BELKI BEN Belki ben O günden Çok daha evvel, Köprü başında sallanarak Bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım. Belki ben O günden Çok daha sonra , Matruş çenemde ak bir sakalın izi Sağ kalacağım... Ve ben O günden Çok daha sonra: Sağ kalırsam eğer, Şehrin meydan kenarlarında yaslanıp Duvarlara Son kavgadan benim gibi sağ kalan İhtiyarlara, Bayram akşamlarında keman Çalacağım... Etrafta mükemmel bir gecenin Işıklı kaldırımları Ve yeni şarkılar söyleyen Yeni insanların Adımları... NAZIM HİKMET RAN
BEN İÇERI DÜŞTÜĞÜMDEN BERI Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’ Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’ Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’ Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri Yedibuçuğu doldurup çıktı. Dolaştı dışarda bi vakit, Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar. Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda... Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar. Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları, Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan. Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur. Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri... Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene Sonra vesikaya bindi Bizim burda, içerde Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine ‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, Ve kahreden yaratan ki onlardır, Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’ Ve gayrısı Mesela, benim on sene yatmam Laf’ı güzaf... NAZIM HİKMET RAN
BEN SEN O O, yalnız ağaran tanyerini görüyor Ben, geceyi de Sen, yalnız geceyi görüyorsun, Ben ağaran tanyerinide. NAZIM HİKMET RAN
BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK ISTERIM... Ben Senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen Gideni bulacak mi zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, Beni yaktırırsın, Odanda ocağın Üstüne korsun İçinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, Şeffaf, Beyaz camdan olsun Ki içinde beni görebilesin Fedakârlığımı anlıyorsun: Vazgeçtim toprak olmaktan, Vazgeçtim çiçek olmaktan Senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum Yaşıyorum yanında senin. Sonra, sende ölünce Kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız Külümün içinde külün Ta ki bir savruk gelin Yahut vefasız bir torun Bizi ordan atana kadar... Ama Biz O zamana kadar O kadar karışacağız ki birbirimize, Atıldığımız çöplükte bile Zerrelerimiz Yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek Bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse Sapında muhakkak iki çiçek açacak: Biri Sen Biri de Ben. Ben Daha olumlu düşünüyorum Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, Ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum Bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey: Belki diyor. NAZIM HİKMET RAN
BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karıştı şimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de şimdi herkes gibisin Gönlümle baş başa düşündüm demin; Artık bir sihirsiz nefes gibisin. Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin Akisleri sönen bir ses gibisin. Mâziye karışıp sevda yeminim, Bir anda unuttum seni, eminim Kalbimde kalbine yok bile kinim Bence artık sen de herkes gibisin. NAZIM HİKMET RAN BERKLEY... Behey Berkley! Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu. Felsefenden tüten günlük kokusu Başımızı döndürmek içindir. Hayat kavgasında bizi Dizüstü süründürmek içindir. Behey Berkley, Behey Allahın Cebrail şeklindeki Ezraili, Behey on sekizinci asrın en filozof katili! Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde Adımlarının sesi. Hâlâ uluyor adımlarının sesine Tüyleri kanlı bir köpek. Hâlâ Her gece titreyerek Görüyor gölgeni İskoçya köylüleri Evlerinin Camlarında! Hâlâ Kanlı beş parmağının izi var O beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında! Behey Berkley! Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi, Kıralın şövalyesi, Sermayenin altın sesi, Ve Allahın peskoposu! Felsefenden tüten günlük kokusu Başımızı döndürmek içindir. Hayat kavgasında bizi Dizüstü süründürmek içindir! Her kelimen Kelepçelerken Bileklerimizi, Kıvrılan Bir yılan Gibi satırların Sokmak istiyor yüreklerimizi. Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin. Sivriliyor kitaplarından ismin Sivri yosunlu ucundan Kızıl kan Damlıyan Yeşil bir diş gibi. Her kitabın Diz çökmüş önünde Rabbın Kara kuşaklı bir keşiş gibi.. Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın, İnandıracaktın? Biz İsanın vuslatını bekleyen Bir rahibe değiliz ki! Behey Berkley! Behey tilkilerin şahı tilki! Çalarken satırların zafer düdüğü, Küçük bir taş parçasının en küçüğü İmparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına, Hemen anlaşmak için Bir kapı açıyorsun, Binip Allahının sırtına Soldan geri kaçıyorsun! Kaçma dur! Her yol Romaya gider, — bu belki doğrudur — Fakat Fikri evvel gören her felsefenin Safsata iklimidir yelken açtığı yer! Bu bir hakikat — hem de mutlak cinsinden —! İşte sen İşte senin felsefen: Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün Cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün Parlak Yuvarlak Elmaya: «Fikirlerin bir Terkibidir, » Diyorsun! Dışımızda bize bağlanmadan Var olan Varlığı İnkâr ediyorsun! Şu mavi deniz Şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi, Kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi? Mademki kendi fikrindir yüzen gemi, Mademki kendi fikrindir umman, Ne zaman var, Ne mekân! Ne senin haricinde bir vücut Ne senden evvel kimse mevcut, Ne senden sonra kâinat baki Bir sen Bir de Allah hakikî. Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı! Senin dışında değil miydi Kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı? Yoksa kendi altında sen Kendinle mi yattın? Diyelim ki senden evvel baban yok İsa gibi. Yine fakat bacakları arasından çıktığın Meryem gibi bir anan da mı yok! Diyelim ki yapyalnızsın Turu Sinada Musa gibi, Ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok! Çok yalan söylemişsin çok. Sen emin ol ki Berkley — olmasan da zarar yok — Bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey: Biraz alay Biraz şaka Ve birkaç tokat — eldivensiz cinsinden — Neyleyim? Neş'e kavganın musikisidir. Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz Neş'enin çelik ahengini duymayan adam; Neş'e... İyi şeydir vesselam, — baş döndürmezse eğer — Ve işte bizimkiler Güldüler mi, Ağız dolusu gülüyorlar. Kabahat onların kuvvetinde: Yoksa ne sende Ne de bende! Dinle Berkley! — dinlemesen de olur — Biz dinleyelim: Beynimiz bal yoğuran Bir kovan. Ona balı dolduran Arıdır hayat. Aldığımız hislerin Sonsuz derin Pınarıdır kâinat! Kâinat geniş Kâinat derin Kâinat uçsuz bucaksız! Biz onun parçaları, Biz ondan doğan bir sürü bacaksız! Biz o bacaksızların — anasını inkâr etmeyen cinsi — Çünkü biz Emredenlere emir verenlerden değiliz! Bağlıyız toprağa Kalın halatlar gibi kollarımızla! Çelik dişleri şimşekli çarklılar Koparırken kara toprağın esrarını, Biz Seyretmedeyiz Cihan içinden cihanların Doğuşunu; Kehkeşanların Gümüş aydınlığında! Görmüşüz, Görmedeyiz Yılların yollarında toprak oluşunu Kızıl kadife dudaklı kızların! Çiziyor hareketi gözlerimize Sonsuz maviliklerde Kuyrukluyıldızların Sırma saçlarından kalan izler. Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler! .. Şu denizler, Şu denizlerin üstünde denizler gibi esen, Rüzgârların uğultusu. Şu ipi kopmuş İnci bir gerdanlık gibi damlayan su, Şu bir damla su, Uzaklaştıkça, yaklaşılan Hakikati gizler.. Her yeni ummanla beraber Bir yeni imkân! Kâinat geniş Kâinat derin Kâinat uçsuz bucaksız! Behey! Berkley! Behey bir karış boyuna bakmadan Karpatları inkâr eden cüce! Ahrete gittiysen eğer Oradan bir taç gönder, Süslemek için Allahının kafasını! Fakat buradan Topla hemen tarağını tasını, Haraç mezat! Haraç mezat! Götür pazara bir pula sat: Topraktaki saltanatın Göğe çıkan tahtını! Yok üstünde tabiatın Tabiattan gayri kuvvet! .. Tabiat geniş Tabiat derin Tabiat uçsuz bucaksız! .. NAZIM HİKMET RAN
