Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-1

Konu, 'Ustalara Saygı' kısmında eCe tarafından paylaşıldı.

  1. eCe

    eCe Daimi Üye

    BELKI BEN


    Belki ben
    O günden
    Çok daha evvel,
    Köprü başında sallanarak
    Bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
    Belki ben
    O günden
    Çok daha sonra ,
    Matruş çenemde ak bir sakalın izi
    Sağ kalacağım...
    Ve ben
    O günden
    Çok daha sonra:
    Sağ kalırsam eğer,
    Şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
    Duvarlara
    Son kavgadan benim gibi sağ kalan
    İhtiyarlara,
    Bayram akşamlarında keman
    Çalacağım...
    Etrafta mükemmel bir gecenin
    Işıklı kaldırımları
    Ve yeni şarkılar söyleyen
    Yeni insanların
    Adımları...


    NAZIM HİKMET RAN
     
  2. eCe

    eCe Daimi Üye

    BEN İÇERI DÜŞTÜĞÜMDEN BERI


    Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
    Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
    Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün...’
    Bir kurşun kallemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
    Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
    Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat...’
    Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta...’
    Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
    Yedibuçuğu doldurup çıktı.
    Dolaştı dışarda bi vakit,
    Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
    Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda...

    Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
    Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
    Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
    Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.

    Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...
    Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor

    Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
    Sonra vesikaya bindi
    Bizim burda, içerde
    Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
    Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız

    Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
    Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya
    Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman
    Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları
    Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
    Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya

    Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
    Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine
    ‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
    Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
    Ve kahreden yaratan ki onlardır,
    Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’

    Ve gayrısı
    Mesela, benim on sene yatmam
    Laf’ı güzaf...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  3. eCe

    eCe Daimi Üye

    BEN SEN O


    O, yalnız ağaran tanyerini görüyor
    Ben, geceyi de
    Sen, yalnız geceyi görüyorsun,
    Ben ağaran tanyerinide.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  4. eCe

    eCe Daimi Üye

    BEN SENDEN ÖNCE ÖLMEK ISTERIM...



    Ben
    Senden önce ölmek isterim.
    Gidenin arkasından gelen
    Gideni bulacak mi zannediyorsun?
    Ben zannetmiyorum bunu.
    İyisi mi,
    Beni yaktırırsın,
    Odanda ocağın
    Üstüne korsun
    İçinde bir kavanozun.
    Kavanoz camdan olsun,
    Şeffaf,
    Beyaz camdan olsun
    Ki içinde beni görebilesin
    Fedakârlığımı anlıyorsun:
    Vazgeçtim toprak olmaktan,
    Vazgeçtim çiçek olmaktan
    Senin yanında kalabilmek için.
    Ve toz oluyorum
    Yaşıyorum yanında senin.
    Sonra, sende ölünce
    Kavanozuma gelirsin.
    Ve orada beraber yaşarız
    Külümün içinde külün
    Ta ki bir savruk gelin
    Yahut vefasız bir torun
    Bizi ordan atana kadar...
    Ama
    Biz
    O zamana kadar
    O kadar karışacağız ki birbirimize,
    Atıldığımız çöplükte bile
    Zerrelerimiz
    Yan yana düşecek.
    Toprağa beraber dalacağız.
    Ve bir gün yabani bir çiçek
    Bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
    Sapında muhakkak iki çiçek açacak:
    Biri
    Sen
    Biri de
    Ben.
    Ben
    Daha olumlu düşünüyorum
    Ben daha bir çocuk doğuracağım
    Hayat taşıyor içimden.
    Kaynıyor kanım.
    Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
    Ama sen de beraber.
    Ama ölüm de korkutmuyor beni.
    Yalnız pek sevimsiz buluyorum
    Bizim cenaze şeklini.
    Ben ölünceye kadar da
    Bu düzelir herhalde.
    Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
    İçimden bir şey:
    Belki diyor.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  5. eCe

    eCe Daimi Üye

    BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN


    Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
    Onlardan kalbime sevda geçmiyor
    Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
    Çünkü bence şimdi herkes gibisin

    Yolunu beklerken daha dün gece
    Kaçıyorum bugün senden gizlice
    Kalbime baktım da işte iyice
    Anladım ki sen de herkes gibisin

    Büsbütün unuttum seni eminim
    Maziye karıştı şimdi yeminim
    Kalbimde senin için yok bile kinim
    Bence sen de şimdi herkes gibisin

    Gönlümle baş başa düşündüm demin;
    Artık bir sihirsiz nefes gibisin.
    Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
    Akisleri sönen bir ses gibisin.

