Aleviliğin Oluşum Tarihi ...

Konu, 'Alevilik Tarihi' kısmında cem58 tarafından paylaşıldı.

  1. cem58

    cem58 Aktif Üye

    Aleviliğin tarihi İslam'ın ilk dönemlerine dek uzanır. Haz. Muhammet, sağlığında kendisinden sonra İslam dünyasına önderlik edecek kişi olarak Hz. Ali'yi görüyordu. Hz. Ali, Hz. Muhammet'sen sonraki ilk müslamandı. Hz. Ali, peygamberlerin amcasının oğlu e birlikte büyüdüğü, kardeşi gibi sevdiği bir kişiydi. Hz. Muhammet vefatından önce bazı hadislerinde ve çeşitli yerlerde yaptığı toplantılardaki konuşmalarında kendisinden sonra ümmetine yol gösterecek kişinin, rehberin, Ali olması gerektiğinin üstünde durarak vurguluyordu. Hz. Ali, Hz. Muhammet'in canı gibi sevdiği ve değer verdiği sağ kolu idi. Bu sevginin ve saygının en güzel örneğinde Hz. Muhammet'in çok sevdiği değerli varlığı sevgili kızı Fatma ile Ali'yi evlendirmesiydi. Hz. Muhammet'in erkek çocuğu olmamıştı. O'nun soyu sevgili kızı Fatma ile Ali ile olan evlilikten olacak çocuklar ile devam edecekti. Ali'yi kendisinden sonra Müslümanlara önderlik edecek en uygun kişi olarak görüyordu. Hz. Muhammet bir hadisinde; "Ulular Ulusu Allah, Peygamberleri ayrı ayrı ağaçlardan (soylardan) yarattı. Benimle Ali'yi aynı ağaçtan yarattı. Ağacın kökü benim, Ali dalları budaklarıdır. Fatma o ağacın verimidir. Hasan ve Hüseyin meyveleri, Şiamızda yapraklarıdır. Kim bu ağacın dallarından birine yapışırsa kurtulur. Yapışmayan helak olur." (1) der. Hz. Muhammet cemaatle sohbet ederken kendisinin de insan olduğunu bir gün bu diyardan göç gideceğini ifade ettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür. "Size iki paha biçilmez şey bırakıyorum. İlki Allah'ın kitabı, diğeri Ehlibeytim. Size Ehlibeytime uymanızı öğütlerim" dedikten sonra sözlerini birçok hadis kitabında yeralan şu sözlerle sürdürür. Ehlilbeyt'i yani kendi aile çevresini kastederek, "Onların önüne geçmeyin, yani onların hükümlerinden başka bir hüküm vermeye kalkmayın, yoksa helak olursunuz… (2) der. Hz. Muhammet bir başka hadisinde de, "Ben ilmin şehriyim, Ali Kapısıdır, şehri dileyen kapıya gelsin, Ben hikmetin şehriyim, Ali kapısıdır, hikmeti dileyen kapıya gelsin" (3) der. Gene Ali ile ilgili başka bir hadislerinde de Hz. Muhammet şöyle diyor: "Ali bendendir ben ondanım, ben kimin mevlası veliyf-I emri isem, Ali'de onun mevlasıdır. Ali insanların hayırlısıdır. Kim bunu kabul etmezse, gerçektende kafir olmuştur…" Hz. Muhammet Kuran-I Kerim ve Hz. Ali ilişkisini ise bir hadisinde şöyle anlatıyor. "Ali, Kuran iledir ve Kuran Ali ile; ikisi havuz kenarında benimle buluşuncaya kadar ayrılmazlar." (4) Ali'nin kişiliği ile ilgili bir hadisinde ise; "Ümmetimin enileri ve gerçek hüküm vereni Ali'dir. Allah'ım O nereye dönerse, nereye varırsa O'nunla beraber ol…" Hz. Muhammet kendisinden sonra yerine Hz. Ali'nin görevlendirildiğini bir başka hadisinde şöyle açıklıyor; "Ali benim bilgimin kapısıdır; tebliğe memur olarak gönderdiğim şeyleri benden sonra ümmetime