Munzur Baba Efsanesi Üzerine

Discussion in 'Doğu Anadolu Bölgesi' started by ayfer, Aug 1, 2007.

  1. ayfer

    ayfer Daimi Üye

    Önsöz


    İngiliz Yüzbaşı L. Molyneux Seel, 1911 yılının Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında Dersim’de yaklaşık iki ay kadar süren kapsamlı bir seyahatte bulunur. Dersim ile ilgili olarak oldukça ayrıntılı bilgiler edinir ve bunları 1914 yılında Londra’da “A Journey In Dersim” adı altında, “The Geopraphical Journal” de yayınlar. “Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında DERSİM” adlı bir kitap bastıran Dr. Suat Akgül, kitabının bir bölümüne de bu makaleyi çevirerek yerleştirmiştir. Çeviride Dr. Nevzat ADİL’in “büyük yardımını” gördüğünü belirtmektedir. Cümleler, genelde bozuk kurulmuş olup akıcı değildir. Ama yine de çeviricisini bağlar anlayışıyla her hangi bir düzeltmede bulunmadan, kitabın 98-99. sayfaları arasında bulunan Türkçe versiyonu buraya aynen aktarıyorum. Ayrıca efsanenin bu çevirisinin, S. Cengiz’in “Kırmanclar, Kızılbaşlar ve Zazalar” adlı derlemesindeki çeviri ile esasta çakıştığı da söylenebilir.


    L. Molyneux Seel, bu makaleyi kim ya da kimlerden dinlemiştir? Ne yazık ki, L. Molyneux Seel, kaynak vermemektedir. Ama O’nun dinlediği ve kaydettiği bu versiyonu, kendi diline ve yazım tekniğine uyarlayarak yeniden biçimlendirdiği söylenebilir. 1911 yılında kaydedilen ve 1914 yılında yayınlanan bu versiyonun, “ilk yazılı versiyon” olduğu söylenebilir kanısındayım. Efsanenin, sözlü olarak anlatımının çok daha eskilere dayandığını biliyoruz ama yazılı biçimleri mevcut değildi. Bu bakımdan Munzur Efsanesi’nin, L. Molyneux Seel tarafından yazılmış bu versiyonunun tarihsel bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz.



    Munzur Baba Efsanesi’nin farklı anlatım şekillerinin veya versiyonlarının olduğunu biliyoruz. Bunlardan bazıları (son yıllarda) kayıtlara geçirilmiştir.

    Bir çoğu birbirinden kopye edilmesine rağmen, birbirini tutmuyorlar, değiştirilmişlerdir. Bir çoğunun da kaynakları, kaynak kişileri belli değildir veya belirtilmemiştir. Bu durum bir “bilgi kirliliği”ne ve bu kirliliğe dayanan gereksiz ve anlamsız tartışmalara da neden olmuştur. Umarım, bu yazı ile beraber yayınlanan versiyon bu tip tartışmalara da katkı sunar.


    Efsaneyi dikkatle okuduğumuzda şunları görüyoruz:



    Muzur, her hangi bir çoban değil Topuzanlı aşiretinin ağası Şeyh Hasan’ın oğludur. Babasının kendisini “izlediğini” görünce kızar gider, Ali Haydar Ağa’nın yanına ve Büyükköy’de çobanlık yapar. Ali Haydar Ağa Kerbela’da iken, kendisine hevla götürür ve geri döner. Bu durum ancak Ali haydar Ağa döndükten sonra anlaşılır. Bu “keramet”in ortaya çıkması üzerine Muzur, kalabalıktan kaçar ve “sır” olur.


    Munzur Efsanesinin bu varyantı ile Düzgün (Duzgın) Baba efsanesi arasında bir benzerlik, bir paralellik olduğu hemen göze çarpmaktadır. Duzgın Bava (Düzgün Baba) efsanesinde Duzgın, babasının kendisini izlemesi neticesinde farkına vardığı “keramet”i yüzünden “sır” olurken, Munzur efsanesinde Muzur, babasının değil, ağasının “kerameti”ni ifşa etmesi üzerine “sır” olur.


    Munzur baba efsanesinde geçen Topuzan (Topuze) ve Büyükköy (Dewa Pile), Munzur Gözelerine yakın iki köydür, yani gerçekte varlar. Aynı şekilde Şeyh Hasan ve oğlu Muzur ile Ali Haydar Ağa, efsanevi şahsiyetler olabilir ama efsanede yerelleştirilmiş ve bu yanı ile gerçek kişiler olarak sunulmuştur. Oysa Düzgün Baba efsanesinde, Düzgün de, babası veya amcası olarak sunulan Kureyş (Khures) de gerçek kişiliklerden ziyade efsanevi ya da hayalidirler.


    Kerbela Ziyareti ve hac olayı:


    Efsane dikkatle okunduğunda , görülecektir ki, L. Molyneux Seel’in yazımında “hac” olarak kast edilen yer, Kabe değil, Kerbela’dır). “Ertesi yıl Ali Haydar Muzur’daki evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela’ya gitti.” (2.Bölüm). “Ali Haydar Ağa Hac’dan döndükten sonra .........” (4.Bölüm). Bazıları, efsanede geçen “hac” teriminden kalkarak, Dersimlileri “hacı” yaptılar ve bunu da “Kabe Hacılığı” yani “Müslüman hacı”lık ile sınırladılar. Oysa Arapça bir kelime olan “hac”, kutsal kabul edilen yerlerin, o dinden olanlarca yılın belli aylarında “ziyaret edilmesi” anlamına gelir. Bu Müslümanlarca Mekke şehrindeki Kabe iken, Aleviler ve Şiiler için ise Kerbela’daki İmam Hüseyin türbesinin tavaf edilmesi, Hıristiyanlar için, Hıristiyan “kutsal” yerlerinin ziyaret edilmesidir. Bir Dersimli için Kerbela’nın ziyaret edilmesi, büyük bir onur ve gurur meselesidir.


    Yazar L. Molyneux Seel, efsanenin sonuna eklediği bir paragrafta, bir kaç asır sonra İran Şahlarından birinin ziyaret amacıyla kutsal pınarlara geldiğini, Muzur Baba ile beraber kaybolan kabı bulmak için kazılar yaptığını, sonunda kabı bularak beraber götürdüğünü belirttikten sonra, “bu kap Tahran müzesinde bulunmaktadır” diye eklemektedir. Bunun doğruluğu ispata muhtaçtır. Çünkü yazar bu konuda hiç bir ip ucu vermemektedir. Bu da ayrı bir efsanenin konusu olabilir.



    M. Tornêğeyali





    --------------------------------------------0-------------------------------------------




    MUNZUR BABA EFSANESİ*




    L. Molyneux Seel


    1. Bölüm



    Topuzanlı¹ aşiretinin Şeyh Hasan isminde itibarlı bir ağası vardı. Bunun da Muzur² adında bir oğlu vardı. Muzur babasının koyunlarına bakıyordu. Kışın, dağlar karla kaplı olduğu zaman bile Muzur, babasının yasaklamasına rağmen sürüyü dağa götürürdü. Koyunlar devamlı karınları iyice doymuş olarak geri dönerlerdi. Muzur’un babası bir gün merakını gidermek için oğlunu takip etti. Gördüğü manzara şöyleydi: Muzur dağa çıktığında karla kaplı ağaçlara sopasıyla vurmakta, düşen yaprakları da koyunlar yemekteydi. Muzur babasının kendisini izlediğinin farkına vardı ve kızgınlıkla koyunları da bırakıp ortadan kayboldu.



    2. Bölüm



    Muzur babasından ayrıldığında Ali Haydar Ağa ile birlikte Büyük Köyde³ çoban olmaya gitti. Ertesi yıl Ali Haydar Muzur’daki evinden ayrılarak kutsal bir ziyaret için Kerbela’ya gitti. Oradayken bir gün canı, hanımının onun için evde yaptığı helvalardan istedi. Beş dakika sonra Muzur büyük bir tabak helva ile efendisinin önünde ortaya çıkıverdi.



    3. Bölüm



    Aşağıda sözü edilenler Büyük Köy’de olanlardır. Muzur bir gün ortası sürüyü sağmak amacıyla köye döndü. Muzur evin hanımına yaklaştığında şöyle dedi:


    “Hanımefendi, benim efendim helva yemeyi çok istiyor.”


    Evin hanımı, “İyi güzel de senin efendin şimdi buradan çok uzaklarda” dedi.


    Muzur, “Önemli değil, sen helvayı yap, onu ben efendime götürürüm.”


    Evin hanımı kendi kendine, “Anlaşılan bizim çoban helve yemek istiyor. Mühim değil, o bizim sürüye iyi bakıyor. Ben de ona helva yapayım.”


    Sonra helvayı hazırladı, bir tabağa koyarak Muzur’a verdi ve gülerek,


    “Onu efendine götür” dedi.


    Muzur, helvayı aldıve birden kayboldu. Kısa bir süre sonra da tabaksız geri döndü.


    Evin hanımı, “Muzur, tabak nerede?” dedi. Muzur cevap verdi:


    “Efendim döndüğünde tabağı getirecek.”



