Hünkâr hacı bektaş veli'nin hayatı

Konu, 'Pir Hacı Bektaş Veli' kısmında kartal1977 tarafından paylaşıldı.

  1. kartal1977

    kartal1977 Daimi Üye

    HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELİ'NİN HAYATI



    Menkıbevi Hayatı

    Velâyetnâme?ye göre, Hacı Bektaş Velî, Horasan Hükümdârı İbrahim-al-Sani diye anılan Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişabur?lu âlim bir zatın kızı Hatem Hatun?un oğullarıdır.

    Sultan İbrahim-al-Sani ile Hatem Hatun 24 yıl evli kaldıkları halde çocukları olmaz. Sultan İbrahim, şehrin din âlimlerini topla*****, bir erkek çocuğunun olması için duâlar edilmesini, Kur?ân-ı Kerîm?den hatimler indirilmesini ister. Buna karşılık ihsânlarda bulunur. Bir hafta kadar hatimler yapılır, duâlar edilir. Nitekim Hâteme Hatun, Sultan İbrahim?den hâmile kalır, müddeti dolunca da nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Çocuğun adını Bektaş koyarlar.


    Tarihi Hayatı

    Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş Velî?nin, yaşadığı dönem ve çevre iyi bilinmekle beraber, tarihi kaynaklarda yaşadığı dönemler hakkında farklı bilgilere rastlanmaktadır.

    Anne ve babası Türk soyundan olan Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı Bektaş Velî, İran-Horasan?ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiştir. Hacı Bektaş Velî?nin doğum ve göçüş tarihleri konusunda; kütüphanelerde bulunan yazma eserlerde, ansiklopedilerde ve yazılı tarihi kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Velâyetnâme adlı eserde adı geçen; Mevlâna, Seyyid Mahmud Hayrâni, Hacım Sultan, Yunus Emre v.s. gibi bir çok zât 13. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış erenlerdir. Bu bilgilerde bize, Hacı Bektaş Velî?nin yaşadığı çağ hakkında tahmini bir fikir vermektedir.

    Hacı Bektaş Velî; Horasan diyarından Anadolu?ya gönül erleri uyandırmak için kopup gelen pek çok Türk mutasavvıfından biri, belki de en mühim kişisidir.

    Hacı Bektaş Velî; Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan önce 13. yüzyılda, Anadolu?da gönülleri aşkla, insan sevgisiyle, birlik ve beraberlik çerağıyla tutuşturan, büyük bir ?Velî?, büyük bir ?Düşünür?dür.

    Hacı Bektaş Velî; Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî?nin talebelerinden Lokman Perende elinde yetişmiş ve daha sonra da kendisinin geliştirmiş olduğu inanç sisteminde, öz be öz Türkçe?yi kullanmış, İslâm dîninin aşk ve bilgi mahiyetini arz diliyle yorumla***** pek çok gönül er?i yetiştirmiştir.

    Hacı Bektaş Velî; Anadolu?nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında birlik ve beraberliği temin eden güçleri, kendi fikir şemsiyesi altında topla*****; büyük bir hoşgörü, insan sevgisi ve îman ile Türk tarihinin belki en kritik bir zamanında, büyük aksiyonunu kârizmâtik yapısıyla gerçekleştirmiş, Anadolu Türklüğünün ayakta kalmasını temin etmiştir.

    Hacı Bektaş Velî?nin yaktığı îman, aksiyon ve inanç çerağı, tekkeleri yoluyla Anadolu?ya ve hatta Balkan ülkelerinin içlerine, Avrupa?ya kadar ulaşmış, neticede İslâm kültürü, diğer milletlerin hayatında da tesirini göstererek, günümüzde Amerika?ya kadar yayılmıştır.


    Soyu Şeceresi ve Eğitimi

    Hacı Bektaş Velî; Hz.Muhammed, Hz.Ali?nin soyundan ve yedinci İmâm Mûsâ Kâzım?ın neslindendir. Ve kendileri ?Seyyid?dir.
    Hacı Bektaş Velî hakkında bilgi veren eski kaynaklardan biri olan Velâyetnâme?de, Hazret-i Pîr?in soy şeceresi hakkında geniş bilgi verilmektedir.

    Menkıbeye göre okul çağına geldiği zaman babası, Hacı Bektaş Velî?yi, Hoca Ahmed Yesevî?nin talebesi ve halîfesi Lokman Perende?ye teslim etmiştir. Lokman Perende, bâtın ve zâhir ilimlerine sâhip mübarek bir zâttır. Lokman Perende?nin himayesinde ve Yesevilik?ten feyiz alarak yetişen Hacı Bektaş Velî, iyi bir eğitim almıştır. Parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde küçük yaşta kendisini yetiştiren Hacı Bektaş Velî, Kur?ân-ı Kerîm, dîni bilgiler ve bâtın ilmine vâkıf olmuştur.

    Hacı Bektaş Velî olgunluk çağına gelince icâzetnamesini alır, daha sonra irşad göreviyle Anadolu?ya gönderilir. Velâyetnâme?de, Hacı Bektaş Velî?nin vehbî bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla arasında geçen bir vak?a gösterilir. Bu vak?a, Hacı Bektaş?ın henüz çocukken birçok kerâmetler gösterdiğini de belirtmektedir.
    Velâyetnâme?de yer alan bu vak?a şöyledir:
    Bir gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş?ın bulunduğu odaya girer, odayı nûr ile dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş?ın sağında ve solunda iki nûrâni zât görür. Onlar Bektaş?a Kur?ân okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez hemen onlar kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır.
    Hacı Bektaş?a; ?Bunların kim olduklarını? sorar. O da; ?Sağımda oturan iki cihân güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah?ın Arslanı, insanların emîri Hz.Ali idi? der.