bildiren, açıklayan kişidir; O'nu dinleyin.." ve "O"na başkaldırmak nifak…" (5) der. Hz. Muhammet, Ebu Talib'in evindeki bir toplantıda, ellerini Ali'nin omuzlarına koyarak şöyle der; "İçinizde bu benim kardeşimdir, vasiyimdir, halifemdir, artık O'nu dinleyin ve O'na itaat edin." Hz. Muhammet'in Hz. Ali'yi kendisinden sonra halifesi olarak düşündüğünü birçok kaynakta görüyoruz. Hatta gelecekte olacakları önceden görmüşçesine ileride bu konuda bir huzursuzluk çıkması durumunda Hz. Ali tarafının tutulması gerektiğini bir hadisinde şöyle belirtir: "Benden sonra fitne (huzursuzluk) olacaktır. Bu oldu mu, Ebu Talib oğlu Ali tarafını tutun. Çünkü O bana ilk iman edendi. Kıyamette de benimle ilk dostluk edecek odur. O Sıddıyk-I Ekber'dir O bu ümmetin Faruk'udur. O müminlerin ulusudur, reisidir." (6) Hz. Muhammet Veda Haccı'nda kendisinden sonra yerine Ali'yi vekil tayin ettiğini şöyle açıklamıştır: "Ben kimin mevlası isem, Ali'de O'nun mevlasıdır. O'na dost alana dost, düşman olana düşman ol, O'na yardım edene yardım et, O'nu horlayanı horla, nerede olursa olsun gerçeği O'nunla beraber kıl.." (7) Hz. Muhammet'in bu açıklamasından sonra; Ebu Bekir, Ömer ve sahabeden önde gelenler Ali'nin veliliğini kutlarlar hatta Ömer; "kutlu olsun sana ne mutlu ey Ebu Talip oğlu Ali, bugün benim ve her erkek ve kadın müminin mevlası oldun" diye konuşma yapar. Bu gelişmelerden sonra Hz. Muhammet bu doğrultudaki konuşmasının sonunda "kalk ya Ali" diye Ali'yi ayağa kaldırır ve cemaate şöyle der. "Benden sonra imam olarak halka doğru yolu göstermek üzere seni seçtim.Senden razı oldum, Ben kimin mevlası isem Ali'de onun mevlasıdır, özünüz doğru olarak O'na uyun…" arkasından; "Allah'ım O'nu seveni sev O'na düşman olana düşman ol" diye ilave eder. Hz. Muhammet vefasından sonra kendi yerine Hz. Ali'yi düşünmesine ve bunu çeşitli vesilelerle açıklamasına karşın kendisinin dünya değiştirmesinden sonra olaylar düşündüğü gibi gelişmemiştir. Hz. Muhammet hasta yatarken durumunun ağır olduğunu fark edince çevresindekilere; "Bana yazmak için bir şeyler getirin. Size bir şey yazdırayım ki, benden sonra asla yol yitirmeyesiniz" (8) der. Peygamberin bu isteğinin yerine getirilip getirilmemesi konusunda tartışma çıkar. Orada bulunan Ömer ve çevresi Peygamberin kendinde olmadığını, yazacaklarının geçersiz olacağını ve hatta peygamberin "sara nöbeti" geçirdiğini söyleyerek vasiyetin yazılmasına engel olurlar. Böyle olunca Hz. Muhammet vasiyetini yazamadan dünyasını değiştirir. Hz. Muhammet'in vefatı karşısında; başta Hz. Ali ve Fatma olmak üzere yakın çevresi şok olur. Peygamberin ölümü karşısında sevenleri şaşkına dönerler. Bu şaşkınlık atlatılmadan büyük bir üzüntü hali yaşanırken; Hz. Ali, Hz. Fatma, Selman-ı Faris ve aile yakınları acı içinde Hz. Muhammet'in cenaze işleri ile uğraşırken, Ömer etkisi altına aldığı bazı kimselerle Ebubekir'i halife ilan ederler. Arkasından da önüne geleni kılıç korkusu ile Ebubekir'e biat'a zorlar