    Mâziye karışıp sevda yeminim,
    Bir anda unuttum seni, eminim
    Kalbimde kalbine yok bile kinim
    Bence artık sen de herkes gibisin.


    NAZIM HİKMET RAN



    BERKLEY...
    Behey
    Berkley!
    Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    Başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    Dizüstü süründürmek içindir.

    Behey
    Berkley,
    Behey Allahın
    Cebrail şeklindeki Ezraili,
    Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
    Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde
    Adımlarının sesi.
    Hâlâ uluyor adımlarının sesine
    Tüyleri kanlı bir köpek.
    Hâlâ
    Her gece titreyerek
    Görüyor gölgeni İskoçya köylüleri
    Evlerinin
    Camlarında!
    Hâlâ
    Kanlı beş parmağının izi var
    O beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!

    Behey
    Berkley!
    Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
    Kıralın şövalyesi,
    Sermayenin altın sesi,
    Ve Allahın peskoposu!
    Felsefenden tüten günlük kokusu
    Başımızı döndürmek içindir.
    Hayat kavgasında bizi
    Dizüstü süründürmek içindir!

    Her kelimen
    Kelepçelerken
    Bileklerimizi,
    Kıvrılan
    Bir yılan
    Gibi satırların
    Sokmak istiyor yüreklerimizi.
    Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin.
    Sivriliyor kitaplarından ismin
    Sivri yosunlu ucundan
    Kızıl kan
    Damlıyan
    Yeşil bir diş gibi.
    Her kitabın
    Diz çökmüş önünde Rabbın
    Kara kuşaklı bir keşiş gibi..
    Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
    İnandıracaktın?
    Biz İsanın vuslatını bekleyen
    Bir rahibe değiliz ki!

    Behey
    Berkley!
    Behey tilkilerin şahı tilki!
    Çalarken satırların zafer düdüğü,
    Küçük bir taş parçasının en küçüğü
    İmparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
    Hemen anlaşmak için
    Bir kapı açıyorsun,
    Binip Allahının sırtına
    Soldan geri kaçıyorsun!
    Kaçma dur!
    Her yol Romaya gider,
    — bu belki doğrudur —
    Fakat
    Fikri evvel gören her felsefenin
    Safsata iklimidir yelken açtığı yer!
    Bu bir hakikat
    — hem de mutlak cinsinden —!
    İşte sen
    İşte senin felsefen:
    Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
    Cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
    Parlak
    Yuvarlak
    Elmaya:
    «Fikirlerin bir
    Terkibidir, »
    Diyorsun!
    Dışımızda bize bağlanmadan
    Var olan
    Varlığı
    İnkâr ediyorsun!

    Şu mavi deniz
    Şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
    Kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
    Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
    Mademki kendi fikrindir umman,
    Ne zaman var,
    Ne mekân!
    Ne senin haricinde bir vücut
    Ne senden evvel kimse mevcut,
    Ne senden sonra kâinat baki
    Bir sen
    Bir de Allah hakikî.

    Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
    Senin dışında değil miydi
    Kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
    Yoksa kendi altında sen
    Kendinle mi yattın?
    Diyelim ki senden evvel baban yok
    İsa gibi.
    Yine fakat bacakları arasından çıktığın
    Meryem gibi bir anan da mı yok!
    Diyelim ki yapyalnızsın
    Turu Sinada Musa gibi,
    Ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
    Çok yalan söylemişsin çok.

    Sen emin ol ki Berkley
    — olmasan da zarar yok —
    Bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
    Biraz alay
    Biraz şaka
    Ve birkaç tokat
    — eldivensiz cinsinden —
    Neyleyim?
    Neş'e kavganın musikisidir.
    Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
    Neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
    Neş'e... İyi şeydir vesselam,
    — baş döndürmezse eğer —
    Ve işte bizimkiler
    Güldüler mi,
    Ağız dolusu gülüyorlar.
    Kabahat onların kuvvetinde:
    Yoksa ne sende
    Ne de bende!