    Lâkabı ve Ünvanları

    a- ?Hacı? Ünvanını Alması
    Birçok önemli şahsiyetlerde olduğu gibi Hacı Bektaş Velî?nin hayatı ile ilgili olarak anlatılanlarda da menkıbe ile tarihi gerçeklik, iç içe girmiş bulunmaktadır. Bu yüzden onları birbirinden ayırmak oldukça güçtür.

    Hacı Bektaş Velî?ye, ?Hacı? ünvanının atfı da onun şu şekilde vuku bulan bir kerâmetine bağlanmaktadır.
    Hocası Lokman Perende hacca gitmiş, diğer görevlerini yerine getirdikten sonra Arafat?a çıkıp vakfe?ye durmuştu.
    Lokman Perende yanındakilere; ?Bugün arefe günü, şimdi memlekette bizim evde «bişi» pişirirler? demiş. Bu söz Hünkâr?a mâlum olmuş. Hünkâr hemen Lokman Perende?nin evine giderek, şeyhin hanımından; bir tepsiye birkaç tane ?bişi? koyup kendisine verilmesini istedi. Tepsiye konulup kendisine takdim edilen ?bişi?yi alan Hünkâr, göz yumup açıncaya kadar Lokman Perende?ye götürüp sundular. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu ?bişi?yi yerler.

    Hac dönemi bitip Hicâz?dan dönülünce Nişabur halkı, Lokman Perende?yi karşılamaya çıktılar. ?Haccın kabul olsun? diyerek tebrik ettiler, elini öptüler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş?ın kerâmetlerini anlattıktan sonra; ?Esas hacı olan Bektaş?tır? diyerek onu tebrik etti. Bunun üzerine adı, ?Hacı Bektaş-al-Horasan?i oldu. Bu menkıbevi anlatımın yanı sıra, onun Horasan?dan Anadolu?ya gelirken hac vazifesini bizzat yerine getirdiği de, tarihi kaynaklarda yer almaktadır.

    b- ?Hünkâr? Lâkabını Alması
    BektaşÃ® kaynaklarında Hacı Bektaş Velî için çok sık kullanılan bir de ?Hünkâr? lâkabı vardır. Hacı Bektaş Velî?ye ?Hünkâr? denilmesi de yine onun bir kerâmetine bağlanmaktadır.

    Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş?a ders verirken abdest almak için dışardan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş;
    ?Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak? cevabını verir.
    Lokman Perende ise;
    ?Bizim buna gücümüz yetmez? deyince, Bektaş el kaldırıp; ?Duâ? eder.
    Lokman Perende; ?Amin? der. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin bahçesinden bir pınar akmaya başlar.
    Hacı Bektaş?ın bu kerâmetini gören hocası Lokman Perende sevinçle;
    ?Yâ Hünkâr!? demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Velî?nin adı ?Hünkâr Hacı Bektaş? kalmıştır.

    Gerek Velâyetnâmelerde, gerekse Hacı Bektaş Velî ile ilgili diğer bazı eserlerde, Hacı Bektaş Velî için söylenen şu sıfatlar vardır:
    ?Kutb?ul-Aktâb, Mesned-i ul?lul-elbâb, Sultânu?l-evliyâ, Burhânü?l-asfiya, Fahr-i erbab-ı, Bâbullah, Envârü?l-yâkin, Fatihü?l-evbâb-ı sülâle-i hazret-i sâhib-i sırr-ı ve?l-keşf, Aşk Deryası, Küşade-i bâb-ı hikmet, Nesl-i sâki-i kevser, Sâhibi keşf-i ledünnî, Fahr-ı ma?den-i erkân, Sultânü?l-ârifin, Ser-çeşme-i nûr-ı dîn, Tâcü?l-ârifin, Gavsü?l-vasılîn, Heykel-i nûrânî, Kutb-ı Rabbânî ... v.s.?


    Anadolu?ya Gelişi

    Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Velî, Hoca Ahmed Yesevî dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icâzeti alır.
    Şeyhinin:
    ?Müjde olsun ki; «Kutb?ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm?a saldık, Sulucakarahöyük?ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik? demesiyle Hacı Bektaş Velî, Anadolu?ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmedeki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
    Türkistan Pîri Hoca Ahmed Yesevî?nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş Velî, daha sonra siyâsi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu?yu Türkleştirmek ve İslâmlaştırmak amacıyla, Hoca Ahmed Yesevî?nin isteği ve işareti üzerine Anadolu?ya gelmiştir.
    Hacı Bektaş Velî?nin, kesin olarak tarih belli olmamakla birlikte, tahminen Milâdi 1275-1280 yılları arasında Anadolu?ya geldiği kabul edilmektedir. Bu yıllarda Anadolu bir yandan Moğol istîlâsı altında ezilirken, bir yandan da büyük bir siyâsi ve ekonomik buhran ile beraber, taht kavgalarına sahne oluyordu. Böyle bir ortamda Anadolu?ya gelen ve Kapadokya yöresindeki Hıristiyanlık merkezine karşı bir Türklük merkezi tesis etmek isteyen Hacı Bektaş Velî; bugünkü ismi Hacı Bektaş (O zaman yedi haneli bir köy ve adı Sulucakarahöyük )olan yere gelerek buraya yerleşir.

