Can Dündar'dan Seçmeler

Konu, 'Aşk, Duygusal, Sevgiliye Şiir Yazı, Kıssadan ' kısmında hakangs52 tarafından paylaşıldı.

  1. alevi

    alevi Üye

  2. hakangs52

    hakangs52 Daimi Üye

    alevi can elime geçtikçe paylaşacağım...
     
  3. hakangs52

    hakangs52 Daimi Üye

    Asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.

    Asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti.

    Hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.

    Insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor.

    Once yalnizdik. 9 ay boyunca karanlik bir yerde disari cikmayi bekledik ve dunyaya aglayarak geldik.

    Pisman gibiydik. Ya da mecburen gelmis gibi.

    Biraz buyudukten sonra, kendimizi bildigimiz anda, icimizi kemiren, kalbimizi kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik:

    Bir yerde bir eksik var.

    Korktuk.

    "Bunun sebebi ne?"



    diye sorduk kendimize.

    Cevabi yapistirdik :

    "Demek ki sahip olmadigimiz bir seyler var.

    O yuzden eksiklik hissediyoruz."

    Peki, neye sahip olmamiz gerekiyor?

    Cocukken, "yasimiz kucuk"

    diye dusunduk her istedigimizi yapamiyoruz.

    Kurallar, yasaklar var.

    Buyuyunce her sey yoluna girecek.

    Buyudukce bir sey degismedi.

    Yine huzursuzduk.

    Icimizden bir ses ayni sozcukleri fisildiyordu:

    "Bir eksik var."

    Kafamiz karisti.

    Nasil kurtulacagiz bu igrenc duygudan? Nasil gecenek bu?

    Aklimiza yeni cevaplar geldi:

    Okulu bitirince gececek.

    Ise girince gececek.

    Para kazaninca gececek.

    Tatile gidince gececek.

    Okulu bitirdik.

    Diploma aldik.

    Ise girdik.

    Kartvizit aldik. Calistik.

    Para kazandik.

    Tasindik.

    Araba aldik.

    Calistik.

    Eve yeni esyalar aldik.

    Tatile gittik.

    Dans ettik.

    Terfi ettik.

    Kartviziti degistirdik.

    Daha cok calistik.

    Daha cok para kazandik.

    Calistik.

    Calistik .

    Gecmedi.

    Bir yerde bir eksik var" hissi, hala orada duruyordu.

    Bu sefer de "Sevgilimiz olunca gececek" dedik.

    "Yalnizligimiz sona erince bu illetten kurtulacagiz."

    Beklemeye basladik.

    Derken, biri cikti karsimiza asIk olduk.

    Ve aninda baska biri olduk.

    Daha guclu, daha guzel, daha akilli biri.

    Hesap cuzdanlari, kartvizitler, hatta ilaclar bile boyle hissetmemizi saglamamisti.

    Sevgilimizin gozlerinde, daha once bize verilmemis kadar buyuk sevgi ve hayranlik gorduk.

    Sevgilimizin gozlerinde Tanri' yi gorduk.

    Isigi gorduk.

    "Tunelin ucundaki isIk bu olmali" diye dusunduk "kurtulduk."

    Sonra bir gun, daha dun bize deli gibi asIk olan insan cekip gidiverdi.

    Ya da artik eskisi gibi sevmedigini soyledi.

    Ya da baska birine asIk oldugunu soyledi .

    Ya da daha kotusu , baska birine asIk oldu ama soylemedi.

    Telefonu acmamasindan, elimizi tutmamasindan , sevismemesine bahane bulmak zorunda kalmamak icin biz uyuduktan sonra yataga gelmesinden anladik , bir terslik oldugunu.....

    Belki de sevmekten vazgecen veya terk eden sevgilimiz degildi, bizdik.

    Fark etmez. Sonucta ask bitti.

    Simdi her yer bombos. Simdi tekrar yalniziz.

    Basladigimiz yere donduk.

    Yillarca ugrastik, eksigin ne oldugunu bulamadik.

    Halbuki her seyi denedik, her yere baktik. oyle mi?

    Bakmadigimiz bir yer kaldi.

    Icimize bakmadik.

    EksIk parcayi disarida aradik ama icimizde sakli olabilecegini akil etmedik.

    Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye ugrastik ama kendimizi sevmedik.

    Sasiracak bir sey yok, tabi ki sevmedik.

    Kendimizi sevsek bu kadar kosturur muyduk?

    Canimiz yanmasin diye duvarlarin ardina saklanir miydik?

    Kendimizi bos sanip doldurmaya ugrasir miydik?

    Terk edilmekten korkar miydik?

    Asil eksiklik, eksik oldugumuzu dusunmekti.

    Asil eksiklik, careyi baskasinda aramakti .

    Hayatin matematigi farkli; iki yarimi toplayinca bir etmiyor.

    Insan tek basina mutsuzsa baska biriyle de mutlu olamiyor .

    "Herkes beni sevsin" diye ugrasinca kimse gercekten sevmiyor, herkes sevgisine sart koyuyor, sinir koyuyor.

