Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan 39 yıl önce bugün idam edildiler. Düzen güçleri, tüm çabalarına rağmen isimlerini hafızalardan silmeyi başaramadı. Verdikleri mücadele ise onların yolundan giden binlercesi için örnek olmaya devam ediyor. Türkiye´deki öğrenci hareketinin sembolü olmuş Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972´de idam edildiler. Aradan geçen onca yıla rağmen isimleri hala saygıyla anılıyor, verdikleri mücadele izinden giden genç kuşaklara örnek olmaya devam ediyor. Denizlerin o günlerde itiraz ettiği ne varsa hala aynı koşullar geçerli. Türkiye bugün de NATO üyesi, emperyalistlerle işbirliği devam ediyor, emekçilerin sömürüldüğü eşitsizlikçi düzen varlığını korumayı sürdürüyor. O günlerde egemenler öğrenciler için âanarşik, terörist, devlet düşmanıâ diye konuşmuşlar, öldürülmelerine zemin hazırlamışlardı. İsimlerini yüreklerden silemeyeceklerini anladıkları için, bugün onları ya nostaljik bir dizi kahramanına, ya da iyi şeyler hayal eden saf gençlere dönüştürmeye çalışırlarken diğer yandan ise aynı yoldan giden liselilere, üniversitelilere tıpkı o günlerde yaptıkları gibi provokatör, terörist demeye devam ediyorlar. O zamandan bugüne ülke koşulları değişti ama eşit, bağımsız bir Türkiye amacı hala canlılığını korumaya devam ediyor. Üniversite sorunlarından, ülke problemlerine Üniversite sorunları ile başlayan öğrenci eylemleri giderek ülke sorunlarına doğru eviriliyordu. Türkiye İşçi Partisi´nin büyüyen bir örgütlü mücadele sonucunda meclise girmesi, emekçiler cephesinde sosyalizmin itibarının artmasını sağlamış, öğrencilerde ise kökten bir düzen değişikliğini tartışır hale getirmişti. Artık üniversite sorunları ile yetinmeyen öğrenciler emperyalizm ile ilişkilerden Kürt sorununa, kapitalizmin sömürü düzenine kadar birçok başlığa bütünlüklü bir bakış açısıyla yaklaşarak âtek yol devrimâ hedefine yönelmişlerdi. Öğrenciler, mücadelenin üniversite sınırlarını aşması oranında emekçiler ve yoksul köylüler ile irtibata geçmiş, onları da mücadelenin bir parçası haline getirme uğraşına girmişlerdi. Bu kitleselleşme karşısında düzen güçleri de, gerek sağcı örgütler, gerekse devletin silahlı güçleri ile karşı atağa geçmekte gecikmedi. Başlatılan kara kampanya Üniversite öğrencilerinin kitlesel eylemlere kalkıştığı, antiemperyalist mücadeleyi yükselttiği, ülke sorunlarına el attığı yıllardı 1960´lar. NATO´ya hayır mitingleri, bağımsız Türkiye sloganları, eşit bir ülke yaratma mücadelesi, bu düzenden nemalananları telaşlandırmıştı. 12 Mart müdahalesine doğru giden süreçte başlatılan kampanya ile öğrenciler terörist, anarşik ilan ediliyor, illegal yollarla cinayetler işleniyor, gazetelerde boy boy resimleri basılarak afişe ediliyorlardı. Bugün referandumda âevetâ oyu almak için kürsüden şiirler okuyup ağlayan Başbakan Erdoğan ise o günlerde 6. filoyu protesto eden devrimci öğrencilere saldıran MTTB üyesiydi. 16 Mart 1971 de yakalanan Deniz Gezmiş tüm kara çalmalara rağmen yaşarken halk kahramanı olmuştu. Bu imajı yıkmak için dönemin İçişleri bakanı Haldun Menteşoğlu´nun karşısına çıkarılarak küçük düşürülmesi planlandı, tutmadı. İşte Deniz´in ağzından o anlar: â(Bakan)Çok keyifliydi. Ayaktaydı. Odası, sabahın sekizinde gazetecilerle dolu. Ben hep başımı dik tutmaya, canlı, dipdiri görünmeye çalışıyorum. Nasıl bitkinim oysa, ayaklarımı zor sürüyorum. Ayakta duracak gücüm kalmamış. Ama belli etmiyorum. âGeçmiş olsun,â dedi gülerek İçişleri Bakanı. Suratına baktım pis pis. Hiç bir karşılık vermedim. Gazetecilere döndü: âŞu pejmürde kılıklı adam, Halk Kurtuluş Ordusu´nun kahramanıymış.â âBeğenemedin mi? Tabii kahramanıyım, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu´nun savaşçısıyım.â âNereye gidiyordun?â âDevrime.â Haritayı gösteriyor duvarda, Sivas´ı gösteriyor: âBuradan mı gidilir devrime?â âSenin kafan almaz böyle şeyleri.â âTürkiye´de bir tek ordu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti´nin ordusudur.â âOnun için Demirel ve senin gibiler hemen istifayı bastınız.â Sinirlendi. Üzerine bir adım attım. Geriledi. Şaşırdı. Dehşetli bir panik havası içinde, elini salla***** ve kekeleyerek: âGö-gö-götürün bunuâ dedi. Sürükleyerek çıkardılar beni odadan. âGöstereceğiz sana da, senin gibilere de, Amerika´nın güvenilir köpekleri!â diye bağırdım kapıdan çıkarılırken. Gazetecilerin yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı.â Deniz, Hüseyin ve Yusuf idamlarına kadar geçen süreçte âpişman olmaları halinde affedilecekleriâ teklifine yanaşmayıp, doğru bildikleri yoldan taviz vermediler. Suçlu olmadıklarını, verdikleri mücadelenin meşru olduğunu, ülkeyi yönetenlerin asıl suçlu olduklarını söylediler. Deniz´in yaptığı savunmadaki şu sözleri tarihe geçti: âBiz Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum (â¦) Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir." Üç aylık bir yargılama sürecinin sonunda 9 Mart 1971 günü mahkeme üçünü de idam cezasına çarptırdı. O tarihte senatonun idamı onaylaması gerektiğinden oylama yapıldı ve idamlar kabul edildi. Adalet Partisi idam yönünde oy kullanırken grubun başında Süleyman Demirel vardı. Bugün taktik değişti Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, giriştikleri büyük mücadeledeki cesaret ve kararlılıkları ile bugün de esin kaynağı olmaya devam eden Denizlerin isimlerini kirletmenin mümkün olmadığını anlayanlar, bugün taktik değiştirdiler. Bir kısmın, saf bir karşıtlık yapmaktan vazgeçerek bu üç genci, verdikleri devrimci mücadeleden arındırıp siyasi içeriğini boşaltarak, içi boş bir dönem kahramanı haline getirmek için uğraştıkları gözleniyor. Bir başka saldırı cephesi ise aynı dönemde öğrenci hareketi içinde yer almış olan Oral Çalışlar, Cengiz Çandar gibi liberal kalemler. Onlar da yazılarında öğrencileri âhayalci gençlerâ olarak tarif edip, itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Siyasi cephede ise durumun pek değişmediği görülüyor. Öğrenci hareketlerinin tarihte kaldığına güvenerek, idamlar üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışan Başbakan Erdoğan, iş günümüzdeki öğrenci eylemlerine gelince, dönemin siyasilerinin verdikleri tepkileri vererek öğrencilere terörist suçlamasını yöneltiyor. Geçmişten bugüne mektup Üç öğrenci liderinin geriye bıraktıkları son mesaj mektuplarında yazanlar. Bu üç fidanın geriye bıraktıkları son sözler, bugün de Türkiye insanına verilebilecek en güzel mesaj niteliğinde. Deniz Gezmiş "Baba, Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler⦠Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (â¦) anlayacağını inanıyorum. Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarımâ¦" Yusuf Aslan Bütün Akrabalara, Bu mektubumu okuduğunuz zaman artık aranızda olmayacağım. Mektubumu Senato'nun idamlarımızı tasdik ettiğini öğrendiğim anda yazıyorum. Şundan emin olmalısınız ki, bugüne kadar davama olan inancım sarsılmamıştır. Sehpaya gidene kadar da en ufak bir sarsılma olmayacaktır. Ben halkımın kurtuluşu, Türkiye´nin tam bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri bu bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler ellindeki bütün imkanlarla bizi dışardan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışardan emir alan, bölücü diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi koparmaya çalıştılar. Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik: vatan satmak, yabancılarla işbirliği yapmak, NATO´yu ve Amerika´yı savunmak, 6. filoyu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, Amerika´ya ve emperyalizme hizmet etmektir. Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar yurtsever oldular. Bizi bu mücadeleden dolayı, güya adil mahkemelerinde yargılayan ve yine adil kurumları eli ile asacak olanlar bilmelidirler ki; Biz halkımızın kurtuluşu ve Türkiye´nin bağımsızlık mücadelesi uğruna şerefimizle bir defa öleceğiz. Bizi asanlar şerefsizlikleri ile her gün ölecekler.. Son sözüm; yaşasın isçiler, köylüler! Yaşasın devrimciler! Yaşasın halkımın kurtuluşu ve bağımsızlığı için savaşanlar! Yaşasın tam demokratik Türkiye´nin kurulmasından yana olanlar! Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun faşist koalisyon." Hüseyin İnan Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma, Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar Sevgiler!.. Yazılacak çok şey var; fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil... Candan selamlar. (soL)
paylaşımın için çok teşekkürler değerli can hepsini okuyamadım ama Nihat Behram Darağacında Üç Fidanı birkaç kez okumuştum emeğine sağlık
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın 12 Mart darbesinden sonra idam edilmelerini engellemek için, Mahir Çayan ve arkadaşları NATO üssünden kaçırdıkları İngiliz ve Kanadalı teknisyenlerle birlikte Tokat'ın Kızıldere köyüne geldiler. Mevzilendikleri muhtarın evinde devlet güçleri tarafından imha edildiler; katliamdan sadece Ertuğrul Kürkçü kurtulabildi. Tüm dünyayı kasıp kavuran '68 olaylarının da etkisiyle, Türkiye'de toplumsal muhalefetin giderek güçlendiği yıllardı. Türkiye İşçi Partisi meclise milletvekilleri soktu, birbiri ardına devrimci örgütler ve partiler kuruldu. Sendika, toplu sözleşme ve grev yasaları hakkında verilen ve esas olarak Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını engellemeyi hedefleyen kanun teklifi sonucu yaşanan 15-16 Haziran işçi eylemlikleri sonucunda, İstanbul ve Kocaeli'nde sıkıyönetim ilan edildi. Bütün bunlar egemen sınıfın giderek daha büyük bir paniğe kapılmasına neden oldu. 9 Mart'ta başını Devrim Dergisi yazarlarının çektiği Milli Demokratik devrim cuntasının başarısız darbe girişiminden sonra, 12 Mart 1971 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, diğer kuvvet komutanlarının da katılımıyla meclise bir muhtıra verdi. Adının muhtıra olmasına rağmen, ülkedeki tüm erkleri orduda toplaması nedeniyle, nedeniyle, bu eylem bir darbe karakterine büründü. Ordunun talebiyle Nihat Erim başkanlığında bir teknokrat hükümet kuruldu ve "Balyoz Harekatı" adı altında Türkiye'deki bütün sol ve muhalif unsurlar üzerinde muazzam bir terör estirilmeye başlandı. Bu harekât ile darbecilerin solun her çeşidine olan düşmanlıkları açıkça ortaya çıktı. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere pek çok kentte sıkıyönetim ilan edildi. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakalanarak idama mahkûm edildi. Bunun üzerine Türkiye Halk Kurtuluş PartisiâCephesi (THKP-C) liderlerinden Mahir Çayan, THKO ile ortak davranma kararı aldı. Mart 1972'de Ünye'ye geçerek, burada bulunan NATO üssünde çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı radyo teknisyenini kaçırdılar. Rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep ettiler. Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü rehinelerle birlikte Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne geldiler. Burada muhtarın evine mevzilendiler. Ancak bir ihbar sonucu devlet güçleri köye geldiler. Ağır silahlarla ve bazı köylülerin iddiasına göre NATO askerleriyle birlikte muhtarın evini kuşattılar. Helikopterler de havadan kuşatmayı destekledi. Mahir Çayan ve arkadaşları rehineleri göstererek hayatta olduklarını kanıtladılar. Ancak kurulu düzene kafa tutmaya cüret etmiş olan bu insanların varlığına tahammül edemeyen devlet güçleri, rehinelere aldırış etmeden ateşe başladı. Evin damında bulunan ve "Sıradan askerleri gönderin, rütbeliler gelsin!" diye bağıran Mahir Çayan, ilk yaylım ateşinde başından vurularak öldürüldü. Devlet güçleri evin içine girerek, rehineler de dahil olmak üzere herkesi öldürdüler. Otopsi raporları, rehinelerin askerlerce öldürüldüğünü ortaya koymaktadır. Katliamdan sadece alt kattaki samanlığa sığınabilen Ertuğrul Kürkçü kurtulabildi. Kızıldere katliamı ve ardından gelen idamlar, Türkiye'deki devrimci mücadeleyi derinden etkiledi. Onların kahramanca eylemleri, gençlerin gözünde birer efsaneye dönüşmelerine yol açtı. Çayan ve arkadaşları, devletin yıkılması için parlamentarizmin dışında militan bir devrimci mücadelenin gerekliliğini ortaya koydular. Ne var ki mücadeleleri narodnizmden, kemalizmden, o dönemin ulusal kurtuluş hareketlerinden, fokoculuktan yoğun bir şekilde etkilenmişti. Gözlerindeki bu gözlük nedeniyle, bir avuç öğrenci ve aydının fedakârca eylemlerinin, halkı bir devrimle sonuçlanacak bir hareketliliğe iteceğini düşünüyorlardı. O devrin koşullarında devrimcilerin bu şekilde düşünmesi belki anlaşılabilirdi, fakat günümüze o devrin gözlüklerinden bakmak, beraberinde büyük yanılgıların yaşanmasını getiriyor.