BEŞ SATIRLA... Annelerin ninnilerinden Spikerin okuduğu habere kadar, Yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı, Anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık, Anlamak gideni ve gelmekte olanı. NAZIM HİKMET RAN
BEYAZIT MEYDANINDAKI ÖLÜ... Bir ölü yatıyor On dokuz yaşında bir delikanlı Gündüzleri güneşte Geceleri yıldızların altında İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda. Bir ölü yatıyor Ders kitabı bir elinde Bir elinde başlamadan biten rüyası Bin dokuz yüz altmış yılı nisanında İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda. Bir ölü yatıyor Vurdular Kurşun yarası Kızıl karanfil gibi açmış alnında İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda. Bir ölü yatacak Toprağa şıp şıp damlayacak kanı Silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip Zaptedene kadar Büyük meydanı. NAZIM HİKMET RAN
Bırak Doktor, Varsın Çatlasın Bu Yürek kaç kere beraberce yazmışız şiirlerimi kaç kere mavi dumandan avuçlarına onun koymuşum yanan başımı sanmıyorum kötülük edeceğini bana ama ilminize hürmeten ve güzel hatırınız için Lidi Vanna peki terkedeyim tütünü; mapushane yoldaşımı peki Lidi Vanna kafayı çekmeyeyim ne şarap , ne votka , ne rakı hatta yılbaşı gecesi bayramlarda hata hatta Kosti'nin doğumgünü . . zaten evet en kolayı bu , kırk yıl içmesem aklıma gelmez meret peki saat on dedi mi yatrayım yatağa hasta kalbimi çocuklarla kuşlarla beraber halbuki mesela geç vakit , geceleyin kışın hele rahatsız etmeden büyük uykudaki insanı usulcacık geçip Kızıl Meydan'ı dolaşmaya bayılırım rıhtımında Moskova nehrinin . . yahut da sabahlamaya Lidi Vanna , usta bir kitabın aydınlığında . . peki en azından altı ay daha yarin dudağından uzak durayım zaten ayrılık var arada anlıyorum Lidi Vanna , yoldaşım yüksek emirlerinize riayet gerek yoksa üçüncü bir enfarkt ve el bombası gibi patlayıp dağılabilir yürek . . anlıyorum fakat ; "sevinç , öfke , keder tütünden de diyorsunuz , uykusuzluktan da beter" iyi ama doktorcuğum mesela , nasıl sevinmem dolu dizgin gördükçe ben komünist burda komünizmin elle tutulur hale geldiğini yahut bu nisan ayında Fransız seçimlerinde en çok bizimkilerin oy aldığını? benim akıllı doktorum , insaf edin , nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi? çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin sonra , mesela belki görmeyeceğim bir daha anasıyla Memed'imi kederlenmemek elde mi güzel gözlü doktorum , elde mi ? sözün kısası Lidi Vanna , şefkatli emeğiniziboşa çıkaracağım diye kızmayın bana . . BEN VEKARLI , SAKİN , VURDUMDUYMAZ BİR KAYA GİBİ DENİZ KIYISINDA YAŞAMAYA SÖZ VEREMEYECEĞİM . . BIRAKIN DOKTOR , YÜREK BU , BAKIN NASIL ÇARPIYOR ÇATLAYACAKSA ÖFKEDEN , KEDERDEN , SEVİNÇTEN VARSIN ÇATLASIN NAZIM HİKMET
BIR ACAYIP DUYGU... Mürdüm eriği Çiçek açmıştır. — ilkönce zerdali çiçek açar Mürdüm en sonra — Sevgilim, Çimenin üzerine Diz üstü oturalım Karşı-be-karşı. Hava lezzetli ve aydınlık — fakat iyice ısınmadı daha — Çağlanın kabuğu Yemyeşil tüylüdür Henüz yumuşacık... Bahtiyarız Yaşayabildiğimiz için. Herhalde çoktan öldürülmüştük Sen londra'da olsaydın Ben tobruk'ta olsaydım, bir ingiliz şilebinde yahut... Sevgilim, Ellerini koy dizlerine — bileklerin kalın ve beyaz — Sol avucunu çevir: Gün ışığı avucunun içindedir Kayısı gibi... Dünkü hava akınında ölenlerin Yüz kadarı beş yaşından aşağı, Yirmi dördü emzikte... Sevgilim, Nar tanesinin rengine bayılırım — nar tanesi, nur tanesi — Kavunda ıtrı severim Mayhoşluğu erikte..........» .......... Yağmurlu bir gün Yemişlerden ve senden uzak — daha bir tek ağaç bahar açmadı Kar yağması ihtimali bile var — Bursa cezaevinde Acayip bir duyguya kapılarak Ve kahredici bir öfke içinde İnadıma yazıyorum bunları, Kendime ve sevgili insanlarıma inat. NAZIM HİKMET RAN
