Ibrahim kaypakkaya hayatı ve mücadelesi

Konu, 'DevrimciLer' kısmında sessiz-okyanus tarafından paylaşıldı.

  1. sessiz-okyanus

    sessiz-okyanus Daimi Üye

    İbrahim KAYPAKKAYA 1949’da Çorum’da, daha sonra fabrika işçisi olan yoksul bir köylünün ilk çocuğu olarak doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra 1960 yılında Hasanoğlan İlk öğretmen Okuluna girdi. İlerici fikirlerle ilk olarak, hâlâ Köy Enstitülerinin ilerici ve demokratik karakterinden izler taşıyan bu okulda yüz yüze geldi. Daha, okula girdiği ilk yıldan başla***** tarihsel, sosyal, siyasi, kültürel, vs. vs. her alandaki ilerici ve devrimci fikirlere büyük bir ilgi duymaya başladı. İlgisi en çok ilerici ve devrimci fikirlere olmakla birlikte, her konuda ve her alanda doymak bilmez bir okuma ve öğrenme isteğine sahipti. Okulun en parlak öğrencilerinden biri olarak, 1965 yılında İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda ve MEB’na bağlı bu okulun parasız yatılı bursu ile İ.Ü. Fen Fakültesine devam etmeye başladı.

    Bu dönem, Türkiye’de devrimci fikirlerin genel olarak bütün halk sınıf ve tabakaları arasında, özel olarak da öğrenci gençlik arasında hızlı bir yayılma gösterdiği yıllardır. İşçi sınıfı başta olmak üzere gençliğin, köylülerin, öğretmenlerin, memurların ve halkın diğer kesimlerinin esas olarak kendiliğinden gelme bir karakter taşıyan anti-emperyalist, anti-faşist ve ekonomik, sosyal, siyasi demokratik nitelikteki kitlesel eylemleri dalga dalga yükselmektedir.

    Sosyalizmi benimseyen gençlerin yönetimindeki Fikir Kulüpleri Federasyonu, kısa zamanda bütün Türkiye’de Yüksek öğrenim gençliğinin ezici bir çoğunluğunu kucaklayan ve peşinden sürükleyen bir demokratik kitle örgütü haline gelmeye ve gençliğin anti-emperyalist, anti-faşist eylemlerine önderlik etmeye başlamıştır.

    İbrahim KAYPAKKAYA yüksek öğrenime başladığı ilk yıl FKF’na kaydoldu. Kaydolur olmaz da, bir yandan FKF’nun düzenlediği eylemlere aktif olarak katılmaya, diğer yandan da o sıra FKF’nun tepesine çöreklenmiş ve örgüt içinde TİP’nin revizyonist yöneticilerinin uzantısı olarak faaliyet gösteren eylemsiz aydın bozuntularına karşı mücadele etmeye başladı. 1967 yılında FKF’nun Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Şubesini kurdu ve TİP’ne kaydolarak TİP’nin revizyonist yöneticilerine karşı mücadele etti. O, bundan sonraki devrim faaliyetlerini, Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Savcılığına verdiği ifadede şöyle anlatıyor:
    "1967 yılında 9 arkadaşla birlikte Çapa Fikir Kulübünü kurduk. O dönemde FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu)’nun ve TİP’nin bir üyesi olarak, onların düzenlediği bütün toplantı, form, miting ve gösterilere katıldım. 1968 yılında okulun gerici yönetimi tarafından önce muvakkat ve daha sonra da kati olarak uzaklaştırıldım. Buna karşı Danıştay’dan yürütmenin durdurulması kararı almama rağmen, okulun faşist idarecileri bu karara uymadı. Benim düşünce yapım, katılmış olduğunu eylemler ve gençlik örgütündeki çalışmalarım, okuldan uzaklaştırılmamın başlıca nedenleri olarak gösterildi. Hatırladığını kadarıyla o zamanlar katıldığım, NATO’ya Hayır ve Amerikan 6. Filosunu protesto eylemleri, Halk Aşıkları Gecesi düzenlemeye çalışmam, bazı bildirilerin dağıtılması ve işçi yürüyüşlerine katılmam öğrencilik sıfatıma zarar getiren hareketler olarak telakki edilmişti. Oysa bunlar, yurdunu ve halkını seven herkesin, kendi inancı ve bilinci doğrultusunda sürdürmesi gereken ve kişisel sorumluluğu olan çalışmalardır.

