12 Eylül öncesinde iki devrimci grup, bir kahvehaneye oturmuş, Türkiye'ye uyacak devrim tipolojisini tartışmaktadır. Bir grup "bu topraklarda öncelikli olan kırsaldır. İktidar, kırlardan şehirlere doğru kurtarılmış bölgeler oluşturularak, parça parça alınır. Yani devrimin yönü kırlardan şehirlere doğrudur ve devrim kırlardan başlar." derken, diğer grup ise "iktidarın esas kaynağı şehirlerdir. Şehirleri ele geçirenler, kırları hiç zorlanmadan ele geçirmiştir zaten. Bu sebeple devrimin esas kaynağı şehirlerdir" demektedir. Sakin başlayan bu tartışma, zaman ilerledikçe alevlenmeye başlar. Taraflar "kır"dı "şehir"di derken neredeyse birbirleriyle kavga edecek duruma gelirler. Nihayet, öteden beri kahvehanede bu tartışmayı dinleyen yaşlı bir amca çıkar ve şöyle der; "yahu gençler, ne diye haybeden tartışıyorsunuz? Bu dedikleriniz için ortak bir yol var. Alın size bir öneri; bence, devrim KIRŞEHİR'den başlar."
aslında devrim ne kırdan başlar ne metropollerde, nede kırşehirde. devrim; ülkesini, halkını, gelecek nesilleri düşünecek kadar enginliği, yumruk büyüklüğündeki yüreğinde sanki bir dağın onurunu taşıyormuşçasına deli ve bir okadar da anarşistçe hissettiği anda başlar ve yoldaşlarına merhaba der...
kardeşim o sadece bi fıkraydı sende he birde yazmışsınki nede kırşehirden başlar diye hey allahım ...