Aleviliğin köklerini arayış

Discussion in 'Yazılar, Makaleler, Araştırmalar' started by prkacin, Apr 10, 2010.

  1. prkacin

    prkacin Super Moderator

    Günümüzde bilim dünyasının “geçerli” saydığı bilgi ve bulgularla yazıyı ilk kullanan uygarlığın Sümerler olması, “Tarih Sümer’de başlar” dedirtiyor. İnsanlığın, yazının henüz kullanılmadığı kadim çağlardaki serüvenini araştırıp ortaya çıkarma arayışında ise insanlığın kadim geçmişinden getirdiği söylenceleri yegane kaynaklar olarak değerlendirmek gerekiyor. Bunlar, kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, tarih boyunca yaşanan dinsel, siyasal, sosyal, kültürel etkileşimlerle değişerek, gelişerek, şekil değiştirerek günümüze kadar ulaşan, sonradan yazıya da geçirilmiş sözlü kültür ürünleri. Ancak eskilerin “esatir-i evvel” dediği bu mitolojik öyküleri olduğu gibi doğru ya da gerçek tarih kabul edip, birebir almak yerine bunlardan elde edeceğimiz ipuçlarının üzerine gitme durumunda, insanlık tarihine ışık tutacak bulgulara ulaşmak olası gözüküyor.

    Dünyanın en kadim uygarlıklarının Mezopotamya bölgesinde ortaya çıktığı bilinen bir gerçek. Doğu ve batı uygarlıklarının da günümüzün “büyük” dinlerinin de kaynağının Mezopotamya’da olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bölgeden bölgeye yayılarak değişik formlar alan, farklı kollara da ayrılan uygarlık zincirini, kabaca Sümer-Babil-Eski Mısır-Hitit-Yunan-Roma vb. şeklinde devam ettirerek günümüze kadar getirmek mümkün. Ancak egemen sınıfa ve güç odaklarına göre tesmiye edilen bu uygarlıklar da çok sayıda farklı alt kültür ve uygarlık varyasyonlarını kendi içinde barındıragelmiş.

    Günümüzde Aleviliği anlatanların bir bölümü, daha yakın geçmişteki olayları yazılı kaynaklarından inceleyerek tarihi doğru biçimde öğrenme zahmetine bile katlanmayıp, sözlü kültürle yetiniyor. Ancak, bu yazılı kaynakları inceleyip de bu yolun kadim bir geçmişi olduğunu fark edenlerin ise bu arayışta söz konusu efsaneler de dahil her türlü malzemeden yararlanması gerekiyor.

    Ortak kozmogoni

    Şimdi, Mezopotamya’nın kadim inanç topluluklarından biri olan ve kanımca bölgedeki diğer unsurlar gibi ve hepsinden de fazla Aleviliğin tarihine ilişkin önemli ipuçları ve sırları bünyesinde barındıran Êzidiler’in (Yezidiler) yaratılış efsanesine (1) bir bakalım:

    “… yer ve gök yaratılmadan önce her yer sularla kaplıydı. Tanrı suların üzerinde bulunuyor ve yaptığı bir kayıkla denizler arasında geziyordu. O vakit beyaz bir inci yarattı ve ona kırk yıl hükmetti, sonra inciyi kırdı ve ayağı ile tepti. Ne şaşılacak şeydir ki, incinin uğultusundan dağlar, gürültüsünden tepeler ve dumanından gökler meydana geldi. Tanrı, yeri ve göğü yedi kat, güneşi ve ayı yarattı. Sonra dağları, tepeleri ve gökleri dondurdu ve direksiz astı. Yeri ve onun yıkıntılarını kapattı ve eline bir kalem alıp yarattıklarını yazdı.

    (…)

    Tanrı Cebrail’i bir kuş şeklinde yarattı, dünyanın dört köşesini yapmak üzere gönderdi. Sonra bir gemi yarattı ve gemiye otuz yıl bindi. Tanrı sonra gelerek Laleş’e oturdu ve dünyaya bağırdı. Deniz dondu, dünya meydana geldi ve sallanmaya başladı. Cebrail’e incinin iki parçasını getirmesini emretti. Bir parçasını yerin altına diğer bir parçasını göğün kapısına koydu. Sonra göğe güneş ve ayı yerleştirdi. İncinin kırpıntılarından gökyüzünü süslemek için yıldızları yarattı. Bunları gökyüzüne astı. Yeryüzüne süs olarak meyve veren ağaçları ve bitkileri yarattı. Sonra Ferş üzerinde Arş’ı yarattı(2).”