Mahir Çayan 1945 (1945-1972) Türkiye Halk Kurtulus Partisi ve Cephesi (THKP-C)´nin kurucularindan. Mahir Çayan, 14 Agustos 1945′de Samsun´da dogdu. Babasi devlet memuruydu. Ilkögretimine Üsküdar´da Halil Güçlü Ilkokulu´nda basladi ve Pasakapisi Ilkokulu´nda tamamladi. Ortaokul ve liseyi Haydarpasa Lisesi´nde tamamlayan Mahir Çayan, 1963′te Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi´ne girdi. Ancak burada bir yil ögrenim gördükten sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi´ne kaydoldu. Bu arada Türkiye Isçi Partisi (TIP)´ne ve Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF)´na bagli SBF Fikir Kulübü´ne de giren Çayan, 1965′de bu örgütün baskanligini yapti. 1967′de kisa bir süre için Fransa´ya gitti. 1968′de Izmir´de 6.Filo´yu protesto gösterilerinde gözaltina alindi, sonra serbest birakildi. Bu yillarda TIP ve FKF içinde baslayan tartismalarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüsünü benimsedi. SBF içindeki etkinliginde bu görüs dogrultusunda davrandi. Yusuf Küpeli´nin FKF genel baskani oldugu bu dönemde, gerek SBF´de gerekse Ankara´daki devrimci mücadele içinde aktif olan Çayan, TIP adina Zonguldak´da ve Karadeniz Ereglisi´nde çalismalarda bulundu. Bu gezide Sadun Aren ile TIP Senatörü Fatma Ismen´in tutumunu elestirdi. Bu konudaki görüslerini âAren Oportunizminin Niteligiâ adi altinda Türk Solu adli dergide yayinladi. Bu arada Milli Demokratik Devrim dogrultusunda ideolojik çalismalarini yogunlastiran Mahir Çayan, Emek dergisinde Kenan Somer´in âDevlet Devrim ve Leninâ ve âDevrim Nasil Tanimlanmaliâ baslikli yazilarina Türk Solu´nda âRevizyonizmin Keskin Kokusuâ adli iki yaziyla cevap verdi. 9-10 Ekim 1969′da Ankara´da yapilan ve Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu (Dev-Genç) adini alan FKF kurultayinda yapmis oldugu uzun konusmayla dikkati çekti. Bu dönemde Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile davranan Mahir Çayan, 1970′de Gülten Savasçi ile evlendi. 17-18 Ekim 1970′te divan baskanligini Yusuf Küpeli´nin yaptigi son Dev-Genç genel kurulunda da önemli bir konusma yapti. Bu konusmada Mihri Belli ile olan ayriliklarin üstüne giden Çayan, MDD stratejisinin bir savas stratejisi oldugunu ve bunun bir savas örgütü yani bir parti ile gerçeklesebilecegini savundu. Bundan sonra 29-30 Ekim 1971′de Ankara´da TIP Genel Kurulu toplandigi sirada, bu kongreye katilmamis MDD görüsünü benimseyen delegelerle ve delege olmayan isçi ve ögrencilerle birlikte düzenlenen âProleter Devrimcilerin Sohbet Toplantisiândan sonra Mihri Belli ve grubu ile olan anlasmazlik kopma noktasina geldi. Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertugrul Kürkçü ve Münir Ramazan Aktolga imzasiyla yayinlanan âAydinlik Sosyalist Dergi´ye Açik Mektupâ ise bu süreci noktaladi. Bu sirada birlikte hareket ettigi arkadaslariyla birlikte Türkiye Halk Kurtulus Partisi (THKP)´nin kurulus çalismalarini da yürüten Mahir Çayan, örgütün genel komitesi tarafindan Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga ile birlikte Merkez Komitesi´ne getirildi. Komite içinde yapilan görev bölüsümü sonucunda, THKP´nin siyasal ve ideolojik görüslerinin biçimlenmesinden sorumlu oldu. Bu konuda Kurtulus dergisinde yazilar yazdi. âYayin Politikamizâ ve âDevrimde Siniflarin Mevzilenmesiâ baslikli yazilarda partinin devrim anlayisini formüle etti. Daha sonra bu görüslerini âKesintisiz Devrim I-II-IIIâ adli brosürde daha açiklayici biçime sokarak, kesinlestirdi. Bu arada THKP´nin sehir gerillasi eylemlerini de planlayan Çayan, 12 Subat 1971′de Ankara´da Ziraat Bankasi Küçükesat Subesi soygununa katildi. Subat 1971′de Hüseyin Cevahir, Ulas Bardakçi, Ziya Yilmaz, Kamil Dede, ve Oktay Etiman´la birlikte Istanbul´a geldi ve örgütün eylemlerine burada devam edilmesi için hazirliklarda bulundu. 15 Mart 1971′de Türk Ticaret Bankasi Erenköy Subesi soygununa katildi. Bunun ardindan 4 Nisan 1971′de isadamlari Mete Has ve Talip Aksoy´un kaçirilip 400 bin liralik fidye alinmasi eylemini arkadaslariyla birlikte gerçeklestirdi. Bu arada Türkiye Halk Kurtulus Partisi´nin tüzügünü Münir Ramazan Aktolga´yla birlikte hazirladi. Ayni günlerde âIhtilalin Yoluâ adli parti bildirisini de kaleme alan Mahir Çayan, 17 Mayis 1971 günü Israil´in Istanbul Baskonsolosu Ephrahim Elrom´un kaçirilmasi eylemini Ulas Bardakçi ve Hüseyin Cevahir´le birlikte gerçeklestirdi. 29 Mayis 1971′de Hüseyin Cevahir´le birlikte kaldiklari evden kaçip, sigindiklari bir baska evde Sibel Erkan´i alikoydular. Burada güvenlik kuvvetleri tarafindan kusatildilar. 1 Haziran 1971′de polisin açtigi ates sonunda Hüseyin Cevahir öldü. Intihara tesebbüs eden Mahir Çayan yarali olarak ele geçti. Bir süre hastanede yatan Çayan, daha sonra tutuklanarak hakkinda TCK´nin 146. maddesini ihlal etmekten dolayi dava açildi. Mahir Çayan durusmasinin savunma asamasinda 29 Kasim 1971 günü Ziya Yilmaz, Cihan Alptekin, Ulas Bardakçi ve Ömer Ayna´yla birlikte Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi´nden kaçti. Bir süre Istanbul´da kalan Çayan, bu süre zarfinda örgüt içinde basgösteren anlasmazligi tartismak üzere 12 Aralik 1971′de Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile görüstü. Ancak bu görüsmede bir sonuç saglanamadi ve Çayan içerde olduklari süre içinde partinin çizilmis olan stratejisini terkettikleri gerekçesiyle Merkez Komitesi´ndeki bu iki arkadasini suçladi. Daha sonra Genel Komite´deki diger üyelerin de onayini ile Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga´nin THKP´den ihraç edilmelerini sagladi. Ocak 1972′de Istanbul´dan Ankara´ya gelen Çayan, burada Türkiye Halk Kurtulus Ordusu (THKO)´yla birlikte bir eylem yapilmasi konusunda Ertugrul Kürkçü, Cihan Alptekin ve Ömer Ayna´yla görüs birligine vardi. Mart 1972′de Fatsa´ya gelen Mahir Çayan ve arkadaslari 26 Mart 1972′de Ünye´deki Radar Üssü´nde çalisan üç Ingiliz teknisyeni kaçirdilar. Bundan sonra Ingilizlerle birlikte Niksar´in Kizildere köyüne gelen Mahir Çayan ve arkadaslari, gizlendikleri evi kusatan T.C Askerleri ile girdikleri catisma sonunda turkiye devrim tarihine direnme ve teslim olmama gelenegini kazandirarak silah arkadaslari ve yoldaslariyla birlikte 30 mart 1972′de Devrim mucadelesinde sehit dustu.
Bağımsızlık Uğruna Al Kanlara Boyandık! Tokat´ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü, 30 Mart 1972⦠Saat 05.30 sıralarında Kızıldere muhtarının evine doğru iki asker yaklaşmakta. Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının ölümüyle sonuçlanacak, tarihe âKızıldere Katliamıâ olarak geçecek olan gün başlıyordu⦠Tokat´ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyü, 30 Mart 1972⦠Saat 05.30 sıralarında Kızıldere muhtarının evine doğru iki asker yaklaşmakta. Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının ölümüyle sonuçlanacak, tarihe âKızıldere Katliamıâ olarak geçecek olan gün başlıyordu. Muhtarın evinde, muhtarın ailesinin yanı sıra; Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyesi Hüdai Arıkan, Fatsalı şoför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy, Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Kurt, âHava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütüânün kurucusu olarak aranan üsteğmen Saffet Alp, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kurucularından Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile kaçırılan üç İngiliz teknisyen bulunmakta⦠Evdekiler, evin ve köyün sarılmasıyla birlikte evde sıkışıp kalmışlardı. Dama çıkarak, kiremitler kırılıp, çatıda delik açıldı. Evi kuşatanlar arasında bulunan MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür´ün âAnalizâ isimli kitabında yazdığına göre: âİçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Tokat Valisi, Jandarma Genel Komutan Yardımcısı, MİT Ankara Bölge Daire Başkanıâ da operasyonu yerinden yönetmekte⦠[1] âTeslim olmayacağız!