    ALINTIDIR !!! arkadaşlar lütfen bi okuma zahmetinde bulunun
     
  2. ero

    ero Daimi Üye


    ALEVİLİK

    GENEL OLARAK ALEVİLİĞİN DOĞUŞU, GELİŞİMİ VE FELSEFİ BOYUTLARI



    Hz. Muhammed(s.a.s) kırk yaşına geldiğinde ilk defa tanrının sesini duymaya başlar ve bu dönemdeki ilk yılları Hira Dağı´ndaki derin düşüncelerle geçer. 613 yılın ilk Vahiylerin alındığı yıldır. İlk Vahiyler, kısa, ürkütücü, heyecan verici ve yargılayıcı cümlelerdir.Bu dönemde amcasının oğlu Hz. Ali henüz on yaşındadır ve Hz. Muhammed´e ilk inananlar arasındadır.

    İslamiyet ilk yayılış aşamasında büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Mekke´nin ileri gelenleri bu yeni dini kendi çıkarlarına aykırı olduğundan yayılmasını engellemek istemişler ve bu doğrultuna inananlara zulüm etmişlerdir.

    Bu zor durum karşısında Hz. Muhammed Mekke´den Medine´ye inananlarla birlikte Hicret etmişlerdir. Medine´de Peygamberin kurduğu ilk düzen, yerlilerle (Ensar) dışardan gelenlerin (Muhacir), birer aile kardeş olmalarını ve ortak yaşamalarını sağlamak olmuştur. Ne var ki, durum oldukça kötüdür.Yerliler de, yeni gelenler de son derece fakirler; oysa Peygamberin Öğrettiklerini yaymak için maddi olarak güçlü olmaya ihtiyaç vardır. Öbür yandan, önüne büyük engel olarak çıkan Ümeyyeoğulları ve Kureyşilerden diğer Mekkeliler oldukça zengindir, dolayısıyla güçlüdürler.Düşmanları yenmenin, İslamiyet´in yaymanın yolu, karşı tarafı zayıf düşürmekte ve kendilerini güçlendirmekten geçmektedir.

    Bu doğrultuda Mekke´lerle Bedir(624), Uhut(625) ve Hendek Savaş´ları yapılır. Uhut savaşında Peygamber güçlerinin yenilmesine rağmen Psikolojin üstünlük hep Müslümanlardadır ve her geçen gün taraftar kazanır, çoğalır ve güçlenirler. Bunun neticesinde Hz. Muhammed İslamiyet´in ilk yıllarında ayrılmak zorunda kaldığı ana yurdu olan Mekke´yi 630 da geri alır.Peygamber, 20 yıl gibi kısa bir sürede İslamiyet´i sadece Araplar arasında yaymakla kalmaz, aralarında Hayber Kalesi gibi ünlü kalelerinde bulunduğu Yahudî topraklarını da feth ederek Îslamiyet´i geniş bir coğrafyaya yaymış ve bir Arap Birliği oluşturmuştur. 631 yılına gelindiğinde artık yaşlanmıştır ve son yıllarını yaşadığını hisseder. O yıl son Kabe ziyaretini yapar. Burada Müslümanları toplayarak onlarla son defa konuşarak (veda hutbesi) önemli açıklamalarda bulunur. Kısa bir süre sonra vefat eder.

    Peygamber´in vefatından sonra Halifelik tartışması başlar. Her kabile Halifenin kendisinden olmasını ister. Hz. Muhammed bir sözünde “Tanrının huzurunda size Ehl-i Beyt´imi tavsiye ediyorum.” der ve “Ben her kimin Mevlası isem, Ali´de onun Mevlasıdır.” Diyerek, Ali´yi kendisine Vasi ve kendisine inananlara Mevla (Veli, sahip, karışmaya hakkı olan) tayin eder. Ancak Hilafet tartışmaları giderek şiddetlenmektedir. Ebu Bekir Hilafetin kendisinin hakkı olduğunu söyler.Evs kabilesinin Ebu Bekir´i desteklemesiyle, Ebu Bekir Halife ilan edilir.Haşimiler bu tartışmalara hiç katılmazlar onlar, Hz. Ali, amcası Abbas ve Peygamberin diğer yakın dostları ile Peygamberin defin işlerini yaparlar. Ancak ikinci gün Haşimilerin ve diğer Hz.Ali dostlarının, Hz. Ali´ye sormaları üzerine, Hz. Ali Hilafet tartışmalarına katılır ve Hilafetin kendi hakkı olduğunu söyleyerek Ebu Bekir´e biat etmeyeceği söyler ve Hz. Ali taraftarlarının, Şia´nın siyasi mücadelesi böylece başlar.

