Anadolu Aleviliği

Konu, 'Alevilik Tarihi' kısmında devran tarafından paylaşıldı.

  1. devran

    devran Yönetici

    Anadolu Aleviliği, Osmanlılar döneminde yüzyıllar boyu baskı sonucu içine kapatılmıştı.

    Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Alevilerin solunum yolları açılmaya başladı..Günümüze kadar bu solunum yolları zaman zaman dumanlandırılarak boğulma tehlikeleri yaşadı.

    Anadolu Aleviliği, sosyo-kültürel-politik anlamdaki araştırmalara daha çok konu olmalı, sadece teolojik(dini) anlamda araştırmalarla sınırlı kalmamalı.Geçmişi, bugünü ve geleceği, daha açık, daha net masaya yatırılmalı.

    Anadolu Aleviliği çoğunluk olarak, sadece kültürel yapılanmayı geliştirmekle kendi kimliğini güçlendirmek istemindedir. Ama bu yeterli olamamaktadır. Türkiye politikasında Aleviliğin bugüne kadar ne kadar kullanıldığı da herkes tarafından bilinmektedir: ''oy depoları'', ''demokrasinin bekçileri'' vs ünvanları... Ama gerçeklere bakarsak, Aleviler hala gerçek anlamda toplumda hak ettikleri yere ulaşamamaktadırlar. Bu konuda özellikle Alevi kökenli araştırmanlara tarihi görevler düşmektedir.

    Anadolu Aleviliği nedir

    Ana hatlarıyla:

    "... Eline, beline, diline sahip ol. Dünya malına tapma, doğruluktan sapma, gördüğüne bin katma, görmediğine kulp takma. Yokuşta yorgunu yorma, düzlükte canları darda koyma. Yetmiş iki millete bir gözle bak, herkesi kardeş, bacı bil. Güçlünün yanında yer alıp yoksulu ezenlerden olma. Bilime uyan, karanlığı kovan, ışığa koşan olanlardan ol" .

    Cem törenlerinde söylenen bu sözler Anadolu Aleviliği felsefesinin temelini özetler. Günümüze kadar yaşayan bu felsefe, bir felsefi-kültür mirasıdır ve dolayısiyle bir yaşam biçiminin öncülüğünü yapar.

    Bu felsefede şu üç temel öğe yer alır:

    a) Anadolu Aleviliğinde, ''toplumsal yaşam inanca yön verir, inancı geliştirir''.

    b) Anadolu Aleviliğinde, ''bilgi ve akıl(us) sonsuzdur''.

    c) Anadolu Aleviliğinde, ''inanç özgürlüğü sorgulanamaz''.

    Anadolu Alevi felsefesi ve tarihçesi

    Sözcük anlamı eski yunancadan gelme: ''philosophia = (philo = sevgi, sophia = bilgi), ''felsefe'' sözcüğünü üretmiştir. Yani ''sevgi ve bilgi''.

    İnsanlık tarihi değiştikçe sevgi ve bilgi, çeşitli anlamlara bürünmektedir. Yani felsefi görüşler de çeşitlilik kazanıp, değişik anlamlara bürünmektedir. Bu çeşitlilik, her zaman iyisini de kötüsünü de beraberinde sürüklemektedir, böyle de devam edecektir. Zehir de olacaktır, panzehir de.

    Bu bağlamda felsefeyi ikiye ayırıyoruz: zararlı felsefe, faydalı felsefe.

    Anadolu Alevi felsefesinin temel kuralları ve gelişimi, ne yazık ki günümüze kadar sadece sözlü belgelere dayanmaktadır. .Burada şunu kısaca belirteyim ki, alevilere karşı yüzyıllar boyu uygulanan baskı ve kıyımkarşısında (''zararlı felsefe''), yaşam tarzından ve inancından en ufak bir ödün vermeden direnerek ''faydalı felsefeyi'' yazılımdan yoksun bırakılmış olmasına rağmen, 'Alevi sözlü felsefesini'' geliştirerek günümüze kadar ileten, insanlık tarihinde bir örnek olan bu topluma hayran olmak gerekir.