    Gelişen zaman içerisinde, FKF gençlik örgütünde bazı görüş ayrılıkları belirmişti. Bu bir bakıma, ilerleyen bilincin ve edinilen tecrübelerin doğal sonucuydu. FKF içinde beliren baslıca iki görüş: Birincisi, FKF yönetiminin öteden beri TİP’nin parlamentocu ve reformcu görüşü, ikîncisi, milli demokratik devrimi savunan aşamalı devrim tezi. Bu düşünceyi ilk zaman!ar Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi, daha sonraları PDA ve İşçi-Köylü de savunmaya çalıştı. Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi bazı olumsuz yanlarına rağmen, devrimci kadroların bilincinin ilerlemesine ve devrimci düşüncelerin kavranmasına yardımcı oldu. Çünkü TİP ve yönetici kadrosu, devrimci kadrolar, işçiler ve köylüler arasında devrimci düşüncenin Marksizm- Leninizm’in yayılmasını engelliyorlardı. Ben, TİP’nin yöneticilerini, kendilerine sosyalist adı veren reformcu orta burjuva aydınları olarak görüyorum. TİP’nin çizgisi de, orta burjuvazinin radikal kesiminin tutarlı reformcu çizgisiydi.

    Ben bu ayrılıkta MDD (Milli demokratik devrim)’i savunan gurup içerisinde yer aldım. Türk Solu ve Aydınlık Sosyalist Dergi çevresi, tam ve -kelimenin gerçek anlamında devrimci mahiyette olmamakla birlikte, TİP’ne göre, işçilerin, köylülerin, gençliğin ve diğer halk kitlelerinin demokratik ve devrimci anlamdaki eylemlerine biraz daha fazla ilgi göstermeye çalıştı.

    Daha sonra 1969 yılında FKF’nun DEV-GENÇ’e dönüştüğü kurultayda, DEV-GENÇ ve Aydınlık Sosyalist Dergi içinde de ayrılık oldu. Ben bu ayrılıkta Proleter Devrimci Aydınlık ve İşçi-Köylü dergi ve gazetesi çevresindeki arkadaşların grubunda yer aldım. Bu dergi ve gazetenin çıkışına, dağıtımına yardımcı olmaya, savunduğumuz görüşleri işçiler, köylüler ve gençlik içerisinde yaymaya çalıştın. Yine bu arada Trakya’daki topraksız köylülerin, ellerinden toprağı jandarma gücüyle gasp etmiş büyük çiftlik sahiplerinin topraklarını işgal etmesi eylemlerine, İstanbul’da Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, tertriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer ve Derby fabrikalarındaki işçilerin haklı grev ve direnişlerine yardımcı olmak için elinden geleni yaptım. 15-16 Haziran Büyük işçi yürüyüşüne katıldım vs fırsat buldukça da faşistlerin üniversitelere yaptığı saldırılara karşı savunma mücadelesi veren devrimci gençliğin bu mücadelesine ve diğer demokratik eylemlerine katkıda bulunmaya çalıştım. Ben buraya kadar anlattığım şeyleri söylemekte bir sakınca görmüyorum. Bütün bunlar, o dönemdeki legal ve kanunen de suç olmayan faaliyetlerdi. Ben de, bir devrimci olarak bu faaliyetler içerisinde yukarda anlattığım çerçeve içerisinde yer aldım. Bu çalışmalarımı, Marksizm-Leninizm’e inanan bir komünist devrimcinin halkın kurtuluşu için yapması gerekli çalışmalar olduğu kadar, devrimci gençliğin örgütü DEV-GENÇ’in üyesi olan bir devrimci gencin halka ve gençliğe karşı sorumluluğunun gereği olarak da sürdürdüm. Ancak şahsımı ilgilendiren konular ve hakkımdaki isnatları taşan hususlardan gayri, gençlik örgütü ; ve çalıştığım devrimci gruplar içinde başkalarını etkileyebilecek bir beyanda bulunamam. Anlatmış bulunduğum şeyler, gençlik ve içinde bulunduğum devrimci gruplar saflarında kendi çalışma ve düşüncelerimle ilgili bulunmaktadır. Başkaları hakkında beyanda bulunmayı, kişisel sorumluluk sahamı aşan bir hareket sayarım. Sıkıyönetim ilanına kadar ki faaliyetlerim bunlardı.”