    Şia(Ali taraftarı) değiminin bu olaydan sonra başladığı iddia edilse de, aslında Şia deyimi Peygamberin sağ olduğu zamanlara rastlar:Şia sözcüğü Kuran´ın 19.suresinin 69.ayetinde , 28.suresinin 15.ayetinde, 37.surenin 83.ayetinde değişik nedenlerle anılır.Çeşitli Hadis anlatımcıları Peygamber´in, ”Nefsim kudret elinde olana and olsun ki bu ve Şia´sı Kıyamet Günü kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileridir.” , “Ali ve Şia´sı Kıyamet Günü´nde kurtulanların muratlarına erenlerin ta kendileridir.” Şeklinde sözler söyleyerek Şia kavramını bizzat kullandığını anlatırlar. Ne var ki Ebu Bekir´in Halife seçildiği ilk günlerde Hz. Ali taraftarları (Şia) garip bir korkuya kapılır ve Hz. Ali´ye yardım edemezler. Ömer ve etrafında topladığı arkadaşları Hz Ali´yi Ebu Bekir´e zorla biat ettirmek isteyerek Hz. Ali´nin evine saldırdıklarında, evi yakmaya kalktıklarında tekme ile vurup Hz. Muhammed´in kızı ve Hz. Ali´nin eşi Fatıma´nın altı(6) aylık çocuğunun düşmesine sebep olduklarında, Hz. Ali saldırganlarla evinin içinde dövüşürken kılıcının kırılmasında ve gece işi Fatıma´yı bir merkep´e(eşeğe) bindirerek Ensar´ın tek tek kapılarını çalıp yardım istediğinde kimse onun yardımına gelmez. Ancak nice sonra toplanır onu Halife yapmak isterler, ama artık iş işten geçmiş, iki taraf kuvvetleri çarpıştığında çok kan dökülme durumuna gelinmiştir.Böylece Hz. Ali, Peygamber´in Veda Haccı´nda Mina´da söylediği vasiyete uyarak(Bu vasiyette:”Ey Müslümanlar her birinizin kanı ve malı diğerine haramdır. Kıyamet günü, Tanrı´nızın huzuruna geleceksiniz.O´da yaptıklarınızı soracak ve yaptığınız işlere göre mücazat verecektir. Sakın küf far gibi fırka fırka olup ta birbirinizin boynunu vurmayasınız.”) Müslüman kanı dökülmesinin, insanlar arasında ayrılıklar girmesin diye Ebu Bekir´in Halife´liğini kabul eder ve aradan geçen 24 yıldan sonra, Ömer ve Osman´dan sonra ancak oybirliği ile Halife seçilir(656). Hz.Ali´nin Hilafet´liği sırasında, insanların eşitliğini, kardeşliğini içeren sosyal bir devletin temellerini atmaya uğraşır ama isyanlar ve karşı çıkmalar onu savaştan savaşa sürükler ve hedeflediği sistemi hiçbir zaman oluşturamaz.