    Türkistan?dan gelen Hacı Bektaş Velî, Türklerin yoğun olduğu Anadolu?yu gezmiş, Türk gelenek ve göreneklerinden korunabilenleri birer birer tespit etmiştir. Bunları, Sulucakarahöyük?te kurmuş olduğu ilim yuvasında, İslâm inancı ve Türk kültürü ile yoğurarak birleştirmiş, ileri sürdüğü düşüncelerini, bu birleşiğin üzerine yerleştirmiş ve burada öğrenci yetiştirmeye başlamıştır.

    Hacı Bektaş Velî?nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya?da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş Velî?nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.

    Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş Velî?nin, Anadolu?ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat?a gittiği ve buralardaki ?Ehl-i Beyt? imâmlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâ?be?ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
    Hacı Bektaş Velî?nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğra*****, daha sonra Sulucakarahöyük?e yerleştiği de anlatılmaktadır.

    a- Hacı Bektaş Velî Rûm Ülkesinde
    Hacı Bektaş Velî, Rûm ülkesine, Türkmen içinde, Zülkadirli ilinde Bozok?dan girer. Burada yol üzerinde bir çoban koyun gütmektedir. Koyunlar Hünkâr?dan Velâyet kokusu alarak ona doğru koşarlar. Çoban, sürünün önünü keserek dağılmalarını engellemek ister. Ancak bu kez arkadakiler de Hünkâr?a koşunca, çoban kendi kendine; Olsa olsa bu er Tanrı dostlarındandır, koyun kadar da aklım yokmuş diyerek, Hacı Bektaş Velî?nin ayaklarına kapanır.
    Hacı Bektaş Velî, çoban?a:
    ?Çoban, adın ne?? diye sorar.
    Çoban; ?İbrahim Hacı? diye cevap verir.
    Hacı Bektaş Velî; ?Başındakini çıkar? der.
    İbrahim Hacı, başındaki geyik postundan dikilmiş börkü çıkarır. Hünkâr, o börkü tekbirleyip İbrahim Hacı?nın başına giydirir; ?Yürü, Bozok?la Üçok?u sana yurt verdik ekmeğin olsun, koyuncuklar da beraber varsınlar? diyerek yoluna devam eder.
    Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Kayseri?ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna ko***** bir salkım üzüm çıkarır ve huzûra koyar. Bunu gören Hünkâr:
    ?Sizin erenlerden olduğunuz, bizce mâlumdu, sizden kerâmet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hâcet vardı? der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.
    O eren:
    -Böyle yapmaya ne hâcet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
    Hünkâr:
    -Hak?ka giden hak uğrum hakkı çün, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerâmeti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.
    Hacı Bektaş Velî, o erenle vedâlaşıp yola revân olur. Kayseri?den Ürgüp?e gelirken yolda Sineson adlı bir Hıristiyan köyüne ulaşır. Burada pek durmayıp Üçhisar adlı diğer bir köye geçer. Bu köyde halk, birbiriyle kavgaya tutuşmuştur.
    Hacı Bektaş, köylülerden birine;
    -Bu köyde derviş konaklayacak yer var mı? diye sorar.
    Köylü:
    -Halk konuk kaygısında mı? Şimdi kavgacılar gelir seninle de kavgaya tutuşurlar, var git, diye tersler.
    Bu sırada halktan birkaç kişi Hacı Bektaş Velî?yi merak edip başına toplanırlar. Hacı Bektaş Velî, bunu bir fırsat bilerek konuşmaya başlar:
    ?Birbirinizin gönlünü kırmayın. Çünkü mü?minin gönlü Kâ?be?ye benzer, lâkin gönül ondan da yeğdir. Zira Beytü?l-ma?mur göktedir. Orayı melekler tavâf eder. Halbuki gönül Tanrı?nın nazargâhıdır. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâ?be nasıl dokunulmaz, harim ve mübarek ise gönül de Tanrı?nın tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir, ona dokunmayın.?
    Bu nutku dinleyen halk, büyük bir suskunluk ve hayranlıkla onu süzerler.
    Topluluktan biri:
    -Ey Tanrı dostu! Bize ismini, nereden gelip nereye gittiğini ve maksadını söyler misin? der.
    Hacı Bektaş:
    -Adım Hacı Bektaş?dır. Horasan?dan Hicaz?a, oradan da Sivas şehrine gitmekteyim. Maksadım, şâki olana amân vermemek ve ahâlinin sulh ile bir arada yaşaması için lüzûmlu olan hakikat sırlarını anlatmaktır. Bunun için Pîrim Hoca Ahmed Yesevî?den emir alıp Anadolu?ya (Rûm?a) geldim.

    b- Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük?te
    Hacı Bektaş Velî Sulucakarahöyük?e güvercin donunda indikten sonra bu durum Rûm erenleri arasında bir huzûrsuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş?ın alt edilmesi için Karaca Ahmed adlı bir eren gönderilir. Karaca Ahmed, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Sulucakarahöyük?de güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu, murakabe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş Velî?dir.

    Hacı Bektaş Velî, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek?in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Ama daha sonra câmide kalıp ibâdetle meşgul olmaya başlar. Sulucakarahöyük?te, Hünkâr Hacı Bektaş Velî?nin kısa zamanda müridleri çoğalır. Gördükleri kerâmetler, ona bağlanmak istemeyen âsi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.