    Dinle Berkley!
    — dinlemesen de olur —
    Biz dinleyelim:
    Beynimiz bal yoğuran
    Bir kovan.
    Ona balı dolduran
    Arıdır hayat.
    Aldığımız hislerin
    Sonsuz derin
    Pınarıdır kâinat!
    Kâinat geniş
    Kâinat derin
    Kâinat uçsuz bucaksız!
    Biz onun parçaları,
    Biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
    Biz o bacaksızların
    — anasını inkâr etmeyen cinsi —
    Çünkü biz
    Emredenlere emir verenlerden değiliz!
    Bağlıyız toprağa
    Kalın halatlar gibi kollarımızla!
    Çelik dişleri şimşekli çarklılar
    Koparırken kara toprağın esrarını,
    Biz
    Seyretmedeyiz
    Cihan içinden cihanların
    Doğuşunu;
    Kehkeşanların
    Gümüş aydınlığında!
    Görmüşüz,
    Görmedeyiz
    Yılların yollarında toprak oluşunu
    Kızıl kadife dudaklı kızların!
    Çiziyor hareketi gözlerimize
    Sonsuz maviliklerde
    Kuyrukluyıldızların
    Sırma saçlarından kalan izler.

    Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler! ..

    Şu denizler,
    Şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
    Rüzgârların uğultusu.
    Şu ipi kopmuş
    İnci bir gerdanlık gibi damlayan su,
    Şu bir damla su,
    Uzaklaştıkça, yaklaşılan
    Hakikati gizler..

    Her yeni ummanla beraber
    Bir yeni imkân!
    Kâinat geniş
    Kâinat derin
    Kâinat uçsuz bucaksız!

    Behey!
    Berkley!
    Behey bir karış boyuna bakmadan
    Karpatları inkâr eden cüce!
    Ahrete gittiysen eğer
    Oradan bir taç gönder,
    Süslemek için Allahının kafasını!
    Fakat buradan
    Topla hemen tarağını tasını,
    Haraç mezat!
    Haraç mezat!
    Götür pazara bir pula sat:
    Topraktaki saltanatın
    Göğe çıkan tahtını!

    Yok üstünde tabiatın
    Tabiattan gayri kuvvet! ..
    Tabiat geniş
    Tabiat derin
    Tabiat uçsuz bucaksız! ..




    NAZIM HİKMET RAN
     
  6. eCe

    eCe Daimi Üye

    BEŞ SATIRLA...


    Annelerin ninnilerinden
    Spikerin okuduğu habere kadar,
    Yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
    Anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
    Anlamak gideni ve gelmekte olanı.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  7. eCe

    eCe Daimi Üye

    BEYAZIT MEYDANINDAKI ÖLÜ...


    Bir ölü yatıyor
    On dokuz yaşında bir delikanlı
    Gündüzleri güneşte
    Geceleri yıldızların altında
    İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda.

    Bir ölü yatıyor
    Ders kitabı bir elinde
    Bir elinde başlamadan biten rüyası
    Bin dokuz yüz altmış yılı nisanında
    İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda.

    Bir ölü yatıyor
    Vurdular
    Kurşun yarası
    Kızıl karanfil gibi açmış alnında
    İstanbul'da, beyazıt meydanı'nda.

    Bir ölü yatacak
    Toprağa şıp şıp damlayacak kanı
    Silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
    Zaptedene kadar
    Büyük meydanı.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  8. eCe

    eCe Daimi Üye

    Bırak Doktor, Varsın Çatlasın Bu Yürek
    kaç kere beraberce yazmışız şiirlerimi
    kaç kere mavi dumandan avuçlarına onun
    koymuşum yanan başımı
    sanmıyorum kötülük edeceğini bana
    ama ilminize hürmeten
    ve güzel hatırınız için Lidi Vanna
    peki terkedeyim tütünü;
    mapushane yoldaşımı

    peki Lidi Vanna kafayı çekmeyeyim
    ne şarap , ne votka , ne rakı
    hatta yılbaşı gecesi
    bayramlarda hata
    hatta Kosti'nin doğumgünü . .
    zaten evet en kolayı bu ,
    kırk yıl içmesem aklıma gelmez meret

    peki saat on dedi mi
    yatrayım yatağa hasta kalbimi
    çocuklarla kuşlarla beraber
    halbuki mesela geç vakit , geceleyin
    kışın hele
    rahatsız etmeden büyük uykudaki insanı
    usulcacık geçip Kızıl Meydan'ı
    dolaşmaya bayılırım
    rıhtımında Moskova nehrinin . .
    yahut da sabahlamaya Lidi Vanna ,
    usta bir kitabın aydınlığında . .