    Üçü de Ortadoğu menşeli olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın “Adem- Havva” inancı, Alevilik’te olduğu gibi Êzidilik’te de karşımıza çıkıyor. Ancak burada bazı başka ayrıntılar asıl dikkatimizi çekiyor:

    “…Tanrı Kudüs’e indi. Cebrail’e toprak, su, hava ve ateş getirmesini emretti. Tanrı bunların karışımından ilk insan olan Adem’i yarattı. Ve kudreti ile ona ruh verdi. Cebrail’e Adem’i cennete götürmesini ve orada buğday dışındaki yiyeceklerden yemesini ve fakat buğdaydan kati surette yememesini emretti. Adem burada yüz yıl kaldı.”
    (…)
    Bundan sonraki bölümde klasik “yasak meyve”yi yeme ve cennetten kovulma öyküsü anlatılıyor. Bir farkla ki yasak meyve elma yerine buğday, Cebrail de Melek Tavus olarak geçiyor.

    Öykü şöyle devam ediyor:

    “Cebrail Adem’e yüz yıl görünmedi. Bundan dolayı Adem yüz yıl üzüldü ve ağladı. O zaman Tanrı, Cebrail’e Havva’yı yaratmasını emretti. Cebrail de Adem’in sol koltuğunun alt kısmından Havva’yı yarattı. Bütün hayvanlar yaratıldıktan sonra, Adem ile Havva arasında, ‘evlat babadan mı, yoksa anneden mi meydana gelir?’ şeklinde bir tartışma çıktı. Çünkü onların her biri nesillerinin biricik kaynağı olmak istiyordu. Bu tartışmaya onların hayvanların kendilerine benzeyen yavruları yavrulamak için çiftleştiklerini ve ortak ilişkilerini görmeleri neden oldu. Uzun bir tartışmadan sonra her biri tohumlarını bir testi içine akıtıp ağzını kapa***** kendi mühürleri ile mühürlediler ve dokuz ay sonucu beklediler. Dokuz ay geçtikten sonra testiyi açtılar. Adem’in testisinde bir kız ve bir erkek çocuk vardı. İşte YÊzidiler, Adem’in testisinden çıkan bu kız ve erkek çocuğun neslinden türemiştir. Havva’nın testisinde ise bir takım çürük haşarat vardı ve bunlar pis kokular yayıyordu. Tanrı, bu çocukları beslemesi için Adem’e iki meme verdi. Bundan sonra Adem ile Havva cinsel ilişkide bulundular. Havva bu ilişkiden bir erkek ve bir kız doğurdu. Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğer dinler ve mezhepler hep bunların neslinden türedi.”

    Alevi kozmogonisi

    Şimdi de Alevi kozmogonisini (3) hatırlayalım:

    “…Tanrı kudretini aşikar kılmak diledi. Yüksek, alçak, sağ, sol, doğu, batı, kuzey, güney, yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, yıl, gün, bütün bunları dileyince, kemal-i kereminden ve lütfü inayetinden bir deniz yarattı. Sonra o denize bakıverdi. Deniz dalgalandı, coştu. Ve bir cevheri dışarıya düşürdü. Yüce Tanrı, bu cevheri aldı. İkiye böldü. Parçalardan biri yeşil, biri ak iki nur (ışık) oldu. Yeşil kubbe misali bir kandil asılı durmaktaydı. Allah, bu nurları, bu yeşil kubbe misali asılı olan kandile koydu. Yeşil nur, Muhammed Mustafa’nın, ak nur da Murtaza Ali’nin nuru oldu... Bu nurlar, bütün nurların en ilki idi.

    Sonra yüce Tanrı, bir melek yarattı ve adını Cebrail koydu.

    Ona sordu: ‘Sen kimsin, ben kimim?’

    Melek yanıtladı: ‘Sen sensin, ben de benim!’

    Bunun üzerine Allah, ona kahreyledi. Bir ateş gibi yaktı...