BIR AYRILIŞ HIKAYESI... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya... Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz... Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın - yüzü güneşli bir ana gibi - en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak... Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere... Kapandı bir pencere... AYRILDILAR... NAZIM HİKMET RAN
BIR CEZAEVINDE, TECRITTEKI ADAMIN MEKTUPLARI... 1 Senin adını Kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım. Malum ya, bulunduğum yerde Ne sapı sedefli bir çakı var, (bizlere âlâtı-katıa verilmez) , Ne de başı bulutlarda bir çınar. Belki avluda bir ağaç bulunur ama Gökyüzünü başımın üstünde görmek Bana yasak... Burası benden başka kaç insanın evidir? Bilmiyorum. Ben bir başıma onlardan uzağım, Hep birlikte onlar benden uzak. Bana kendimden başkasıyla konuşmak Yasak. Ben de kendi kendimle konuşuyorum. Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi Şarkı söylüyorum karıcığım. Hem, ne dersin, O berbat, ayarsız sesim Öyle bir dokunuyor ki içime Yüreğim parçalanıyor. Ve tıpkı o eski Acıklı hikâyelerdeki Yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek, Mavi gözleri ıslak Kırmızı, küçücük burnunu çekerek Senin bağrına sokulmak istiyor. Yüzümü kızartmıyor benim Onun bu an Böyle zayıf Böyle hodbin Böyle sadece insan Oluşu. Belki bu hâlin Fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır. Belki de sebep buna Bana aylardır Kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan Bu demirli pencere Bu toprak testi Bu dört duvardır... Saat beş, karıcığım. Dışarda susuzluğu Acayip fısıltısı Toprak damı Ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran Bir sakat ve sıska atıyla, Yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı Dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla Ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı. Bugün de apansız gece olacaktır. Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın. Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan Bu ümitsiz tabiatın Ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır. Yine o malum sonuna erdik demektir işin, Yani bugün de mükellef bir daüssıla için Yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam. Ben, Ben içerdeki adam Yine mutad hünerimi göstereceğim Ve çocukluk günlerimin ince sazıyla Suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla Yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı Seni böyle uzak, Seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi Kafamın içinde duymak... 2 Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire Taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire... Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar, Dışarda bozkırın üstünde pırıltılar... Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet, Suyu donmayan testi Ve sabahları çimentonun üstünde güneş... Güneş, Artık o her gün öğle vaktine kadar, Bana yakın, benden uzak, Sönerek, ışılda***** Yürür... Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara, Başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı: Dışarda akşam olur, Bulutsuz bir bahar akşamı... İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl. Velhasıl O pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle Bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı Hürriyet denen ifrit... Bu bittecrübe sabit, karıcığım, Bittecrübe sabit... 3 Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak Bu kadar mavi Bu kadar geniş olduğuna şaşarak Kımıldanmadan durdum. Sonra saygıyla toprağa oturdum, Dayadım sırtımı duvara. Bu anda ne düşmek dalgalara, Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım... NAZIM HİKMET RAN