    peki en azından altı ay daha
    yarin dudağından uzak durayım
    zaten ayrılık var arada

    anlıyorum Lidi Vanna , yoldaşım
    yüksek emirlerinize riayet gerek
    yoksa üçüncü bir enfarkt
    ve el bombası gibi patlayıp dağılabilir yürek . .
    anlıyorum fakat ;
    "sevinç , öfke , keder
    tütünden de diyorsunuz , uykusuzluktan da beter"
    iyi ama doktorcuğum mesela ,
    nasıl sevinmem dolu dizgin
    gördükçe ben komünist
    burda komünizmin elle tutulur hale geldiğini
    yahut bu nisan ayında
    Fransız seçimlerinde
    en çok bizimkilerin oy aldığını?
    benim akıllı doktorum , insaf edin ,
    nasıl öfkelenmem düşündükçe memleketimi?
    çırpınıyor ayakları altında bir avuç hergelenin
    sonra , mesela belki görmeyeceğim bir daha
    anasıyla Memed'imi

    kederlenmemek elde mi güzel gözlü doktorum , elde mi ?

    sözün kısası Lidi Vanna ,
    şefkatli emeğiniziboşa çıkaracağım diye kızmayın bana . .

    BEN VEKARLI , SAKİN , VURDUMDUYMAZ BİR KAYA GİBİ
    DENİZ KIYISINDA YAŞAMAYA SÖZ VEREMEYECEĞİM . .

    BIRAKIN DOKTOR ,
    YÜREK BU , BAKIN NASIL ÇARPIYOR
    ÇATLAYACAKSA
    ÖFKEDEN , KEDERDEN , SEVİNÇTEN
    VARSIN ÇATLASIN
    NAZIM HİKMET
     
  9. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR ACAYIP DUYGU...



    Mürdüm eriği
    Çiçek açmıştır.
    — ilkönce zerdali çiçek açar
    Mürdüm en sonra —

    Sevgilim,
    Çimenin üzerine
    Diz üstü oturalım
    Karşı-be-karşı.
    Hava lezzetli ve aydınlık
    — fakat iyice ısınmadı daha —
    Çağlanın kabuğu
    Yemyeşil tüylüdür
    Henüz yumuşacık...
    Bahtiyarız
    Yaşayabildiğimiz için.
    Herhalde çoktan öldürülmüştük
    Sen londra'da olsaydın
    Ben tobruk'ta olsaydım, bir ingiliz şilebinde yahut...

    Sevgilim,
    Ellerini koy dizlerine
    — bileklerin kalın ve beyaz —
    Sol avucunu çevir:
    Gün ışığı avucunun içindedir
    Kayısı gibi...

    Dünkü hava akınında ölenlerin
    Yüz kadarı beş yaşından aşağı,
    Yirmi dördü emzikte...

    Sevgilim,
    Nar tanesinin rengine bayılırım
    — nar tanesi, nur tanesi —
    Kavunda ıtrı severim
    Mayhoşluğu erikte..........»

    .......... Yağmurlu bir gün
    Yemişlerden ve senden uzak
    — daha bir tek ağaç bahar açmadı
    Kar yağması ihtimali bile var —
    Bursa cezaevinde
    Acayip bir duyguya kapılarak
    Ve kahredici bir öfke içinde
    İnadıma yazıyorum bunları,
    Kendime ve sevgili insanlarıma inat.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  10. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR AYRILIŞ HIKAYESI...


    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  11. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR CEZAEVINDE, TECRITTEKI ADAMIN MEKTUPLARI...
    1

    Senin adını
    Kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
    Malum ya, bulunduğum yerde
    Ne sapı sedefli bir çakı var,
    (bizlere âlâtı-katıa verilmez) ,
    Ne de başı bulutlarda bir çınar.
    Belki avluda bir ağaç bulunur ama
    Gökyüzünü başımın üstünde görmek
    Bana yasak...
    Burası benden başka kaç insanın evidir?
    Bilmiyorum.
    Ben bir başıma onlardan uzağım,
    Hep birlikte onlar benden uzak.
    Bana kendimden başkasıyla konuşmak
    Yasak.
    Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
    Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
    Şarkı söylüyorum karıcığım.
    Hem, ne dersin,
    O berbat, ayarsız sesim
    Öyle bir dokunuyor ki içime
    Yüreğim parçalanıyor.
    Ve tıpkı o eski
    Acıklı hikâyelerdeki
    Yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
    Mavi gözleri ıslak
    Kırmızı, küçücük burnunu çekerek
    Senin bağrına sokulmak istiyor.
    Yüzümü kızartmıyor benim
    Onun bu an
    Böyle zayıf
    Böyle hodbin
    Böyle sadece insan
    Oluşu.