    Hak Teala, daha sonra beş melek yarattı. Onlara da aynı soruyu sordu. Aynı cevabı alınca, hepsini yakıp yok etti.

    Aradan altı bin yıl geçti. Bir melek daha yarattı. Bu meleğin de ismini Cebrail koydu. Gene sorusunu tekrarladı:

    ‘Sen kimsin, ben kimim?’

    Cebrail cevap veremeyince, ‘Uç’ diye emrolundu. Altı bin yıl gezdi. Bin yıl uçtu. Sonra gene Tanrı’nın huzuruna geldi.

    Hak Teala gene sordu:

    ‘Sen kimsin? Ben kimim?’

    Cebrail gene cevap veremedi. Tekrar emrolundu; uçtu altı bin yıl, seyreyledi. Fakat artık aciz kalmış, düşmeli olmuştu.

    Hak Teala, o zaman inayetiyle, meleğin batın (içteki) gözünü açtı.
    Melek, o zaman kudret kandilini gördü. Ona kondu. Fakat kapısını bulamadı. Niyaza vardı. Niyazbend oldu. Bir kapı açılıverdi. Hemen içeriye girdi.

    İki nur gördü ki, bir vücut olmuş, biri ak, biri yeşil.

    Ak nur seslendi: ‘Ey Cebrail! Var buradan yüce Tanrı’ya git. Sana sual etse gerek. Sorarsa, şöyle cevap ver: ‘Sen Hak’sın, ben mahlukum’ de!’

    Melek gitti, Hak Teala, meleğine hitap etti: ‘Sen kimsin, ben kimim?’

    Cebrail, ‘Sen Hak’sın, ben mahlukum’ (Sen yaratansın, ben yaratılanım) diye cevap verince Tanrı, seslendi:

    ‘Rahmet üstadına ve pirine!’

    Şimdi, pir Muhammed Mustafa’dır, üstat da Aliyyül-Murtaza’dır. Cebrail’in üstadı Murtaza Ali’dir. Mürşit, üstat Ali ve pir, Muhammed’tir...Yüce Tanrı daha sonra dört melek yarattı. Biri Mikail, biri İsrafil, biri Azrail, biri de Azazil’di. Dördü, Cebrail’i bilmiyorlardı. Evvela birbirlerine, sonra Cebrail’e sordular:

    ‘Sen kimsin, ben kimim?’

    Cebrail, eyitti. ‘Bir mahluksunuz, ben de bir mahlukum’ dedi.

    Mikail, İsrafil, Azrail inandı. Fakat Azazil inanmadı.

    Bunun üzerine Cebrail, ‘Geliniz göstereyim’ dedi. Hep birlikte Cebrail’i takip ettiler. Zahiri, batını nurla dolu beyaz, dönen kubbe misali, asılı bir kandil gördüler. Yedi kapısı vardı. Fakat kapıları açılmadı.

    Cebrail eyitti: ‘Ya Rab! Ne hal oldu?’

    ‘Kandilin her kapısına bin bir gün hizmet etsinler’ diye emir geldi.

    Azazil de bin bir gün ibadet etti.

    Nihayet kapı açıldı. İçeriye girdi. Bir vücut olmuş iki nur gördü. Tam bu esnada bir ses işitildi:

    ‘O nura secde et!’

    Azazil dedi ki: ‘Bu da yaratılmış bir vücut!’