    Evli Olup Olmadığı

    Ansiklopediler, bilimsel eserler, birçok yazılı kaynaklar Hacı Bektaş Velî?nin evlenmemiş (Mücerred) olduklarını yazar. Hacı Bektaş Velî?nin evli olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana (Kutlu Melek, Fatıma Nuriyye de denilir) ki, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır. Her ikisi de Hünkâr Hacı Bektaş Velî?ye ilk intisâb edenlerdendir. Hacı Bektaş Velî, Kadıncık Ana?yı kendisine mânevî evlât edinmiştir.


    Halifeleri

    Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Sulucakarahöyük?e yerleştikten sonra; kimi gelir nasîbini alır giderdi; kimi gelir kalır, hizmet ederdi; kimisini de Hünkâr bir yere yollar, kendisine halîfelik verirdi. Halîfe olan gittiği her yerde mürid, muhib edinir, halkı uyarırdı. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, otuz altı bin çerağı uyarmış, otuz altı bin halîfe dikmişti. Bunların üçyüz altmışı, gece gündüz, Hünkâr?ın huzûrunda hizmette bulunurdu.
    Hünkâr, âhiret âlemine göçünce onların her biri, Hünkâr?ca daha evvel tesbit edilen yerlerine gittiler. Bunların en meşhurları Cemal Seyyid, Sarı İsmail, Kolu açık Hacım Sultan, Baba Resûl, Pîr Ebi Sultan, Recep Seydi, Sultan Bahâeddin, Yahyâ Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş-Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit v.s. idi.


    Sarı İsmail?e Vasiyyeti ve Hak?ka Yürümesi

    Hacı Bektaş Velî, bir gün namaz kıldı, evrâdını okudu, halvete vardı. Sarı İsmail?i çağırdı. Dedi ki:
    -Sen benim has halîfemsin. Bugün Perşembe, ben bugün âhirete göçeceğim. Göçünce kapıyı ört. Çile dağı tarafını gözle. Oradan bir boz atlı gelecek, yüzünde yeşil örtü olacak. Bu zât, atını kapıda bırakıp içeri girecek, bana Yasîn okuyacak. Attan inip selâm verince selâmını al, onu ağırla. Hulle donundan kefenimi getirir, o beni yıkar. Beni yıkarken su dök, ona yardım et. Ceviz ağacından tabut yapar, beni tabuta kor, ondan sonra beni gömün. Onunla söyleşmeyin sakın. Benden sonra Fâtıma Ana (Kadıncık )oğlu Hızır Lala Civan, yerime geçsin. O elli yıl hizmet eder, ondan sonra yerine oğlu Mürsel geçer. O, kırk sekiz yıl şeyhlik eder, ölür, yerine oğlu Yûsuf Bâli geçer. O da otuz yıl hizmet eder, sonra Hak yakınlığına ulaşır.
    Dünyanın hâli budur, gelen gider. Sen de hizmet et, sofra yay. Himmet dilersen cömertlikte bulun. Murtazâ?dan halk, erlik kerâmet istediler. Kanber?e, sofrayı yay buyurdu. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet etsin. Şeytan gibi kendisini görmesin, kimsenin yatan itini kaldırmasın. Kimseye karşı ululanmasın, hased etmesin, dedikten sonra, ikinci vasiyyete geçer ve şöyle devam eder:
    -Öğüdümü tut, ölümümden sonra bin koyunla, yüz sığır kurban et, bütün halkı çağır, hizmet et, onları doyur. Yedinci günü, kırkıncı günü, helva dağıt, korkma, erin harcı eksilmez. Ne kadar muhib ve mürid varsa davet et, onları topla. Öğüt ver, ağlamasınlar. Bir halîfem de Barak Baba?dır (Ali Emîri), gerçek bir er?dir. Ona da söyleyin, Karasiye varsın, Balıkesir?e gidip orasını yurt edinsin.
    Hünkâr böylece vasiyyette bulunduktan sonra, Sarı İsmail ağlamaya koyuldu;
    ?Tanrı bana o günü göstermesin? dedi.
    Hünkâr:
    ?Biz ölmeyiz, sûret değiştiririz? diyerek onu teselli etti. ?Sonra dışarı çık, bizden ses kesilince içeri gir? dedi.
    Hünkâr daha sonra Tanrı?ya niyâzda bulundu, Peygamber?e selâvat getirdi. Kendisi, kendisine yâsin okudu ve Hak?ka kavuştu.
    Sarı İsmail, vasiyyet gereği dışarı çıktı. Sonra içeri girdiğinde, Hünkâr bu fena âlemini terk etmişlerdi. Hünkâr?ın yüzünü hırkasıyla örttü. Halvetin kapısını çekip tekrar dışarı çıktı. Hünkâr?ın muhibleri dört bir yandan gelerek ağlaştılar.
    Derken birde baktılar ki, Çile dağı tarafından bir tozdur koptu. Bir anda yaklaştı. Hünkâr?ın dediği bu zâtın elinde bir mızrak vardı. Yüzüne yeşil nikâb örtmüştü. Altında da tarife uygun olarak boz bir at vardı. Erenlere ve muhiblere selâm verdi. Selâmını aldılar. Mızrağını yere dikti ve atından inerek doğruca halvete girdi. Kendisiyle beraber içeriye yalnız Sarı İsmail girdi. Karaca Ahmed kapıda durdu, kimseyi içeriye sokmadı. Sarı İsmail su döktü, yüzü örtülü er yıkadı. Cennetten gelmiş bulunan yanındaki hulle donları, kefen yaptı. Tabuta koyup doğruca musallaya götürdüler. Boz atlı er imamlık etti, erenler de saf olup ona uydular. Namazı kılındı, götürüp mezara koydular.
    Boz atlı kişi, erenlerle vedalaştıktan sonra atına atla***** yürüdü. Sarı İsmail atın yularından tutarak köyün dışına kadar gittiler, vedalaşacakları zaman acaba bu kim, diye merak etti. Eğer Hızır ise görüştüğüm için tanımam lâzımdır deyip;
    -Namazını kıldığın, yüzünü gördüğün er hakkı için, kimsin bildir bana, dedi. Boz atlı er, Sarı İsmail?in yalvarmalarına dayanamadı, örtüsünü açtı. Hacı Bektaş Velî?nin kendisinden başkası değildi.
    Sarı İsmail atının ayağına düşüp yalvardı:
    -Lûtfet erenler şahı, otuz üç yıldır hizmetindeyim, kusurum var seni bilememişim, suçumu bağışla, dedi.
    Hünkâr:
    -Er odur ki, ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et, dedikten sonra Çile dağı?na yönelip gözden kayboldu.