    ''Kadılar müftüler fetva yazarsa
    İşte kemend işte boynum asarsa
    İşte hançer işte kellem keserse
    Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan ''
    ''Pir Sultan Abdal ''

    Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başladıklarında çok renkli bir mozaikle karşılaştılar. Bir taraftan büründükleri İslam kimlikleri, diğer taraftan batı kültürü ile ortadoğunun çakıştığı etnik, inançsal, kültürel farklılıkların ortasında burayı kendilerine yurt edindiler. İslam içerisindeki çelişki ve ayrılıklar doğal olarak türkler arasında da vardı. Emeviler(sünnilik) ve Ali yanlıları. Ali yanlıları, Mısır'da Fatımiler, İran'da Şiiler, Afganistan ve Pakistan'da Ismailiyeler, Anadolu'da da Hacı Bekaş Veli aracılığıyla ''Anadolu Aleviliği'' olarak tarihe geçer.

    Anadolu Aleviliği, Anadolu'daki etnik, inançsal, kültürel farklılıklara uyum sağlarken bir taraftan da kendi içinde olan hem islamöncesi, hem de islamsonrası dinsel ve kültürel unsurunu yoğurarak Anadolu'da yeni bir öğreti, yeni bir yaşam tarzının öncülüğünü yaptı.

    Doğu kültürleri, dinlerine sıkı sıkıya bağlı oldukları için felsfelerini bir türlü geliştiremiyorlardı. Felsefelerini, dini düşüncelerden ayırıp bir türlü bağımsız şekle sokamıyorlardı. Yani, dini düşüncenin katı kuralları olan ''olmazsa olmaz'' felsefesinde boğulup gidiyorlardı. Anadolu'da ise İÖ 6. yüzyılda, o zaman Ionia adı verilen bölgede (bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki adalar) bazı düşünürlerin yapıtlarında peri pliyseos (doğa üzerine) karakteristik adlarına rastlanıyor. Bu yapıtlar, doğanın, evrenin bilimsel bir tablosunu çizmek için yapılmış olan ilk denemeler olarak kabul ediliyor. Ionia'da ki bu gelişme yunan felsefesinin başlangıcı kabul ediliyor. Bu gelişme ile yunan felsefesi, Platon ve Aristoteles'le daha sonra büyük aşama gösteriyor.

    Doğuda ise ne hint kültüründe, ne çin kültüründe, ne arap kültüründe böyle aşama kaydedici bulgulara rastlanamıyor. Hint kültürünün ünlü Upanisad'larında da doğa üzerine birtakım düşünceler var olmasına karşın, İonia'daki gibi, önyargısız ve özgür bir araştırmadan çok, dine sıkı sıkı bağlı yapılmış yorumlardan öteye gidemiyordu.

    ''Örneğin eski Mısır'da geometri, Nil Irmağının belli zamanlarda doğurduğu taşkınları önlemek ve bu amaçla kanallar açmak zorunluğundan doğmuştu. Yani, pratik bir amacı göz önünde tutuyordu. Ve bu pratik amaçlardan hiçbir zaman sıyrılamamış, bağımsız ve derli toplu yani sistemli bir bilgi haline gelememişti: bölük pörçük kalmıştı. Oysa Yunan düşünürleri ve özellikle Eukleides, yalnızca teknik' ve pratik özellik taşıyan bu bilgileri, sistemli ve kuramsal (teorik) bir bilim (geometri bilimi) durumuna getirmeyi başardılar. ''(alıntı)

    Anadolu, İslamiyeti kabul etmiş türk göçüne sahne olurken bunların arasından Ali yanlıları, Hacı Bektaş Veli öncülüğünde 'Anadolu Aleviliği'nin temellerini atmıştır. Bu felsefe, dini kurallardaki katı şartlardan uzak durarak, 'olmazsa olmaz' kurallarından kendini soyutla***** yepyeni bir felsefe yaratmıştır islam içerisinde.