    Hz. Ali´nin Halife olur olmaz ilk işi Osman zamanında yüksek mevkilere getirilmiş ve halkın üzerinde belli bir baskı mekanizması kurarak zümre farklılaşmaları ve ayrılıklar, kayırmalar vs. yaratmış olan Talha ve Zübeyr gibi insanları görevlerinden almak olur. Ne var ki aynı yıl Ali´nin Kûfe´yi merkez seçip Irak´a göçmesiyle birlikte bu adamlar Medine´de kendi kabilelerini örgütlemeye başlarlar. Öbür yandan, Ümeyyeoğullarından olan Osman´ın peşinden, aynı sülaleden Muaviye´de halifelikte hak iddia ederek diğer karşıtlarla birlikte Ali´ye karşı isyan ederler. Artık, Müslüman kanı dükümlesin bir kenara çekilmenin olanağı yoktur. Çünkü asıl o zaman Peygamberin kurduğu düzen yıkılacak ve daha fazla Müslüman´ın kanı akacaktı.

    Bu noktada Hilafet kavgalarının temelinde yatan olguya, yani yönetim sisteminde ki görüş ayrılıklarının ne olduğuna bakmakta yararlı olacaktır; zira bir zümrenin Hilafet hırsı iktidara gele bilmek için tek başına yeterli bir itici güç değildir. Bunun ekonomik ve toplumsal başka nedenlerinin de olması gerekir. Hz. Ali´nin görevlerinden aldığı Talha ve Zübeyr Hz. Ali´ye karşı topladıkları bir ordu ve Peygamberin karısı Hz. Ayşe´nin de önderliğin de Basra´dan Hz. Ali´nin üzerine saldırdılar. Deve savaşı da denilen bu muharebede, başta savaş olmasın diye Hz.Ali çok uğraştı ama sonunda karşı tarafı ikna edemeyince savaş başladı ve savaşta Talha ve Zübeyr öldüler ve Peygamberimizin karısı Hz.Ayşe esir edildi. Esir edilmesindeki amaç savaşı bitirmek ve fazla kan dökülmesini önlemek istemişler.Medinelilerin başarısızlarını gören Muaviye bu defa Suriye'de baş kaldırır ve topladığı büyük bir ordu ile Hz.Ali'ye saldırır.İki ordu Sıffın'da karşılaşır Hz.Ali'nin kuvvetleri üstün gelir ama son anda Muaviye'nin mızrakların ucuna Kur'an sayfaları taktırması biçimindeki hilesi ile tuzağa düşerler ve Hz.Ali'nin bütün çabalarına rağmen, hakeme başvurmaya kara verirler.Hz.Ali'nin başka çaresi yoktur, hem kan dökülmesini istememektedir hem de çoğunlunun oyuna uymayı uygun görmektedir.Hakem olayını kabul etmeyen Hz.Ali kuvvetlerinin bir kısmı ayrılıp giderler.Daha sonra bunlara Hariciler(tarafsızlar) adını alarak İslam tarihinde üçüncü bir kol oluştururlar ve Hz.Ali'yi öldürmeye kadar vardırırlar işi.Hakem olayında ise Muaviye'nin hakemin hileye başvurması üzerine anlaşma sağlanamaz ve iki ordu geri çekilir.Daha sonra haricilerin isyanları gelir, Hz.Ali onları da alt eder.Ama bir gece hariciler Hz.Ali'ye pusu kurmak suretiyle O'nu zehirli bir hançerle yaralayarak öldürürler(661).Hz.Ali'nin ölümünden sonra Kûfeliler, oğlu Hz.Hasan'ı Halife ilan ederler, ama bu sırada Mısır'ı da ele geçirmiş olan Emeviler(Muaviye) bütün bütün iktidarı ve gücü kendi elinde toplamak istemektedir.

    Bu karışıklık içerisinde Küfeliler dışarıdaki diğer bütün Şia Hz.Hasan'ı İmam (önder) kabul ettiklerini açıklarlar. Ancak, Hz. Hasan da babası gibi kan dökülmesini istemeyen, insanları ayrılıklara sürüklemekten kaçınan ulvî bir yapıya sahiptir.Bu nedenle, zaten Mısır, Suriye ve Filistin'i ele geçirerek oldukça güçlenmiş olan Muaviye'nin hilafetten vazgeçme önerisini kabul eder ve Muaviye'nin bütün aileye bağladığı aylık gelirle Medine'de sakin bir hayat sürdürmeye başlar.Ne var ki Emeviler, Hz.Ali soyundan korktukları kadar kimseden korkmamaktadırlar.Hz.Hasan'ın hilafetten vazgeçmesine rağmen, onu el altında zehirleterek öldürtürler(669).,