    Rivâyete göre, Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Hak?ka vuslat ettiğinde 63 yaşındaydı.
    En doğrusunu Allah bilir.
     
  2. adgu

    adgu Yeni Üye

    Makalatt kitabının başında bir talebesi, onun hakkında şu övgü dolu sözleri yazmıştır:

    Hacı bektaş-ı veli için kullanılacak ünvan ve medih buradaki gibi olması muvafıktır – “sözleri esrarlı, konuşmaları hoş ve tatlı, güeç yüzlü, makalat sahibi, şeriat askeri, marifete bürünmüş, hakikat hazinesi, yüce makama erişmiş, cehaleti sevmeyen, ve her türlü ilim hazinelerinin de sahibi olan, din meşalesini elinde tutan ve adeta kandil gibi olan iman urunun yağı, erenlerin durağı horasanlı sultan hacı bektaş (kuddise sirruhu)

    Kültür tarihimizin büyük mütefekkir ve mürşidlerinden biri de hiç şüphesiz hacı bekta-ı velidir. O anadolunun türkleşmesinde ve müslümanlaşmasında önemli rolü olmuş bir kahraman ve manevi bir önderdir. Bu büyük insanın kendi hayatından itibaren her devirde bir çok takipçisi olmuş ve bağlıları bulunmuştur. Günümüzde d ekendisini ona bağlı hisseden ve sevgi besleyen bir çok kimse ve topluluk vardır. Ona olan bağlılık , canlılığını halen devam ettiren ve “Bektaşilik” diye kendi adına izafe edilen bir tarikatın doğmasına da sebeb olmuştur.
    Bu büyük zatın hayatının bütün safhalarıyla ilgili yeterli bilgi olmadığı igbi, kimliği, dini ve kültürel hayatımızdaki yeri, görüş ve düşünceleri hususunda değişik değerlendirmeler ve görüşler ileri sürülmektedir.
    Gelibolulu mustafa ali onun asıl adının Muhammed olduğunu belirtir.1 ancak o “bektaş” adıyla şöhret bulmuştur. Makalatta vrediği hacla ilgili bilgilerden onun bizzat hacca gittiği sonucu çıkarılabilirse de kaynaklarda bunu doğrulayacak kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak hakkındaki menkabelerde onun bir şekile hacca gittiğine dair rivayetler vardır. 2 hacı ismi buraya dayanıyor olmalı. Tasavvufi kimliğinin ifadesi olarak da veli denilmiştir.
    Bazı kaynaklarda onun baba ismi “seyyid muhammed b. İbrahim b. Musa” veya “ibrahim b. Musa” şeklinde geçmektedir.3 hacı bektaş2ın soyunun hz. Aliye dayandığı da kabul edilir.4 bunu tarihen isbatlamak mümkün değildir. Ancak onun geldiği yer olan horasan bölgesinin daha ilk hicri asırda müslümanlar tarfından fethedilmiş olması ve özellikle emeviler döneminde hz. Ali taraftarlarının buralara gelip yerleştikleri göz önünde bulundurulunca bunun ihtimal dahilinde olduğu düşünülebilir.
    Hacı bektaş-ı veli’nin ne zaman doğduğuna dair kesin bir bilgi yoktur. Ali onun orhan gazi devri5; taşköpri-zade de I. Murad devri alimleri arasında 6 anlatırlar. Velayet-name de onunla birlikte adı anılan mevlana (603-672 / 1207 – 1273) seyyid mahmud-ı hayrani (öl. 667/1268 ), nureddin b. Caca, hacım sultan gibi isimler hep XIII. Yüzyuılda yaşamış oldukları bilinen kimselerdir. Eflaki dede (öl. Konya 1360) tarafından 755/1354 yılında yazılmış olan menakıbül arifin de onun, 1207-1273 yılları araısnda yaşamış olan mevlana ile aynı dönemde yaşadığı ve bazı hususları hatırlatmak için hacı bektaş-ı velinin ona dervişlerini gönderdiği anlatılmaktadır.7 bu eserin yazılış tarihi glöz önünde bulundurulursa, onun XII. Yüzyılda yaş**mış olduğunu kabul etmek mümkün olmaktadır. Bu durumda orhan gazi ve I. Murad devlirleri alimlerinden olduğu bilgisi yanlış kabul edilmelidir.
    Sonraki asırlara ait kaynaklarda 646/1248 de doğduğu yazılmış 8 isede bunların kesinliği kanıtlanamamıştır. Oradan geldiği bilindiğine göre doğum yeri horasan bölgesidir. Daha sonra da anadoluya gelip yerleşmiştir. Aşıkpaşa-zade onun bu gelişini ve yerleşmesini şöyle anlatır; “hacı bektaş kim, horasandan kalkdı bir kardeşi daha vardı, “menteş” derlerdi. Bile kalkdılar geldiler; doğru sivas’a geldiler ve ondan baba ilyasa geldiler. Kayseriden kardeşi menteş yine sivasa vardı; onda eceli mukaddermiş, anı şehid ettiler, bunların kıssası çoktur, cemiisine ilmim yetmiştir, bilmişimdir. Hacı bektaş, kayseriden karayola (sulucakarahöyüke) geldi. Şimdi mezar-ı şerifi ondadır.”9