    Bazı tarihçilerin dediği, 'Türk Aleviliği, Emevilerin türklere baskı rejimine tepki olarak doğmuştur'', tezi yetersizdir. Böyle demek, Aleviliği kendine yol olarak seçmiş olan topluluğun, Emevilik öncesi yaşam tarzlarını görmezlikten gelmek, kültürlerini, felsefelerini görmezlikten gelmek demektir. Türklerin hepsi Alevi değildir, bir kısmı bu yolu seçmiştir. Yönetici türkler değil, yönetilen türkler arasında yayılmıştır. Yöneten türkler genelde Emeviliği benimsemişlerdir, devletlerinin resmi rejimleri yapmışlardır. Fark buradadır. Emevi baskı rejimini benimseyen bu devletlere karşı, örneğin, Büyük Selçuklu Devletine karşı, toplumun alt tabakalarından bu baskılara çeşitli ayaklanmalarla tepkilerini verenler Alevi türkleridir, türkmenleridir. İslam öncesi yaşam geleneklerini, felsefelerini, islam dinindeki Emeviciliğin(Emevilik değil, Selçukluların ilk kuruluş yıllarına bakalım, keza, daha sonra Osmanlının ilk kuruluş yılları ve sonraki gelişmeler) katı din ve baskıcı kurallarını redederek islam türkleri içerisinde ayrı bir felsefe oluşturmuşlardır.

    1000li yılların sonlarında, özellikle 1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu toprakları türklere tamamen açılmıştı.Türk boyları, Anadolu'ya akın akın yerleşmeye başladıklarında, Anadolu islamla iyice tanıştı. türk göçerleri Anadolu coğrafyasını tanımaya başladı, dağlarını, ovalarını kendilerine yurt edindi. Doğuda Selçukluların baskılı rejimi, Daha doğudan Moğolların kıyım, yıkım, baskıları, türk göçerlerini Anadolu'ya zorunlu olarak iyice yerleştirdi.

    Selçukluların son karmaşık dönemleri, sosyal, ekonomik, etnik ve teolojik(dini) anlamda önemli sonuçlar doğurmuştu. Hacı Bektaş Veli, Anadolu'da Anadolu Aleviliğinin temelini atarken, Anadolu karmaşık bir durumdaydı. 1071'den sonra Anadolu'ya tamamen yerleşen türkler, Selçuklulardaki taht kavgaları, baskıcı yönetimler, Anadolu'nun beyliklere bölünmeleri, yerel halkların huzursuzlukları üst düzeydeydi. Özellikle türk göçerleri, kültürleri, yaşam tarzları gereği bağlı olduğu bugünkü anlamdaki halk sınıfları gereği Hacı Bektaş Veli'nin öğretilerine sımsıkı sarıldılar. Çünkü bu öğretide sevecenlik vardı, çünkü bu öğretide düşünce özgürlüğü vardı, çünkü bu öğretide serbest felsefi düşünce vardı, çünkü bu öğretide baskı ve kıyıma yer yoktu, çünkü bu öğretide sınıfsal ayırma yoktu, dini düşünce ayrımı yoktu, çünkü bu öğretide ortak yaşam, ortak sevgi, ortak sorumluluk vardı, korku yok, sevgi vardı, aşk vardı, birey ve toplumsal sorumluluk vardı. Bağnazlık kesinlikle yoktu. Çeşitli ırk ve dine sahip olanlara saygı vardı. İnsanın yaşadığı ortama ve kültürlere saygısı vardı. Hiçbir kültür bir diğerinden üstün değildi. Kültürlerin birbirlerine kaynaşması vardı, bir kültürün diğer kültürlerden öğreneceği ve öğreteceği çok şey vardı. Öğrenmeye dayanan, sadece dinin bağnaz inancına değil, beyinde olan düşünsel hücreleri, dinin, olmazsa olmaz kurallarını felsefi düşüncelerle arındırarak Anadolu'ya yepyeni bir yaşam tarzı getirmişti Hacı Bektaş Veli öğretisi. Bu barışçılığı, Anadolu'da yaşayan yerli halkta da büyük saygınlık kazandırmıştı. Anadolu Aleviliği kök salmıştı artık. Anadolu Aleviliğinin bu felsefesi, bu açık felsefesi, bu esnek felsefesi, açılımcı, ilerici felsefesi günümüze kadar çok acılar çekerek gelmiştir, bedeller ödemiştir. Baskıcı yönetimler bu felsefeyi bitirebilmek için herşey yapmıştır. Ama en başta dediğimiz gibi, bu felsefe, günümüze kadar sadece sözlü felsefeyle yaşatılabilmiştir. Topla tüfekle değil, sözlü öğretilerini kutsal sazıyla bugünlere getirebilmiştir. Saz ve söz, Anadolu Alevilerinin en büyük öğreti aracı olmuştur bugüne dek.