    Hz.Hasan'dan sonra Haşimi ailesinin önderi Hz.Hüseyin olur.Muaviye ondan kendisine biat etmesini ister ama Hz.Hüseyin ret eder.Muaviye'de üstüne gitmez.Ancak, Muaviye ölürken yerine oğlu Yezit'i Halife tayin edince İslam Dünyasında büyük bir huzursuzluk başlar.Yezit oluşu itibariyle zalim, kötü ve zevke düşkün biridir.Yezit Halifeliğin ilk döneminde mualiflerine karşı son derece gaddarca ve adaletsizce davranır.Bu nedenle Kûfeliler Hz.Hüseyin'e içli mektuplar yazarak başa geçmesini ve İslâm dünyasını bu melanetten kurtarmasını isterler ve kendisini destekleyeceklerini söylerler.Hz.Hüseyin Kûfelilere inanarak ailesini ve çok yakın bazı dostlarını da yanına alır ve Kûfe´ye gitmek üzere Medine'den yola çıkarlar.Yezit bunu öğrenir öğrenmez Hz.Hüseyin'in üzerine asker gönderir ve Hz.Hüseyin'in kafilesini Kerbelâ'da çevirirler amaçları Hz.Hüseyin'i zorla Yezit'e biat ettirmektir.Bunun için önce bütün su yollarını kestiler çoluk çocuk bütün kafileyi hayvanlarıyla birlikte susuz bıraktılar.Günlerce süren bu susuz bırakma işkencesi İslâm tarihinin yüz karasıdır.Ama Hz.Hüseyin inânçlı, kararlı ve boyun eğmeyen bir kişiliğe sahiptir en önemlisi de verdiği söze sadık bir insandır.Yezit'in teklifini geri çevirir;Onun için bu yolda ölmek var dönmek yoktur.Bu arada Kûfeliler dönekliklerini gösterdiler ve hiçbir zaman Hz.Hüseyin'in yardımına gelmediler.Hz.Hüseyin kafilenin savaşçılarını toplar isterlerse o an ayrılıp gidebileceklerini söyler. Hiç kimse bu teklifi kabul etmez, herkes ölmeye hazırdır.Sonra bu 72 kişi teke tek savaş usulüyle kahramanca dövüşürler ama yezit'in kuvvetleri kırmakla bitmez.Kah topluca saldırırlar, kah ok yağmuruna tutmaktadırlar.

    Hepsi birer birer şehit oldular.En son On(10) Ekim 680 günü Hz.Hüseyin kafilenin kadın çocuk ve savaşamayacak diğer üyeleriyle helâlleşir, İmamlık yetkisini oğlu Zeynel Abidin'e bırakır ve savaş alanına çıkar.Tarihler boyu adının anılmasına lâyık bir mücadele verir.Önce kimse Peygamberin torununa saldırmaya cesaret edemedi.Sonra Şimr gibi Yüzbaşıların tahrik ve hakaretleriyle teşvik edilen askerler tek vücut gibi ilerlediler ve ona saldırdılar.Hz. Hüseyin destanlardaki gibi bir muharebe yaptı. Fakat en son o şekilde yaralandı ki atından düştü.O zaman Irak Süvarileri O'nu çiğnediler, başını kestiler ve Ehil-i Beyit'in geride kalanlarıyla birlikte Yezit'e gönderdiler.

    Bu vahşet bütün İslam dünyasını derinden sarsar, ancak Emeviler´in güçlü olmalarından dolayı herhangi bir müdahaleden bulunamazlar.Yezit'in ölümünden sonra oğlu II.Muaviye tahta geçirilir, ama II.Muaviye adına hutbe okunduğu bir sırada Minber´e çıkar ve hilafetin kendi hakkı olmadığını,Peygamberin Ehl-i Beyt'inin hakkı olduğunu ilan ederek hilafetten çekilir.Emeviler öfke ile II.Muaviye'yi oradan uzaklaştırırlar ve hilafete Mevran İbn Hakem oturur.Bu sırada Hz.Hüseyin'in başına gelenlerden büyük bir üzüntüye düşen Kûfeliler "Tavvabın tövbekarlar" hareketini oluştururlar.Ama Kerbelâ'nın intikamını asıl alan Muhtar'ın harekatı olur.

