yalan dolan olmaz, yalan söyleyenin derdine derman bulunmaz. Ve bu meydanda nice başlar kesilir de soran olmaz! Mansur gibi asılmaya Nesimi gibi yüzülmeye hazır mısınız Dârdaki canlar?' "İstanbullu Mikail şaşırıp kalmıştı. Baştan bir oyun gibi yaklaşmıştı görülüp sorulmaya. Onca yıllık kent yaşamında yozlaşmış ve öz kültürüne yabancılaşmış olduğu bir toplum biriminin, yani köyünün insanlarının arasında yargılanmaya başlaması iyiden şaşırtmıştı onu. Dârdan kaçamazdı. İkrarı bozmak başına büyük işler açabilirdi, bunun bilincindeydi. İlik Mehmet kardaşlığı ve bacılığının "Hazırız, boynumuz kıldan incedir Pir huzurunda!'' diye gür bir biçimde bağırmalarına, cılız ve isteksiz bir sesle katılmıştı. Mılla İsmail sürdürüyordu: "Mehmet sofu, bacı! Mikail sofu canlarım! Boynunuzda iki gözlü heybe var; ön gözde bizim gördüklerimiz ve iyi yanlarınızla dolusunuz, arka gözlerde kötü yanlarınız, yani yanlış davranışlarınız ve kusurlarınız dolu! El verdik, dil verdik ve bel verdik. Görelim dedik; elinize, belinize ve dilinize sadık mısınız? Çözülsün dilleriniz, meydana konulsun halleriniz! Heybenin ön gözü bizim arka gözü sizin. Arka gözünü boşaltın er meydanına!' "Mılla İsmail'in sorgulaması sırasında arada bir Hüseyin dede sözbaşı yapıyor; "Muhammed Alinin himmeti, muhabbeti üzerinizde ola! Hünkâr Hacı Bektaş Veli katarından ve didarından ayırmaya!' diye dualar ediyordu... Mılla İsmail coşku içinde sorgulamasını sürdürürken Mikail'in beti benzi artmıştı, özellikle ona sormaya başlayınca: "Sen Mikail sofu, yıllarca Muhammed Ali'nin yolundan yıllarca uzak kaldın! İyi dinle, burası Etmeydanı değil er meydanı! Döktüğün varsa doldur, ağlattığın varsa güldür! Doldur ki durulasın, güldür ki arınasın! Arınasın, durulasın ki Muhammed Ali'nin katarına yazılasın, erlerin evliyaların himmetlerine nail olasın! "Sen Mehmet sofu ve sen bacı! Dil verdik konuşasınız, el verdik tutasınız, göz verdik göresiniz diye. El gövdede kaşıdığı yeri bilir; doldurun döktüğünüz varsa ve güldürün ağlattıklarınızı! Onarın yaktığınız, yıktığınız varsa! 'Hatay'im hal çağında / Hak gönül alçağında, Yüzbin kabe yapmakta / Bir gönül alçağında' İşitiyor musunuz ne buyurmuş can Hatayi? Eğer bir gönül yıktıysanız, yüzbin kere kabeyi yıkmış sayılırsınız! Ama bir canı güldürür, gönlünü yaparsanız; kabeyi binlerce kez ziyaret etmiş ve hacı olmuş olursunuz! Onar ki kırdığını, doldur ki döktüğünü ve güldür ki ağlattığını Muhammed Ali'nin katarına katılıp didarlarını göresiniz!' ... İlik Mehmet heyecanla yanıtlamaya çalıştı Kamber'in sorularını: "'Ne kimsenin tavuğuna kış kış! dedim ve ne de gözün üstünde kaşın var senin, dedim. Yer gök tanığımdır; ne kimsenin testisini devirdim, ne de gülünü soldurdum. Hakkım var diyen alsın hakkını! Canımla varımla er meydanıyım!'... "... Mikail, işitilir işitilmez bir sesle 'Hakkı olan bizden de istesin!' dedi. Mılla İsmail Dârdaki sofular sesini kesince gür bir şekilde şöyle dedi: "Ey cemaat, sofular bacılar! Bu canlar Dâr meydanında Mansur gibi asılıp, Nesimi gibi yüzülmekten korkmuyorlar! Meydana can baş koydular, hakkı olan istesin ve alsın! Günahlarını kusurlarını görüp de göstermiyen, bilip de bildirmeyen varsa, derdine derman bulunmasın! Biz hepimiz birbirimizden sorumlu ve bir can bir vücuduz canlarım! Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için yaşamaktayız, dile gelin canlar dilee!' "Kamber bir kez daha yineledi cemdeki canlara çağrısını. Üçüncüsüne başlamadan İlik Mehmet birden; 'Dedem, Kamberim' diye başladı, 'şu anda bir kusurumu, bir hatamı hatırladım. Karakışın başında Tıhızkolu semtinde rehberim Veli babaya bir ziyan vermiştim. Yüküm çıkışmadığı için bir oyum meşesini söktüm. Kendisini hemen haberlemeyi unuttum. Aradan zaman geçince de utandım söylemeye. İzin veriniz elini öpüp helallık alayım. Her ne isterse yapmaya ve vermeye hazırım!' "Hüseyin Dede karıştı yine. Yakınında oturan rehber Veli babayı dönüp sordu: "Veli baba ne diyorsun? Bağışlayacak mısın yoksa cezalandıralım mı?' ÇavDâr Veli baba Dedeye niyaz edip, Dâr meydanına çıkarken 'Demek İlik Mehmet sen sökmüştün benim bir oyum meşemi?' dedi. 'Şu cemaattan da yüzüm kara, sakalına bıyığına sıçtım sıvadım meşeyi söken adamın!' Yavaş konuşmuştu ama öndeki duyanlar güldüler. İlik Mehmet: "He ya bendim Veli Baba, aradan uzun zaman geçince vallah utandım söylemeye, ver elini öpeyim!' Veli Baba gür bıyıkları altından gülerek; 'Hele dur hele, dedi, daha seni bağışlamadım. Dedem gerçeğe hüü! Hak sahibiyim, hakkımı alacağım!' "Cemaattaki canlardan 'Hak sahibi alsın hakkını, cemaatı da razı etsin haksız olan!' sesleri yükselmeye başlayınca, Gözcü baba uyardı: 'Gerçeğe hüüü! İşelim sofular, susalım! Ağır olun batman çekesiniz, işin ki hak kelamı girsin kulaklarınıza!' ÇavDâr Veli Baba sürdürdü: "Bir şartla bağışlarım İlik Mehmet sofuyu! 