    Anadolu Aleviliği felsefesinin kurucusu kabul edilen Hacı Bektaş Veli'yi anlaybilmek için, tarihte yer alan ''Babailer''i incelemek gerekir. Bu felsefenin ana kaynağı daha gerilere dayanmakla birlikte, Anadolu'da yapılanma harcı Babailerde yatmaktadır.

    Kesin bilgi olmamakla birlikte, Yesevi öğretisine bağlı olduğu sanılan Baba İlyas, Horasan'dan 1230'lu yıllarda Anadolu'ya göçer, Amasya'da Çat köyüne yerleşir. Ünlü Fransız tarihçisi Claude Cahen'e göre, Baba İlyas ve yandaşları, Mevaraun nehri yöresinden, yani Ahmet Yesevi'nin yaşadığı bölgeden, Harezmilerle birlikte Moğollardan kaçıp Anadolu'ya yerleşirler.

    Baba İlyas, Tanrı sevgisini, dinin katı kurallarından, yani 'olmazsa olmaz'dan ayırarak insan, ancak hür düşüncesiyle, kendi yorumuyla yücelteceğini söyler, kadın erkek ayırımına şiddetle karşı çıkar, kadın ve erkeği, toplumun tamamlayıcı bir bütünü olduğunu, kadın erkek eşitliğini şiddetle savunurdu.

    Ancak Anadolu'daki Selçuklular ve Beylikleri, bu öğretilerin tam tersini uyguluyorlardı. Eşitlikçiliği ortadan kaldırmışlar, güçlünün egemen olduğu, güçsüzleri ezen, güçsüzlerin haklarını egemen halka karşı savunmayan, tam tersi, sınıfsal uçurumları daha da derinleştiren bir politika izlemeleri, Anadolu'daki ezilen türkmenleri ve bu görüşlere yatkın Anadolu yerli halkını, Baba İlyası çevresinde güçlendirir. Özellikle islam öncesi geleneklerini, islam içerisinde eritilip yok olmasına karşı çıkan türkmenler Baba İlyas'ı daha da güçlendirir.

    Moğol istilasından zorunlu göçen Horasanlı türkmenlerden son derece rahatsız olan Anadolu Selçukluları, daha önce göçüp toprağa yerleşen türkmenler ve egemen yerli halkla birlikte yeni göçmenlere sahip çıkmamış, aralarına kabul etmemişlerdi. Hayvancılıkla geçimlerini sağlayan bu türkmenler, hayvanlarını otlatacak yerler bulamamış, özellikle güney doğu Anadolu'da iki arada bir derede kalarak yoksullaşma ve kırılma noktalarına gelmişlerdi. Sahip çıkmamak bir yana, bir de bu göçerler, vergilere zorlanarak cezalandırılmışlardı. Özellikle 2. Gıyasettin Keyhüsrev'in halkı ezici yönetimi, bu azımsanamayacak hayvancılıkla geçimini sağlamaya çalışan türkmenleri devlete karşı isyana sürüklüyordu. Bu huzursuz halk, Baba İlyas ve halifesi Baba İshak çevresinde örgütlenerek devlete karşı toplumsal ayaklanmaya hazırlanırken bunu haber alan 2. Gıyasettin, 1239'da Baba İlyas'ın üzerine asker gönderir. Bu olay artık toplumsal bir ayaklanmaya dönüşür. Tarihte ''Babai isyanları'' denilen bu olay tüm Anadolu'ya yayılır. Ayaklanmalar, ancak ücretli yabancı askerler getirtilerek 1240'da kanlı şekilde bastırılır. Bu ayaklanma etkileri Selçukluları çok büyük bir şekilde etkiler ve zayıflatır. Tarihten silineceklerinin belirtileri bu Babai toplumsal ayaklanmalarda yatar.

    Baba İlyas bir derviş olmakla birlikte, toplumda bir siyasi güç öğretisi olur. Sınıflı toplumun ayırımcılığına, ezenlere karşı bir ayaklanma öğretisi olur. Haksızlıklara karşı bir direnme öğretisi olarak etkisini yüzyıllar boyu sürdürür. Siyasi anlamda örgütlenemese de, dini anlamda Baba İlyas taraftarları Anadolu'ya yayılarak, hatta Balkanlara kadar uzanarak zamanla kurumsallaşırlar.