    İbrahim Kaypakkaya’nın özellikle 21 Nisan 1971’de sıkıyönetimin ilanından sonraki çalışmaları, tamamıyla illegal çalışma olmuştur. 12 Mart açık faşizminin koyu terörü altında İbrahim Kaypakkaya , Doğu Anadolu’nun çeşitli kırlık alanlarında, yoksul köylülerin toprak devrimi mücadelesine, halkımızın DHD savaşına bir komünist önder olarak katıldı. Bu mücadelede onun kavradığı ilk ve esas halka, işçi sınıfının DHB’de ideolojik, siyasi ve örgütsel önderliğinin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan proletaryanın Marksist-Leninist partisinin kurulması ve inşası mücadelesi olmuştur. İbrahim Kaypakkaya, 1971 öncesinde, içinde yer aldığı Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Parti’sinin gerçekten komünist bir parti olarak inşa edilebilmesi için mücadele etti. Fakat bu partinin kurucuları ve yöneticileri olan kişiler, Şefik Hüsnü’nün orta-burjuva reformist-revizyonist siyasetinin ötesine gidememekteydiler. İbrahim Kaypakkaya ve çevresindeki ML kadrolar, TİİKP yönetiminin revizyonist çizgisine karşı amansız bir mücadele yürüttüler. Bu mücadele hem teorik, hem de fabrikalarda, köylerde yapılan çalışmalarla pratik olarak yürütüldü. Marksizm-Leninizm’in ülkemizin somut şartlarına uygulanması olarak TKP(M-L)’in Marksist-Leninist çizgisi bu mücadele içinde doğdu, şekillendi ve geliş


    İbrahim Kaypakkaya ; TİİKP yönetici kliğinin revizyonist-burjuva yüzünü tüm revizyonist, burjuva görüşlere ağır bir darbe olan 15-16 Haziran (1970) mücadelesi içinde daha iyi gördü. TİİKP’nin revizyonist çizgisi teori-pratik birliği temelinde yürütülen bu mücadele sonucu açığa çıkarıldı ve mahkum edildi.

    İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları TİİKP içinde 2 yılı aşan bir süre mücadele yürüttüler. Amaç, M-L istemeleri ve TİİKP’nin ”M-L” maskesi ile tabanında tutabildiği devrimcileri etkili bir muhalefet içinde toparlanıp revizyonist yönetimi yıkmak, TİİKP’ni M-L bir çizgi, önderlik ve pratiğe oturtmak; bunu başarmak için gerek ve şart olan örgüt içi demokrasi yolları tıkandığı takdirde, Marksist-Leninistlerle birlikte ayrılmak ve işçi sınıfının 50 yıldır özlemini duyduğu gerçek bir komünist par-tisini kurmak idi.

    TİİKP revizyonist yöneticileri, Marksist-Leninist kanadın bu mücadelesi karşısında kendi sınıf karakterlerine uygun bir tavır takındılar. Uzun süre yalan ve iftiralarla İbrahim Kaypakkaya’nın önderliğindeki Marksist-Leninist kanadı tecrit etmeye çalıştılar. İdeolojik ve siyasi acizliklerini, İbrahim Kaypakkaya’nın hiç bir zaman ve hiç bir yerde söylemediği şeyleri ona mal edip, bu hayali şatolara yine İbrahim Kaypakkaya’nın eleştiri yazılarından alınma cümlelerle saldırarak kapatmaya çalıştılar. Böylece Marksizm-Leninizm’e karşı ideolojik-siyasi acizliğin ifadesi olan, bugün de örneklerini gördüğümüz, ”PDA vari mücadele” yöntemi doğmuş oldu. Bütün bu kirli burjuva oyunları Marksist-Leninist muhalefetin tutarlı ve tavizsiz mücadelesi karşısında boya çıkınca da İbrahim Kaypakkaya’yı bedenen ortadan kaldırma girişimlerine başvuracak kadar al-çaldılar.

    İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları, ”DABK Kararı” olarak bilinen Şubat 1972 kararıyla TİİKP revizyonizminin ana hatlarını özetleyen ve Marksist-Leninist çalışmanın esaslarını ihtiva eden bir çağrı yayınla*****, mücadelelerini son safhasına vardırdılar ve cepheden bayrağı açtılar. Bu karar karşısında TİİKP yönetiminin sahtekar ve Marksist-Leninist kanada demokrasi imkanını tümüyle yok eden girişimlerinden sonra, İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları için TİİKP’den ayrılmak; proletaryanın Marksist-Leninist partisini kurmak, bu partinin inşası için mücadele etmekten başka bir yol kalmamıştı. Nitekim bizzat İbrahim Kaypakkaya’nın yoğun çalışmalarıyla Nisan 1972’den itibaren TKP(M-L) Koordinasyon komitesi oluşturuldu. Bu organ kendi daimi komitesini seçti; alt organlarını kurdu. Koordinasyon Komitesi ideolojik siyasi örgütsel bir dizi gerekli görevleri yerine getirdi. İleri kırlık bölgelerde Parti çalışmasına, Partinin ve halk ordunun silahlı mücadele içinde inşasına girişti. Bu kitapta yayınladığımız 5 belge, işte bu kuruluş ve inşa mücadelesi içinde İbrahim Kaypakkaya tarafından yazılarak kurucu üyeler ve Koordinasyon Komitesi tarafından onaylanan TKP(M-L)’in temel belgeleridir.

    İbrahim Kaypakkaya, devrim mücadelesini TKP(M-L)’in önderi olarak 1973 yılına kadar köylük bölgelerdeki, kitlelerden öğrenip kitlelere öğretme, TKP(M-L)’i kitleler içinde ve silahlı mücadele içinde örgütleme, yoksul köylüleri halk ordusu TİKKO içinde örgütleme çalışmaları ile sürdürdü. Ocak 1973’te yoldaşları ile birlikte kaldığı Vartinik’te bir köyde MHP ve kontrgerilla mensubu jandarma subayı Fehmi ALTINBİLEK komutasındaki bir jandarma birliğince basıldı. Bu baskında İbrahim Kaypakkaya’nın can yoldaşı, Türkiye halkının yiğit komünist savaşçılarından Ali Haydar Yıldız vurularak öldü. İbrahim Kaypakkaya ise boynundan yaralı olarak 5 gün dağlarda kaldıktan sonra, MİT’in piyonu bir köylünün ihbarı üzerine yakalandı. Yaklaşık 4 ay Diyarbakır Sıkıyönetim bölgesindeki kontrgerilla üssünde işkence atında kaldı. 1973 Mayısının 17’sini 18’ine bağlayan gece de öldürüldü.

    O, 17-l8 Mayıs 1973’e kadar işkence altında kaldığı Diyarbakır Sıkıyönetim zindanlarında komünist mücadelesini tavizsizce yürüttü. Onun faşist işkenceciler karşısındaki komünist tutumu, Türkiye proletaryasının ve halkının yiğit savaşçılarına büyük bir inanç kaynağı, büyük bir örnek oldu.

    Hiç şüphe yok ki, İbrahim KAYPAKKAYA’nın faşist işkenceciler karşısındaki, aylarca süren ve kelimenin gerçek ve tam anlamıyla korkunç maddi ve manevi işkenceler altındaki bu destan yaratan komünist tutumu Onun, proletaryaya ve halkına bağlılığında, halkın, proletaryanın ve TKP(M-L)’in davasına olan sarsılmaz inanç ve bağlılığında, Marksizm-Leninizm’e bağlılığında yatmaktaydı. Onun gerçek bir Marksist-Leninist olması, düşüncelerinin ve bağlı olduğu çizginin Marksist-Leninist olmasında yatmaktaydı.

    Bugün İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerinin incelenmesi, tartışılması ve kavranması, daha acil bir mesele haline gelmiştir. Bunun nedeni, mevcut siyasi durumda, halkın ve onun düşmanlarının somut durumunda yatmaktadır.