'İlik Mehmet: 'Ne istersen yaparım Veli Baba; istersen iki yük odun vereyim o kestiğim yarım yük yerine.' "Mılla İsmail kıskıs gülüyordu Veli Baba'nın mukallitliğine. Kendi oğlu Ahmet'in yaşındaydı ve onunla bacanaktılar. ÇavDâr Veli: 'Dedem söyleyin de Kamber baba gülmesin bize! Hak sahibiyim, beni razı etmek zorunda Mehmet sofu. Odun modun istemiyorum, bir dam dolusu çalı-çırpı var evde. Benim oğlan Gazi küçük, dahrayı yerinden kaldıramıyor. Bana üç gün alaf edecek, kuru ot doğrayacaksın samanlıkta!' İlik Mehmet: "'Tamam' dedi, 'sen hakkını helal et, ben üç gün değil bir kış boyu sana alaf ederim!' Hüseyin Dede: "'Veli Baba' dedi, 'bir küçük oyum meşe için üç gün çok değil mi?' "'Yok Dedem değil, hem ders olsun kendisine! Üç gün dediysek, üç gün boyunca mereğe hapsedecek değilim ya! Günde iki üç saat ot doğrayacak, üç gün istediği saatlarda gelsin!' Dede: 'Haydi görüşün, niyazlaşın öyleyse!' dedi. İlik Mehmet eğilerek Veli Babanın elini öptü. O da yüzlerinden öperek bağışladığnı söyledi ve duasını alıp Dârdan indi. "Mılla İsmail üçüncü kez sorusunu yineledi: "'Dârdaki canlar Mansur gibi asılmaya, Nesimi gibi yüzülmeye hazır ve nazırlar! Hakkı olanlar alsın, kusurlarını görenler söylesin! Söylemiyenlerin günahları boynuna olsun!' "Ön sıralardan birkaç 'Biz razıyız Allah da razı gelsin!' sözleri işitildi hafif yollu. Öfkelenen Kamber baba tarafından gür ve toplu halde söylemeleri için uyarıldı cemaat. Birden Büyük Ocak tekkesinin direklerinden birinin dibinden, Ayrancılar gediğinden Dertli Fatma'nın sesi yükseldi; başörtüsünü omuzlarına indirip, olduğu yerde ayağa durmuş haykırıyordu: "'Ben razı değilim ben, İlik Mehmet'le helalından! Herkes ağzının içinden konuşuyor, fısıldaşıyor yaptıklarını. Ama biri çıkıp da açıkça söylemiyor, böyle sofuluk olmaz!' "Dede seslendi:" 'Yol açın Fatma bacıya Dâr meydanına gelsin, didar görelim!'...' Ve Fatma bacı Dâra çıkar. İlik Mehmet'le karısının, köyün topraklarından geçen Ermeni barkanasından (toplu sürgünkervanı) bir yolunu bulup çaldıkları malın hesabını sorar. Verilen yargı; çalınıp saklanılan bu malın ortaya dökülerek paylaşılıp, işlediği bu günaha ortak olmak biçimindedir. Görgü cemlerinde eşitlik baş ilkedir. Dârda sorgulama sırasında ana-baba, oğul, akraba, karı-koca birbirlerinden çekincesiz şikâyetçi olabilir, birbirlerinin kusurlarını söyleyebilir, ortaya dökebilirler. Örneğin adı geçen romanda rehber Veli Baba boyverme Dârına durduğu zaman, birlikte Dârda bulunan kendi öz helali (eşi) tarafından, Balkan savaşları sırasında başından geçen bir olay büyük bir günah görülerek ortaya dökülmüştür. Bacı kendi kocası adına yapmış ve onu paklamıştır unuttuğunu düşünerek. Çünkü "Eğer ol talib günahını saklarsa tarikat-ı Aliye kizbetmiş (yalan söylemiş) olur. Yol haini ve iman uğrusu (düşmanı) olur. Tarikat ona helal olmaz. Yediği lokma haram olur; samah ederse de haramdır ve o Ceme gelen müslüm bacılara baksa namahremdir! ... Aman kardaşlar günahını saklamayıp derdini söyle! Karanlık kabire hiç koyma, burada söyle! Eğer Pir mala tamah edip hakkı batıl ederse, ol talibin hesabını ol pir verir.'' (İmam Caferi Sadık Buyruğu) Boyverme-Başokutma töreni duruş olarak Fatıma Ana ve Hallacı Mansur Dârı biçiminde birinci aşaması sorgulama ve yargılamadır. Sonra talipler Fazlı Dârına durur, diğer bir deyimle tarığa düşerler. Yani, tarık öbür adıyla erkân çubu ğu altından geçerler. A. Gölpınarlı'nın Bektaşilerde talibin başını tekbirlerler, dediği törenin Alevilerdeki karşılığı bu olmalıdır. Boyvermiş, yani hizmet görme Dârında sorgulanıp aklanmış musahib çiftler Dede'nin ayak ucunda, birbirleriyle yüzyüze gelecek biçimde; birinin kolu öbürünün başı altında, onunki de öbürünün boynunda olarak, kucaklaşmış durumda yüzüstü yatarlar. Ayakları Dârın başından beri hep yalınayaktır. Eşleri iki bacı erlerinin ayak uclarında, edeperkân (dizkurmuş) durmuş, başlarından indirmiş oldukları örtüleriyle çıplak ayaklarını siler kapatırlar eşlerinin. Sanki ciğerinden hançerlenip öldürülmüş Fazlullah gibi yüzüstü yatmakta bacılar da onların başucunda saçını başını açmış, dizüstünde hafif sallanarak onlara ağlayıp sızlamaktadır. Rehber de bu ölüleri yurmuş gibi elleriyle dokunarak başına "Tac-ı devlet'', beline "Kemerbest'' ve ayaklarına "Hak-ü türap'' der. Dede sol eliyle sağ elindeki tarık çubuğunu sıvaslarken: Hal erenler halıdır Yol erenler yoludur Gafil olmayın gaziler Gelen üstadın elidir Bism-i Şah, destur ya halife! der. Sonra "Allah-Munammed ya Ali!'' der ve önünde ölmüş gibi yatan, ama gerçekte "Ölüme değin ikrarımıza sadık kalacağız, yolumuzdan dönmeyeceğiz''i simgeleyen yatışta bulunan iki cana bu çubukla üç kez vurur. Canlar doğrulup her zamanki gibi ayakları mühürlü (Fatma Ana Dârı duruşu) Mansur Dârına dururlar. Sonra eğilerek, tarık çubuğunu üç yerinden niyaz ederken Dede "Altından geçene, suyunu içene sorgu sual olmaya Allaaah!'' diye çığırır. Bu erkân çubuğu çalmaya da boyverme-başokutma töreninin ikinci aşaması sırasında, cemdeki canlardan meydan çevresinde olanlar ayaktadır. Zakirler özel "Tarık havası'' çalarlar. Bu sırada söylenen nefeslerde üç nefes bir düvazimam sınırı yoktur. Görülüp sorulmuş canların tarık altından geçmesi bitinceye değin, zakirler de ayakta olmak üzere sırayla çalar söylerler. Herdörtlük sonrası, halka halinde ayakta bulunanların tümünün katılımıyla şu tevhid söylenir: "Allah Allah illallah / İllallah şah illallah! "Hak lailahe illallah / İllallah şah illallah! "Ali mürşid güzelşahım / Eyvallah şah eyvallah!'' Genellikle tarık havası çalınırken, ilk okunan nefes Ali'nin dünyadan göçüşü üzerine yazılmış Pir Sultan'ın nefesidir. Onunla konuyu bağlayalım: İndirdiler kisvetini başından Soyuyorlar Şahı Merdan Ali'yi Çıkardılar teneşirin üstüne Yuyuyorlar Şahı Merdan Ali'yi Fatma Ana ağlar şol yaşın yaşın Dinleyin düldülün şu kişneyişin Hasan'la Hüseyin kıblaya karşın Yolladılar Şahı Merdan Ali'yi Mürekkebi zemzem ile ezdiler Üstbaşına mim duasın yazdılar Kuburunda akdeveye yazdılar Yolladılar Şahı Merdan Ali'yi Kasdettiler imamların soyuna Ağu kondu imam Hasan payına Kefenini ab-ı zemzem suyuna Bandırdılar Şahı Merdan