    Belki bu hâlin
    Fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
    Belki de sebep buna
    Bana aylardır
    Kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
    Bu demirli pencere
    Bu toprak testi
    Bu dört duvardır...

    Saat beş, karıcığım.
    Dışarda susuzluğu
    Acayip fısıltısı
    Toprak damı
    Ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
    Bir sakat ve sıska atıyla,
    Yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
    Dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
    Ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.

    Bugün de apansız gece olacaktır.
    Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
    Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
    Bu ümitsiz tabiatın
    Ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
    Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
    Yani bugün de mükellef bir daüssıla için
    Yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
    Ben,
    Ben içerdeki adam
    Yine mutad hünerimi göstereceğim
    Ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
    Suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
    Yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
    Seni böyle uzak,
    Seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
    Kafamın içinde duymak...

    2

    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
    Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
    Taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
    Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
    Dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
    Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
    Suyu donmayan testi
    Ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
    Güneş,
    Artık o her gün öğle vaktine kadar,
    Bana yakın, benden uzak,
    Sönerek, ışılda*****
    Yürür...
    Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
    Başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı:
    Dışarda akşam olur,
    Bulutsuz bir bahar akşamı...
    İşte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
    Velhasıl
    O pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
    Bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
    Hürriyet denen ifrit...
    Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
    Bittecrübe sabit...

    3

    Bugün pazar.
    Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
    Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
    Bu kadar mavi
    Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
    Kımıldanmadan durdum.
    Sonra saygıyla toprağa oturdum,
    Dayadım sırtımı duvara.
    Bu anda ne düşmek dalgalara,
    Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
    Toprak, güneş ve ben...
    Bahtiyarım...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  12. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR DAKIKA



    Deniz durgun göl gibi, gitgide genişliyor
    Sular kayalıklarda nurdan izler işliyor,
    Engine sarkan gökler baştan başa yıldızlı..
    Şimdi göğsümde kalbim çarpıyor hızlı hızlı.

    Göklerden bir yıldızın gölgesi düşmüş suya
    Dalmış suyun koynunda bir gecelik uykuya
    Bazan uzunlaşıyor, bazan da kıvranıyor
    Durgun suyun altında bir mum gibi yanıyor

    Yakın olayım diye bu gökten gelen ize
    Öyle eğilmişim ki kayalardan denize
    Alnımdan düşen saçlar yorulmuş suya değdi
    Baktım geniş ufuklar başımın üstündeydi

    Bilemem nasıl oldu geldi ki öyle bir an
    Yenilmez bir haz duyup denize atılmaktan
    Kurtulmak ne kolaymış faniliğimden dedim
    Doğruldum atılırken bir dakika titredim

    Bir dakika sonsuzluk doldu taştı gönlümden
    Bir dakika bir ömrü kurtarmıştı ölümden.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  13. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR FOTOĞRAFA


    Karşımdasın iste...
    Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
    Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.
    Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
    Tıkandığım o an,
    Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an iste,
    Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
    Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
    Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
    Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
    bitti artık hepsi...

    Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
    Bakış açım belli oldu yine.
    Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
    Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
    Dağlara çarptım her esişimde.
    Yollara küfrettim her gidişinde.

    Demiştim sana hatırlarsan:
    “Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
    ‘zamanla bırakmamak ’tır..”
    Şimdi bana, geçen o zamanın
    Unutulmaz sancısı kalır

    Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
    Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  14. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR GEMICI TÜRKÜSÜ...


    Rüzgâr,
    Yıldızlar
    Ve su.
    Bir afrika rüyasının uykusu
    Düşmüş dalgalara.
    Işıltılı, kara
    Bir yelken gibi ince
    Direğinde geminin.
    Geçmekteyiz içinden
    Bir sayısız
    Bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin.

    Yıldızlar
    Rüzgâr
    Ve su.
    Başüstünde bir gemici korosu
    Su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
    Yıldızlar gibi
    Rüzgâr gibi
    Su gibi bir türkü.
    Bu türkü diyor ki, «korkumuz yok!
    İnmedi bir gün bile gözlerimize
    Bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.»
    Bu türkü
    Diyor ki,
    «bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz
    Ölümün önünde sigaramızı.»
    Bu türkü
    Diyor ki,
    «çizmişiz rotamızı
    Dostların alkışlarıyla değil
    Gıcırtısıyla düşmanın
    Dişlerinin.»
    Bu türkü diyor ki, «dövüşmek..»
    Bu türkü diyor ki, «ışıklı büyük
    Işıklı geniş ve sınırsız bir limana
    Dümen suyumuzda sürüklemek denizi..»
    Bu türkü diyor ki, «yıldızlar
    Rüzgâr
    Ve su...»