    Anadolu'da yeşeren Hacı Bektaş Veli öğretisinin öncülüğü, yumuşaklaştırılan Babailer öğretisidir. Öğretinin, barışçıl yönden, sevecen, hoşgörülü, tüm inançlara saygılı, tüm ırklara saygılı, tüm kültürlere barışçıl anlamda yaklaşan, esnek felsefesiyle yaşadığı çağa uyum sağlamayı kendine ilke edinen, katılıktan uzak, olmazsa olmazlardan uzak, insanca yaşamak, insanca yaşatmak için ne gerekirse bünyesinde geliştiren Hacı Bektaş Veli öğretisi, dinsel anlamda bir öğretiymiş gibi bakılsa da, aslında bağımsız felsefeye gönül vermiş, toplumsal, kültürel, insanca yaşamak ve insanca yaşatmak için ne gerekiyorsa ona yönlenen, toplumsal yaşama yön veren, inançları toplumsal yaşama uyarlayan, onu geliştiren bir felsefedir. Toplumu körelten felsefelere, zararlı felsefelere tüm öğretisiyle direnen bir felsefe olarak gelişmiştir günümüze dek.

    Anadolu Aleviliğinde Baba İlyas'ın önemi

    1230'lu yıllarda Amasya'da Çat(bugünkü İlyas köyü) köyüne yerleşmiş olan bir türkmen dervişi Baba İlyas, Selçukluları rahatsız edecek öğretilerle kendisine taraftar kazanıyordu. Katı emevi öğretisini allakbullak ediyordu. Sömürüsüz bir düzenden, kadın erkek eşitliğinden, bütün insanların eşitliğinden, 'Enel Hakk' gibi, tanrının insan benliğinde bütünleştiğini, inanç konusunda kimsenin sorgulanamayacağını, tanrı sevgisi dinin katı kuralları ile uyuşmadığını, öğretileriyle çevresine yayıyordu. Ali yanlısı türkmenler ise göçebelikten gelen yaşamları gereği sömürücü düzene kesinlikle boyun eğmiyorlardı. Anadoluda yerleşik düzen içerisinde olan diğer yerli halkın büyük bir çoğunluğu da Selçukluların bu sınıfsal sömürücü, arap-acem kültür düzenlerinden rahatsız oluyorlardı.

    Anadolu, tarihten gelen özelliği ile bir çok kavime kültür beşikliği yapmıştır. Bu bölgeyi hangi imparatorluklar yönetirse yönetsin, Anadoludaki çok kültürlülükten gelen harmoniyi bozacak yönetimlere karşı ayaklanmalar Anadolu tarihinde hiç eksik olmamıştır.

    Bu bağlamda Selçukluların özellikle son dönemleri, sınıfsal çıkarlarından dolayı türk olmayan yerli anadolu halkını ve kendi öz soyundan gelen göçer türkmenleri ezen resmi 'arap-acem' kültürüne tepki olarak Baba İlyas öğretileri Anadoluya kök salmada en önemli mihenk taşlarından birisi olmuştur. Sonradan gelişecek 'Anadolu Aleviliği'nin temeli Baba İlyas öğretilerinde yatmaktadır. Baba İlyas hem yerli halktan olan 'Yerli Anadolu Erenleri', hem de kendi bağlı olduğu 'Horasan Erenleri'ni birbirleri ile birleştirme ve kaynaştırmada son derece başarılı olarak 'Anadolu Aleviliği'nin öncüsü olmuştur. Baba İlyas'ın 1240 yenilgisi ve idam edilmesi, sonradan gelişecek ve yüzyıllar boyu günümüze kadar gelen Anadolu Aleviliğinin bir başlangıcı olmuştur. Baba İlyastan ve halifesi Baba İshaktan bayrağı bir süre kendini gizleyen ve sonradan ortaya çıkan Hacı Bektaş Veli olmuştur.

    1200'lü yıllardan başla***** Babailikten etkilenerek halk sınıflarını bilinçlendirenler olarak kabul edebileceğimiz birkaç örnek: Dede Garkın (Baba İlyas'ın öğretmeni), Baba İlyas, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Edebali, Barak Baba, Taptuk Emre, Azizi Charalambus taraftarları(orta anadoluda Hacı Bektaştan etkilenen hıristiyanlar), Abdal Musa, Sarı Saltuk(Balkanlarda Aziz Nicolas ile özdeşleşmiş), Gül Baba(Macaristen).

    Babai ayaklanmaları siyasal mı, dini mi?