´ Muhtarın dışarı çıkması ve bir daha geri dönmemesinin ardından âTeslim olâ çağrıları yapılmaya başlandı. Bu çağrıdan sonra olanları, katliamdan sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü´nün savcılık ifadesinden okuyalım: âMuhtar Emrullah Arslan, evden uzaklaşırken karısını, gelinini ve kızını yanına alıp gitmiş. Bu sırada dışardan âAlçaklar, çocukların arkasına saklanıyorlar´ diye bir ses duyunca evde kimse olup olmadığını araştırmak aklımıza geldi. Mutfak kısmında ikisi torunu ve biri de erkek çocuğu olan üç küçük çocuk gördük. Kapıyı açıp, üç çocuğu bıraktık. Çatıdan dışarı baktığımızda tamamen sarıldığımızı gördük. Bir süre sonra da, bizden kayıtsız şartsız teslim olmamızı megafonla ihtar ettiler. Buna cevaben âİngilizlerin elimizde olduğunu, teslim olmayacağımızı, şartlarımız kabul edilmedikçe çarpışacağımızı ve İngilizlerin de bu arada öleceğini´ bağırarak söyledik. (â¦) Saat 10.00 sıralarında marş söylemeye başladık. Bu marş şöyleydi: Gün doğdu, hep uyandık Siperlere dayandık Bağımsızlık uğruna Alkanlara boyandık İşçi, köylü, gençlik, asker Devrim için ölürüz Sinan, Hüseyin, İbrahim Devrim için öldüler. Ayrıca Karayılan türküsünü de hep birlikte söyledik.â [2] Yüzlerce asker ve siviller tarafından kuşatılan Kızıldere köyüne helikopterler inip kalkmakta. Ankara´ya gidip gelen helikopterler, saldırının yaklaştığının habercisidir. Çatışma öncesini Mehmet Eymür´ün kaleminden okuyalım: âÇayan ve arkadaşları marşlar söylemeye ve zaman zaman askerlere laf atmaya başladılar. Bizi sivil pantolonlarımızdan tanımışlar. âSam Amcanın adamları´, âFaşist MİT´çiler´ gibi sözlerle bizleri kızdırmaya çalışıyorlardı. Aramızda 150-200 metre kadar mesafe vardı. Biz de onlara cevap veriyorduk. Erlere ise dokunaklı laflarla tesir etmeye çalışıyor, faşist subayların emriyle hareket etmemelerini telkin ediyorlardı. Bekleme devresi başlamıştı.â [3] Önce Mahir´i vuruyorlar⦠Evi kuşatanların İngilizleri görmek istemeleri üzerine İngilizler pencereden gösterip, konuşturuldu. Saat 13.00 olduğunda evdekiler radyodan kuşatıldıkları haberini dinlediler. Saat 14.00 sıralarında megafonla evdekilere yeni bir çağrı yapıldı: âİçinizden biri dışarı çıksın, yani çatı katından baksın, konuşacağızâ⦠Söz yeniden Ertuğrul Kürkçü de⦠Kürkçü, 1979´da Niğde Cezaevi´nde Uğur Mumcu´ya, Mahir Çayan´ın öldürdüğü anı şöyle anlatır: âİlk ben çıktığım için sabah, daha sonra da Mahir âSen çık şunlarla konuş´ dedi. Ben çıktım, arkadan da Mahir, Cihan, Saffet çıktılar yukarıya⦠Evin çatısı var, topraktan, kiremit çatı, oradan merdivenle çıkılıyor, tek katlı bir ev. (â¦) Birlikler mevzilerine girmeye başladılar, makineli tüfek yuvalarının arkasına girmeye başladılar ve bizimle konuşmak isteyen adamlar geri geri gitmeye başladılar. âNe oluyor?´ deyip, biz bir ölçüde geri çekildiğimiz zaman dört bir yanımızdan makinalı tüfeklerle eve ateş açıldı. Önceden iki üç arkadaş kendini aşağıya attı. Ben onların arkasından, en arkada Mahir kalmıştı. Baş aşağı düştüm. Merdivenlerden yuvarlandım. Toparlanıp, doğrulmaya çalışırken yukarıdan kanlar boşalıyordu. Tam deliğin ağzına Mahir´in kolu sarkmış, kafası da kısmen sarkmış ve kanlar akıyordu, ben fırladım⦠Bir iki el bombası attım dışarıya. Makinalı tüfek ateşi sürekli devam ediyordu. Fakat bir şey göremiyorsun, zaten. Ayrıca tesir sahası dışına çıkmışlardı. Birşey kestirmek mümkün değil. Ve Mahir´i indiremedim.â [4] Mahir´in vurulmasının ardından İngilizler, aşağıdakiler tarafından öldürülür. Açılan ateş sonucu Ömer Ayna sol gözünü kaybeder. Ağır yaralıdır. Cihan Alptekin ise karnından yaralanmıştır. Evin içindekiler sahanlıkta toplanırlar ve âUâ şeklinde savunma pozisyonuna geçerler. Roketatarların yanı sıra havan atışı da başlar. Evin girişini tutanların bulunduğu yerde büyük bir patlama olur. El bombalarının pimini çekip, kapıdan girecekleri bekleyenlerin üzerine düşen bombayla birlikte peş peşe patlar el bombaları⦠Evdekilerin büyük bir bölümü ölmüştür. Ertuğrul Kürkçü, savunmakta olduğu samanlıktan içeri girerek samanların arasına saklanır. Bir süre sonra ateş kesilir. Eve gelenler içeri ateş ederek girerler. Yaralı olan Saffet Alp, öldürülür. Muhtar Emrullah Arslan, evde 13 kişinin olduğunu söylemiştir. On devrimci ve üç İngiliz ile birlikte sayı tutmaktadır. Hava kararmaktadır. Ölenlerin cansız bedenlerini alarak, köyü terk ederler⦠Ertesi gün, Ertuğrul Kürkçü´nün babası Enver Kürkçü yanında bir tabutla birlikte Kızıldere´ye gelir.. Enver Kürkçü´nün başı tanımayacak durumda olan Nihat Yılmaz´ın cansız bedeninin âoğluna ait olmadığınıâ iddia etmesi üzerine tekrar eve gidilir ve yapılan arama sonucunda Ertuğrul Kürkçü yakalanır⦠Kızıldere´de sabahın ilk ışıklarıyla başlayan âoperasyonâ, akşam karanlığı basarken sona erer. Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ile Charles Turner, Gordon Banner ve John Law ölmüştür. Güvenlik kuvvetlerinden ise bir er yaralıdır. Denizleri kurtarmak için⦠Mahir Çayan ve on arkadaşını Kızıldere´ye kadar getiren neden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan´ın idamlarını engellemektir. On´ları Kızıldere´ye getiren olayların nasıl geliştiğini Sosyalizm ve Toplumsal Olaylar Ansiklopedisi´nden birlikte okuyalım: âİstanbul´da Ulaş Bardakçı´nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz´ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan´ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu´nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara´da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C´nin Doğu Karadeniz´deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa´nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy´un bir akrabasının evine yerleştirildiler. (â¦) 26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara´da elde ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye´deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa´yı abluka altına aldılar. Daha sonra 1979´da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak Ünye´den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna´nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin uygulanması kararlaştırıldı. (â¦) Yapılan keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket edemez hale getirildi ve Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz´dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı uygun bulacakları uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul´a gitmekle görevlendirildiler.â [5] NATO´ya bağlı Ünye Radar Üssü´nden kaçırılan İngilizlere karşılık Denizlerin idamlarının durdurulmasını istediler. İstekleri üç maddeden ibaretti: 1. İnfazlar derhal duracak. 