    Hacı bektaş-ı velinin anadoluya geliş serüveni ile ilgili en derli toplu bilgi, aşıkpaşa zade tarafından verilen bu bilgidir. Bu gelişin hangi tarihte olduğu belli değildir. Ancak onun aşıkpaşazade tarafından “karayol” olarak adlandırılan, ancak o zamanalrda daha çok suluca karahöyük diye bilinen bugükü hacıbektaşa yerleştiği orada yaşadığı ve vefat ettiiği bellidir. Onun aynı yerde vefat etmiş olduğu hususunda bir tereddüt yoktur. Ancak hangi tarihte vefat ettiğine dair tarihi kaynaklarda farklı bilgiler vardır. Tıbyanül vesail adlı esere göre o, 646/1248 de doğmuş, 680/1281 de anadoluya gelimiş ve 738/1337-38 de vefat etmiştir. 10 başka bir kaynak doğum ve ölüm tarihlerini aynı verirken, anadoluya geliş tarihini 660-1262 olarak verir.11 bir başkası da ölüm tarihini 723/1323 olarak gösterir. 12
    Kaynaklardaki bu farklı tarihlerden birini tercih edebilmemiz için yeterli kanıtımı yoktur. Zaten hacı bektaş-ı veli ve onun makalatı üzerine doçentlik çalışması yapmış bulunan M. Esad coşan’ın buluduğu bazı kaynaklar bu konuyu açıklığıa kavulşturmuş sayılır. Onun araştırmaları esnasında bulduğu kırşehirde şeyh süleyman b. Hüseyin el mevlevi b. Şemseddin adlı kişi tarafından kurulmuş bir mevlevi tekkesinin vakfiyesinde “fi nahiyetil hacc bektaş kuddise sirruhu” ve “ve’ttahriru fi evaili şehri muharremmil haram min şuhuri seneti seb’!in ve tisine ve sitte-mie” yazılıdır. Buradaki tarih 697/1297 yılı muharrem ayının ilk günleridir ve burada hacı bektaş-9 veli için” kuddise sirruhu” ibaresi kullanılmıştır. Kendi bölgesinde 697/1297 yılında kurulmuş bir vakfın kayıtlarında bu ibarenin kullanılması bu tarihte onun ölmüş olduunun bilidğini gösterir.13

    Hacıbektaş ilçesi halk kütüphanesinde bulunan bir elyazması üzerindeki hacı bektaşı veli ile ilgili bir kayıtta şöyle denmektedir. “hazine i celileden şeref vürud olan tomar-ı kebirde muharrer olduu üzere tarihi veladet-i şerifleri 606/1209 olarak müddet-i ömürleri altmışüç olmağla 669/1209 senesi vefat-ı şerifleri muharrer olduğunda iş bu mahalle tahrir olundu”14
    Bu kayıt 1297 tarihli vakfiyedeki bilgiyi teid etmektedir. Bu kaydın ne zaman yazıldığı belli olmamakla berabr yazılan bilginin kaynağı “hazine-i celileden şeref vürud olan tomar-ı kebirde muharrer olduğu üzere” denilerek belirtildiğine göre kesin bilgi olarak kabul edilmeye uygundur. Bu durumda onun doğum tarihinin 606/1209 ve ölüm tarihinde 669/1270 olarak kabul etmek yanlış olmayuacaktır.
    Hacı bektaşı velinin yerleştiği sulucakarahöyükte vefat ettiğinde bir şüphe yoktur. Oranın bu ismi sonradan unutulmuş, yaşadığı ve vefatından sonra defnedildiği yer olması hasebiyle onun adına izafeten hacıbektaş adını almıştır. Burası şu anda nevşehir iline bağlı hacıbektaş ilçesinin de merkezidir ve hacı bektaşğı velinin türbesi burada bulunmaktadır.
    Hacı bektaşı velinin hayatıyla ilgili olarak tarihi kaynaklardaki bilgiler bunlardır. Bu kaynkaklarda onun sulucakarahöyüke yerleştikten sonraki hayatı ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Onun buradaki hayatı ile ilgili rivayetleri anck menakıbnamelerde görebilmekteyiz; bunlarnı başında da kendi adına izafe edilmiş bir menakıbname gelmektedir. “menakıb-ı hacı bektaş-ı veli” adı ile bilinen bu eserin elyazması bir çok nüshası bulunmaktadır. Ayrıca biri sefer aytekin(velayetname-i hacı bektaşı veli I-II, emek basımevi, ankara 1956) diğeri abdulbaki gölpınarlı (menakıb-ı hünkar hacı bektaş-ı veli velayetname, inkilap kitabevi, istanbul 1958 )olmak üzere iki kere bugünkü harflerle neşredilmiştir.

