Uğur Mumcu (1942- ) Ailesi Ankaralı olmasına karşın, babasının görevi nedeniyle bulundukları Kırşehir'de, 22 Ağustos 1942'de doğdu. Tapu kadastro memuru Şinasi Hakkı Bey ile Nadire Hanımın dört çocuğunun üçüncüsüdür. Babası Ankara'ya atanınca, Ulus'taki Balıkpazarı'nda bulunan Devrim İlkokulu'nda başladığı ilköğretimini, Bahçelievler'deki Ulubatlı Hasan İlkokulu'nda tamamladı (1954) Cumhuriyet Ortaokulundan (1957), sonra Deneme Lisesini bitirdi, Ankara Hukuk Fakültesine girdi (1961). Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra (1965), kısa bir süre avukatlık yaptı. Dil öğrenmek için gittiği İngiltere dönüşünde, Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı oldu. Öğrencilik yıllarında "bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmayacağı"nı kavramış, etkin, coşkulu bir gençti. Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanıyken onun öncülüğünde yapılan toplantılara zamanın politikacıları, bilim ve sanat insanları çağrılıyor, katıldığı "münazara"lardaki başarılarıyla dikkati çekiyordu. Daha 20 yaşındayken "Türk Sosyalizmi" başlıklı yazısı ile Yunus Nadi Makale Yarışmasını kazandı. 27 Mayısın getirdiği özgürlük ortamında çok okuyarak, araştırarak, yaşamı sorgulayarak kendi düşünce evrimini kurmaya başlamıştı. 12 Martın aydınlara yönelik baskıcı tutumundan o da payına düşeni aldı. Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön dergisinde 29 yaşında bir öğretim görevlisi olarak yazıyordu. Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada, "orduya" hakaret etmekle suçlanarak tutuklandı. Kendi deyişiyle, Yön dergisi o sırada "sıkıyönetim bekleme salonu" gibi olmuştu. Birçok demokrat aydına cezaevlerinin kapısı ardına kadar açılmıştı. Bir yıla yakın kaldığı Mamak Askeri cezaevinde öteki aydınlarla birlikte buz kırmak, tuvalet temizlemek zorunda bırakıldı. Açılan davada, 7 yıl hapse mahkûm edildi, ancak "komünist düzenin getirilmesinde bayrağı soldan sağa sallanacağını belirtmektedir" gibi ifadelerin yer aldığı kararın Yargıtay'ca bozulmasından sonra serbest bırakıldı ve hemen askere alındı. Tuzla Piyade Okulundaki üç aylık eğitimden sonra, okul yönetiminin "kötü hal ve düşünce sahibi" diye suçladığı Uğur Mumcu, "er" çıkarıldı; "Sakıncalı Piyade" oldu. Askerliğini Ağrı'nın Patnos ilçesinde tamamladı. "Sakıncalı Piyade" sayıldığı için onurunun kırılmadığına inandığından, yedek subaylık hakkı ve aylıkları için simgesel bir tazminat isteğiyle dava açtı. Yedek subaylık hakkı geri verildi, ancak askerliği sırasında kendisi için yapılan tüm harcamaları tazminat tutarından düşüldü. Yaşadıkları, gülmece ustaları için bulunmaz bir malzemeydi. Kendisi de yazı ve konuşmalarında gülmece öğelerini sık sık kullanan Uğur Mumcu, bu dönemi, önsözüne Aziz Nesin' in "Bizi acı acı güldürdüâ diye yazdığı Sakıncalı Piyade adlı yapıtında anlattı. Bu yapıt sonradan tiyatro oldu ve yüzlerce kez oynandı. Her zaman duyarlı olan midesindeki rahatsızlığa doktorların tanısı ülserdi. Uğur Mumcu' nun "12 Mart ülseri" tanımlaması bu dönemi özetlemeye yetiyordu. Askerlikten sonra gazetecilikte karar kıldı ve üniversitedeki görevinden ayrıldı. Yön, Kim, Türk Solu, Ortam ve başka dergilerle, Akşam, Milliyet ve Yeni Ortam gazetelerinden sonra uzun süre Cumhuriyet'te yazdı. Anka Ajansında çalışırken Altan Öymen'le birlikte izlediği Yahya Demirel'e ilişkin "Mobilya Dosyası" adlı bir kitap oluşturdu, "hayali ihracat" kavramı böylece kamuoyunun sözlüğüne girdi. 