2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak. 3. En çok 48 saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır. 29 Mart 1972 günü On´ları Niksar´a getiren kişinin yakalanması üzerine, İstanbul´a dönmeyi güvenli bulmayıp, Kızıldere´ye dönen Nihat Yılmaz ve Ertan Saruhan ile diğer devrimcilerin bulunduğu ev tespit edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için yapılan eylem başarısız olmuş, on devrimci Kızıldere´de öldürülmüştü. Yargısız infazın itirafı Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972´de Ankara´da idam edildi. Kızıldere katliamından geriye bazı soru işaretleri kaldı. âYetkililerâ olayın çatışma olduğunu iddia ettiler, etmekteler. Ancak yıllar sonra yayınlanan dönemin başbakanı Nihat Erim´in günlüklerine yazdığı: âAkşam saat 18´de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30´da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler.â ifadesi eğer dizgi yanlışı yoksa ve eğer Erim´in kalemi sürçmemişse â ki günlüklerin hiçbir yerinde kuşkulu bir cümle yok â bu bir itiraftır. [6] Kaldı ki, dönemin İçişleri Bakanı Ferit Kubat´ın Meclis´te yaptığı konuşmadaki sözleri de bu ifadeyi doğrulamaktadır: âÇetin bir mücadele sonunda çelik yelekli ekip, hepsini ölü olarak ele geçirmiştir. Son bir anarşist âteslim oldum´ demiş ve o anlık gafletten istifade silahını ateşleme fırsatını bulmuşsa da kurşun, çelik yelekte kalmış, çelik yeleği geçmemiş ve mukabil ateşte de öldürülmüştür.â [7] Geçen yıl, Kızıldere Katliamı´nın 35. yılında 78´liler Girişimi ile Saffet Alp´in kız kardeşi Fikret Karacan, Saffet Alp´in âyargısız infazla öldürüldüğüâ iddia ederek, İçişleri Bakanlığı´na âyargısız infazda rol alanların kimliklerinin açıklanmasıâ talebiyle başvurdular. Kızıldere katliamının 36. yılında âfaillerâ hâlâ meçhul⦠[1] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991. [2] Çıkmaz Sokak, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, 1979. [3] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991. [4] Çıkmaz Sokak, Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, 1979. [5] Sosyalizm ve Toplumsal Olaylar Ansiklopedisi. İletişim Yayınları, 1988. [6] Günlükler, Nihat Erim, 1925-1979, II. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2005. [7] Bir MİT Mensubunun Anıları, Mehmet Eymür, Milliyet Yayınları, 1991. * * * BAŞBAKAN NİHAT ERİM´İN GÜNLÜKLERİNDE KIZILDERE âİngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler⦴ 31 Mart 1972 Dün sabah MİT müsteşarı ve İçişleri bakanı telefon ettiler. İngilizleri kaçıranlar Niksar´ın Kızıldere köyünde muhtarın evinde imişler. Jandarma köyü çevirmiş, İngilizlerin diri kurtarılması için pazarlık yapılıyormuş. Ben de talimat verdim, âDiri kurtarmak için her gayret gösterilsinâ diye. İçişleri bakanı Ünye´de anarşistlerle işbirliği yapan Avukat Sadi Şener´i yanına alıp olay yerine gidiyor. Avukat âBen onları teslim olmaya razı ederimâ demiş. Öğleye kadar teslim olmamışlar. Ateş etmişler. Öğleden sonra Tağmaç telefon etti. Jandarma Genel Komutanı, âGeceye bırakmak tehlikelidirâ diyormuş. Tünel kazıp kaçabilirler. İçlerinde askeri üniformalılar da var. Gece evden çıkıp askeri şaşırtılabilir, aralarına karışabilirlerâ diyormuş. âOnlar olay yerinde durumun gereğini daha iyi takdir ederlerâ dedim. Akşam saat 18´de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30´da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler. Gece A. İ. Göğüş telefon etti. Sıkıyönetim resmi tebliğ dışında haber ve resim yayınını yasak etmiş. Tağmaç´ı buldum. âResim yasağı doğru değil. Gerçeğin gizlendiği sanılırâ dedim. Soruşturdu, yanlışlık olmuş. Resim yayınlanacak. Bu sabah Bakanlar Kurulu´nu topladım. İçişleri bakanı dönmüştü. İzahat verdirdim. Öğleden sonra da Millet Meclisi´nde izahat verdi. Grup sözcüleri de konuştu. Güvenlik kuvvetlerini tebrik ettiler. Günlükler, Nihat Erim, 1925-1979, II. Cilt, Yapı Kredi Yayınları, 2005. OLAYLARIN ARDINDAKİ GERÇEK Bilinen Son Türkİye´de kızıl anarşinin önderleri giriştikleri akılsız denemelerin sonuncusunda cumhuriyet kanunlarının ve güvenlik kuvvetlerinin bir kere daha avucu içine düşmüşlerdir. Türk Devletine kast teşebbüslerinin, hürriyet rejimine karşı çıkmanın, hele Atatürk Cumhuriyetini dinamitleme niyetlerinin karşılaşacağı son duvar, bundan böyle de cumhuriyet kanunlarının ve cumhuriyet kuvvetlerinin güçlü ve sert kayalıkları olacaktır. Bundan kuşku duyulmamalıdır. Devletin gücü karşısında eğilmeyecek, başı ezilmeyecek tehlike mevcut değildir. Böyle olmasa idi bu varlığın adına devlet denmezdi. Cumhuriyet Türkiyesi bu anlamda güçlü bir devlettir. Sol macera heveslileri, başka hevesliler gibi bunu pek âlâ bilmektedirler. Sonucu önceden belli bazı olaylar vardır. Kızıl anarşinin Türkiye´de uğradığı âkıbet, sonucu önceden belli olaylara bir örnektir. Buna rağmen bir heves olarak sürdürülmek istenmesinin nedeni, içinde rol alanların, kendi iradelerinin ötesinde milletlerarası bir akımın tutsağı durumuna girmiş olmalarıdır. Yoksa Türk halkının yapısını, cumhuriyet ordusunu ve gerçek Atatürkçü nesilleri biraz tanıma olanakları bulunsa, içine düştükleri kızgın çemberin dışına kendilerini bir an önce atarlardı. Üç İngilizi kaçırmak suretiyle sebebiyet verdikleri son olayın Türkiye´de yarattığı nefreti iyi değerlendirmek gerekir. Halkın gösterdiği tepki meydandadır. Güya halkı kurtarmak gibi akılsız davranışlara girişenler halkın elinde perişan olmuşlardır. Parlamentosundan, üniversitelerinden yükselen seslere kulak veriniz. Hepsi, Türkiye´nin kızıl anarşiyi reddeden tek sesini veriyorlar. Türkiye bir bütün halinde anarşinin ve insanlık dışı eylemin karşısına dikiliyor. Cumhuriyet gazetesi, 31 Mart 1972.
Mahir Cayan`in yazdigi siir`ler Bu Adam Kurşunların Değil Kahredici Okların Hedefi. âVedat, Taylan, Battal, Mehmet, Nemci⦠Devrim için öldülerâ¦â Yürüyoruz başkentin sokaklarında, Önde gidiyor devrim şehidi. Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor. O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi, Kendi sırasının yakın olduğunu bilen birisi. Marştaki şehitler listesine, şeref listesine Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahçupça. Ve sırası geldi, sırasını bekleyen o neferin. Ama öylemi gelecekti sırası? Oysa neler kurmuştu neler⦠Erkekçe vurulacaktı kalbinden âYaşasın THKPâ olacaktı son sözü. Bu fırsat geçti eline Ama kahpe kader o kadarını bile çok gördü. Olmadı olmadı⦠O diye yoldaşını delik deşik ettiler. Kahpenin kurşunu Ceketini, pantolonunu delik deşik etti Ama kalbini delemedi. Ve o kendisini vurdu. Talih ne gezer bu adamda, Tetiğini kaldırmayı unuttu, unutmaz olasıca. Tabancası sarsıldı, kurşun hedefinin altına girdi. O cezasını çekiyordu, ezeli derdi unutkanlığının ve solaklığının. Oligarşinin hastahanesi, mapushanesi⦠Karanın siyahın her tonu⦠Paspal kurbağa Ganzales Ve ünlü kement atıcı şefkat Kakomço. Oportünizm atmıştı oklarını yakalanmadan önce, âBölücü, kariyerist, pasifistâ diye. Oligarşinin gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce, âTeslim olduâ diye. Vuruştu, yine teslim oldu denildi, konuşmadı. İşkence altındaki arkadaşının bölük pörçük ifadelerini topladılar, tek bir ifade yaptılar. Ve konuştu diye ilan etti paspal kurbağa Gonzales. Bu adamın kaderi bu. Bu adam kurşunların değil kahredici okların hedefi. Açık vermişti bir kere Neden korktuğunu hissettirmişti düşmana. Anlamıştı düşman, Bu adam işkenceden, kurşundan değil, Zehirli oktan korkar. Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta: âDüşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız.â Varsın bütün oklar üstüne yağsın. Devrimcilerin gözleri kör kulağı sağır değil. Biliyorum seni bu oklar yaralıyor. Bak ne diyor usta: âUnutma ki devrim şehidi sadece kurşunla olmaz, Şefkat Kakamço´nun kementleri de şehit eder adamı.â -2- Hindistan´ın Kalküta şehrinde Benerci kendini vurdu. Türkiye´nin İstanbul´unda, Hüseyin´i vurdular. Perde değişiyor. İzmir kordon boyu Hasan Tahsin´i vurdular. Bolivya´da Guevera kanlar içinde Pera da param parça. Çho to Vietnam´da kıvranıyor. Of bacım off Bitsin artık bu kıyım. Orfe güneşi çağırıyor ve THKC 1971 ilkbaharında eyleme geçiyor Burası SAU PAULO Karanlığın, loşluğun, ezikliğin diyarı. Orfe karanlıklar tepesine oturmuş, Gitarı ile güneşi çağırıyor. Güneş tutulmuşâ¦ Her taraf simsiyah⦠Orfe gitarı ile güneşi çağırıyor. Yalnız Orfe, garip Orfe, yiğit Orfe. SAU PAULO tepelerinde doğacak güneşi Orfe göremeyecek, Biliyor bunu Orfe, yine de güneşi çağırıyor. Karanlığın yedi başlı ejderi, Orfeyi parçalıyor. Orfe artık güneşte⦠Güneş tutulması sona eriyor. Sau Paulo halkı sambo yapıyor güneşin altında. Orfe rahat, mutlu ve kıvançlı güneşten gitarı ile tempo tutuyor Aydınlığı kutlayan Sau Paulo halkının sambasında. Hücrem ve Sivrisinekler Tarihi Selimiye kışlasının bir odası ve kışlanın bir odası, Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa. Oda ama ne oda: Hücre hücre⦠Kapısına kilit vurmuşlar. Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya. Güneşi göremeyenler diyarı, Tutsaklığın kapısının demir parmaklıkları önünde Mehmed´i yükseltmişler bacım mehmedi. Nöbet değişiyor, şimdi kapının önünde bir siyahi var. Mozambikli galiba. Yanında iki nöbetçi daha var. Endonazyalı bir emekçi öğlu emekçi biri, Öteki de Mozambikli yedi göbek köle çocuğuâ¦ İşte hayatın diyalektiği. Saat 23.00 hücremde sivri sinekler, Oligarşinin türküsünü söylüyorlar hep bir ağızdan, Ve bir adam avazı çıktığı kadar başlıyor bağırmaya. Sesler yükseliyor. Ve bir koro, hep bir ağızdan özgürlüğün marşını söylüyor. Sineklerin vızıltısı duyulmuyor atık. Genç adam hayretle etrafına bakıyor. Yanında Hasan Tahsin, Hüseyin, Sinan, Alp ve daha niceleri⦠Bu hücre kalabalık bacım, kalabalık. Asyanın, Afrikanın, Amarikanın devrimcileri, Ve bütün mazlum uluslar bu hücrede. Marş bitiyor, hava yine ağırlaşıyor. Sinirler bozuk, herkes sıkıntılı. Sivrisinekler oligarşinin türküsünü çığırmaya tekrar başlıyorlar. Hüseyin, Sinan, Alp, Che, Pera´da ve Benercinin dudaklarında sıkıntılı ve acı bir tebessüm⦠Emekçiler üzgün, kölelerin boynu bükük. Sivrisinekler memnun ve neşeli⦠Bekliyoruz, ne zaman kesilecek bu vızıltı? Bekliyoruz, sıkıntılı, sinirli ve mutlu. Bir bekleyiş bu⦠Hepimiz biliyoruz ki repertuarları bitiyor sivrisineklerin. Hücredeki Adalının Dünyası -I- Taş duvar, demir karyola, ve yerde sayısız izmaritler. Halanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli, İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava, Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor. İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyin, Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkânsız. Ranzanın karşısında kafesli demir kapı, arkasında Mehmet. Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek Mehmedim utanıyor, kahroluyor. âAskelik ağam n´aparsınâ diyor. Aslında oda tutsak. Ben hücremde, o hücrenin önünde. Günde beş kere büyük başlar bakıyor içeriye; Yüzlerinde tecessüs. âÇılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar.â Ama yinede âçılgın adamınâ karşısında, Bir eziklik, burukluk duyuyorlar o başka. Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede, Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bild,ren. Işık yirmi dört saat yanar. Bir nefes, bir duman yoldaşım, Cıgaramı her çekişimde duman olur, Uçar giderim, ta uzaklara. Çoğu kere ada´ma giderim, Cıgaramın dumanı, beni memleketime; Ada´ma götürür. Kahpe İstanbul´un kahpe bir bölgesinde, Bir evdeyim, yoldaşımla beraber. Bu ev, yoldaşlık â dostluk â kardeşlik â mertlik - kıvanç ve sevgi evidir. Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki⦠Ev değil, ada, ada! Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, âdiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan, Karanlık denizin ortasında, Güneşi batmayan bir ada. Ben ne şuralıyım ne buralı, Adalıyım adalı, Adam ormanlıktır. Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün adamı kaplar. Erdemin güneşi yirmi dört saat aydınlatır ada´mı, biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı. Ben adalıyım ey kahpe hücre ada´lı. Doğruya sen nereden bileceksin ada´mı asırlık, feodal-militarist hücre. Ya, sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset kurbağa, hilkat garibesi ada´mı? âDünya karanlıktır. Güneşi batmayan böylesi bir ada yeryüzünde yoktur.â Değimli karanlıklar cücesi, zavallı acuze? Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho? âDeğil şiirlerde, masallarda bile böylesi bir ada yoktur. Böylesi bir ada eşyanın tabiyatına aykırıdır.â Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi? Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırı. Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler⦠Yarının Türkiyesinin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler⦠Adam kalabalıktır hain hücre: Elde mitralyözüyle, Sierra Maestra´da, Falcon da, Vietnam da, Mozambikte, Angola da, Sina çöllerinde⦠Özgürlüğün türküsünü söyleyenler. Zülme, kahpeliğe, sömürüye karşı⦠Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır kahpe hücre. Benim adamın ormanlarından aldıkları fideleri, birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına. Kel dünya, ada´mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor. İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni. Seni yerle bir edecek ada´lıları iyi tanı. Ada´m ve hemşerilerinin çocukları ne halde diye dudak bükme, ******nun dölü utanç duvarı. Evet, ada´mı karanlığın suları bastı. Evet, benim gibi pek çok ada´lı bu çirkin suların altında, Ama boşuna sevinme, ada´m batmaz, yok olmaz, Ada´m, sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi. Hepsi o kadar. -II- Cıgaram elimi yakıyor. Maltepe´de etrafı karanlığın cüceleriyle çevrilmiş marş söyleyen iki ada´lı. İki ada´lının marş söyleyişinde silâhlar susar. Maltepe´nin göbeğini derin bir sessizlik kaplar. Dalga, dalga yayılır, ada´lıların erkek sesi, etrafa. O anda iki adalının gözünde her şey silinir, Karanlığın militanları küçülür⦠Sanki biraz önce atılanlar tomson kurşunu değil, parmak cücelerinin minik okları. O an ne binlerce güvenlik kuvveti, ne polis, ne zırhlı tugay, ne tomson, ne mitralyöz. Her şey önemsiz, küçük ve etkisizdir. İki ada´lı için. Ada´lıların korosu karanlık cücelerinde bir panik yaratır. Yüzlerinde, ezikliğin, şaşkınlığın biraz da utancı izleri okunur. Sanki ilahi bir kuvvet onların ellerini, kollarını bağlamıştır. Ta ki, iki ada´lının marşı bitene kadar. Ada´lılar sol yumrukları havada, pencerenin önünde boy hedefi oldukları halde ataş edemezler. Garip bir andır bu an. Bu an karanlık cücelerinin, insanlığa dönüş anıdır. Cüceler konuşmazlar bile bu anı. Büyülenmişlerdir iki ada´lının havaya kalkan sol yumrukları ile. Ve kaybolup gitmişlerdir iki koronun nameleri arasında. Koro susar, büyü bozulur, görevlerini hatırlar cüceler, Eller tetiklere tarrrrâ¦â¦â¦ Ve Cevahirimi kalbime gömüp dönerim hain hücreme.