BIR DAKIKA Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor, Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı.. Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı. Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor Yakın olayım diye bu gökten gelen ize Öyle eğilmişim ki kayalardan denize Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim Doğruldum atılırken bir dakika titredim Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden. NAZIM HİKMET RAN
BIR FOTOĞRAFA Karşımdasın iste... Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an, Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an iste, Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi... Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde. Demiştim sana hatırlarsan: “Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil, ‘zamanla bırakmamak ’tır..” Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim... NAZIM HİKMET RAN
BIR GEMICI TÜRKÜSÜ... Rüzgâr, Yıldızlar Ve su. Bir afrika rüyasının uykusu Düşmüş dalgalara. Işıltılı, kara Bir yelken gibi ince Direğinde geminin. Geçmekteyiz içinden Bir sayısız Bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. Yıldızlar Rüzgâr Ve su. Başüstünde bir gemici korosu Su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, Yıldızlar gibi Rüzgâr gibi Su gibi bir türkü. Bu türkü diyor ki, «korkumuz yok! İnmedi bir gün bile gözlerimize Bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.» Bu türkü Diyor ki, «bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz Ölümün önünde sigaramızı.» Bu türkü Diyor ki, «çizmişiz rotamızı Dostların alkışlarıyla değil Gıcırtısıyla düşmanın Dişlerinin.» Bu türkü diyor ki, «dövüşmek..» Bu türkü diyor ki, «ışıklı büyük Işıklı geniş ve sınırsız bir limana Dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» Bu türkü diyor ki, «yıldızlar Rüzgâr Ve su...» Başüstünde bir gemici korosu Bir türkü söylüyor; Yıldızlar gibi Rüzgâr gibi, Su gibi bir türkü.. NAZIM HİKMET RAN
BIR HAZIN HÜRRIYET... Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan Yoğurursun Bütün nimetlerin hamurunu. Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı Karun etmek hürriyetiyle hürsün! Sen doğar doğmaz dikilirler tepene, İşler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan Değirmenleri, Büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan Hürriyetiyle hürsün! Başın ensenden kesik gibi düşük, Kolların iki yanında upuzun, Büyük hürriyetinle dolaşıp durursun, İşsiz kalmak hürriyetiyle hürsün! En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela, Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber, Hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün! Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki, Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura Doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün! Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin, Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi, Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle Hürsün Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok Hürsün. Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında. NAZIM HİKMET RAN
BIR KIZ VARDI JAPONYA'DA Bir kız vardı japonyada Ufacık, tefecik bir kız, Bir bulut vardı dünyada İşi: öldürmekti yalnız. Bu bulut bu kızcağızın Öldürdü nineciğini, Külünü göğe savurdu, Sonra, yine apansızın Gelip babasını vurdu, Sonra da kızın kendisini. Ve doymadı ve doymadı Yeni kurbanlar arıyor. Atom ölümüdür adı, Karanlıkta bağırıyor. Büyük bir birlik kuralım, Canavarı susturalım. Savaş cengine gidelim, Canavarı yok edelim. NAZIM HİKMET RAN
