9 EYLÜL PAZAR> YILMAZ GÜNEY´IN ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ

Discussion in 'DevrimciLer' started by kigi12, Sep 7, 2007.

  1. kigi12

    kigi12 Daimi Üye

    YILMAZ GÜNEY- BENIM YASAM ÖYKÜM



    Bir sanatci olarak "Yilmaz Güney" diye bilinirim. Asil adim Yilmaz Pütün`dür. Adim zorluklar karsisinda egilmez, umutsuzluga kapilmaz, yilginliga düsmez ve basegmez anlamina gelir, soyadim Pütün ise; bir dag meyvesinin kirilmaz cekirdegi demektir.
    1973 yilinda, Türkiye de, bir güney sehri olan Adana`in Yenice köyünde dogdum. kürt asilli, topraksiz bir köylü ailenin iki cocugundan biriyim. Annem dindardi ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayi askede ögrenmisti. Annem gibi o da hic okula gitmemisti. 1976`da ben kayseri cezaevindeyken öldü.
    mezarini göremedim....

    Dokuz yasimdan bu yana hayatimi calisarak kazandim. Ilk isim dana gutmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yillarda Doruk adinda bir sanat dergisi cikardim. Sanata merakliydim ve hikayeler yaziyordum. 1955` te bir hikayemden ötürü takibata ugradim. Hakkimda dava acildi. 1957 yilinda Istanbul`a, Iktisat Fakültesi`nde ögretim görme hayalleriyle geldim, fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuclanmamisti ve ben baslangicta 7,5 yil agir hapis ve 2,5 yil sürgün cezasina carptirildim. Ögrenimim yarim kalmisti. Önümdeki tek yol, kendimi hayatin okulunda, hayatin kabul ettigi ve dayattigi ögretmenler araciligi ile egitmekti. öyle yaptim...
    Kitaplar, sinema, is, cezaevi, acimasizlik, haytin kati kurallari, toplumsal baskilar, kahpelikler, yigitler.... Karsilastigim zorluklari yenmek icin direnmek ve kararlilik....
     
  2. bluedream

    bluedream Daimi Üye

    [img width=400 height=350]http://img264.imageshack.us/img264/8108/vi343812kt089250mx1.jpg[/img]

    Bir Çirkin Kral Vardı...
    Türk Sineması' nın Çirkin Kral' ı Yılmaz Güney' i 19 yıl önce, yine bir eylül günü kaybettik... 9 Eylül 1984' te Paris' te ölen Güney, siyasi kimliği ve çalkantılı hayatı bir yana, yönetmen, senarist ve oyuncu olarak hizmet ettiği sinemada her zaman hatırlanacak...

    Yılmaz Güney, lisede okurken And Film Şirketi' nde çalışmaya başladı. Lise sonrası Ankara Hukuk Fakültesi' ne girdi. Sinema tutkusu nedeniyle daha sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi' ne geçti. Bu dönemde Atıf Yılmaz' la tanıştı ve "Bu Vatanın Çocukları" adlı filmde ilk kez oyuncu olarak kamera önüne geçti (1958). Yeni Ufuklar adlı dergide yayınlanan öyküleriyle birlikte, oyunculuğunu, senaristiliğini ve yönetmenliğini de sürdürdü. Onüç adlı dergide yayınlanan "Üç Bilinmayanli Eşitlik Sistemleri" adlı öyküsünden dolayı mahkum oldu (1961). Paşakapısı ve Nevşehir' de 18 ay, Konya' da ise 6 ay sürgün kaldı. İlk hapishane deneyimini "Boynu Bükük Öldüler" adıyla romanlaştırdı. Nebahat Çehre ile evlenip boşandı. 1960' lı yıllarda Yeşilçam piyasasına uyan filmlerde oynadı. Aranılan oyuncular arasına girdi ve o dönemde çok sevilen filmi "Çirkin Kral" adıyla anılmaya başlandı. 1969' da askerliğini Muş' ta yaptı. Mart 1972' de siyasi olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. Af yasasıyla yeniden özgürlüğüne kavuştu. Fatoş Hanım' la evlendi. Bu evliliğinden Yılmaz adını verdiği bir oğlu dünyaya geldi...

    YILMAZ GÜNEY KENDİNİ ANLATIYOR

    Doğumundan yıllar sonra aldığı nüfus kağıdına göre 1937, kendi açıklamasına göre 1931 doğumluydu:

    “1937 yılında, Türkiye´de bir güney şehri olan Adana´nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi… Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da okula hiç gitmemişti…”

    Yılmaz Güney´in gerçek adı Yılmaz Pütün´dü. Anlamını şöyle açıklıyordu Güney:

    “Asıl adım Yılmaz Pütün´dür. Adım zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.”