Ali'yi Pir Sultan Abdal'ım bu havayınan Arşa direk dikti bu duayınan Kamber'in yettiği ak deveyinen Gönderdiler Şahı Merdan Ali'yi Dava Görme ve Düşkünlük Dârı Bireysellikten çıkartılmış Alevi tapıncındaki musahiblik kurumunun yaptırımları ve en az yılda bir kez görülüp sorulma, yani boyverme-başokutma Dârlarına durup, malını canını ortaya koyarak toplumuna hesap verme zorunluğuna rağmen aksamalar ve aykırılıklar olmuyor değildir. Alevi ahlakının en önemli ilkesi "benlikten uzaklaşma, öznefsini öldürme''dir. Kötülüklerin kaynağı onlara göre nefsine uyma ve benlikten şaşmamaktır. Elbetteki "Ben'' ön plana çıkınca, kişisel çıkarlar ve mülkiyet duygusu ağırlık kazandığından, özbenliğin doyurulması için her araç kullanılacaktır. Bu demektir ki bireyin çevresindekiler ve toplum zararlanacaktır. Yakından uzağa kötülük yelpazesi yayılarak kusur, günah, kabahat ve suça dönüşecektir. İnsan topluluklarının her türlüsünde ve toplumun her kesiminde görüldüğü gibi Alevi inançlı toplumun bireyleri de sınıfsal çelişkiler belirlenip büyüdükçe, yaratmış oldukları ilkeler ve yaptırımları dışlayan ve uymayan bireyler hep çıkmıştır. Elbetteki toplumsal yaşam biçimlerini oluşturan inançları doğrultusunda yaratmış oldukları bu ilke ve yaptırımların yanısıra; adaleti sağlamak için uyumsuzları, toplumuna karşı aykırılık gösteren ve suç işleyenleri yargılama düzenini de birlikte geliştirmişlerdir. Şah Hatayi'den nefes örnekleri vererek hem yol ahlağını hem de kusur ve kabahatların, suçların neler olduğunu görelim. Ayrıca talibin, yoloğlunun nelere uyması gerektiği de işlenmekte bu şiirlerde. Sonra uygulamada suçluların davalarının nasıl görüldüğü ve hangi yöntemle cezalandırıldıklarına geçeceğiz. Burada hem dava görme, yargılama ve düşküne çıkarma hem de düşkünün görülüp topluma kazandırılmasını tek bir başlık altında incelemeyi yeğledik. Hü diyelim gerçeklerin demine Gerçeklerin demi nurdan sayılır Oniki imam katarına uyanlar Muhammed Ali'ye yardan sayılır Üç günümüş şu dünyanın safası Safasından artık olur cafası Gerçek erenlerin nutku nefesi Biri kırktan kırkı birden sayılır İhlas ile gelen bu yoldan dönmez Dost olan dostuna ikilik sunmaz Eri hak görmeyen hakkı da görmez Gözü bakar ama körden sayılır Gerçek âşık menzilinde durursa Çerağ gibi yanup yağı erirse Eksikliği kendisinde bulursa O da erdir yine erden sayılır Şah Hatay'im eder Bağdad'dır vatan İkilikten geçip birliğe yeten Erenler katında kıl-ü kal tutan Yolu dikenlidir hardan sayılır ... Ben mümünüm deyi dava kılanlar Gerektir mümünün nişanı kardaş Fahri alem Muhammed'in nurudur Mümünler söylemez nisanı kardaş İkrar verip bir gerçekten el tutup Arif ol burhana vahdete yetüp Lahmike lahm olup birliğe yetüp Bir olur küfr ile imanın kardaş Hoş okursun okuduğun tutmazsın Bir ahmaksın sen seni farketmezsin Kendi bilgin ile hakka yetmezsin Sakın ara yerde kalırsın kardaş Kendi bilgin ile ehli nazarsın İçin arıtmayıp dışın düzersin Elde ayıp görsen küfür yazarsın Sen dahi cümleden betersin kardaş Yalan dünya için yolar çarparsın Bilmezem ki ne sıfatta koparsın Konup gideceğin hanı yaparsın Varacağın evi yıkarsın kardaş Bu nefsi emmare yedi sıfattır Kovdur gıybettir hırstır hasettir Tamah şehvet cümlesinden eşeddir Kimseye eyleme bühtanı kardaş Hatayi âşıkın nişanı gerek Övünmeye delil burhanı gerek Dervişin zatı sıfatı gerek Yetemez meclise sıfatı kardaş ... Muhammed Ali'den kurulu yoldur Evvel rehberinden kaçana lanet Evvel ikrar verip sonra dönene Yapıştığı elden kaçana lanet Erenler bu yolda hazırdır hazır Musahip levnini defterden kazır Gerekse eylesün bin kere özür Onlar gibi yiyüp içene lanet Aklını beğenüp ikrarın koyup Kalkup havalanup nefsine uyup Teberra gömlegün eynine giyup Azazil yurduna göçene lanet İblis gibi iller aybına bakup Kendünü gözgöre odlara yakub Eliyle boynuna ilmegün takup Gaybet edup sırrı açana lanet Beğenmeyup erenlerin sözünü Benlik yurduna kondurmuş özünü Hak kapudan döndürmüştür yüzünü Azazil donunu giyene lanet Arifler böyle dediler uluya Azazil neylesün kalbi doluya Teberra okundu yanlış bilüye Kendi bilüsüne uçana lanet Hatayi'm der bir veliyim yoluyla Sultanın sohbeti her dem kuluyla Gönülde kibr olup soğuk dilile Özün muhabbetten seçene lanet Bir talip, bir yoloğlu bilerek ya da bilmeyerek toplumuna çevresine zarar verdiğinde, yani bir suç işlediğinde; zarar görenler davacı-şikâyetçi olarak tanıklarıyla birlikte Dede kapısına gelirler. Sonra bir Meydan mahkemesi kurulur. Dava görme Dârı diye adlandırdığımız bu mahkemede Dede asla tekbaşına karar vermez. Sanık durumundaki talibin suçu kesin olarak saptandığında Dede (Pir, Mürşid), anabacı (başıtaçlı bacı), gözcü, çerağcı (delilci baba) ve rehberden oluşan mahkeme üyeleri ve canların önünde "yol düşkünü''ne çıkartılır. Düşkünlüğü hafif suçlardan birinden almışsa "mürüvvet meydanı'' açılarak Düşkün görme Dârına çekilir. Çok ağır suçtan yaşam boyu düşküne çıkarılmış bir kişi o toplumu terketmek zorundadır. Ancak resmen devlet mahkemeleri tarafından yargılanıp, cezasını çekerek dönmüş ve ceme girmek görülüp sorulmak isterse, hem hasımları tarafından bağışlanmış barışık olması hem de toplumun onu aralarına yeniden almayı kabul etmesi gerektir. Aşağıda anlatılacağı gibi gözcü ve rehber aracılığıyla Dede'ye ulaştırılıp, Düşkün Görme Dârına çekilir. Biz burada uzun uzun suçları ve cezalarını incelemeyeceğiz. B. Noyan kitabında "Bektaşi ve Alevilerde Hukuk Düzeni (Düşkünlük)'' başlığı altında geniş bir biçimde çeşitli