    Bu velayetname benzeri başka menakıb-namelerde ve başka kaynaklarda onunla ilgili menkabeler anlatılmakta ise de, hacı bektaşı velinin menkabevi hayatını en geniş şekliyle bu eser vermektedir. Buna göre o, hz. Alinin soyundan gelmektedir; babası 6. İmam musa kazım’ın torunlarından, horasan hükümdarı ibrahim-i sani es seyyid muhammed; annesi de nişaburlu bir alim olan şeyh ahmedin kızı hatem (veya hatme) hatundur. Şişaburda doğmuş; orada, ahmed-i yesevinin talebesi ve halifesi olan lokman-ı prendede’den ders almış ve onun tarfından yetiştirilmiştir. Bu menkabelerde onun ahmed-i yesevi ile görüştüğü, icazetini aldıktan sonra onun tarafından irşad için anadoluya gönderildiği de anlatılır. Sulucakarahöyüke geldikten sonra burada bir çok derviş ve halife yetiştirdiği, bunları irşad görevi ile çeşitli yerlere yolladığı anlatılırken, hacı bektaşın onalarla aralarında geçen menkabe formunda birçok olay anlatılmaktadır. Bu olaylar onun sevenleri tarafından nasıl algılandığını gösteren olağan üstü özellikler de taşımaktadır.

    Menkabelere göre hacı bektaşı velinin münasebeti olan ve görüştüğü kişiler şunlardır; kutbeddin haydar, hacım sultan, akçakoca, sarı saltık, karaca ahmed, tapduk emre, yunus emre, seyyid mahmud-ı hayrani, osmancık (osman gazi kasdediliyor olmalı) alaeddin keykubad, ahi evran ve kırşehir emiri nureddin b. Cca.
    Velayetnamede anlatılanlardan anlaşıldığı haliyele hacı bektaşı velinin kırşehirle alakası çok olmuştur. Görüştüğü kimseler arasında ahi çevrelerine mensup kişilerin de olması ve özellikle ahi kültürününü piri sayılan ahi evranın yer alması, onu fütüvvet teşkilatı ve ahilik geleneği ile de irtibatlandırmıştır. Zaten fütüvvet teşkilatının onun asıl memleketi olan horasan bölgesinde nişabura dayanması o çevrelerle öceden de irtibatlı olma sonucunu çıkarmamıza yardım eder. Bu bakımdan bektaşilikte tarikata giriş ayıini sırasında da uyugulanan eşik öpme, kuşak bağlama, aynı kaseden şerbet içme adetleriyle,kıyafetler, ayinlerde okunan dualar, ahilikte büyük benzerlikler arzetmektedir.
    Hacı bektaşı veli, osmanlı devletinde yeniçeri ocağının da piri kabul edilmiştir. Yukarıda da belirttiğmiz gibi osmanlı devletinin ve daha sonra yeniçeri ocağının kuruluşu sırasında o vefat etmiştir. Orhan gazi ve I. Murad zamanları alimlerinden olduğu yönündeki görüşlerin kabulü mümkün görünmemektedir. Bu durumda yeniçeri ocağının piri kabul edilmesinin neye dayandığı sorusu akla gelmektedir. Bu şekilde kabul edilmesinin en başta gelen sebebi onun osmanlı topraklarında büyük bir şahsiyet olarak şöhret bulması olmalıdır. Bu şöhreti yuanında kara rüstem, seyyid ali sultan, gazi evrenos, abdal musa gibi ilk osmanlı fetihlerine katılan ve yeniçeri teşkilatının kurulmasını sağlayan 15 kişilerin ahilik, gazilik ve hacı bektaşın ismi etrafında oluşmuş tasavvuf geleneiği ile irtibatlı olmaları da 16 bunu sağlamıştır.