    Oysa "kendime duydugum sevgi bana yeter"

    diye dusununce , kendimizi oldugumuz gibi kabullenince yarim tamamlaniyor.

    Her sey bir oluyor.

    Iste o zaman perde aralaniyor .

    Aci diniyor.

    Iste o zaman baska 'bir'iyle bir araya gelerek, hesabin kitabin, korkunun kayginin hukum surdugu sahte bir sevgi yerine, gercek bir sevgi yaratilabiliyor.

    CAN DUNDAR

    netten alıntı
     
  4. hakangs52

    hakangs52 Daimi Üye

    insanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın
    zamandır" der dostoyevski...

    veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yaldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya
    serer.birlikteliğin örttüğü tüm kusurları, ayrılık sergiler.bir ayrılık
    arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.

    "ölene kadar" diye söz verilmiştir, ama "ölüm yolunda" başka tercihler
    belirmiştir.

    kararsız prensesin vicdanı azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı "aklını
    başına al" diye fısıldar kulağına; haytası ise "kalbinin sesini dinle" diye
    çekiştirir eteğinden...

    hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.

    "ama"yla biter alelade iltifat cümleleri:

    "sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü", "seni seviyorum, ama bu
    ilişkide mutlu değilim", "ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim" vs..
    vs...

    sonra gelsin uykusuz geceler...bir türlü karar verememeler...ruhen gidip
    gelmeler..."hele biraz daha zaman geçsin" diye nikah ertelemeler...

    birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler
    kollamalar...

    "aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için"e kendini inandırmalar...

    sonrası hep aynı:

    bekleyenin "hani sonbaharda buluşacaktık. hazan geldi geçti, sen gelmez
    oldun" sızlanmaları...

    bekletenin "geliyorum az kaldı" oyalamaları...

    bittiğini bile bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa
    saplanmalar...terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa
    dolanmalar...veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o
    cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler... üzgün görünmeler... bağış
    dilenmeler "...ama kaçınılmazdı" demeler..."sözünden caydın"yakınmalarını
    "sen de eski sen değilsin. değişmişsin" diye göğüslemeler... asıl kendinin
    değiştiğini bilmezden gelmeler... ve son sahne:

    terk edenin o mahcup "gönlüm başkasında" itirafına karşılık terk edilenin
    kırık çalımı:

    "uğurlar olsun! ben yoluma devam ediyorum". ihanetler böyledir:ilki, bir
    yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir. ondan sonra dur durak yoktur:
    güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler
    mezarlığı bırakan biçare dervişe döner. artık acılara hapsolmuştur: buluşmak
    istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk
    ettiklerinin "ah"ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına
    kapanacaktır.

    Can DÜNDAR

    Bir rüzgarlik, ömrü olan,
    Ben daglarda, bir dumanim,
    Bir varmis bir yokmus gibi,
    Farzetki ben bir yalanim,
    Unut beni, bir dün gibi,
    Savur beni, bir kül gibi,
    Güz mevsimi, bir gül gibi,
    Farzetki ben bir yalanim.
    Ne cok sevdik ne de yandik,
    Bir rüyayi gercek sandik,
    Hic birseyi paylasmadik,
    Farzetki ben bir yalanim...

    Netten alıntı

    Allah kimseyi sevdiklerinden ayırmasın. Hele seven iki insanı asla...
     
  5. hakangs52

    hakangs52 Daimi Üye


    İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü,

    soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını...

    Sevgisizliğin insanın canını acıttığını...

    Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor.

    Her şey ona çok büyük görünüyor:

    Ev, masa, anne, baba...

    10´una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor. Azgın bir iştahla

    öğreniyor. Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor. Dünyanın evde, okulda

    kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor.



    15´inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden,

    değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor.

    Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile

    bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere

    çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor. Şarkıların içinde sevdalar

    gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor. Aşk acısını

    öğreniyor. Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor.

    20´sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor.

    Her şey ona küçük görünüyor:

    Ev, masa, anne, baba...

    "Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor.

    Lakin dünya bunu bilmiyor.

    25´inde ayaklar biraz yere değiyor.

    Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor.

    Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp

    grileşiyor.

    Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden

    vurularak evleniyor genelde...

    5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor.

    "Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor.

    "Dünya zor"laşıyor.

    30´unda muhasebeye başlıyor insan:

    "Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum"

    dönemi...

    Mevcut bilgilerin sorgu yeri...

    Kuşkunun beyliği...

    Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları,

    "Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost

    kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı...

    35, yolun yarısı...

    Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir

    çadırda uyanmadan 20´sine gelenler için gecikmiş telafi çağları...

    Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan

    yaşlar... Olgunluğun karasuları...

    40´ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri

    yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan...

    Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve

    ikisini birden yeni sevda hayallerine...

    Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı

    arabalarla çare aranıyor.

    45´inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan...

    Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor.

    Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor.

    Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini

    merhamet alıyor. "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer

    değiştiriyor.

    Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten

    vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara

    sıra...

    Genellenemez tabii; bunlar benim yaşlarım.

    Sonrasını bilmiyorum henüz; öğrendikçe yazarım.



    *Can DÜNDAR*
     

Sayfayı Paylaş