suç ve ceza örnekleri sergilemiş. Ayrıca N. Birdoğan da benzer bir başlıkla konuyu ayrıntılı olarak incelemektedir. Biz bir Dâr çeşidi gibi biçimselliğinden hareketle özüne inmeyi deneyeceğiz. Yine Şah Hatayi'den bir nefes geçelim önce. Hatayi büyük bir yol ehli ve önder olarak bu uzun şiirinde yolbozgunu küstahların işledikleri kusurlardan ötürü düşecekleri durumları ve bağışlanmaları için neler yapmaları gerektiğini özetliyor. Bir sofu bu yolda küstah olunca Takılıp geriye kalmak görünür Özelenip tek birliğe geçince Ahirette murdâr olmak görünür Bu dünyada nefsi için yaşarsa Şeytana uyup da yoldan şaşarsa İki kardeş birbirine düşerse (kardeş: musahib) Anın nasibini bulmak görünür Birinciden düşen o bir hal olur İkinciden düşen ne hayal olur Üçüncüden düşen sinem yol olur Anı yolu ile bulmak görünür Dördüncüden düşen halı zar olur Beşinciden düşen işi zor olur Altıncıdan düşen yeri nar olur Çok vakit derdine yelmek görünür Yedinciden düşen yazı kış olur Sekizinden düşen gözü yaş olur Dokuzuncudan düşen yolu şaş olur Anın malı yağma kılmak görünür Onuncudan düşen yola gelemez Onbirinciden düşen ağlar gülemez Onikinciden düşen derman bulamaz Arayıp mürşidini bulmak görünür Arayıp bir kamil mürşidin bulur Mürvet deyip günahını ele alur Erenler yerden gökten kuvvetl'olur Yüzsürüben Cem'e gelmek görünür Mürşidler o demde Buyruk açarlar Halledip müşkülü anda seçerler Günahına göre kaftan biçerler Salman Pak'a tarık çalmak görünür Her meşayih sitem-tarık çalamaz Kaçıncı huruftan geçeceğin bilemez Sitemli hakkını birisi alamaz Anı dört kapıya bölmek görünür Şah Hatay'im günahlardan geçilir Hak ganidir bol irahmet saçılır Anda zulumet evinden göçülür Yeniden iptidaya inmek görünür Şah Hatayi bu uzunca nefesinde 12 düşüşten sözediyor. Bu düşüşlerden birine uğrayan yolarsızları, küstahları tanımlıyor ve sonra yol gösteriyor. Ancak bu oniki düşüşün hangi iyi hallerden olduğu açık değil. Bununla birlikte İmam Caferi Sadık Buyruğu'nda geçen "Oniki farz, oniki işlek ve oniki erkân'' başlıkları altında ilkelerle eşleştirmek olası görülmektedir. Şah Hatayi'nin nefesinde bir yol arsızının oniki erkânın herbirinden düşüşünde göründüğü durumun tanımlamalarını bulmaktayız. Şah Hatayi mürşitlerin buyruk açmalalarından sözettiği gibi, özellikle dokuzuncu, onuncu ve onbirinci düşüşlere ilişkin yaptırımlar Oniki erkânınkilere aynen uymaktadır. İlgili dizeleri şöyle değiştirelim: (Sağ mürebbiden) düşen yolu şaş olur Anın malın yağma kılmak görünür (Musahiplikten) düşen yola gelemez (Sohbetinden) düşen ağlar gülemez (Tanıdıktan) düşen derman bulamaz Arayıp mürşidin bulmak görünür Buyruk'taki oniki ilkelere ilişkin belirlemeleri birlikte okuyalım: "Ve dahi İmam Cafer Sadık'a talib olana erkân budur: Birinci kanaat ehli olmalı, ikinci sabır ehli olmalı, üçüncü hulku (huyu, ahlağı) mülayim olmalı, dördüncü cömert olmalı, beşinci gördüğünü örtmeli, görmedim demeli, altıncı pirden rızasız iş işlememeli, yedinci döğene söğene kul olmalı (herhalde barışçıl olmak kastediliyor), sekizinci küfrü iman saymalı, dokuzuncu sağ (gerçek) mürebbi, onuncu sağ musahib, onbirinci sağ sohbet ve onikinci sağ aşina...'' On iki işlekle oniki farzı kısaca özetleyelim: Birinci işlek kendi özünü tanımak, ikinci marifet tohumunu ekmek, üçüncüsü şefkatli olmak; dördüncüsü rıza eteğini tutmak beşincisi hikmet (bilgelik) sıfatlarını özünde cemetmektir altıncı ve yedinci kendini önemsiz görme, türab olma, hiçliğe yakınlaşmak; sekizinci özünü sabır eline teslim etme; dokuzuncu muhabbet kilesiyle ölçmek, yani sevgi-muhabbet ölçüsü kullanmaktır; onuncu ve onbirinci takva değirmeninde özünü arındırmak ve suyla yoğrulmak (!), irâdet tennurunda (fırın) pişmek ve ihlas sofrasına girmek, özün dervişlere ve fukaralara harcamaktır. Oniki farz: 1. Talibe gerektir ki evvel Hakkına doğru sözlü ola, doğru özlü ve helal lokmalı ola! 2. Kimseye haksız söz söylemeye; dosta ve düşmana, yani ikrardan ve inkardan kamu halka bir göz ile baka. Kendi özünü cümleden aşağı gözleye. 3. Bildiğini şefkatle halka anlata. Öyle edeple anlata ki yol ve erkâna can va baş vereler. Ve böylece kazancı makbul ola. 4. İnsanoğlunu aziz göre ve izzet ile birbirine hürmet kıla, hakir tutmaya. 5. Rızaya teslim ola. 6. Tevekkeli ola. 7. Herşeye tahammül kıla. 8. Tedbirli ola ve herkesten sakına. 9. Kanaat ehli ola aza kanaat ede ki çoğu bula. 10. Haktan gelecek rızk için gam yemeye. 11. Herkesin işine karışmaya; kendi halinde uzlete (tenha) çekile. 12. Talip olan halk sermayesi ola. Tüm bu zikrolan oniki farz tarikatı ilm-i alamettir. Buyrukta bu üç ayrı başlıkta verilen 12lerin kural ve ilkeler olarak birbirleriyle yakınlığını görmekteyiz. Bunlardan birkaçını yerine getirmeyen, yani bu ilkelerden düşenlerin yol arsızı yani düşkün olabileceklerini Şah Hatayi bize söylemektedir. Hemen belirtelim ki yol düşkünlüğüne karar verilen talibin musahibi da dava görme Dârına çekilip yargılanır. Kendisi bu kusurları işlememiş bile olsa kardaşlığına engel olamdığından sorumlu bulunur, cemdeki canların katılımıyla sorgulanıp yargılanır. Bedri Noyan'ın "Düşkün Meydanı, Mürüvvet Meydanı ve Düşkün Görülme'' başlıkları altında incelemiş olduğu bölümden vereceğimiz özetle Dava görme ve düşkünlük Dârını açıklayabiliriz: Meydan erlerinden, yani bir Dedeye (mürşit veya pir) bağlı taliplerden bir kimse, şikâyeti varsa bunu gözcüye söyler. Bir muhabbet meydanı (Koldan kopan erkânı) açılacağı zaman, çerağlar uyarılmadan önce huzura gelip niyaz