    Emeviler'den sonra iktidarı ele geçiren Abbasiler ilk işi kendilerini iktidara getiren Hz.Ali taraftarlarına saldırmak, onları yok etmeye girişmek ve Ebu Müslîm'i de öldürmek olur.Hz.Ali taraftarı olmanın, onun düşüncelerini savunmanın yolu önce Peygamber ve Hz.Ali'nin soyundan gelenleri önder kabul etmekten göçmektedir. Ama buna rağmen tarihte zaman zaman Hz.Ali'nin soyunda olup da doğrudan Hz.Ali ile Fatıma'dan olmayanların da İmam(Önder) kabul edildikleri görülür.Ne var ki, geçen zamanla birlikte toplumsal sorunların artması, bölge ve düşünce farklılıkları gibi etkenlerden dolayı, sadece Ehl-i Beyt'e bağlı olanlarda kendi aralarında ayrılıklara düşerler.Kendilerinin ölümleri üzerinde çok zaman geçmesine rağmen, bir dönem bir kısım Hz.Ali yandaşları sadece Hz.Hasan'ın İmamlığını(Önderliğini) kabul ederler,bir kısmı da Hz.Hüseyin'in İmamlığını(Önderliğini) kabul ederler.Ama şu gayet açıktır ki, Hz.Hüseyin'in zalimlere boyun eğmemesi, yoksul ve zulüm görenlerin haklarını ölümü pahasına savunması ve Kerbelâ'da Yetmiş(70) kişilik kuvvetiyle en az Beş bin (5000) kişilik bir orduya karşı kahramanca savaşması onu bütün gönüllerde taht kurdurur.

    Yaşam öyküsü hakkında çok fazla bilgi olmamasına rağmen, Kerbela´da hasta olduğu için savaşamayan ve babasından imamlığı devir alan Zeynel Abidin ( 659-712 ) o gün esir edilmesinden sonra Emeviler tarafından serbest kalırsa Şia´nın başına geçer korkusuyla ömrünün sonuna kadar zindan da tutulur. Bu nedenle , imam olmasına rağmen, Zeynel Abidin önderlin de herhangi bir hareket gelişemez, ama Muhammed İbn ül-Hanafiya´ nın manevi önderliğindeki Muhtarın hareketinden sonra Ehl-i Beyit taraftarlarının siyasi mücadelesi oldukça hızlanır. Bu çerçevede iki akım görüyoruz: Biri Zeydilik. Bu hareket, 740 yılında İmam Hüseyin'in torunu Zeyd İbn Abdullah´ın Kûfe de ki isyanıyla ortaya çıkar. İsyan Emeviler tarafından bastırılsa da bu örgüt Zeydilik adı altında uzun yılar yaşar ve etkinliğini hissettirir. Diğeri ise Muhammed İbn ül-Hanafiyan´ dan sonra Ali taraftarlarının onun oğlu Haşim´ in etrafında toplandıkları harekedir.Haşim´ in oğul bırakmadan ölmesi üzerine bunlar Peygamberin ve Ali´nin amcası Abasın oğlu Ali´yi varis tayin ederler. Abasın soyundan gelenler ile Ehl-i Beyt soyundan gelenlerin ta Emeviler´ in yıkılışına kadar saygın bir ilişkileri olmuştur, ama toplumsal mücadelelerde önderlikte hep Ehl-i Beyt´in soyundan gelenlerin elinde olmuştur. Ne zamanki Haşim´ den sona bu Ali İbn-ül Abbas önder kabul edilir, o zaman Abbasiler tarih sahnesine çıkarlar. Emeviler´ e karşı başkaldırıda da pek önemli rolleri olmaz. Asıl güç Eba Müslimin komutanlığındadır. Bilindiği gibi Eba Müslim 719 yılında İsfahan da bir İranlı yerlinin oğlu olarak dünyaya gelir. O yıllarda o bölgede yerli olarak Persler, Kürtler ve Türkler yaşamaktadırlar, ama Eba Müslim´in hangi soydan geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Büyüdüğünde Kûfe eşrafından Ma´kil oğlu İdris´ in hizmetkarlığını yapar. Daha son İdris onu Ali İbn-ül Abbas´ a hediye eder. Eba Müslim buradan hareketin komutanlığına kadar yükselir ve zaferden sonra Ali İbn ül-Abbas´ la ilişkilerinden dolayı Abbasiler tahta otururlar. Aslında Eba Müslimin önderliğindeki örgütün esas kurucusu Muhammed İbn ül- Hanafiya´ın oğlu Haşim´dir ve Abbasiler iktidara gelir gelmez tahtı kaybetme korkusuyla, Eba Müslim´i öldürmeye kadar varan Ehl-i Beyt düşmanlığıyla, nerede bir Ehl-i Beyt yanlısı harekat, düşünce görseler yok etmeye çalışırlar.