    12 Mart açık faşizm dönemindeki geçici yenilgiden sonra Türkiye halkının anti- emperyalist, anti-feodal, anti-faşist mücadelesi tekrar yükseldi. Bu yükseliş her ne kadar Marksist-Leninist bir önderlikten mahrum ve modern-revizyonizmin Küçümsenmeyecek etkisi altında olduysa da, Türk hakim sınıflarının faşist diktatörlüğüne dünyayı dar etti. Halkımızın halk demokrasisine yönelik talepleri ve derinleşen emperyalist buhran karşısında, hakim sınıflar yavaş yavaş eskisi gibi yönetemez duruma geldiler. Onların iktidarda ağırlıkta olan ve ABD emperyalizminin uşaklığını yapan kliğinin hükümeti, halk kitlelerinin gözünde geniş çapta teşhir ve tecrit oldu. Bu durum, başta Batı Alman emperyalizmi olmak üzere Batı Avrupa’daki emperyalist devletlerin uşaklığını yapan kliğin işine yaradı. Sahte ”reformist” ve ”anti-faşist” sloganlarla, hakim sınıflara karşı yönelen halkın direnişini kendi potalarına akıttılar ve iktidarda ağırlıklarını sağlayabilmek için ABD’ci klikle kavgaya giriştiler. CHP’nin hükümet olması şeklinde somutlaşan bu durum, diğer klikler için de bir can simidi görevini görüyordu. Çünkü, modern-revizyonistlerin ve her türden oportünistlerin desteğini de şu veya bu şekilde arkasına almış olan CHP, halkı aldatabilmiş, onu geniş ölçüde pasivize edebilmişti.

    1,5 seneye yaklaşık icraatı süresince CHP hükümeti, daha önceki MC hükümetlerinin yapamadığı, cesaret edemediği her ; türlü halk düşmanı tedbiri, halktan önemli bir direnme ile karşılaşmadan, yürürlüğe sokabildi. CHP hükümeti vasıtasıyla Türk hakim sınıfları halkımızın yükselen mücadelesini önemli ölçüde frenledi, sömürü ve zulüm ortamını daha da ağırlaştırdı. Bugün geniş emekçi yığınları yaşam koşullarından son derece hoşnutsuzdur. Onlar bugün, bir zamanlar, Günaydın gazetesinden sözde sosyalist her türden oportünist ve revizyoniste kadar uzanan bir cephenin dolaylı dolaysız propagandalarının etkisiyle umut bağladıkları CHP ve Ecevit’ten uzaklaşıyorlar. Fakat Marksist-Leninist önderlik henüz bu kitleleri yönlendirecek durumda bulunmamaktadır. Devrim yoluna yönelen ileri unsurlar ise, devrimci saflarda sağ ve ”sol” oportünizmin yarattığı karışıklığı ve sağlıksız bölünmelerden dolayı yanlış yollara heder olmaktadır. İşte İbrahim Kaypakkaya’nın görüşleri, tam da bu noktada Türkiye devriminin bilimsel ihtiyaçlarına cevap vermektedir. İbrahim Kaypakkaya’nın, Türkiye’de siyasi iktidarların tarihi üzerine (Kemalizm yazısı), faşizmin sınıfsal özü üzerine ve sosyo-ekonomik yapı sınıfların mevzileşmesi üzerine tahlilleri; içinde bulunduğunuz dönemdeki siyasi iktidarı, ekonomik bunalımı, hakim sınıfların siyasi istikrarsızlıklarını ve birbirlerine kanlı-bıçaklı düşman imişcesine saldırmalarını açıklayabilecek, çözümleyebilecek tek bilimsel temeli ortaya koymaktadır. İbrahim Kaypakkaya’nın bu konudaki Marksist- Leninist görüşleri işçi sınıfının ve emekçi halkımızın ileri bilinçli unsurlarınca kavranmadan ve onlara önderlik etmeden, hakim sınıflar daha uzun bir süre halkımızın mücadelesini kendi aralarındaki post kavgalarında kullanabilecek; küçük tavizlerle ve yaman demagojilerle pasifize edebilecek; sömürü ve zulümlerini rahatlıkla sürdürebileceklerdir.

    Bugün geniş emekçi yığınları, her renk ve türden oportünistlerin kaba ve uzlaşıcı tahlilleri sayesinde, faşizme karşı mücadeleyi devrim mücadelesi olarak kavramamakta; faşizme çözümü mevcut düzenin sınırları içinde görmekte ve aramaktadır. Bir yığın boş laf ve demagoji batağı üzerinde İbrahim Kaypakkaya’nın faşizm konuşundaki tahlilleri, yol gösterici bir yıldız gibi parlamaktadır. İbrahim Kaypakkaya’ yarı-sömürge ve yarı-feodal bir yapıya sahip olan ülkemizde faşizmin, komprador burjuvazinin ve toprak ağalarının, emperyalizmin desteğinde sürdürdükleri; feodal cebirle kol kola girmiş olan bir diktatörlük -yani devlet biçimi- olduğunu büyük bir açıklıkla ortaya koymaktadır. Marksizm-Leninizm’in öğretmenlerinin belirttiği gibi, yarı-sömürgelik olgusu, bir çok emperyalist gücün bu emperyalistlerden birinin hakimiyetinin ağırlıkta olması ile birlikte ortak sömürüsü ve bağımlılığı altında olmayı içerir. Türkiye’de ABD emperyalizmi ağırlıkta olmak üzere birçok emperyalist gücün ortak boyunduruğu hüküm sürmekte; bu emperyalistler ağırlıklarını koruyabilmek ve/veya arttırabilmek için kendi uşaklıklarını yapan komprador burjuva ve toprak ağaları klikleri aracılığıyla bir birleri ile dalaşmaktadırlar. Dolayısıyla bir yandan hakim sınıfların içinde, emperyalistlerin dalaşmasına ve durumlarına paralel olarak, çatlaklar meydana gelebilmekte ve kıyasıya bir mücadele ortaya çıkabilmekte, diğer yandan da bu klikler çatışmasından doğacak iktidarda yeni ağırlık dengelenmeleri, devletin biçimini değiştirmemektedir. İbrahim Kaypakkaya’nın hem teorik ve hem de Türkiye tarihinin tahlili neticesinde ortaya koyduğu bu gerçek kavranmadan anti-faşist mücadele bir adını ileri gidemez. İbrahim Kaypakkaya tarafından ortaya konulan ve kavranması zorunlu olan ikinci gerçek, Türkiye’de anti-faşist halk cephesi ile, devrim cephesinin sınıfsal muhtevasının aynı ve bir olduğudur. Ve bu cephede, hakim sınıfların hiçbir kliğinin yeri yoktur! Eğer D. H. Devrimi cephesi aynı zamanda anti-faşist cephe ise, bu cephenin zaferi, bir tek yoldan, uzun süreli Halk savaşı yolundan geçecektir. Strateji budur ve anti-faşist mücadeledeki taktik evreler ve taktik mücadeleler bu stratejiyi geliştirici ve hizmet edici olarak, yani ona tabi ve tali olarak ele alınmak zorundadır. İşte, bugün hem resmi faşizm koyulaşırken, hem de sivil faşist baskılar azgınca yoğunlaşırken, faşizme karşı mücadelede rotayı şaşırmamanın yegane garantisi bu Marksist-Leninist görüşlerdir.