ederek, Dâra durur ve durumu açıklar. Gözcü, Şikâyetçiyi Dâr meydanına çağırdığı zaman o kişi tanık ve belgeleriyle Dâra dikilip, şikâyetini ayrıntılarıyla anlatır ve suçlamasının kanıtlarını ortaya kor. Mürşid (uyarıcı) başkanlığında başıtaçlı (anabacı, Dedenin hanımı), çerağcı, gözcü ve rehber şeriat evine girerler. Burası ikrar törenleri yapılmadan önce, musahib olacakların yol abdestini alıp, beyaz kefen bezine dolandıkları ve hazırlandıkları yerdir. Burada oturuma çekilmiş olan mürşid, anabacı, gözcü, çerağcı ve rehberden oluşan heyet, aralarında konuşur tartışırlar. Konuştuklarını ve tartışmaları cemaata açıklamak gözcünün görevidir. Dede dönünce, hala Dârda durmakta olan şikâyetçi ve tanıkları sitemden geçirir. Bunun için Dede üç boğumlu ve kayın ağacından yapılma erkân değneğini (tarık çubuğu, erkân-ı evliya, zülfikar) yeşil torbasından çıkarır. Ocağın başına gider ve değneğin bir ucunu ocağa dayayarak davacıya: "Altından geçen ve suyunu içen Hakkı inkar etsin mi?'' O da "Etsin!'' diyerek erkân değneğinin altından bir kez geçer. Bu sırada zakirler saz çalarak, nefesler söylemekte ve düvazimam okumaktadırlar. İkinci kez mürşid sorar: "Altından geçip, suyundan içip kötü dille gaybet eden Hak yönünden dur (inkarcı) olsun mu?'' Davacı yine "Olsun!'' diyerek değnek altından geçer. Üçüncü kez mürşid: "Kardeşine bilmeden de olsa kemlik edenin kanı yezid kanı olsun mu?'' deyince o da "Olsun!'' diyerek tarık altından üçüncü kez geçer. Böylece şikâyetçiye, kesin olarak doğru söyleyip söylemediği, Meydanda bulunanların huzurunda bir kez daha yemin ettirilerek tekrarlatılmış olur. Ondan sonra tanıklar da aynı biçimde yemin ettirilir. Sıra şikâyet edilen talibe gelmiştir. O kimse önceden zaten gözcü tarafından bilindiğinden meydan odasına, yani cemevine alınmamıştır. Eğer bir yolunu bulup da içeri girmiş olursa, Dedenin elini öpmeğe geldiği zaman Dede ona elinin tersini öptürür. Bu işleme uğrayınca kendiliğinden dışarı çıkar. Orada da papuçlarının burun tarafını dışarıya doğru dönük bulur. Çünkü iznikçi-papuççu hizmet sahibine gerekli buyruk gönderilmiştir. O talip hakkında birşeyler döndüğünü anlamıştır artık. Sürekli kendisini izlemekte olan gözcüye durumu sorar O da: "Görülecek günün var, sabret!'' der. Bunun üzerine sanık durumundaki talib dış kapıdakı kapıcının yanında ya da kahve ocağında bekler. Bir süre sonra meydan odasına çağrılır sanık. O da meydan odasının eşiğine niyaz ederek, içeriye girmeden eşiğin dibinde peymançeye geçer, yani Fatma Ana Dârına durur. Dava görme Dârının ikinci aşaması başlamıştır. Sanık da tanıklarırını gösterir. Dârda hepsi dinlenir, ifadeleri alınır. Ayrıca davacının tanıkları gibi bunlar da tarık değneğinin altından geçirilerek yemin ettirilir. Bu sanık dinleme Dârı da yeminle sonra erince mürşid, anabacı, gözcü, çerağcı ve rehberden kurulu heyet yine şeriat odası denilen yere geçerler; durumu inceler, konuşur ve tartışırlar. Bir karara vardıktan sonra Meydana dönerler. Kahve ocağında ya da kapıcının yanında beklemekte olan sanık durumundaki talip çağrılır. Bu kez diz çöküp meydan odası eşiğine başkoyar. Rehber tarafından boynuna tığbent (teslim kemendi anlamında burada!) geçirilip, başı açık, yalınayak ve sırtında kefen denilen düz ve dikiş siz beyez gömlekle Meydene getirilir. Zakirler sazlarıyla yeniden düvazimam çalar ve okurlar bu sırada. Sonra zakirlerden biri sazsız ve yüksek sesle şu Bağ Tercümanını okur: Bismi Şah Allah Allah! Hakkın kılıcı keskin olur mümin kalbin incitme Bu meydanda ezel ebed gerçek vardır yalan yok Bu meydana eğri bakan Mervanlara aman yok Bu çerağın ışığını geçirene zaman yok Bu ocağı söndürene umulmadık ziyan yok İkrarına münkirlere erenlerden yaman yok Hakkın kılıcı keskin olur mümin kalbin incitme! Bundan sonra Mürşid heyetle birlikte alınan kararı bildirir. Karar cematta tartışılır. Eğer o kimse haksız bulunmuş ve davayı kaybetmişse artık "Düşkün'' sayılır. Gözcü onu dışarı çıkarırken: "Yuuuf münkiree! Lanet yezide!'' diye bağırırlar. Bu şekilde geçici düşküne çıkarılan talibin kardaşlığı ve bacılığı, kendi eşi ve yol kefilleri az sonra destur alıp onun yanına uğrarlar. Düşkün artık kendi evine gidemez. Musahibi onu en yaşlı kimsenin evine sığındırır. Başıtaçlı eşiği olması yeğ tutulur. Ertesi gün düşkünün toplumla ilişkisi kesilmeye başlar. Örneğin davarları sürüden çıkarılır. Kırk gün çocukları ve karısıyla, evine kimse uğrayıp konuşmaz. Onun ayak basıp el sürdüğü yere kimse elini sürmez ve ayak basmaz. Ayrıca verilmiş bir ceza (para cezası, çelik urmak, süreli veya süresiz sürgün) varsa o da uygulanır. Yukarıda Şah Hatayi'den vermiş olduğumuz uzun nefeste oniki erkândan düşmeyi ve düşen yol küstahının bir mürşide ulaşarak, kendini bağışlatıp yola alınabileceğini kısa tanımlamalarla görmüştük. Ama Hatayi'nin mürşidlerin oturup buyruğa bakmaları gerek, diye önerdiği atalarından Şeyh Safi'nin buyruğu (İsmail bin Halil, Menakıb-i Şeyh Safi elyazması) üç sünnet ile yedi farzı yerine getirmeyenler için bu tür "Düşkünlük cezaları'' saptamıştır. Bedri Noyan Dedebaba adı geçen elyazmasından alıntılar yaparak şöyle sıralamaktadır üç sünnet ve yedi farzdan düşenler için verilecek cezaları: "Birinci sünnetten düşene, yani dilinden Tevhid eksik olursa; yola boyun verdiği takdirde kendi istediği biçimde hizmet yapar, neziri (hakullah) ve özürü kabul edilir. İkinci sünnetten düşerse, yani adavet kibir, kin, buğz ve haset ederse; bir akça tercüman, üç akça halife hakkı alasın! Üçüncü