    Eba Müslim´den sonra onun en iyi arkadaşları Abbasilere karşı Ehl-i Beyt taraftarlarının bayrağını yer yer ve uzun yıllar başarılı bir şekil de dalgalandırdılar. Emeviler zamanın da Hasani ve Hüseyni diye ayrılan Ehl-i Beyt taraftarlarından Hasaniler VII. yy. da, “Temiz Ruhlu” unvanıyla anılan ve Mehdi adını kullanan Muhammed İbn Abdullah´ın etrafında toplanırlar. Zeydiler de hep Hasani olarak varlık gösterirler. Öbür yanda ise, Hüseyniler, bilgin bir kişi olan 6. İmam Cafer üs-Sadık´ın etrafında toplanırlar. Diğerlerin kısa süreli olmasına rağmen, tarih boyunca hep varlık ve etkinlik gösteren asıl Ehl-i Beyt hareketi bu ikinci kesim olur. Elbette bu Hüseyin´in savaşçı , boyun eğmez ve dürüst kişiliğinden olduğu kadar Cafer üs-Sadık´ın bilge öğretilerinden, teoriyi kalıcı kılmasından da kaynaklanmaktadır.

    Hasani Muhammed İbn Abdullah ( Mehdi ) 762´de Abbasilere karşı Şia ayaklanmasını Medine´de başlatır, Mekke´yi alır. Daha sonraları Sünni mezhep kurucusu olarak kabul edilen Malik İbn ül-Anas da fetvalarıyla onu destekler. Fakat ayaklanma yenilgiyle sonuçlanır ve Muhammed öldürülür. O sırada onun kardeşi İbrahim, İran´ın güneyiyle Kuzistan da bir ayaklanma başlatır, fakat onlarda Abbasi kuvvetlerince yok edilirler. Daha sonra Halife El Hadi İbn ül-Mehdi zamanında İmam Hasan´ın torunlarından Sahip, etrafına bir kuvvet toplayarak Medine´ye doğru yola çıkar, ama onlarda Abbasilerce imha edilirler. Bu kırımdan kurtulan ve Ali soyundan ve Hazar Denizinin güneyine, Deylem´e kaçan bir aileden Hasan Bin Ali 9. yy. sonlarında orada Deylemlileri örgütler ama örgüt henüz doğuş aşamasında Abbasilerce dağıtılır. Daha sonra bu Deylemlilerden 932 yılında Şii Büveyhoğulları doğup gelişir. Büveyhiler 1055 yılına kadar Abbasi Halifeliğini ortan kaldırmamakla beraber, Bağdat da hakim olurlar. Bu dönemden sonrada Alevilik düşüncesi gelişimini sürdürmeye devam etmiştir. Burada kısaca Aleviliğin doğuşuna ve gelişimine bir açıklama getirmek istedik.
    alıntıdır
     

Sayfayı Paylaş