    Bugün emekçi kitleler derin bir huzursuzluk, öfke ve arayış içindedirler. Onların gittikçe daha büyük yığınlar halinde düzene sosyal muhalefete dönüşen bu huzursuzluk ve öfkeleri karşısında hakim sınıf kanatları telaşa düşmekte, birbirine daha azgınca saldırmakta ve dünyadaki emperyalist buhranın genelleşmesi ve derinleşmesi neticesinde de aralarındaki çatlaklar büyümektedir. Kısacası her alanda sınıf mücadeleleri kızışmakta. keskinleşmektedir. Bu durum iki açıdan öze1 önem taşıyor. Birincisi, bu sınıf mücadeleleri, Marksizm-Leninizm biliminin ışığında ele alınmaz ve yönlendirilmezse, devrim yolunda yeni bir döneme yükselmek olanaksız olacaktır. Bu bakımdan İbrahim Kaypakkaya’nın Marksist-Leninist görüşlerine devrimcilerin daha da büyük bir ihtiyaçları vardır. İkinci olarak, sınıf mücadelelerinin yoğunlaşması, yakın zamanlara dek muğlak ve orta yolcu tavırlar takınabilen ve yüzlerindeki Marksizm-Leninizm maskesini bol gevezelikle koruyabilen oportünist akımları, gerçek olgular karşısında alt üst etmektedir. Artık ”bilimsel” lafazanlıklar yetmemektedir, ve gün geçtikçe de yetmeyecektir. Sorun, emekçi ve yoksul halkımıza mücadelesinde somut önderlik etme sorunudur. İşte bu. noktada devrimci unsurlara oportünizmin özellikle sağ-oportünizmin) batağında boş yere kulaç attıran görüşler ve siyasi tekkeler, laf kalabalığının, dergi ”örgütlenmelerinin” arkasından çıkmak ve ”ne yapacağız” sorusuna somut cevap vermek zorunda kalmaktadırlar. Gerçek hayatın rüzgarları, miskin ”bilimsellik” sis perdesini gün geçtikçe dağıtmakta, gerçek yüzleri seçilebilir hale getirmekte ve devrimcileri yeni yönelmelere, soru sormaya itmektedir. Kuşkusuz bu rüzgarlar, zaman ilerledikçe boralara, fırtınalara dönüşmekte ve yol gösterici düşüncenin rehberliği ne duyulan ihtiyaç büyümektedir. Bize düşen görev, bu sis ‘ perdelerinin dağıtılmasına katkıda bulunmak, Marksizm-Leninizm’i elimizdeki her araçla devrimci unsurlar arasında yaymak olmaktadır. Bugün Türkiye’de sol’u (halk sınıflarına dahil olan siyasi akım, grup ve partileri kastediyoruz) iki temel çizginin, iki yolun çatışması ile neticelenecek bir olgunluğa erişmiş bulunmaktadır. Bu iki akım, Marksizm-Leninizm ve her türden oportünizmdir. Marksist-Leninist hareketin yediği ağır darbelerin yarattığı gedikten yararlanan oportünizm; ”M-L” ”proleter devrimci” vb. maskelerle devrimci saflarda önemli bir taban sağlamıştı. Marksist-Leninist ideolojik-siyasi mücadelenin ağır ve etkili darbelerinin hissedilmediği bir ortamda, oportünist şefler aralarında tekke kurma yarışına girmişlerdi ve yakın zamanlara kadar Türkiye Solu’nu bu kısır ve güçleri heder edici küçük-burjuva çekişmeleri niteliyordu.
     
  2. sessiz-okyanus

    sessiz-okyanus Daimi Üye

    Ancak, M-L hareketin hem hakim sınıflardan hem de içindeki küçük-burjuvazinin inkar ve tasfiyeciliğinden yediği darbelerin açtığı yaraları sarması ve güçlü sesini yeniden duyurmaya başlaması karşısında oportünizmin bu iç çekişmeleri daha da derinleşti. Sosyal pratiğin yukarıda açıkladığımız tarzda karar verici noktaya doğru gelişmesi ve Marksist-Leninist Hareketin kendisini toparlayıp öncü ve önder güç olarak tekrar göreve atılması karşısında, kimi oportünist tekkeler dağıldı ve tabanları Marksist-Leninist Hareketin saflarına yöneldi, kimisi ise dağıldı ve şefleri karşı-devrimci Aydınlık saflarına yollandı. Diğer oportünist siyasi akımlar ise ideolojik alanda kendilerine baş düşman olarak Marksist-Leninist Hareketi ve İbrahim Kaypakkaya’nın sistemleştirdiği görüşleri seçti. İşte bu durum, Türkiye devriminin sübjektif güçleri arasından olgunlaşmış ve çok iyi bir durumu yansıtmaktadır.

    Günümüzde oportünizm iki temel araçla, Marksizm-Leninizm’e yönelen iki temel silahla varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bunlardan birincisi, proletarya partisi meselesidir.