    Başüstünde bir gemici korosu
    Bir türkü söylüyor;
    Yıldızlar gibi
    Rüzgâr gibi,
    Su gibi bir türkü..

    NAZIM HİKMET RAN
     
  15. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR HAZIN HÜRRIYET...


    Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
    Yoğurursun
    Bütün nimetlerin hamurunu.
    Büyük hürriyetinle çalışırsın el kapısında, ananı ağlatanı
    Karun etmek hürriyetiyle hürsün!

    Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
    İşler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
    Değirmenleri,
    Büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
    Hürriyetiyle hürsün!

    Başın ensenden kesik gibi düşük,
    Kolların iki yanında upuzun,
    Büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
    İşsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!

    En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
    Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
    Hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!

    Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
    Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
    Doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!

    Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
    Büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
    Yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
    Hürsün

    Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
    Hürsün.

    Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  16. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR KIZ VARDI JAPONYA'DA


    Bir kız vardı japonyada
    Ufacık, tefecik bir kız,
    Bir bulut vardı dünyada
    İşi: öldürmekti yalnız.

    Bu bulut bu kızcağızın
    Öldürdü nineciğini,
    Külünü göğe savurdu,
    Sonra, yine apansızın
    Gelip babasını vurdu,
    Sonra da kızın kendisini.
    Ve doymadı ve doymadı
    Yeni kurbanlar arıyor.
    Atom ölümüdür adı,
    Karanlıkta bağırıyor.

    Büyük bir birlik kuralım,
    Canavarı susturalım.
    Savaş cengine gidelim,
    Canavarı yok edelim.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  17. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR KOMIK ADEM



    Gözleri, kulakları, elleri, ayaklarıyla,
    Han hamam, apartıman ve konaklarıyla,
    Çatal, bıçak, tabak ve bardaklarıyla,
    16 sayfaları, baskı makinaları-tanklarıyla,
    Yamak ve yardaklarıyla
    Hücuma kalktılar! ..
    Hele içlerinde öyle bir tanesi var,
    Öyle bir tanesi var ki:
    İnsanın yüzüne öyle bakar,
    Öyle melûl bakar ki:
    Toka edersin eline papelini.
    Ve sıkar sıkmaz onun belini
    Sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırpar elini..

    O komik bir âdemdir.
    Portakal oğlu zâdemdir.
    *

    Han, hamam, apartıman ve konaklarınızla,
    Çatal, bıçak, tabak ve bardaklarınızla,
    Yamak ve yardaklarınızla
    Hücuma kalktınız!
    Hak varsa eğer,
    Hücuma kalkmak hakkınız..

    Efendiler,
    İkinizle teker teker
    Paylaştık kozumuzu!
    Şimdi sıra onun,
    Gelsin o! !
    Gel.
    Sen:
    İtlerini öne itip
    Karanlıkta yol kesen
    Hatip! ! !

    Sen:
    Beşinci mehmedin saltanatını,
    Halifenin altın nallı kır atını,
    Papellerin kat katını
    Ve teneke suratını,
    Doldurup torbana
    Sıska sırtında taşıyorsun..

    Torbanı doldurmak için yaşıyorsun.
    Bana gelince
    Ben:
    Geniş omuzlarımda dimdik bir kelle taşıyorum.
    Ve yaşıyorum:
    Kellemin
    İçindeki
    İçin..
    Farkındayım niçin:
    Kan
    Fışkırıyor
    Bana bakan
    'Ateş feşan? ! '
    Gözlerinden...
    Ve niçin:
    Cümleler ezberlemişsin
    Fehim paşanın sözlerinden...