Ünye Radar Üssü´nde çalışan üç İngiliz teknisyenini 26 Mart 1972′de kaçıran Türkiye Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanları Kızıldere köyünde bir eve sığındılar. İhbar üzerine köy evine Özel Harekât Dairesi´nin de içinde yer aldığı güvenlik güçlerinin ağır silahlarla yaptığı operasyonda THKP-C militanları Mahir Çayan, Saffet Alp, Hüdayi Arikan,Sabahattin Kurt,Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, THKO militanları Cihan Alptekin ve Ömer Ayna öldürüldüler.1971′e gelindiğinde, burjuvazinin temsilcilerine göre sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aşmıştı. Halk yığınlarının mücadelesinin boyutları, kendiliğinden bir niteliğe sahip olmasına rağmen, hâkim sınıfların sömürülerini disipline etme çabaları karşısında önemli bir engel teşkil edebiliyordu. Bütün örgütsüzlüğüne ve dağınıklığına rağmen, halkın mücadelesi faşist diktatörlüğün oldukça telaşa kapılmasına yetmişti. Toplumsal huzursuzluk had safhaya ulaşmıştı. Üstelik proleter devrimcilerin bu toplumsal huzursuzluğu örgütleme doğrultusundaki girişimleri faşist diktatörlük açısından bardağı taşıran son damla oldu. Bu bakımdan, 12 Mart askeri darbesi, sosyal uyanışın faşist diktatörlük lehine durdurulması yolunda atılmış bir adımdı. Öte yandan, ülke ekonomisindeki burjuvazi ve feodalitenin çelişkili ve zoraki bir ittifak olan faşist diktatörlüğün sorunları, yalnızca yükselen halk muhalefeti de değildi. 12 Mart muhtırası egemenler içindeki çatışmalara da bir çözüm olmak zorundaydı. 1971′lere gelindiğinde, teşvik tedbirleri, finansman kanunları, vb. girişimlerde, tekelci burjuvazi kendi dışındaki unsurların tasfiyesine yönelik adımlar atmıştı. Böylece, iktidar kavgasın egemenler içinde önemli boyutlar kazanmış ve hâkim sınıflar gerçekten yönetemez bir duruma düşmüşlerdi. Tekelci burjuvazi, feodal beylerle arasındaki karşılıklı hesaplaşmada, dengenin kendi lehine yeniden kurulmasını arzulamaktaydı. 12 Mart tüm halkımıza açlık, zulüm, baskı, pahalılıktan başka birşey getirmedi. Bütün bu dönem, faşizmin azgınca saldırdığı, kan içtiği bir açık terör dönemidir. Grevler yasaklanıyor, direnenler, zindanlara tıkılıyordu. Ülke, işkencehanelerin karanlığında ve darağaçlarının gölgesinde sıkıyönetimle yönetiliyordu. Halkların kurtuluşu yolunda mücadele eden devrimciler katlediliyor; yurtseverleri, hapislerde çürütmek, ipe çekmek için mahkemeler kuruluyordu. Bu dönem boyunca, ATAŞ´ta, MKE´de, Ereğli Kömür İşletmelerinde ve daha birçok işyerlerinde sayısız grevler ertelendi, yasaklandı. İşsizliğin, pahalılığın ölümle, katliamla birlikte kol kola gezdiği ülkede, emekçilerin en hayati hakları bir kalemde silindi. Örneğin, 1970′de 111 olan grev sayısı 1971′de 78′e düştü. Faşizmin en yoğun olduğu; 1972-73′de grev sayısı 48 ve 55′e kadar düştü. âÜlkesi ve milletiyle bölünmez bir bütünüzâ diye Kürt ulusuna katliamlar uyguladılar, onların yaşama hakkına tecavüz ettiler. Bölücülük iddiasıyla Kürt demokratlarının yüzlercesini zindanlara tıktılar. Memurların, öğretmenlerin sendikalaşma hakları ellerinden alındı. Okullar birer medreseye çevrildi; yoksul köylülerin toprak istekleri jandarma dipçiğiyle bastırıldı. Küçük üretici, geçimini bile sağlayamadığı taban fiyatlarla susturuldu. Yine bu dönemdeki ücretlerdeki gelişmeye bakmak bile, çarkın kimin için döndüğünü ve bu çarkın kimlerin hakkını öğüttüğünü anlamak için yeterlidir. 1970 yılında 35.3TL olan gerçek işçi ücretleri, 1971′de 33.7 TL´ye ve 1972′de 33.3 TL´ye kadar düşürüldü. Ve bir de, durgunluk dönemlerinde, halkın çıkarlarının en keskin savunuculuğunu yüklenenlerin, gerçek savaş günlerinde çirkin yüzlerini açığa çıkarması bakımından önemlidir, 12 Mart dönemi: Kendisini âişçi partisiâ diye gösterenler, sıkıyönetim kapan deyince kapanan, teslim ol deyince teslim olan bir trajedinin şarlatan oyuncuları oldular. İhbarcılık ettiler. Karşı-devrimci saflara geçip devrimcilere küfrettiler. Teslim olmayı reddedenleri maceracılıkla, anarşistlikle suçladılar. Kimileri de bir köşede oturup olup biteni seyretti, karanlık günlerin kendiliğinden geçmesini beklemeyi yeğledi. Devrimci iradenin gücü Kızıldere, devrimciliğin, direnmenin, siyasi belirleyiciliğinin yanında, devrimci fedada insan iradesi ile ilgili tutulan politik hatta tartışmalara önemli bulgular verecek bir hassasiyetin kaynağıdır. Kuşatılma, ölmenin kaçınılmazlığı ve bu durum karşısındaki devrimci, irade göstermek, âteslim olma ile devrimci direniş arasındaki ilişki´, meydan okumada keskin bir örnek. Bu anlamda Kızıldere´de katledilen o genç devrimciler, burjuva birey disiplinini aşan âyaşam için teslim olma´ mantığını yerle bir eden teslimiyete karşı ölümü seçen bir anının kahramanları oldular. ON´lar, Deniz´ler ve İbrahim Kaypakkaya şahsında sembolize olan 71 kuşağının devrimci bir ruh ile anılmaları, yalnızca gördükleri ağır şiddetten değil, yoldaş dedikleri için, kendi yaşamlarını bir tarafa ko***** fedakârlıkla sistemin şiddetine kafa tutan bir dünya yaratma cüretlerinden ileri gelir. Çevresi kuşatılmış korunaksız bir evde top ve mermi yağmuru altında, teslim olmak ve ölmek arasında bir tutum alan ON´ları, doksan gün en acımasız işkenceler altında serden geçmek pahasına sır vermeyen Kaypakkaya´yı ve darağacındayken bile düşünsel bir miras bırakma çabasında olan Deniz, Hüseyin, Yusuf´u, yalnızca politik olarak değil, devrimci bir miras olarak en göze çarpan yere koymak gerekir. O nedenle 1971-72´deki çıkışın Türkiye Sosyalist hareketinde âTHKP-C´nin yanına THKO ve TİKKO´nun- oynadığı en esaslı rol alışılageldik siyasetin dışına çıkışın imkânlarına ışık tutmasıdır. Bir kopuş olmasıdır. Bu çabanın bir devrimci kitle hareketi yaratılması açısından tarihsel bir önem taşımasıdır. Kızıldere tavrı politik erk, karşı koyma, hâkim gücün direnç odaklarına yönelik tutumu ve kullandığı metotlar açısından, yine egemen olana direnme tavrı ve bu direniş denge bozan bir tarih sayfasıdır. ON´lar, Deniz´ler ve İbrahim Kaypakkaya kendilerinin fiilen var olmayacakları bir gelecek ile ilgili mücadelede geleceğin aydınlık dünyasını yüceltme ve sosyalizme inancı gösterirler. Bu gelecek ile dayanışmak ve kendilerinin var olmayacağı bir geleceğin mimarlarına, bir davranış geleneği bırakmak adına, sahip oldukları yegâne şeyi, yani yaşamlarını feda etmektir. Kızıldere dava uğruna ölmektir. Başka bir deyişle, emperyalist işgal altında bir ülkedeki devrimciliğin tanımıdır. Böyle bir ülkede, cüreti, fedayı ve her alanda fedakarlığı içermeyen bir devrimcilik, eksik ve etkisiz kalmaya mahkum bir devrimciliktir. âFeda´ kavramı, somut bir hedef için, doğrudan kazanımları hedefleyerek kendini feda etmek ile, aslında somut olmayan ve geleceğe ait düşünsel bir değer yaratmaya dönük olan feda tutumu arasında büyük fark bulunur. Bu tutumu politik olarak doğru bulup bulmama ve hatta, bu konudaki tüm politik tartışmaları dışarıda bırakarak, o kuşağın kendilerini feda etmeleri devrimciler için özel bir değerdir. Zira Kaypakkaya´nın işkencedeki ideolojik direniş tutumu, Mahir Çayan ve arkadaşlarının Kızıldere´deki tutumu, Deniz´lerin yanı başlarında sallanan ölüm karşısındaki tutumları açık bir şekilde gelecek kuşaklara dönük net bir mesaj ulaştırma kaygısı taşır. Proletaryanın Kurtuluşu
kızıl dere kızıl dere on yerinde yara bere mahir yoldaşı vurdular haber ver gittiğin yere duman vartinik tepesi kan ağlar munzur deresi işkencede haykırıyor yiğit ibrahim´in sesi 6 mayıs şafağında deniz faşizmin ağında cellatlar sinan´ı vurdu zalim nurhak dağında.