BIR KOMIK ADEM Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla, Han hamam, apartıman ve konaklarıyla, Çatal, bıçak, tabak ve bardaklarıyla, 16 sayfaları, baskı makinaları-tanklarıyla, Yamak ve yardaklarıyla Hücuma kalktılar! .. Hele içlerinde öyle bir tanesi var, Öyle bir tanesi var ki: İnsanın yüzüne öyle bakar, Öyle melûl bakar ki: Toka edersin eline papelini. Ve sıkar sıkmaz onun belini Sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırpar elini.. O komik bir âdemdir. Portakal oğlu zâdemdir. * Han, hamam, apartıman ve konaklarınızla, Çatal, bıçak, tabak ve bardaklarınızla, Yamak ve yardaklarınızla Hücuma kalktınız! Hak varsa eğer, Hücuma kalkmak hakkınız.. Efendiler, İkinizle teker teker Paylaştık kozumuzu! Şimdi sıra onun, Gelsin o! ! Gel. Sen: İtlerini öne itip Karanlıkta yol kesen Hatip! ! ! Sen: Beşinci mehmedin saltanatını, Halifenin altın nallı kır atını, Papellerin kat katını Ve teneke suratını, Doldurup torbana Sıska sırtında taşıyorsun.. Torbanı doldurmak için yaşıyorsun. Bana gelince Ben: Geniş omuzlarımda dimdik bir kelle taşıyorum. Ve yaşıyorum: Kellemin İçindeki İçin.. Farkındayım niçin: Kan Fışkırıyor Bana bakan 'Ateş feşan? ! ' Gözlerinden... Ve niçin: Cümleler ezberlemişsin Fehim paşanın sözlerinden... Fehim paşanın hayrülhalefi, Bize sökmez afi.. Çıkmak istediğim yaldızlı merdiven yok. Kalbimin elinde ipekli eldiven yok.. Çıplak bir yumruk gibi kalbimi soymuşum. Kellemin İçindeki İçin, Kellemi koymuşum.. Sen... Hayır... Seninle böyle konuşmak istemem.. Hem, Ben ki yegâne asaleti Dişli düşmanla boğuşmakta bulanım, Seninle boğuşmak istemem.. Sen bir komik âdemsin. Portakal oğlu zâdemsin. Toka ederler papelini, Sıkarlar senin belini, Sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırparsın elini. Sen bir komik âdemsin! .. Sen... Fehim paşanın hayrülhalefi......................... Bu kadarı kafi....... NAZIM HİKMET RAN
BIR KÜVET HIKAYESI... 1 Süleyman'a karısı telefon etti: — konuşan ben, Ben, fahire. Tanımadın mı sesimden? Demek çok bağırdım birdenbire. Çığlık mı? Belki... Hayır, Çocuklar hasta değil. Dinle beni: İşini bırak da gel, Çabuk ol ama. Telefonda anlatamam, Olmaz. Daha kıyamet kadar vakit var akşama. Saatlar, saatlar, Kıyamet kadar. Sorma. Dinle beni... Hemen vapur bulamazsan Üsküdar'a kayıkla geç. Bir taksiye atla. Paran yoksa Patrondan avans al. Yolda hiçbir şey düşünme, Mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış. Yalan kuvvetliye söylenir Ben kuvvetsizim. Alay etme kuzum. Evet kar yağacak, Evet Hava güzel. Koynuna girdiğim adam gibi Kocam gibi değil, Büyüğüm, akıllım, Babam gibi gel... 2 Geldi süleyman, Fahire, kocası süleyman'a sordu: — doğru mu? — evet. — teşekkür ederim süleyman. Bak işte rahatladım. Bak işte ağlamıyorum artık. Nerde buluşuyordunuz? — bir otelde. — beyoğlu tarafında mı? — evet. — kaç defa? — ya üç, ya dört. — üç mü, dört mü? — bilmiyorum. — bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman? — bilmiyorum. — demek ki bir otel odasında. Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi. Bir ingiliz romanında okudum, Bu işlere yarayan otellerde Kırık küvetler varmış. Sizinkinde de var mıydı süleyman? — bilmiyorum. — hele düşün, Toz pembe çiçekli, kırık bir küvet? — evet. — hiç hediye verdin mi? — hayır. — çukulata, filân? — bir defa. — çok mu seviyordun? — sevmek mi? Hayır... — başkaları da var mı süleyman? — yok. — olmadı mı? — hayır. — bunu sevdin demek... Başkaları da olsaydı Daha rahat ederdim... Çok mu güzel yatıyordu? — hayır. — doğru söyle, bak ne kadar cesurum... — doğru söylüyorum... — zaten gösterdiler bana. İnek gibi karı. Belimden kalın bacakları... Fakat zevk meselesi bu... Bir sual daha, süleyman: Niçin? — bilmiyorum... Karanlıkta pencerenin hizasında Karlı, ağır bir çam dalı. Bir hayli zaman oldu Sofada asma saat on ikiyi çalalı. 