    Selçuklu yönetiminin etkileriyle Anadoluda halkı ırgat olarak kullanan büyük toprak sahipleri(aristokratlar) halkı gittikçe yoksullaştırıyordu. Buna bir de yörelere gelen ve sürülerini otlatacak yeşil araziler bulamayan ve gittikçe yoksullaşan göçer türkmenler Babai başkaldırılarının temelini hazırlıyordu. Baba İlyas ve halifesi Baba İshak bu yığılmış huzursuzluğu siyasal bir ayaklanmaya dönüştürdü. Ayaklanmarın kesinlikle siyasal bir ayaklanma olduğunu hemen her tarihçi kabul eder.

    Ahmet Yaşar Ocak şöyle yorumluyor:

    'Babailiğin, Vefailik, Kalenderilik, Haydarilik ve Yesevilik olmak üzere dört Heterdoks tarikat mensubunun örgütleyip yönettiği, çoğunluğu Türkmen zümresini içine alan senkretik bir dini idoloji kullanılmasına rağmen, dini değil, sosyal - siyasal bir hareket olduğunu kabul etmek daha doğru görünüyor'

    Bu ayaklanmanın kesinlikle sünni-şii çekişmesi olmadığını da belirtiyor:

    ''Nitekin Osmanı döneminde de, 16. Yüzyıldaki isyanların hiç birinde, sünni halka karşı herhangi bir hareketin vuku bulduğuna raslanamaz; aksine, sünni halktan da zulme maruz kalanların bu isyanlara katılarak Osmanlı merkezi yönetimine karşı mücadeleye giriştikleri görülmüştür. Babailerin tek hasmı vardır: Selçulku siyasi iktidarı, isyanın başlamasından beri tek hedef, Konyayı ele geçirmekti.''

    Baba İlyas hangi felsefeden etkilendi?

    Burada önümüze üç düşünür ön plana çıkıyor, Ebul Vefa, Ahmet Yesevi ve Dede Kargın.

    Ebul Vefa bir Horasan düşünürüdür ve Anadoluya göçen Alevi bilginlerini çok büyük çapta etkilemiş ve onların mürşidi konumundadır. Bağdat'ta 1017 yılında ölen Ebul Vefa için Araştırmacı Nejat Birdoğan şöyle demektedir: ''Ebu Vefa kültürü olmasaydı Anadolu'daki kimi erenlerin, Türk olsun, Kürt olsun kültürleri olmayacaktı. Giderek Hacı Bektaş kültürünün bile olacağı kuşkuluydu''. Horasan'da eğitim gören Ebul Vefa yaşamının büyük bir bölümünü Bağdat'ta geçirmiş matematik ve fizik alanında ünlü bir bilim adamıydı. Trigonometri konusundaki çalışmaları ve sinis hesaplamalarının geliştirilmesinde adından övgüyle bahsedilmektedir.

    Ahmet Yesevi de Horasanlıdır. Alevi felsefesinde, özellikle şehir Aleviliği olarak bilinen Bektaşilik içerisinde manevi önder olarak kabul görmektedir. Ahmet Yesevi'nin türkçe olarak yazdığı nefesleri, özellikle kadın ve erkek eşitliği üzerinde işlenen ortak 'demleri', bir türkmen Babası olan Baba İlyas'ı ve kırsal Alevi türkmenlerini derinden etkilemiştir.1067 yılında öldüğü bilinmektedir.

    Dede Kargın'ın yaşamı hakkında kesin bilgiler yoktur. Düşünceleri Anadolu Aleviliğinin temel taşlarından olduğu kabul edilmektedir. Baba İlyas'ın öğretmeni konumundadır. Baba İlyas'ın torunlarından Elvan Çelebi'ye göre Baba İlyas doğrudan doğruya Dede Kargın ocağına bağlıdır.

    Hacı Bektaş Velayetname'sinden aşağı yukarı bir yüzyıl önce yazılmış olan Elvan Çelebi menakıbnamesine göre Dede Kargın Moğol istilası önünden kaçarak Anadolu'ya 1200 lerin başında gelip Elbistan yöresine yerleşmiştir. Elvan Çelebi, Dede Kargın'ın halifeleri arasında Aynu devle, Şeyh Osman, Bağdı Hacı, Mihman Hacı ve Baba İyas olduğunu belirtmektedir.

    Alıntıdır.
     

Sayfayı Paylaş