    Fehim paşanın hayrülhalefi,
    Bize sökmez afi..
    Çıkmak istediğim yaldızlı merdiven yok.
    Kalbimin elinde ipekli eldiven yok..
    Çıplak bir yumruk gibi kalbimi soymuşum.
    Kellemin
    İçindeki
    İçin,
    Kellemi koymuşum..
    Sen...
    Hayır...
    Seninle böyle konuşmak istemem..
    Hem,
    Ben ki yegâne asaleti
    Dişli düşmanla boğuşmakta bulanım,
    Seninle boğuşmak istemem..
    Sen bir komik âdemsin.
    Portakal oğlu zâdemsin.
    Toka ederler papelini,
    Sıkarlar senin belini,
    Sivri dilli, zilli bir bebek gibi çırparsın elini.
    Sen bir komik âdemsin! ..
    Sen...
    Fehim paşanın hayrülhalefi.........................
    Bu kadarı kafi.......




    NAZIM HİKMET RAN
     
  18. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR KÜVET HIKAYESI...

    1

    Süleyman'a karısı telefon etti:
    — konuşan ben,
    Ben, fahire.
    Tanımadın mı sesimden?
    Demek çok bağırdım birdenbire.
    Çığlık mı?
    Belki...
    Hayır,
    Çocuklar hasta değil.
    Dinle beni:
    İşini bırak da gel,
    Çabuk ol ama.
    Telefonda anlatamam,
    Olmaz.
    Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
    Saatlar, saatlar,
    Kıyamet kadar.
    Sorma.
    Dinle beni...
    Hemen vapur bulamazsan
    Üsküdar'a kayıkla geç.
    Bir taksiye atla.
    Paran yoksa
    Patrondan avans al.
    Yolda hiçbir şey düşünme,
    Mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
    Yalan kuvvetliye söylenir
    Ben kuvvetsizim.
    Alay etme kuzum.
    Evet kar yağacak,
    Evet
    Hava güzel.
    Koynuna girdiğim adam gibi
    Kocam gibi değil,
    Büyüğüm, akıllım,
    Babam gibi gel...


    2

    Geldi süleyman,
    Fahire, kocası süleyman'a sordu:
    — doğru mu?
    — evet.
    — teşekkür ederim süleyman.
    Bak işte rahatladım.
    Bak işte ağlamıyorum artık.
    Nerde buluşuyordunuz?
    — bir otelde.
    — beyoğlu tarafında mı?
    — evet.
    — kaç defa?
    — ya üç, ya dört.
    — üç mü, dört mü?
    — bilmiyorum.
    — bunu hatırlamak bu kadar mı güç süleyman?
    — bilmiyorum.
    — demek ki bir otel odasında.
    Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
    Bir ingiliz romanında okudum,
    Bu işlere yarayan otellerde
    Kırık küvetler varmış.
    Sizinkinde de var mıydı süleyman?
    — bilmiyorum.
    — hele düşün,
    Toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
    — evet.
    — hiç hediye verdin mi?
    — hayır.
    — çukulata, filân?
    — bir defa.
    — çok mu seviyordun?
    — sevmek mi?
    Hayır...
    — başkaları da var mı süleyman?
    — yok.
    — olmadı mı?
    — hayır.
    — bunu sevdin demek...
    Başkaları da olsaydı
    Daha rahat ederdim...
    Çok mu güzel yatıyordu?
    — hayır.
    — doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
    — doğru söylüyorum...
    — zaten gösterdiler bana.
    İnek gibi karı.
    Belimden kalın bacakları...
    Fakat zevk meselesi bu...
    Bir sual daha, süleyman:
    Niçin?
    — bilmiyorum...

    Karanlıkta pencerenin hizasında
    Karlı, ağır bir çam dalı.
    Bir hayli zaman oldu
    Sofada asma saat on ikiyi çalalı.

    3

    Süleyman'ın karısı fahire
    Şunları anlattı kocasına ertesi gün:
    —... Dayanılmaz bir acı halindeydi
    Kendime karşı duyduğum merhamet,
    Ölmeye karar verdimdi, süleyman...
    Annem, çocuklarım ve en önde sen
    Bulacaktınız karda ayak izlerimi.
    Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
    Ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
    Arka arsada bostan kuyusundan.
    Kolay mı?
    Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
    Sonra kenarına çıkıp durarak
    Baş aşağı atlamak karanlığına?

    Fakat bulmadınızsa eğer
    Karda ayak izlerimi
    Sade korktuğumdan değil.
    Bekçi, merdiven, polisler,
    Dedikodu, kepazelik,
    Aldatılmış bir zevcenin intiharı:
    Komik.
    Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
    Kime? Herkese, sana meselâ.
    İnsan, ölmeye karar verirken bile
    İnsanları düşünüyor...

    Sen yatakta uyuyordun
    Yüzün rahat,
    Her zaman nasıl uyursan
    Ondan evvel ve o varken.