Oy dere kızıl dere böyle akışın nere onlar biter mi sandın sana can vere vere dere bizim evimiz suyu alın terimiz söyle nedendir dere vurulur gençlerimiz dere böyle durulmaz gence kurşun sıkılmaz sanma faşist olandan bir gün hesap sorulmaz..
Halk için yola düştüler Mahir ile yoldaşları Nice engeller aştılar Mahir ile yoldaşları Kızıldere kan akıyor Akıp bendini yıkıyor Yeter bunca zulüm diyor Mahir ile yoldaşları Kurşunladılar ardarda Dökülen kan kalmaz yerde Yaşıyorlar yüreklerde Mahir ile yoldaşları Halkım için can verenler Oluk oluk kan verenler Ölürkende haykıranlar Mahir ile yoldaşları Kızıldere kan akıyor Akıp bendini yıkıyor ...
DENİZ GEZMİŞ VE İBRAHİM KAYPAKKAYA MAYIS´IN DİRENİŞÇİ KIZIL GÜLLERİDİRLER Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 sabaha karşı düzmece faşist mahkemelerde, daha önceden alınmış karar gereği asılarak idam edildiler. Yine aynı yılın 30 Mart´ın da Denizleri kurtarmak için yola çıkmış olan Mahir Çayan ve yoldaşları Kızıldere´de kontrgerillaca katledilmişlerdi. Denizlerin asılmasının bir yıl sonrasında ise; yine bir diğer devrimci lider İbrahim Kaypakkaya; Dersim Vartinik´te bir çatışma sonrası yakalanarak Diyarbakır işkence hanelerinde sorgulanmış, tırnakları sökülerek işkencede kontrgerillaca katledilmiştir. Bu üç devrimci hareketin kesişme noktaları vardır: Birincisi, her birisi içinden çıktıkları reformist parti ve hareketlere karşı devrimci duruşun sembolleridirler. İkincisi, gençliğin devrimci mücadelesinden siyasal mücadeleye evirilmişlerdir. Üçüncüsü, her birisi ülke gerçeği ile çokta bağlantılı olmayan ve o anların güçlü enternasyonal akımlarının birer taklidini uygulama yolunu seçmişlerdir. Dördüncüsü, devrimci enternasyonal ve yerel dayanışmanın en üst örneklerini vermişlerdir. Beşincisi, birbirleri için ölecek kadar fedakâr, kahraman bir devrimci liderlik nedir en iyisini, örneğini sergilemişlerdir. Altıncısı; her birileri yine ölüme gözünü kırpmadan gitmişlerdir. İdeallerini, asla terk etmeyi kafalarından geçirmemişlerdir. Yedincisi, her bir hareket ve liderler büyük kontrgerilla operasyonlarının hedefi, uygulama alanı olmuşlar ve yine kontrgerilla ile faşizmin düzene tam hâkimiyeti sürecinin bir ayağı döneminde vahşice öldürülmüşlerdir, katledilmişlerdir. Bu ortak noktalar, kesişme noktaları uzatılabilir. Ama bu yedi madde bile ortak olunan ne kadar şey olduğunu anlamaya yeterde artar bile. Ama ilk madde, Türkiye Devrimci Hareketinin ve sınıfın komünist devrimci mücadelesinin en önemli kırılma noktasıdır tarihsel olarak. Zira o günlere kadar egemen olan reformizm, revizyonizme karşı ciddi bir karşı duruş, devrime yönelmenin adıdır bu durum. Zaten devlet ile kontrgerillanın azgınca faşist terörü ile katliamcı yüzünün ortaya konmasının açık yanı da budur. Ama bu devrimci liderler katledildiler de, mücadele bitti mi? Tam tersine, hiç olunmadığı kadar kısa bir süre içinde TDH toparlandı ve geçmiş kuşağın ideolojik-teorik-politik ve pratik eksiklerinden de yavaş yavaş sıyrılarak sınıfa yönelinip örgütlü devrimci mücadele büyütüldü. Bütün 68 kuşağının fedakâr, cansiperane, ölüm pahasına mücadelesi olmasa idi; bundan sonraki devrimci mücadelenin bu kadar hızlı toparlanması olanaklı olamazdı. Marttan Mayıs´a uzanan süreçlerde bu ülkede birçok devrimci toprağa düşmüştür mücadelede. Bahar ayları mücadelenin en kızgın, en ateşli, en mücadeleye çağırıcı dönemleridir her bakımdan. Aynen toprağın kazma istemesi gibi; bahar mücadelede de mücadelecilerin daha da öne çıkmasını ister her daim. Bu bakımdan bu aylarda, toprağa düşen devrimci sayısı, diğer bütün dönemlere göre daha da fazladır. Mahir, Deniz ve de İbrahim; TDH´nin yeni yöneliminin, devrimci çıkışının öncüleridirler. TDH´nin kendisinden önceki reformist, revizyonist kirlenmesinden arınıp; devrimci bir arayışa girmesinin adıdır bu liderler. Aynı zamanda bir devrimcinin olması gereken özelliklerini kendilerinde cisimleştiren lider devrimcilerdir. İşkenceden cezaevine, çatışmadan idam sehpasına, teorik-ideolojik mesele ve ayrımlardan devrimci dayanışmaya vs gibi birçok konuda hala onlara yaklaşamayan hareketleri görünce; emekleme döneminde olan TDH´nin o günkü liderlerinin şimdilerde birçok hareket ve kişiden daha da ilerde olduğu açıkça görülür. Mahir, Deniz ve İbrahim aslında öne çıkan liderler olsalar da; yanlarında Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Ali Haydarlar ve benzeri adını sayamadığımız onlarca devrimci lider ya da militan olmadan gerçek liderler olamazlar ve öne çıkamazlardı. Bu bakımdan; kendi hareketleri açısından da; genel devrimci mücadele açısından da arkada gibi görünen diğer devrimci militan ve liderleri de anmak, anlamak ve onları yaşatmak başlı başına özel bir devrimci görevdir. 68 devrimcileri, devrimci bir yol açtılar TDH´ye. Adını verdiler hareketlere. Geçmişten bugüne getirdiler mücadele geleneğini ve kesintisizliğini. Adlarını kanları pahasına TDH´ ye yazdırdılar. Onları anmak, anlamak ve uğruna mücadele ettikleri ideallerine ulaşmakta kararlı-inatçı-ısrarlı bir kavganın sahibi olmak demektir. Bu faşist sömürgeci düzene karşı, komünist devrimci sınıf mücadelesini büyütmekten geçmektedir anılarını yaşatmak. ANILARI MÜCADELEMİZE IŞIK TUTMAYA DEVAM EDİYOR ANILARINI YAŞATMAK İÇİN KOMÜNİST DEVRİMCİ MÜCADELEYİ BÜYÜTMELİYİZ KAHROLSUN KONTRGERİLLA CUMHURİYETİ YAŞASIN ÖZGÜRLÜK YAŞASIN SOSYALİZM Mahmut Halil CAN ( Sendiren )
Canlar Bugun 18 Mayis. Fasist Duzen ve Onun Cellatlar tarafindan hunarca katledilen, Ser Verip Sir Vermiyen Onder Ibrahim Kaypakkaya Yoldasi 39`cu yil donumunde saygi ile aniyorum....... Selam olsun apaydınlık günlere Kazma ile kürekle yürüyenlere Selam olsun halk için ölenlere Silah elde toprağa düşenlere bin selam 18 Mayısı unutmam Unutmam 18 Mayısı İşçinin köylünün kurtuluş ordusu Devrimci erleri Ölümlerle yeniden doğar Ölmeyen devrimci erleri Bir vücut, bir yumrak ve bir baş Bağımsızlığa kadar savaş Önderimiz İbrahim yoldaş Korkmayan devrimci erleri Unutmam 18 Mayısı, 18 Mayısı unutmam Ali Haydar yıldızımızı vuranlar Korkutamazlar bizi Vuruldukça artırdık hızı Durmayan devrimci erleri 18 Mayısı unutmam, unutmam 18 Mayısı Bağımsızlık gelene dek Ellerden düşmeyecek tüfek İbo, Haydar, Muharrem çiçek Solmayan devrimci erleri Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Seni anlamak yaşamaktır.. Seni yaşamak amansızlığa kavga.. Ve postal sesler altında direngenliğe durmaktır. Seni bilmek,yaşamı bilmek silah omuzda toprağa düşmektir.. Seni anlatmak Eylül'lü günleri geçmişe yollamaktır... Onder İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür!