Bir Baba Bir Evlat Fırat henüz sekiz yaşında, ilkokul ikinci sınıfa giden, küçük, tatlı bir çocuktur. Çok akıllı ve çok çalışkandır fakat babası, öz oğlu olmasına rağmen onu hiç sevmemektedir, adeta oğlundan nefret etmektedir. Bunun sebebi; Fırat'ın annesinin doğum yapması sakıncalı olduğu halde doğum yapma kararı alması ve Fırat Nehri kenarında otururken ani bir sancıyla Fırat'ı doğururken hayatını kaybetmesidir. Babası, Fırat doğduğu andan itibaren sadece > demiş ve hiç ama hiç bir zaman onunla ilgilenmemiştir. Fırat'ı halaları yetiştirir. Hüseyin, Fırat'a hiç bir şekilde babalık yapmadığı halde hep ona karışır ve bağırır hatta sokağa çıkmasını, okula gitmesini bile istemez ama bu konuda halaları, Fırat'a destek verir. Fırat, orta okula geçtiğinde de babasının onunla ilgili düşünceleri değişmemiştir. Onun adam olmayacağını, okuyamayacağını söyler. " Eline kitap defter aldığı bile yok. Hep sokakta, oyunda, soytarılıkta " laflarını ve öfkesini tekrarlayıp durur. Oysa Fırat, babasının kendisini oyun oynuyor sandığı vakitlerde günün yarısını okulda, yarısını ise bir ayakkabıcıda çalışıp para kazanarak geçirmektedir. Liseye başlayacağı zamana kadar bu böyle devam etmiştir. Ancak bir gün, halalarının konuşmasında tesadüfen babasının neden kendisini sevmediğini duymuş, çok üzülmüş ve kendini suçlu hissederek gitmeye karar vermiştir. Fırat, hem bugüne kadar biriktirdiği paralarla hem halalarının yardımıyla artık, İstanbul'da yine okuyarak ve çalışarak yaşayacaktır. Fırat'ın gideceği gün gelmiştir. Önce halalarına şükranlarını belirtip onlarla ve arkadaşlarıyla vedalaşır. Sonra ise hayatında ilk kez babasının yanına gidip " Biliyorum baba, sen beni sevmiyorsun. Ne yaptım sana onuda bilmiyorum. Anneme -beni doğur- diyende ben değildim. Ben, annemi göremedim bile, düşünsene beni doğururken ölmüş. Sense beni hep düşman bildin oysa ben küçücüktüm daha bebektim. Peki hangimizin hali daha kötü? Hangimiz suçluyuz? Sen, bana hiç bir zaman ' Oğlum ' diye seslenmedin ama ben yinede sana 'Baba ' diyorum, senden nefret etmiyorum. Artık, burada olmayacağım, sende rahat edersin. Gidiyorum, hoşçakal baba " der ve gider. Fırat, liseyi ve ardından İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini çok iyi derecelerle bitirmiş ve araştırmacı bir doktor olmuştur. Geçen zaman içerisinde üstün başarılar göstererek, çaresi olmayan hastalıklara çeşitli ilaçlar ve tedavi yöntemleri bularak Türk ve Dünya Tıp Tarihinin en önemli cerrahlarından biri haline gelmiştir. Tüm gazeteler, televizyonlar ondan bahsetmekte, insanlar ona gıptayla bakmaktadır. Bir gün sağlık programlarının ve tıp ile ilgili gelişmelerin yer aldığı özel bir televizyon kanalının, kendisini kutlamak üzere düzenlediği gecede bir konuşma yapar: " Öncelikle şahsıma böyle bir gece düzenlediğiniz ve beni burada yalnız bırakmadığınız için hepinize teşekkür ederim. Bu çok onur verici bir durum ancak benim söyleyeceklerim biraz daha farklı. Evet şu an çok mutlu olmam gerekir değil mi? İşimde başarılıyım, param var, herkes benden bahsediyor, diğer dünya ülkeleride beni tanıyor, insanlar beni seviyor, sayıyor, adıma onur geceleri düzenleniyor. Çok ama çok mutlu olmalıyım oysa zerre kadar mutlu değilim. Belkide delirdiğimi düşünüyorsunuz şu an ama inanın bana eğer benim yerimde olsaydınız, benim yaşadıklarımı yaşasaydınız sizde mutlu olamazdınız.Tamam herşeyim var ama öyle bir eksik var ki benim hayatımda, sahip olduğum hiçbirşey onu bana getiremez. İşte o, babam ve baba sevgisi. Siz hiç, daha dünyaya gözlerini açar açmaz babası tarafından lanetlenen ve babasının ömrü boyunca hiç sevmediği, hep aşağıladığı bir insan gördünüz mü? Ne kadar mutlu olduğuma yada olabileceğime bakarsanız anlarsınız! İşte bu benim hayat hikayem. Lütfen kusurumabakmayın, böyle güzel ve özel bir gecede size bu durumu anlattığım için üzgünüm ama madem gece benim adıma, bende ' Fırat Ersan ' isminin dahi kin ve nefret ile konulduğunu belirtmek istedim. Sizlerden tekrar özür dilerim ve her şey için bir kez daha teşekkür ederim. " Kaderin tuhaf bir cilvesidir. Onun, bu konuşmayı yaptığı saatlerde çalıştığı ve aynı zamanda sahibi olduğu hastaneye Elazığ'dan bir hasta sevkedilir ki bu hasta, Fırat'ın babasıdır. Nöbetçi doktorlar, ilk müdaheleleri, gerekli işlemleri, kontrolleri yaparlar ve Fırat'a haber verirler. Fırat, hastaneye gidip babasını orada o halde görünce şaşkınlıkla karışık, sevgi ile nefret arasında gidip gelen duygulara kapılmıştı. Babası yoğun bakımdaydı ve iki ay boyunca öyle kalacak, tedavisi bu şekilde sürecekti. Fırat, o iki aylık süre içerisinde babasıyla çok güzel bir şekilde, titizlikle ilgilenmiş ve işi olmadığı gecelerde yanında kalmıştır ancak içten içe, babasının kendisine yaşattıklarını unutmamakta ve onu affetmemektedir çünkü ona göre, bu saatten sonra baba demek hiç bir şey ifade etmeyecekti. İki ay geçmiş, Hüseyin iyileşip sağlığına tamamen kavuşmuştur ancak kontrol amacıyla bir gün daha hastanede kalması gerekmektedir. Odasındaki hemşirelerin konuşmalarında ' Fırat Ersan ' adını duyunca sorar: _ Beni, oğlum mu kurtardı? Bu sırada kapıdan içeri girerken bunu duyan Fırat: _ Hayır. Senin oğlun yok ki! O, daha doğarken ölmüş aslında ama kimse anlayamamış diyerek odadan çıkıp gider ve işte o an Hüseyin, şimdiye kadar hiç inanmadığı kader'ine ağlar.
bence bu ınsan baba olmayı haketmıyomus zaten :-o emegıne saglık can hıc bır cocugun bu duruma dusmemesını dılerım onu cok ıyı anlıyorum :-o