    Hacı bektaşı velinin amaya dolaylarında babailer isyanı başlatan baba ilyas-ı horasaninin halifesi olduğu da ileri sürülmektedir.17 eflaki dede de onun “baba rasulun has halifesi” olduğunu ileri sürer18. Baba rasulden kimin kastedildiği tam olarak belli değildir. Ancak baba ilyasın halifelerinden olup onun adına bir isyan başlatmış, fakat başarılı olama***** 638/1240 ta isyanın bastırılması sonunda öldürülmüş olan baba ishak olduu söyleyenler vardır.19
    Ebu’l ferec el – vasıti, hacı bektaş-ı veli için verdiği bir silsilede onu doğrudan ahmed-i yeseviye bağlı göstermektedir.20. bunun doğrudan bir bağlantı olması, ahmed-i yesevinin ondan yaklaşıkk bir asır önce vefat etmiş bulunması sebebiyle mümkün değildir. Ya aradaki isimler atlanmıştır, o durumda kimler olduğu sorusunun cevabı yoktur; yada manevi bir bağ olarak kabul edilmiştir. Bu eserin yazarı olan El-Vasıti, 647-744 (1275-1343) yılları arasında yaşamıştır. Bu dönem hacı bektaş-ı velinin yaşadığı döneme yakındır; dolayısıyla verdiği bilgiler gerçeği yansıtıyor olabilir.
    HACI BEKTAŞI VELİ ESERLERİ
    Hacı bektaşı veliye çeşitli eserler isnad edilmektedir. Bu eserlerin bir kısmı sadece isim olarak zikredildiği halde kendileri bulunamamıştır. Makalat üzerinde ayrıca özel olarak duracağımız için burada diğer eserler hakkında kısa bilgiler vermek istiyoruz.
    1. Katabül fevaid
    İstanbul üniversitesi kütüphanesi türkçe yazmalar bölümü, 55 noda kayıtlı bu eserin başında hacı bektaşı veliye ait olduğu , onun tarafından yazıldığı ve fevaid isminin onun tarafından verildiği belirtilmekte, ancak eserin muhtevası üçüncü bir şahıs ağzıyla anlatılmaktadır.
    m. fuat köprülü, 1922 de yazdığı bir makalede, bu farsça eserin iki nüshasını gördüğünü belirtmiş, ancak nerede oldukları ve özellikleri hakkında bilgi vermemiştir. 21 abdülbaki gölpınarlı, istanbul üniversitesi kütüphanesindeki nüshanın yanında başka bir nüshadan da bahsetmekte ancak neered eolduğu ve özellikleri hakkında bilgi vermemektedir.
    Bu istanbul üniversitesi kütüphanesi nüshası türkçeye tercüme edilmiş ve yayımlanmıştır.22 muhtevası makalatla benzerlikler taşımaktadır. Ancak eldeki bu nüshada hacı bektaşı veliden sonra yaşamış bazı kimselerin de sözleri yer almaktadır. Gerçekten hacı bektaşı veliye ait olan bu esere sonradan müstensihler tarafından bazı ilaveler yapılmış olmalıdır.
    2. Fatiha suresi tefsiri
    m. fuat köprülü, baha said beyin kendisine, yanan tire kütüphanesinde hacı bektaşı veliye ait bir fatiha suresi tefsiri olduğunu söylediğini nakleder.23
    3. hacı bektaşı velinin nasihatları
    hacıbektaş ilçe halk kütüphanesinde 29 noda kayıtlı bir mecmuadq dedemoğlu isimli birisi tarafından yazılmış akaid-i tarikat isimli bir risalesnin arkasında, “hacı bektaşın emanetleri” başlığı altında bazı nasihatlar ve tavsiyeler yazılmıştır. Ayrıca istanbul arkeoloji müzesi kütüphanesi 891 noda kayıtlı bir mecmua içinde eksik bir hacı bektaş nasayihı bulunmaktadır.
    4. Besmele tefsiri
    Manisa il halk kütüphanesinde 3536 noda “kitab-ı tefsir-i besmele maa makalat-ı hacı bektaş rahmetullah” yazılı bir risale vardır. 827/1423 senesinde cafer b. Hasan tarafından istinsah edilmiş olan 30 varaklık bu risale, rüştü şardağ tarafından günümüz diline çevrilerek yayımlanmıştır. (hacı bektaş veli, besmele tefsiri (tefsir-i besmele), kültür bakanlığı yayınları, ankara 1993). Ayrıca yrd. Doç dr. Hamiye duranın hazırladığı metin ve sadeleştirme bir arada türkiye diyanet vakfı tarfından (alevi bektaşi klasikleri dizisi:1) basılmıştır.
    5. Hacı bektaş-ı veliye atfedilen diğer bazı eserler
    Abdulbaki gölpınarlı, hacı bektaş-ı veliye ait olduğunu bildirdiği bazı eserlerden bahseder. Ona göre, hacı bektaşı velinin iki sayfalık bir şathiyyesi vardır; bunu 1680 yılında enveri mahlaslı hurufi ve nakşi bir yazar, manzum ve mensür olarak şerhetmiştir.24. ancak o ne şathiyyenin, ne de tuhfetüs-salikin isimli şerhin bulunduğu yeri söylememektedir. Bu bakımdan böyle bir şathiyyenin varlığı sadece yazılı oalrak bilinmektedir.
    Yine abdulbaki gölpınarlı, darül fünun (istanbul üniversitesi) edebiyat fakültesi reisül müderrisini mahmut bey babaya ait bir mecmuada hacı bektaşı veliye ait ibr hadis erbain şerhi gördüğünü ve kendisinin de bunu istinsah ettiğini yazar.25

    Kaynak :
    hacı bektaş-ı veli kimdir? | Alevilik nedir ve Alevilik hakkında herşey
     
  3. seyduna_34

    seyduna_34 Daimi Üye

    ıkınızınde emeklerınıze saglık ...degerlı paylasımınız ıcın tesekkurler..Hacı Bektaş Veli,Kelımelerle anlatılamayacak kadar essız bı ınsan ve o ınsana sahıp oldugumuz ıcın,yol gosretıcımız oldugu ıcın cok sanslıyız..

    (adgu can kaynagı en son ekledıgınle degıstırdım)
     
  4. LinkinPark

    LinkinPark Daimi Üye

    bu faideli bilgileri bizlerle paylaştığınız için teşekkürler:)
     
  5. devran

    devran Yönetici

    saolasınız canlar emeklerinize sağık
     

Sayfayı Paylaş