sünnetten düşer, yani doğru söylüyene karşı gelirse; üç tarık çala, üç akça tercüman ve üç akça halife hakkı, beşakça da Pir-üstad hakkı alasın! "Birinci farzdan düşer, yani sır söylerse; beş tarık vurula, beş akça tercüman halife hakkı, yedi akça üstaz hakkı alasın. İkinci farzdan düşer, yani söz birliğinden çıkarsa (zira ikinci farz talip bin bilir ise de bir dilden ötmek, tek ağızdan konuşmaktır.) altı tarık vurula ve yedi akça tercüman, beş akça halife ve onbir akça ustaz hakkı alasın!'' Bu şekilde üçüncü farz (bir günah işleyip özün beyan ederse, gaybet ve yalan söz ile yemin ederse), dördüncü farz (yani mürebbi hakkını vermezse), beşinci farz (kemerbest kuşanıp, el öpüp tövbeye geçmezse), altıncı farz (musahibiyle birlikte ceme gelmezse), yedinci farzlardan (özünü mürşidine yetirmezse) düşerse aşama aşama akçalar artmakta ve tarık çalmaların sayısı yükselmektedir. Tarık vuruşların sayısı kırkyediye yükselirken, akça yetmiş dokuza kadar çıkmaktadır. Eğer düşküne çıkarılmış talibe daha büyük ceza verilmemişse kırk gün sonra evine sığınmış olduğu eşik ıssı suçlu adına, onun ikrar verdiği geceki görgü ceminde bulunmuş olan canları çağırır. Aralarında mürüvvet (mertlik) meydanı açıtırmak için konuşur tartışırlar. Bu geçici düşkünün, yani suçlunun topluma geri dönebilmesi yapılan bir törendir. Bu dilek rehber ve mürşide iletilerek, anlaşma yoluyla mürüvvet meydanı açılabilir. Bu töreni dava görme Dârının üçüncü aşaması ya da düşkün Dârının birincisi olarak almak olasıdır; çünkü bağışlanmanın ilk adımıdır. Mürüvvet meydanı açılmasıyla, erenlere bağlı kapı açılmıştır artık. Ve cemden uzaklaştırılarak cezasını çekmiş talip, "Medet mürüvvet!'' deyip mürşid kapısına gelerek, eşiğe yüz sürmektedir. Pir Sultan ve Nesimi'nin nefeslerinde bunu nasıl duygulu dizelerle dile getirdiklerini görelim: Eksikliğimi aldır dergâha geldim Bin kanım var bir mürüvvet erenler Aradım hatamı özümde buldum Bin kanım var bir mürüvvet erenler Erenlere bağlı kapıyı açarlar Müşkülünü müşkülünden seçerler Kanedenin günahından geçerler Bin kanım var bir mürüvvet erenler Hey erenler benim yüzüm yerdedir Yüzüm yerde ise özüm Dârdadır İkrar nerde ise iman ordadır Bin kanım var bir mürüvvet erenler Beşincide yer ile gök dolmuştur Altıncıda vakit tamam olmuştur Kerem Muhammed Aliden kalmıştır Bin kanım var bir mürüvvet erenler Akgül Muhammed'in alın terinden Kerem Muhammed'den mürvet Ali'den Pir Sultanım böyle aldık uludan Bin kanım var bir mürüvvet erenler Bugün erenlere kurban / Serim meydanda meydanda İkrarım ezelden kadim / Canım meydanda meydanda Yanarım yoktur dumanım / Gönlüm yoktur imanım Al malın yarlıga canım / Varım meydanda meydanda Kellemi koltuğma aldım / Kan ettim kapına geldim Ettiğime pişman oldum / Dârım meydanda meydanda Münkir irakipten kaçın / Mümine hulle don biçin Ben bülbülüm bir gül için / Zarım meydanda meydanda Gerçek olan olur gani / Gani olan olur veli Nesimi'yem üzen beni / Derim meydanda meydanda Eksiğmi aldım da meydana geldim Aman mürvet günahkarım erenler Kabahatım andan cürmümü bildim Aman mürvet günahkarım erenler Şeriat taşından bir taş kaldırdım Marifet ehlinin gülün soldurdum Ne yaman kanlıyım nefis öldürdüm Aman mürvet günahkarım erenler Yoldan çıktım ise yola getirin Kırılmış dalların şurda bitirin Pişirip kotarıp bezme getirin Aman mürvet günahkarım erenler Pir Sultanım eydür sözün hatasın Kadir mevlam bilir bunun hatasın Var bir amel kazan hakka yetesin Aman mürvet günahkarım erenler Mürüvvet meydanı açılınca eşik ıssı, düşkün talip için şefaat ve bağışlanma ister. Burada işlenen suç bir daha tartışılır. Bazan suçlunun bağlı oldukları Ocağa veya Hacı Bektaş'a gidip, oradan izin almalarına karar verilir. Böyle kabul edilirse gözcü düşkünü getirir. Yine boynunda tığı bend takılı ve belden aşağısına peştemal sarılmıştır. Eşikte yüzükoyun yatar ve bağışlanmasını diler ve mürüvvet (burada af istemek, bağışlanmayı dilemek anlamında) ister erenlerden. Böylece sürünerek meydana gelir. Önceden hazırlanmış ve beheri altı batman ağırlığındaki iki el değirmeni taşı boynuna takılarak Dâra çekilir. Bu Dârda ona eziyet verilir; bu işkence bir çeşit ceza infazıdır! Bu suçu bir daha işlemiyecek ve anısını bilinçaltında taşıyacaktır. Üstelik yarı çıplak altmış kilo ağırlığındaki taşları taşıyarak Dârda beklerken, mühürlü olan ayak bileklerinden de bağlıdır. Zakirler saz çalarak, üç nefes bir düvazimam ya da üç düvazimam dan sonra bir Allah Allah! (yani dua edilir) söylerler. Sazcılar düvazimamları bitirdikten sonra Dede de duasını etmiştir. Dârda bekleyeni yeni görüyormuş gibi; "Bu küstahı, edepsiz hayasız yol arsızını dışarı çıkarın! Yürütün şunu!'' diye bağırır dizüstünde doğrularak. Ayakları çözülen Dâr çeken talip boynundaki taşlarla gerisin geri çekilerek, ya da dört elle geri geri sürünerek kapının eşiğine dek üç kez gidip gelir ve: "Mürüvvet Meydanın, kerem evliyanın suç kulların! Pir aşkına günümü görün, kurtarın beni, suçumu düzün! Suçlarım şundan şundan ibaret! İşte ortaya döküyorum!'' der. Dede: "Senin bu suçla yükünü kaldıramam, günahlarını boynuma alamam! Pire var, cemalullaha sığın! Ben seni Ali'ye saldım, o nasıl bilirse öyle yapsın!'' dedikten sonra Hatayi'nin aşağıdaki nefesini şiir olarak, gülbenk çeker gibi okur. Ya da zikirlerin çalıp söylemesini ister: Dön beri dön beri yüzün göreyim Ben seni Ali'nin yoluna saldım İkrarı boynuna zincir olası Ben seni Ali'nin yoluna saldım Dosttan ayrılmışım bugündür yasım İşitsin avazım