19 Temmuz 1976' da Güldal Homan ile evlendi, 1977' de oğlu Özgür, 1981' de kızı Özge doğdu. Aile bireyleriyle ve dostlarıyla paylaştığı karşılıklı sevgi saygı onun üretkenliğine katkılı oldu. "Susmayı, kendi kabuğunun içine çekilmeyi" çağın suçu olarak niteleyen Mumcu "cesur bir kere, korkak bin kere ölür" diyordu. Demokrasi ve insan hakları savunucusu olarak ülkü ve ilkelerinden hiç ödün vermedi. Katilleri yakalanmayan gazetecilerin, bilim ve sanat insanlarının, tüm insanların kanı yerde kalmasın diyerek savaşını verdi. Terörün silah kaçakçılığıyla ilişkisini giderek artan gerici örgütlenmenin iç ve dış boyutlarını belgeleriyle gözler önüne serdi. Kamuoyu, Susurluk kazasızla yeniden gündeme gelen Abdullah Çatlı adını, ülkücü mafya kavramını ilk kez onun yazılarından duydu. Kontrgerilla var mı, yok mu tartışmalarını, yurtdışındaki görevlilerimizin aylığını ödeyen örgütleri rabıta olayını, kimi aydınların bile yüzeysel bir bakış açısıyla ele aldığı Kürt sorununu, Abdullah Öcalan'ın iç ve dış ilişkilerini ipekçi cinayetinin araştırılmasını, Ağca'yı, Papa suikastının perde arkasını yılmadan ve korkmadan araştırdı. 12 Eylül adaletini, Özal döneminin kural tanımayan uygulamalarını bıkıp usanmadan yazdı. 1990'ların sonunda yaşananlar Uğur Mumcu'yu haklı çıkardı, ölümünden önce yayımlanan 25; ölümünden sonra yayımlanan 40 kitaptaki belge ve bilgiler, etkili ve yetkili olanlarca göz önüne alınmayı bekliyor. Mumcu'nun dikkate değer asıl özelliği ise insan ilişkileri idi. Ailesine çok düşkün olan Mumcu, yakın çevresi için de "hasta olan için hastanede, yargılanan için mahkemede, tahliye olan için cezaevi kapısında; birisi pasaport mu almamış, kim olursa olsun o işin peşinde" diye bilinen bir dost idi. Hatta tanımadığı insanların sorunlarıyla da yakından ilgilenir, doğrudan ya da köşesi aracılığıyla çözüm bulmaya çalışırdı. Araştırmacılığında, telefon numaralarından uçak biletlerinin tarihlerine, Resmi Gazeteden Ticaret Sicil Gazetelerine dek hiçbir şeyi gözden kaçırmayan Mumcu, aynı zamanda haber için ödün vermeyen, hiç kimsenin özel yaşamıyla ilgili tek satır yazmayan, haber kaynağını her şeye rağmen koruyan ve belgesiz yazı yazmayan örnek bir gazeteci idi. Yobazların, kaçakçıların, hırsızların, sömürücülerin korkulu rüyası olan, Cumhuriyet ve Atatürk'ü tüm ilkeleriyle benimseyip savunan Mumcu, din maskesi altında Türkiye'yi emperyalizme teslim etmek isteyenlerin gerçek yüzlerini sergiledi. Silah kaçakçılığı, terör, Kürt sorunu ve benzeri konulardaki araştırmalarını sağlam belgelere dayandırdı. "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz" ilkesinden hareketle emperyalizmin, mafya aracılığıyla Türkiye'ye soktuğu silahların terörü körüklediğini kanıtlarıyla gözler önüne serdi. Toplumsal sınıf ve katmanlar arasında dengesizliğin ve sömürünün, planlı devletçilikle önlenebileceğini, devlet kaynaklarını geniş kitleler yerine bir avuç azınlığa aktarmanın bu sorunu çözmeyeceğini savundu. Demokrat, laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü, devrimci, emekten tüm hak ve özgürlükten yana, emperyalizmin, çıkarcılar, vurguncular ve yobazların karşısında olan Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü arabasına konan bomba ile öldürüldü. "Ben Ankara'nın yerlisiyim" diyen Uğur Mumcu için Ankara, yalnızca yaşadığı kent değil, laik cumhuriyetin simgesiydi. Ankara'da yaşanan ve tüm yurda yayılan olumsuzluklar yüzünden zaman zaman "Ankara'nın taşına bak / Gözlerimin yaşına bak / Uyan uyan Gazi Kemal / Şu feleğin işine bak" diye yazıyordu. Bu halk türküsü, ölümünden sonra bir bakıma, Uğur Mumcu ile özdeşleşti. Demokrasi, adalet özgürlükler, emek için, laik cumhuriyetin Atatürk devrimlerinin yara almaması, terörün kaynaklarının bulunması, irticanın boyutlanmaması için yaşamını yitiren Uğur Mumcu'nun ölümü, 24 Ocak 1993' ten bu yana sorgulanamamaktadır. 