    4. Bölüm



    Doğu geleneğinin bir unsuru olarak, Ali Haydar Ağa Hac’dan döndükten sonra Büyük Köy’ün sakinleri Ali Haydar ağa ile görüşmek ve kutsal yerlere değmiş ellerini öpmek için onu karşılamaya gittiler. Fakat Ali Haydar, kalabalık kendisine yaklaştığında elini öpmelerine müsaade etmeyerek şöyle dedi:


    “Gerçek Hacı çobanım Muzur’dur. Gidin, onun elini öpün.”



    Kalabalık bunun üzerine Muzur’u aramak için köye geri döndü. O sırada Muzur elinde efendisi için bir kap taze süt ile köyden çıkıyordu. Muzur, kalabalığın kendi üzerine doğru geldiğini görünce şaşırdı. Geri dönerek dağlara doğru kaçtı. Elini öpmek isteyen kalabalık onun peşinden gitti. Koşarken elinde tuttuğu kaptaki süt döküldü ve her bir damla sütün düştüğü yerdeki taşlardan sular fışkırdı. Muzur yorgunluktan olduğu yere oturdu ve daha sonra da kayboldu.



    Bir kaç asır sonra Pers Şahlarından biri bu kutsal pınarlara ziyarey amacıyla geldi. Munzur Baba kaybolduğunda onunla birlikte bulunan kabı bulmak için bazı kazılar yaptı. Şah bu kazıda başarılı oldu. Bu süt kabını alarak beraberinde götürdü. Bu kap Tahran müzesinde bulunmaktadır.


    .......................................................0........................................................................



    L. Molyneux Seel, A Journey In Dersim, The Geopraphical Journal C.XLIV Londara, 1914


    Kaynak: Amerikan ve İngiliz Raporları Işığında DERSİM, Dr. Suat Akgül, Yaba, 2.Bsk.


    * Efsane’nin başlığı tarafımdan konulmuştur. Türkçe çeviri Dr. Suat Akgül’e aittir.





    ¹.Topuzanlı aşireti: “Topuzan”ların aşiret olduğu iddiası tartışmalıdır ama Zazacası “Topuzu” olan “Topuzan” adlı bir “kabile” vardır. Zazaca’da, aşiretin bir kolu anlamında kabileye “pêre” denir. Topuzanlar (Topuzu), Zazacası “Topuze” olan Topuzlu köyünde yaşamaktadırlar. Bu köy, Ovacık’a bağlı, eski adı Zeranik ve Zazacası Zeranige olan Yeşilyazı nahiyesi bölgesindedir. Geleneğe göre, Topuzanlar’ın, Pezgevranların (Phezgewru) bir kolu veya kabilesi (pêre) olduğu kabul ediliyor. Pezgevran (Phezgewru) bir aşiret midir yoksa Kevan (Khewu) aşiretinin bir kolu veya kabilesi midir? Her iki ihtimal de mümkündür ama geleneğe göre Pezgevranlar (Phezgewru) Kevan (Khewu) aşiretnin bir kolu (pêre) yani kabilesidir. Bu durumda Topuzanlar (Topuzu), Kevan (Khewu) aşiretinin, Pezgevran (Phezgewru) kabilesinin (pêre) bir alt koludurlar. Ama her halükarda 1900’lü yıllarda bile “bağımsız” olarak var olduğu anlaşılmaktadır.


    ².Muzur: L. Molyneux Seel, yazım şekli olarak “Muzur” biçimini kullanmıştır. Bu yazım biçimi, otantik (yöresel) ve orijinal (Zazaca) telaffuza uygun düşmektedir. “Muzır” şeklinde telaffuz edenler veya yazanlar varsa da, ben “Muzur” biçimini tercih ediyor ve Zazaca (Kırmanciki) konuşup yazanlara bu biçimi kullanmalarını tavsiye ediyorum.



    ³. Büyük Köy: Kitapta geçen bu yazım şekline nazaran, Türkçe yazım kurallarına göre bunun bileşik olarak “Büyükköy” şeklinde yazılması gerekiyor. Büyükköy’ün orijinal, yöresel Zazaca adı “Dewa Pile”dir. Büyükköy (Dewa Pile) Dersim’in (Dêsım) Ovacık (Pulur) ilçesine bağlı, Bilgeç (Bilgês) dağı eteklerinde bir orman köyüdür.


    http://mtornegeyali.blogcu.com/
    alıntıdr
     
  2. bluedream

    bluedream Daimi Üye

    benim bildigim gerçek munzur baba efsanesi bu şekilde anlatılıyor,

    Munzur Baba Efsanesi
    Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı. Kızı bir gün ölür. Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür. Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç. Bende bir emanet var onu al.” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır. Bunun üzerine karar verilip mezar açılır. Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir. Çocuğu oradan alırlar. Dede rüyasında tekrar görür kızını. Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın.” der.

    Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar.

    Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş. Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
    -Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der.

    Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor. Kendisine bir helva yapayım da yesin, der. Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
    -Al evladım götür, der.

    O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır. Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Namazını bitirip Munzur’a;
    -Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der. Munzur’da;
    Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der.

    Elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok.

    Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler.Munzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider.

    Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
    -Asıl hacı Munzur’dur. Öpülecek el varsa Munzur’un elidir. Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar.

    Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
    -Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar.

    Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar.

    Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır. Munzur kırk adım daha atar. Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler. Munzur da bu dağlarda kaybolur gider.

    Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler.


    düzgün babanın efsanesiyle hiç bi alakası yoktur.düzgün baba efsaneside şöledir

    Düzgün Baba Efsanesi
    Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar. Burada hayvanlarıyla meşgul olur.

    Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar.” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor. Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar.

    Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür.

    Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada mekan tutar. Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış. Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km.) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır. Bu izler hala durmaktadır.

    Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder. O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der.

    Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler.

    Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir. O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir.

    buda düzgün baba efsanesidir munzur babayla hiç bi ilgisi yokttur




    GELİN PINARI EFSANESİ

    Gelin Pınarı veya diğer adıyla Gençlik Şelalesi, Nazımiye ilçesinin kuzeyinde, Nazimiye ilçesine 13 km. uzaklıktaki Dereova bucağının yanında bulunmaktadır. 30-40 m. yükseklikteki kayalardan sarkıtlar ve dikitler yaparak ince ince akan sular, alışılmış bir şelale görünümünün dışında, buraya bir efsane havası vermektedir. Yazın bunaltıcı sıcağında şelalenin 50 m. yakınına varıldığında, bir anda sanki binlerce vantilatörün çalışarak meydana getirdiği bir serinlik insanın bedenini sarar. Kayalardan aşağıya iplik iplik akan suların gerek sesi, gerek serinliği ve gerekse manzarası görülmeye değer bir tabiat harikasıdır.Tunceli'de her tabiat güzelliğine bir efsane yakıştırılmıştır. Buranında kendisine özgü efsanesi şöyledir:

    Bu yörede yaşayan ailelerden birinin oğlu ile kızı evlendirilir. Yeni gelin, yöre adetlerine göre belli bir süre evde kaldıktan sonra, bir gün kaynanası kendisine:

    -Hadi gelinim. Su bakracı al. Sağım yerine getirilen hayvanları sağ ve sütü al getir, der.

    Gelin bakracı alır. Köyün diğer genç kızları, gelinleri gibi oda sağım yerine gelir ve kendine ait bütün sütlü hayvanları sağar, bakracını sütle doldurur. Ancak en son sağdığı kara keçi birden ayağını vurur. Süt dolu bakracı devirir, süt akar, gider.

    Gelin birden şaşırır, çok üzülür. Ağlamaya başlar. "Daha yeni gelinim. Bana elinden iş gelmez, beceriksiz gelin diyecekler. Benimle alay edecekler diye sızlanır ve bir yandan da kara keçiye beddualar yağdırır.

    O sırada gelinin geciktiğini gören kaynana, yüksekçe bir yere çıkarak, acele gelmesi için gelinine seslenir. Gelin mahçup ve üzgün bir şekilde, önündeki boş bakracı, boş götürmektense, yaradana sığınarak, yanındaki pınardan su ile doldurur ve ağzına da bir bez kapatıp, o şekilde getirip sepetin altına koyar.

    Bir müddet sonra sütü kaynatıp, mayalamak için,bulunduğu yerden almaya gelen kaynana, bezi kaldırdığında, bakracın içindeki su, süt olmuştur. Bir kenarda durarak olanları üzüntü ile seyreden gelin, kendisini mahçup etmediği için Tanrıya şükreder.

    O gün bugündür, bu pınardan akan sular koyunlar sagılmaya başlandığında, süt renginde akarlar. Koyunların sütü kesilince de, tekrar tabii rengine dönerler.
     
  3. ayfer

    ayfer Daimi Üye

    meralcm i zaten bu bir ingiliz yüzbasının gözüyle ,araştırmaları sonuda bir ing gazetesi tarafından yayınlanan şekliyle sundum size . gerceginide sen anlatın işte ellerine saglık canım
     
  4. sanem_62

    sanem_62 Daimi Üye

    Munzur baba esfanesi hakkında çeşitli rivayetler mevcut
    canlar gelmeyen varsa aranızda lütfen bir gelipte bakın
    buz gibi akan suyuna insanı aşk sarhoşu eden vadisine
    gözlerinizin alamayacağı kadar engin şelalesine
    içine çekmekte doymadığınız mis gibi cennet kokusuna
    kısacası munzur efsane değil anlatılması zor ancak YAŞANABİLİR...
     

Share This Page