dinlesin sesim Yollar karim olsun ikrarın hasım Ben seni Ali'nin yoluna saldım Fatma'na oturur muhkem yurduna Yüzün'gören yanmaz tamu oduna İmamda okunan hutbe adına Ben seni Ali'nin yoluna saldım Şah Hatayi'm eydür dertlerim koman Yezitler çevirmiş vermiyor aman Yardımcımız olsun on iki imam Ben seni Ali'nin yoluna saldım Eşik ıssı, yani düşkünün evine sığındığı kişiyle birlikte Pir ocağına ya da Hacı Bektaş'a gider Dârdan indirilince. Düşküne çıkarılmasından itibaren ve Pir ocağını ziyareti sırasında ailesi ve çocuklarıyla hep musahibi ilgilenmek tedir. İşleri güçleri ve geçimleri hep onun üzerinedir. Düşkün talip ve eşik ıssı köylerine döndüklerinde, aynı akşam doğru meydan odasına varırlar ve düşkün görme Dârına çekilir. Bu Dâra çekilen düşkünün düşkünlük durumu kaldırılır. Düşkünlük durumunun kaldırılması demek, o kişinin hukuki, medeni ve kişisel bütün haklarının geri verilmesidir. Düşkün Dârı başlamadan önce bir kurban hazırlanır. O kişi düşküne çıkarıldığından beri ne evine gidebilmiş ve ne de eşini görebilmiştir. Bu nedenle karısının da bu meydanda olması gerekir. Düşkün kadın olursa onun için de kurallar aynıdır; durum farklı değildir ve aynı süreçlerden geçer. Sonra zakirlerden biri yukarıdaki "Hakkın kılıcı keskin olur, mümin kalbin incitme! bağını'' okur. Rehber aracı olarak, oradaki cnların hepsinin hakkını helal etmelerini ve düşkünün Dâra çekilerek görülmesi için izin ister. Sonra düşkün yukarıda açıklamış olduğumuz görülüp sorulma, yani boyverme-başokutma Dârından geçirilerek görülmesi tamamlanır ve düşkünlüğü kalkar. Düşkün Dârının yukarıda bir örneğini sunduğumuz cezalandırıp aklanma süresi ve biçimi Dedelerin uygulama yeteneği ve suç yorumlamalarına bağlı. Bedri Noyan'ın kitabına almış olduğu Alevi Dedesi Musa Karasoy'un bir uygulaması ise şöyle: Komşu Sünni köyünden bir kadınla zina suçu işleyen bir talibe on yıllık düşkünlük ve sürgün cezası verilmiş. Bu süre bitip de "aman mürüvvet!'' diye mürşid kapısına geldiğinde "Defol, iki yüzü kara, maskara!'' diyerek onu kovmuş. Üçüncü keresinde meydana alıp rehberine cemdeki canlara danışmış. Onlar da bu süre içinde kendisinin düzeldiğine inandıklarını söylemiş ve arka olmuşlar. Böylece ona bir görülme fırsatı vermesini talep etmişler. Dede düşkünün boynuna su dolu büyük bir testi asmış. Niyaz durumuna indiği, yani elleri göğüste öne doğru eğildiği an sivri ucu alnına değecek biçimde bir sopa çakılıyor önüne. Bu şekilde dururken yüz sopa vurulmasını buyurmuş Dede. Cem erenleri, ona arka olan talipler, "beş tanesini bana, beşini bana, onunu bana!'' diyerekten yarıya kadar indirmişler sopa sayısını. Ama bu dayak faslından sonra hemen indirilmemiş talıp. Zakirler üç nefes bir düvazimam okuyup bitirinceye değin su dolu testi boynunda ve alnına sivri uçlu kazık, öylece bekletilmiş Dârda. Böylece düşkünlüğü kaldırılarak görgüye alınmış. "Son Görgü Cemi" adlı romanımızda kullandığımız Vahap sofunun çekildiği düşkün Dârı motifi, köyde anlatılan çok eski bir uygulanıma dayanıyordu. Çok ağır bir suç işlemiş olduğuna karar verilen bir talib boynuna asılmış 50-60 kg.'lık taşlarla meydan ateşini çiğneme cezasına çarptırılabiliyor. O cezaya hiç layık olmadiğina ve suçsuzluğuna candan inanmış böyle bir talip, tıpkı romandaki Vahap sofu gibi korkusuzca ateşi çiğneyip, "kuşgözü kadar bile yanık'' almadan Dârdan inerek görülüp-sorulmaya hak kazanır. Kısacası kendi öz toplumu içinde hep onlardan biri olarak yaşama hakkına yeniden kavuşur. Üstelik bu olağanüstü durum yüceltir onu ermiş kılar. Düşkün Dârına ek: Oniki Burç (Alevilikte Suçlar ve Cezalar) Alevilikteki suçlar ve cezaları, geçici ve uzun düşkünlük dönemlerini belirleyen ve oniki burç adı adı altında oniki geniş maddeyi içeren bir elyazması, Hasan Nedim Şahhüseyinoğlu tarafından bulunmuştur. Ancak yazmanın hangi tarihte hazırlanmış olduğu ve eskiliğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. Malatya Balıyan Alevileri Dedesi Hüseyin Saka'nın elindeymiş. Bu yüzden kuşkuyla bakıyoruz. Yazarın "Malatya Balıyan Aşireti" isimli kitabından aynen alıyoruz: "1. Burç: Mürşidi kamiliin, mürşidin, pirin ve rehberin sözünü dinlemiyenler, komşular ve aileler arasında söz gezdirenler, başkalarının kapısını ve penceresini dinleyenler, yalan yere yemmin edenler, ihbarcılık yapıp komşularını birbirlerine düşürenler; kendi kulaklarıyla duymadıkları ve gözleriyle görmediklerini 'duydum, gördüm' diye yalan söyleyenler ve böylece komşular ve akrabalar arasında fesat vererek körükleyenler suçludurlar. "Buyruk uyarınca düşkün sayılırlar. Bu gibi suçları işleyenler pirin öncülüğünde toplanmış cemaatın huzurunda 15 dakika ayakta bekletilir. Hafif ısıtılmış demirle dili dağlanır. Beş sopa vurulur. Cemdeki canların huzurunda tövbe ve yemin ettirilir. "2. Burç: Tarla sınırı bozanlar, özellikle meyvalı ağaçları kesenler, sebze ve bostanları söken ve bozanlar; çocuklarının eğitimini yaptırtmayanlar, sağlam olduğu halde çalışmayanlar; komşularının hayvanlarını bilerek öldürenler ve sahibinin rızası olmadan bağına bahçesine girenler suçludur. Bunlara şu tür cezalar verilir: "İki yıl görgüden uzaklaştırılır. Bu süre içinde yakınları dahil hiçbir komşu kendisiyle ilişkide bulunmaz. Üçüncü yıl bittikten sonra suçlunun boynuna bir ip takılarak rehber tarafından pirin ve cemaatın huzuruna çıkartılır ve merkep gibi üç kez anırır. Sonra boynunda 4 hokka (5, 132 kg.) ağırlığında bir yükle Dârda yirmi dakika bekletilir. 17 sopa vurulur ve kızgın demirle elleri ayakları dağlanır. 