24 Ocak 1993'ten bu yana hükümetler kuruldu, hükümetler bozuldu; başbakanlar, İçişleri Bakanları geldi geçti, ancak Uğur Mumcu cinayeti aydınlanamadı. Sosyalizmin, Marksist-Leninist, Avrupa Komünizmi, Maoizm gibi değişik uygulamaları olduğuna dikkat çeken Uğur Mumcu, Türkiye için de bağımsızlıkçı, antiemperyalist, kendi özgün koşullarına uygun, kendi ulusal değerlerinden kopmamış bir "Türk Sosyalizmi" modeli öneriyordu. Türkiye'de araştırmacı gazeteciliğin öncüsü olan Mumcu, Irak'a yönelik operasyonlarda İncirlik Üssünün kullanılmasına izin veren hükümetleri eleştirdi. Yolsuzluk iddiaları, yabancı istihbarat örgütleri, mafya, Papa suikastı gibi konularda araştırmalar yaptı. Abdi İpekçi suikastının perde arkasını belgeleriyle ortaya koydu. Siyasilere yönelttiği eleştiriler yüzünden, yazıları aleyhine birçok dava açıldı. Hepsinde de Mumcu'nun haklılığı kanıtlandı. Ankara Sanat Tiyatrosunda sahnelenen "Sakıncalı Piyade" adlı oyunu büyük ilgi ve başarı kazanan Mumcu ilk ödülünü, 1962 Cumhuriyet gazetesi Yunus Nadi Armağanı Makale Yarışmasında kazandı. 1979 yılında, Türk Hukuk Kurumunca "Yılın Hukukçusu", aynı yıl Çağdaş Gazeteciler Derneğince "Yılın Gazetecisi" seçildi. 1980, 1982, 1983, 1987 ve 1993 yıllarında İstanbul Gazeteciler Cemiyetinin inceleme ve röportaj dallarındaki ödüllerine değer bulundu. 1984, 1985 ve 1987 yıllarında Nokta dergisi Mumcu'ya "Yılın Doruktaki Gazetecisi" ödülünü verdi. 1980'de (Cüneyt ARCAYÜREK'le birlikte) ve 1988'de Sedat Simavi Vakfı Kitle Haberleşme ve Gazetecilik ödüllerini aldı. SESLENIS Dag gibi karayagiz birer delikanliydik. Babamiz,sirtinda yük tasiyarak getirdi asimizi, ekmegimizi. Arabalar siril siril isiklariyla caddelerden geçerken bizler bir mumun isiginda bitirdik kitaplarimizi. Kendimiz gibi yasayan binlerce yoksulun yüregini yüregimizde yasayarak katildik o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asildik. Vurulduk ey halkim, unutma bizi... Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkim, unutma bizi... Korkmadan öldük ey halkim, unutma bizi... Bir gün mezarimizda güller açacak ey halkim, unutma bizi... Bir gün sesimiz, hepimizin kulaklarinda yankilanacak ey halkim, unutma bizi. Özgürlüge adanmis bir top çiçek gibiyiz simdi, hep birlikteyiz ey halkim, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi.... 25/08/1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinden. Netten alıntı. UNUTMADIK UNUTTURMAYACAĞIZ!...
ÖMÜR DEDİĞİN Bir insen ömrünü neye vermeli Tükenip gidiyor ömür dediğin Yolda kalan da bir yürüyen de bir Harcanıp gidiyor ömür dediğin Yüreğim ürperir kapı çalınca Esmeyen yelinden bile zeserler Künyeler kazınır demir sandıkta Savrulup gidiyor ömür dediğin Bir insan ömrünü neye vermeli Paramı onur mu taş dikenli yol Ağacın köküne inmek mi yoksa Çırpınıp duruyor ömür dediğin Alıntı Uğur Mumcu' yu saygıyla anıyoruz...
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi... Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu. Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Giresun´daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege´deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu´daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul´daki, Ankara´daki işçiler, sizin için öldük. Adana´da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük. Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi... Bağımsızlık, Mustafa Kemal´den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular. Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi... Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı´nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi... Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere. Asıldık ey halkım, unutma bizi... Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler. Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi... Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi... Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi. Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi...
Uğur mumcu nun cinayetının aydınlanmamasının sebebı onemlı arastırmalar sonucunda pkk ile milli istihbarat timi nin bir bagı oldugu idi bunu yayınlayacagı sabah aracına konan bomba sonucu yaşamını yitirdi cinayeti ise İsrail gizli servisine bağlı 6 adet gadna ajanı tarafından işlendiğini duymustum paylasmak ıstedım umarım yanılmıyorumdur