    Çocuk yaşta ekmek kavgası içinde buldu kendini; “Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım” diyordu. İlk işi hayvan gütmek, sonra pamuk tarlalarında ırgatlık, suculuk, traktör sürücülüğü …

    Adana´daki İnönü ve İnkılap ilkokullarında okudu. Liseyi Adana´da bitirdi. And filminin Adana´da bulunan bürosunda da çalışmaya başlamıştı. O yıllarda “Doruk” adlı bir sanat dergisi çıkardı. Sanata meraklıydı ve hikayeler yazıyordu. 1955 yılında bir öyküsünden dolayı takibata uğramıştı. Hakkında dava açıldı.

    1956 yılından itibaren Adana´da yayınlanan “Salkım” dergisine, İstanbul ve Ankara´da yayınlanan “Yeni Ufuklar” ve “Pazar Postası” gibi dergilere de öyküler yazmaya başladı.

    İstanbul´a gelip İktisat Fakültesi´ne kaydını yaptırmıştı. Fakat devam edemedi. 1955 yılında “13” dergisine yazdığı “3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküde komünizm yapıldığına karar veren mahkeme sonuçlanmıştı: 1,5 yıl ağır hapis ve 6 ay sürgün cezası.

    Öğreniminin yarım kalmasına yol açan ve bu cezanın sürüklediği yaşamını kısaca şöyle özetliyordu kendi ağzından Yılmaz Güney:

    “Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığıyla eğitmekti. Öyle yaptım… Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler… Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık… Öğretmenlerimden biri zor´dur…” diyordu.

    Üniversitede öğrenimini sürdürürken tanıştığı yönetmen Atıf Yılmaz´a asistanlık yapıyordu. İlk kez onun 1958´de yönettiği “Bu vatanın Çocukları” adlı filminde başrol oynadı. İlk senaryolarını da bu dönemde yazmaya başlamıştır.

    1961 Mayıs´ında cezaeviyle tanışmıştı. 1962 Aralığı´nda sürgünle… İlk hapisliğinden kalan mahkumiyetinin geri kalanını tamamlamak üzere muhafazakarlığıyla ünlü Konya´ya sürgüne gönderilmişti. Konya sınırlarından dışarı çıkması yasaktı. Her akşam polise imza veriyordu. “En çok imzayı polis defterine attım” diyordu: Tam 180 defa…

    Yılmaz Güney´in yaşamından çalınan tam 2 yıl…

    İlk hapisliğinden sonra 1963´te kendi yazdığı senaryoda; “İkisi de Cesurdu” (Yön: Ferit Ceylan) başrol oynadı ve tüm Anadolu´da dikkatleri üzerine çekti. Seyirci ve Yılmaz Güney arasında ilk köprü kuruldu. Ardından Tunç Başaran´ın yönettiği “On Korkusuz Adam” ve “Koçero” adlı filmlerle adı “Çirkin Kral”a çıktı ve kendi mitosunu yarattı. Yapımcı Hasan Kazankaya ile ilk yönetmenliği denedi; “At, Avrat, Silah”la…

    1968´deki “Seyyit Han” yönetmenlikteki ilk çıkışıdır. 1970´teki “Umut” ise toplumsal gerçekleri taviz vermeden sergileyerek Türk sinemasında yeni bir dönem açtı. Yine 1971 yılında yönettiği “Baba” melodram sinemasının en düzeyli örneklerinden birini vermişti.

    Ünlü romancı Kemal Tahir Seyyit Han filmini izledikten sonra büyük heyecan duyduğunu belirterek Güney´i, “halkın içinden yetişmiş, gerçek bir halk sanatçısı” olarak nitelendirmişti.

    1971 Mayıs´ında on binlerce aydın, sanatçı, yazarla beraber gözaltına alınan Güney bu kez hakkında kesin bir delil olmamasına rağmen sırf kendisiyle ilgili kuşku nedeniyle ikinci kez bu defa Nevşehir´e 3 aylığına sürgün edilmişti. Sürekli polis denetiminde tutuluyordu.

    1972´de THKP-C´ye yardımda bulunduğu gerekçesiyle hapse mahkum oldu. 2 yıl Selimiye Kışlası, Bayrampaşa ve Toptaşı cezaevlerinde kaldı. Salpa, Hücre, Sanık gibi öykü kitapları bu dönemin ürünüdür. O günleri şöyle anlatır:

    “1972´ de, Mart´ın 16´sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir.