13 akça halife, 20 akça pir hakkı olmak üzere para cezası kesilir. Görgü canları için bir kurban kesip lokma sunar. "3. Burç: Komşularının ve başkalarının canlı veya cansız mallarını çalanlar, boş yere başkalarına hakaret edenler suçludurlar. "Çaldığı mal ve paralar tanıklarının ıspatıyla, olduğu gibi yeniden sahiplerine geri verilir. Yok etmişlerse bedeli ödenir. Her kime döverek hakaret etmişse, o da aynı cisimle kendini dövecektir. "Bu tip suçlu olanların üç yıllık düşkünlükleri olur; görgüye ve cem erenlerinin huzuruna çıkamazlar. Hiç kimse kendisiyle ilişki kurmaz ve yardım edemez. Üç yıl sonra rehber onu alarak, ip boynunda pirin huzuruna Dâr meydanına çıkarır. Gelirken köpekler gibi havlayacaktır. Pir ve cemaatın huzurundan iki kez kovulacak ama aynı şekilde yeniden geri gelecektir. Bu kez boynuna üç hokkalık (3, 850 kg.) bir ağırlık asılarak yirmi dakika bekletilir. Sonra kırk sopa vurulup, ayakları kızgın demirle dağlanır. "Ayrıca bu kişiden 18 akça halife, 28 akça pir hakkı olmak üzere para cezası alınır. Cemdeki canlara bir kurban alıp kestirdikten sonra görgüsü yapılır. "4. Burç: Komşu ve akrabalarının evlerini, harmanını ve ormanları yakıp tahrip etmiş, topluma ait köprüleri, bentleri, sulakları, yolları ve benzeri ortak mallara zarar vermiş olanlar suçludurlar. "Bu kimseler tam beş yıl görgü cemi yüzü göremezler. Yaktıkları, yıktıkları ve zarar verdikleri yerleri onarmak zorundadırlar. Her türlü ilişki ve yardımlaşma kesilmiştir bu süre içinde. Zararlar ödendikten sonra rehber önderliğinde pir huzuruna çıkar. "Rehber, suçlunun boynuna kirli ip bağlar. Hem it hem de merkep gibi bağırtarak pir ve cemaatın önüne çıkartır. Meydanda yedi hokka (9, 981 kg) ağırlığında bir cisim boynuna asılı olarak yarım saat ayakta, yani Mansur Dârında bekletilir. Kırk sopa vurulur ve ayrıca yine kızgın demirle el ve ayakları dağlanır. 40 akça mürşid ve 50 akça ise pir hakkı alınır. Ondan sonra bir kurbanla görülüp sorulabilir. "5. Burç: Kızını Allahın emriyle birine vermiş, yani sözü kesilmiş ama sonra sözden dönüş yapıp, bir başkasına vermiş olanlar, kıyılmış nikahı bozanlar ve bunu yapanlara yardım edenler suçludurlar. "Altı yıl ceme alınmazlar bu gibiler, düşkündürler. Komşuluk ve akrabalık ilişkileri kesilir. Bu süre içinde selam-sabah kesilir ve kimse yardım edemez onlara. Ekmek vermez ve ekmeğini yemezler. Altıncı yılın sonunda rehbere gelir ve rehber onun boynuna pisliğe batırılmış bir ip takar huzura getirir. "Dâr meydanına çıkarken domuz gibi burnunu yerde sürür, it gibi ürür ve merkep gibi anırır. Ağlayıp sızlayarak meydana varır. Cemaat da onunla birlikte ağlayarak Oniki İmama, ehlibeyte ve Allah Muhammed Ali'ye yalvarırlar, dua ederler onun için. "Pir ve cemaat huzurunda on hokka (12, 930 kg.) ağırlığında bir cisim boynunda asılı olarak yarım saat ayakta bekletilir ve altmış sopa vurulur. 50 akça mürşid, 65 akça pir ve 110 akça rehber hakkı alınır. Tövbe ve yeminden sonra ancak bir kurban keserek cem törenlerine katılabilir. "6. Burç: Faize akça (para) verenler, alanlar ve aracılık edenler, bu yolla borçlandırarak bir kimsenin evini, tarlasını bağ ve bahçasını alanlar; hileyle veya zorla başkalarının mallarını elinden alanlar, kumar oynayan ve oynatanlar, bu yolla da başkasının mallarına ele geçirenler 'Günah-ı Kebir' işlemiş olurlar. "Bu gibi düşkünler de altı yıl Muhammed Ali yolundan uzak kalacaklardır. Her türlü komşuluk ve akrabalık ilişkileri kesilecek; ekmeği yemeği yenilmeyecek ve selam bile verilmeyecek. "Düşkünlük süresi bittiğinde rehber pislikle yoğurulmuş bir ipi boynuna takarak pir huzuruna getirecek ve hayvan gibi dört ayaklı olarak yürüttürecek. Bu durumda sırtında üç batman (23, 084 kg.) ağırlığında yük taşıyacak. Domuz gibi burnunu yere sürecek. Ondan sonra pirin ve cemaatın önüne alınacak. Burada aynı yük boynunda kırkbeş dakika ayakta, yani Dârda bekleyecektir. '45 sopa vurulduktan sonra kızgın demirle el ve ayakları dağlanacak. Tövbe ve yemin ettirilecek. 60 akça halife, 70 akça pir ve 125 akça rehber hakkı alındıktan sonra bir kurbanla görgüye girecektir! "7. Burç: Karısını boşamış olanlar, boşanmamış nikahlı kadın kaçıranlar ve bunlara yardım edenler suçludur. Bu suçları işleyenler yedi yıl pir ve çemaat huzuruna çıkamazlar, düşkündürler. İneği, öküzü ve davarlarını köyün sığır ve davar sürüsüne katmazlar. Onlarla, evine gidip komşuluk edilmez. Selam verilip, selamı alınmaz ve ekmeği yenilmez. "Bu kişi yedi yıl sonra rehbere götürülür. Rehber, pisliğe batırılmış ip boynunda yederek pir huzuruna getirirken eşek gibi anıracak ve domuz gibi burnunu yere sürecek ve üç kez huzurdan kovulacak. Ama üç kez de aynı biçimde davranacak. "Üçüncüsünde kabul edilecek. Dârda ağır bir cisim boynunda bir saat bekletildikten sonra seksen sopa vurulacak. Ayrıca taşlı ve dikenli yolda bir saat yalınayak yürütülecek. Dili ve ayakları kızgın demirle dağlanacak. Huzura gerçek kabul bu cezalardan sonra olacaktır. "Yeniden Muhammed Ali yoluna girmesi için üç kurban kesecek. Kurbanlardan birisi köpeklere atılacak. İkincisi öksüzlere ve küçük çocuklara, yani cem dışındakilere dağıtılacak. Cemdeki canlara getirdiği o yılın kurbanı ayrı kazanda pişirilip dağıtılacak. Görgülü canların kurban aşına karıştırılmayacak. "Ayrıca 90 akça halife, 100 akça pir, 150 akça rehber hakkı olmak üzere para cezası alınacak. Bunun dışında boşadığı kadın evlenmediği sürece, yıllık nafakasını düzenli olarak ödeyecektir.