3 Süleyman'ın karısı fahire Şunları anlattı kocasına ertesi gün: —... Dayanılmaz bir acı halindeydi Kendime karşı duyduğum merhamet, Ölmeye karar verdimdi, süleyman... Annem, çocuklarım ve en önde sen Bulacaktınız karda ayak izlerimi. Bekçi, polisler, bir tahta merdiven Ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız Arka arsada bostan kuyusundan. Kolay mı? Gece bostan kuyusuna doğru yürümek, Sonra kenarına çıkıp durarak Baş aşağı atlamak karanlığına? Fakat bulmadınızsa eğer Karda ayak izlerimi Sade korktuğumdan değil. Bekçi, merdiven, polisler, Dedikodu, kepazelik, Aldatılmış bir zevcenin intiharı: Komik. Niçin öldüğümü anlatmak müşkül. Kime? Herkese, sana meselâ. İnsan, ölmeye karar verirken bile İnsanları düşünüyor... Sen yatakta uyuyordun Yüzün rahat, Her zaman nasıl uyursan Ondan evvel ve o varken. Dışarda kar yağmaya başladı. Bir tek gecelikle çıkmak balkona: Zatürree ertesi gün, Nümayişsiz ölüvermek. Hayır, Hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali. Yaktım sobamızı. İyice ısınmak lâzım ilkönce. Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış. Pencereye, kara bakıyorum: «eşini gaip eyleyen bir kuş Gibi kar Geçen eyyamı nev baharı arar...» Babam bu şiiri çok severdi. Sen beğenmezsin. «sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...» Lambayı söndürmeden balkona çıktım. «... Gibi kar Düşer düşer ağlar...» Oturdum balkonda iskemleye. Havada çıt yok. Karanlık bembeyaz. Uykudayım sanki. Sanki çok sevdiğim bir insan Korkarak beni uyandırmaktan Yumuşacık dolaşıyor etrafımda. Üşümüyordum. Kederim duruluyor Berraklaşıyor. Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık Sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin. Ben rehavetli bir mahzunluk içinde Acayip şeyler düşünüyordum: Feneryolu'ndaki çınar 150 yaşındaymış. Ömrü bir gün süren böcekler. Gün gelecek İnsanlar çok uzun Çok bahtiyar yaşayacaklar. İnsanın yüreği ve kafası var... İnsanın elleri... İnsan? Ne zamanki, Nerdeki, Hangi sınıftan? Onların insanları, Bizim insanlarımız. Ve her şeye rağmen Yeni bir dünya için yapılan kavga. Sonra sen Ben Bir kırık küvet Ve benim Kendime karşı duyduğum merhamet... Kar durdu. Sökmek üzre şafak. Utanarak Odaya döndüm. O anda uyansaydın Sarılıp boynuna... Uyanmadın. Evet, Çok şükür nezle bile değilim. Şimdi? Zaman zaman hatırlayıp Zaman zaman unutacağım. Yine yan yana yaşayacağız Beni sevdiğine emin olarak. 4 Altı ay kadar geçti aradan. Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı. Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı. Fahire birdenbire durdu Baktı muhabbetle kocasının gözlerine Ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu. NAZIM HİKMET RAN
BIR ŞEHIR Bir kaç yokuş tırmandım bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm Burnumun doğrusuna yürüdüm yürüdüm Bir kapı açıldı girdim Yitirdim kendimi kendi içimde Bilmediğim bir şehir Görmediğim biçimde evleri Kimi karınca yuvası kimi bomboş Kimi baştan aşağı pencere kimi kör duvar Bir sokağa saptım çamurlu dar eğri büğrü Dönüp dolaştırdı getirdi beni eski yere Asfalt bir caddeyi çıktım bulvar ortası Uzayıp gidiyor tan yerine kadar dosdoğru geniş Bir mahallede yağmur yağıyor Bitişinde güneş Üçüncüsünde ayışığı Bir köprü geçtim Yarısında fenerler pırıl pırıl Yarısı kapkaranlıktı Yan yana iki ağaç gördüm Yaprak kımıldamıyor birinde Öbürü kıvrana kıvrana inleyip haykırıyor Bir şehirde bir birine benzemiyor hiçbir şey İnsanları bir yana Onların hepsi ikizdi üçüzdü beşizdi onuzdu milyonuzdu Hepsi korkak Hepsi yiğit Hepsi aptal Hepsi akıllıydı Hepsi domuzdu Hepsi melekti. NAZIM HİKMET RAN
BIR YOLCULUK ÜSTÜNE Açıyoruz kapıları, Kapıyoruz kapıları, Geçiyoruz kapılardan Ve biricik yolculuğun sonunda Ne şehir, Ne liman Tren yoldan çıkıyor, Batıyor gemi Düşüyor uçak. Harita çizilmiş buzun üstüne Elimde olsaydı bu yolculuğa Başlayıp başlamamak Başlardım yine . NAZIM HİKMET RAN