    1974 Eylül´ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken “Güney” adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiilleri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak…”.

    Yılmaz Güney için istenen ceza toplamı 100 yıldı.

    Bu dönem içinde Erden Kral´ın yayın yönetmenliğini yaptığı Güney Dergisi´ni çıkaran Yılmaz Güney, Orhan Kemal Roman Ödülü´nü kazanan “Boynu Bükük Öldüler” adlı romanını da yayınladı.

    1974 yılında “Endişe” adlı filmini çekmek için gittiği Adana´nın Yumurtalık ilçesinde adı yöre hakimi Safa Mutlu´nun vurulması olayına karışmış ve 24 yıl hüküm giymişti. Bu ikinci hapislik döneminde “Sürü”, “Düşman” ve “Yol” un senaryosunu yazdı.

    1981´de 8 yıl cezaevinde kaldıktan sonra Isparta yarı açık cezaevinden “bayram izni”ni alıp, bir daha dönmemek üzere yurt dışına çıktı. Güney, 1981 Ekim´ine kadar, geride bıraktığı yaşamının yaklaşık 12 yılını çeşitli cezaevlerinde geçirmişti. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanımıştı.

    1982´de Şerif Gören´in yönettiği “Yol” Cannes Film Şenliği´nde Altın Palmiye ödülünü kazandı. 1983´te TC vatandaşlığından çıkarılan Yılmaz Güney´in filmleri toplatıldı, adından sözedilmesi 12 Eylül cuntası tarafından yasaklandı.

    Yurtdışında (Fransa´da) çektiği “Duvar” Güney´in son filmi olmuştur. Büyük usta 9 Eylül 1984´te yaşamını yakalandığı mide kanserinden kaybederek sevenlerini üzdü:

    “Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim… Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar ceza aldım, bilmiyorum…
    __________________
    alıntı

    YILMAZ GÜNEYİ SAYGIYLA ANIYORUM DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR
     
  3. pınar__

    pınar__ Daimi Üye

    Yılmaz Güney'i saygıyla anıyorum..
    Yılmaz Güney her şeyden önce bir devrimciydi. Kimi “sanatçılar” gibi popülaritesini ve konumunu kaybetme korkusuyla devrimci kişiliğini sanatçı kişiliğinin ardına gizlemedi, sulandırmadı.
     
  4. yorum62

    yorum62 Daimi Üye

    EGER İNSANLIGIN ÇOGUNLUGU İÇİN ETKİLİ OLABİLECEGİMİZ BİR YOLU SEÇMİŞSEK HİÇBİR YÜK BİZİ KAMBURLAŞTIRMAZ ÇÜNKÜ ARTIK O İNSANLIK ADINA ÖDENE BİR BEDELDİR .ARTIK TADINA VARDIGIMIZ ŞEY YOKSUL KISITLI BENCİLCE BİR SEVİNÇ DEGİLDİR ,MUTLULUGUMUZ MİLYONLARA AİTTİR,EYLEMLERİMİZ SESSİZ SEDASIZ AMA HEP ETKİSİNİ SÜRDÜRECEK,KÜLLERİMİZİ SOYLU İNSANLARIN ÇAKMAK ÇAKMAK GÖZLERİNDEN ÇIKAN YAŞLAR ISLATACAKTIR...
    KARL MARX
    yılmaz güney gerçek anlamda hem siyasi kimligiyle hemde sanatçı kimligiyle gerçekten kendini kanıtlamış bir kişilige sahipti onun anısı önünde saygıyla egiliyorum... devrim şehitleri ölümsüzdür...
     
  5. karagül

    karagül Daimi Üye

    size=18]...hayat bize
    mutlu olma şansı
    vermedi sevgili
    biz kendimizden
    başka herkesin
    üzüntüsünü üzüntümüz,
    acısını acımız yaptık
    çünkü. Dünyanın öbür
    ucunda hiç tanımadığımız
    bir insanın göz yaşı bile
    içimizi parçaladı. Kedilere
    ağladık, kuşların yasını tuttuk...
    Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
    karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında
    ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
    Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
    üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün
    hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
    Yaşamak ne güzeldir be sevgili...Sevinerek,
    severek, sevilerek, düşünerek... Ve o
    vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın...

    Yılmaz Güney


    SEVGİ SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUM SENİ EY GÜZEL DELİKANLI....
    [/size]
    [/size][/b][/size][/b]
     
  6. alevi_atakan

    alevi_atakan Daimi Üye

    paylaşımın için saol
     

Share This Page