    12 Mart döneminin maceracılığından ve ‘foko’culuğundan aşırı sağcı bir öze geçen oportünist akımlar, var oluşlarını devrimcilere meşru gösterebilmek için Marksist- Leninist Partinin olmadığı şeklindeki inkârcı ve tasfiyeci tezi ileri sürdüler. Devrimci safların önüne temel görev olarak ”proletarya partisini kurma” görevini koydular. Aslında bu, iki anlama geliyordu. Birincisi, İbrahim Kaypakkaya’nın kurduğu Marksist-Leninist partiyi, devrimcilerin dikkatinden sakla***** ve tabanlarının Marksizm-Leninizm ile birleşmesini önleyerek Marksizm-Leninizm ve Parti düşmanlığı yapmak; ikincisi, ”proletarya partisini kurma” sloganları ile devrimcileri tabanlarında tutabilmek ve devrimci enerjiyi kendi iç çelişkilerinde harca***** devrim mücadelesine sekte vurmak! Oportünist tekkeler, İbrahim Kaypakkaya’nın kurduğu Marksist-Leninist partinin varlığını reddetmek ile, her şeyin kendileriyle başladığını iddia ederek devrimcileri boş sloganlar peşinde koşturmakla, devrime büyük zararlar verdiler. Bugün ise, ideolojik ve siyasi ”çizgilerinin” ”bütünlüklü” hale geldiğini ve ”P.P."‘nin ilk adımının atıldığını iddia ediyorlar. Bu akımlara kapılan dürüst devrimciler arkalarını dönüp şu son birkaç senedir gittikleri yola bakarlarsa, Marksizm-Leninizm yolunda bir arpa boyu bile ilerleyemediklerini acıyla göreceklerdir. Oportünist şeflerin ”sistemleştirdi"ği çizgi, aşırı sağcı ve I971 PDA’sı olmaya namzet bir çizgidir. Bugün ülkemizde tek Marksist-Leninist platform vardır ve o da İbrahim Kaypakkaya’nın yayınladığımız bu 5 yazısında ortaya konmaktadır. Bu 5 temel belge, Parti programı fonksiyonu gören belgelerdir. Tüm dürüst devrimciler, eğer devrim yolunda ilerlemeye kararlı iseler, bu program niteliğindeki Marksist-Leninist belgeler, sağ oportünist tezlerle karşılaştırılmalı ve incelenmeli ve doğrunun yanında yer almalıdırlar.

    Oportünizmin aşırı sağ’a doğru kayarken kullandığı ikinci temel araç, ”maceracılık” eleştirisidir. Bugün bütün sağ oportünist akımlar, maceracılığa karşı çıkma kisvesi altında, kendi sağ teslimiyetçi ve kitle kuyrukçusu çizgilerini devrimci kadrolardan gizlemeye uğraşmaktadırlar. Onlar, Stalin’in dediği gibi, yarı-sömürge, yarı- feodal ülkelerde ta başından beri silahlı karşı-devrim ile silahlı devrimin yüz yüze olma durumunu inkar ediyorlar. Onlar, Mao Zedung’un sistemleştirdiği, DHD’nde Halk savaşı stratejisini inkâr ediyorlar. Onlar top yekun ayaklanmayı savunur görünürken, devrimci şiddetin bütün biçimlerini imkansız hale getiriyorlar.

    Sağ oportünizmin devrimci kadroları çektiği bu bataklık, aynı zamanda ”sol” oportünizmin, maceracılığın da yeşerdiği kokuşmuş topraktır. Bu teslimiyetçiliğe kin duyan küçük-burjuva devrimcilerinin bazıları bugünden maceracı örgütlere ve eylemlere yönelmişlerdir. Tehlike bununla da bitmemektedir. Kitle hareketlerinin olağanüstü yükseldiği bir ortamda bugünkü sağ oportünistler, kolaycı devrim anlayışlarıyla top yekun ayaklanma çağırıları ve kışkırtmaları ile halk kitlelerini maceracı bir yolda heder edeceklerdir. Bizim gibi bir ülkede ayaklanmalar kırlık bölgelere çekilmezse, bu sıcak savaşdan uzun süreli hak savaşı için yararlanılmazsa, kazanılabilecek tek şey, halkın komprador patron-ağa düzenine duyduğu sonsuz kin ve siyasi tecrübe olacaktır. Sağ bataklık kurutulmadan, maceracılığın zehirli otları ayıklanamayacaktır. İşte bu noktada İbrahim Kaypakkaya’nın devrimin niteliği, güçleri, silahları ve stratejisi konusundaki Marksist-Leninist görüşleri, ‘sağ’larımızın öfkesini kabartıyor ve çılgınca bir saldırıya yöneltiyor. Çünkü İbrahim Kaypakkaya’nın Marksist-Leninist görüşleri, bu sağ bataklığı kurutacak yegane gücü temsil etmektedir.

     
  3. devran

    devran Yönetici

    değerli paylaşınım için teşekkürler can
    [​IMG]
     

Sayfayı Paylaş