    Dışarda kar yağmaya başladı.
    Bir tek gecelikle çıkmak balkona:
    Zatürree ertesi gün,
    Nümayişsiz ölüvermek.
    Hayır,
    Hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

    Yaktım sobamızı.
    İyice ısınmak lâzım ilkönce.
    Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
    Pencereye, kara bakıyorum:
    «eşini gaip eyleyen bir kuş
    Gibi kar
    Geçen eyyamı nev baharı arar...»
    Babam bu şiiri çok severdi.
    Sen beğenmezsin.
    «sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

    Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
    «... Gibi kar
    Düşer düşer ağlar...»
    Oturdum balkonda iskemleye.
    Havada çıt yok.
    Karanlık bembeyaz.
    Uykudayım sanki.
    Sanki çok sevdiğim bir insan
    Korkarak beni uyandırmaktan
    Yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
    Üşümüyordum.
    Kederim duruluyor
    Berraklaşıyor.
    Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
    Sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
    Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
    Acayip şeyler düşünüyordum:
    Feneryolu'ndaki çınar
    150 yaşındaymış.
    Ömrü bir gün süren böcekler.
    Gün gelecek
    İnsanlar çok uzun
    Çok bahtiyar yaşayacaklar.
    İnsanın yüreği ve kafası var...
    İnsanın elleri...
    İnsan?
    Ne zamanki,
    Nerdeki,
    Hangi sınıftan?
    Onların insanları,
    Bizim insanlarımız.
    Ve her şeye rağmen
    Yeni bir dünya için yapılan kavga.
    Sonra sen
    Ben
    Bir kırık küvet
    Ve benim
    Kendime karşı duyduğum merhamet...

    Kar durdu.
    Sökmek üzre şafak.
    Utanarak
    Odaya döndüm.
    O anda uyansaydın
    Sarılıp boynuna...
    Uyanmadın.
    Evet,
    Çok şükür nezle bile değilim.

    Şimdi?
    Zaman zaman hatırlayıp
    Zaman zaman unutacağım.
    Yine yan yana yaşayacağız
    Beni sevdiğine emin olarak.

    4

    Altı ay kadar geçti aradan.
    Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
    Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
    Fahire birdenbire durdu
    Baktı muhabbetle kocasının gözlerine
    Ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  19. eCe

    eCe Daimi Üye



    BIR ŞEHIR


    Bir kaç yokuş tırmandım bir iki dönemeç döndüm ve yürüdüm
    Burnumun doğrusuna yürüdüm yürüdüm
    Bir kapı açıldı girdim
    Yitirdim kendimi kendi içimde
    Bilmediğim bir şehir
    Görmediğim biçimde evleri
    Kimi karınca yuvası kimi bomboş
    Kimi baştan aşağı pencere kimi kör duvar
    Bir sokağa saptım çamurlu dar eğri büğrü
    Dönüp dolaştırdı getirdi beni eski yere
    Asfalt bir caddeyi çıktım bulvar ortası
    Uzayıp gidiyor tan yerine kadar dosdoğru geniş
    Bir mahallede yağmur yağıyor
    Bitişinde güneş
    Üçüncüsünde ayışığı
    Bir köprü geçtim
    Yarısında fenerler pırıl pırıl
    Yarısı kapkaranlıktı
    Yan yana iki ağaç gördüm
    Yaprak kımıldamıyor birinde
    Öbürü kıvrana kıvrana inleyip haykırıyor
    Bir şehirde bir birine benzemiyor hiçbir şey
    İnsanları bir yana
    Onların hepsi ikizdi üçüzdü beşizdi onuzdu milyonuzdu
    Hepsi korkak
    Hepsi yiğit
    Hepsi aptal
    Hepsi akıllıydı
    Hepsi domuzdu
    Hepsi melekti.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  20. eCe

    eCe Daimi Üye

    BIR YOLCULUK ÜSTÜNE


    Açıyoruz kapıları,
    Kapıyoruz kapıları,
    Geçiyoruz kapılardan
    Ve biricik yolculuğun sonunda
    Ne şehir,
    Ne liman

    Tren yoldan çıkıyor,
    Batıyor gemi
    Düşüyor uçak.
    Harita çizilmiş buzun üstüne
    Elimde olsaydı bu yolculuğa
    Başlayıp başlamamak
    Başlardım yine .




    NAZIM HİKMET RAN
     

Sayfayı Paylaş