    Secde etmedi. Üstüne tükürdü. Benlik yurduna oturdu. O tükürükten bir tevkil nesne bitti. Bu bir tavktı ki, nihayet şeytanın boynuna geçti. İşte şeytanın Âdem’e düşmanlığı buradan başlar.
    Melekler, levh, kalem, arş, cennet, cehennem, gökler ve arzın hilkatinden üç yüz yirmi dört bin yıl önce Tanrı, kudret eliyle kendi ışığının güzelliğinden bir avuç nur yarattı. İşte bu nur, Muhammet ve Ali’nin nurudur, o nurdan Muhammet ve Ali yaratıldı. Sonra, Allah, ‘Bana secde eyleyin’ diye emreyledi. Dünya yıllarıyla yüz yirmi dört bin yıl, secde emrinde, Hakka hizmet ettiler. Sonra, zahiri ve batını nur ile dolu Muhammet ve Ali’nin pırıltısından bir inci yaratıldı ki, Muhammet ve Ali’nin nuru burada karar kıldı. Bu âleme ‘Âlem-i Umman’ derler. Bu Âlem-i Umman’da henüz Cebrail ve sair melekler yaratılmadan önce, biri diğerinin üzerinde yetmiş bin şehir halk olundu. Her birinin genişliği, dünyanın yetmiş misli büyüklüğünde idi. Her birine yetmiş bin mahluk yerleştirilmişti ki, bunlar melekler, insan ve cinden başka mahluklardı. Hak Teala ‘Olun’ buyurmuş, o anda cümlesi halk olunuvermişti! Bu mahlukların her biri yetmiş bin yıl ömür sürüyor, yedi farz, üç sünnet üzere Hakkı birleyen, Hakka ibadet ve taatle meşgul oluyorlardı. Fakat bir zaman sonra içlerinden yol düşmanı, çirkin kokulu, sufi siyahında birkaçı, Hakkın emrine karşı gelip isyan etti. Allah’ın emrini kırdı. Muhammet ve Ali erkânından ayrıldı. Hak Teala da kahrıyle o şehirleri birbirine vurup parça parça etti. İçindeki mahluklarla birlikte bir anda yok ediverdi.

    Aradan zaman geçti. Hak gene bir tür yaratık halk etti. Yine Âlem-i Umman’da seksen bin şehir yarattı. Fakat bu şehirler evvelkilere nazaran küçerekti. Her biri on bu dünya denli idi. Bütün bu şehirleri, kudret ve kuvvetiyle, hardal taneleri gibi, bir cins hububatla doldurdu. Ve akabinde bir yeşil kuş halk etti. Ve bu kuşa o tanelerden yılda bir tane gıda takdir eyledi. Bu mübarek kuş, şehirlerin etrafında uçar, yılda bir tane yemek suretiyle kanaat ederdi. Âkıbet, bütün şehirlerin taneleri tükendi. Artık yiyecek bir şey kalmamıştı. Kuşun ruhu vücudundan uçup gidince, Yüce Tanrı gene coştu. Kendi zatına tanıklık edecek insan biçiminde yüz yirmi bin latif yaratık halk etti. Bunların hepsi insanın atası Âdem’den gayri ve meleklerden evveldir. Fakat bunları birden değil de, birer birer halk etti. Ve her birine seksen bin yıl ömür verdi. Böylece bu mahluklar da bir bir gelip geçti, yok oldu. Yine âlemde yalnız Muhammet ve Ali’nin nuru kaldı.”

    İnsanın yaratılışı, Güruh-u Naci miti

    “…Âdem yaratıldı ve cennete konduktan sonra Cenabı Allah meleklere toplanmalarını, Âdem’e ruh vereceğini ve kendilerinin de Âdem’e secde etmelerini istediğini buyurdu. Meleklerin ilki olarak ateşten yaratılmış olan Ezazil bunu kabul etmedi, ben ateşten yaratıldım, Âdem ise topraktan, onun için secde etmem, dedi. Cenabı Hak üç kere tekrarladığı halde Âdem’e secde etmeyen Eza-zil’in boynuna Cehennem Çengeli takıldı, Ezazil, İblis yani Şeytan oldu. Diğer melekler Âdem’e secde ettiler, Cenabı Hak, İsm-i Azam duasını okudu, Âdem kıpırdanmaya, yürümeye ve konuşmaya başladı.

    Cenabı Hak, Âdem’e, seni kim yarattı, diye sordu; Âdem, ‘Lailahe illallah Hak birdir Muhammeden Resulullah Ali’yül Veliyullah, Mürşidi Kâmilullah, La Feta Ula Ali La Seyfullah La Zülfükar, Rabbim sensin ya Allah’, dedi.

    Cenabı Allah, ‘aferin Âdem’, deyip Âdem’in paçasını, baldırındaki eklem yerini avuçladı ve yarattığı topraktan bir örnek aldı. İşte insanın eklem yerindeki mevcut boşluk oradan kaldı. Cenabı Hak, bizim de sende bir hediyemiz olsun, diye kendi teninden iki parça et kesti, birini bir kaşına diğerini de öbür kaşına koydu. Yaratılan Âdem cennete kondu, Âdem’in cennette canı sıkılıp ağlamaklı oldu. Cenabı Hakk’a kendisini niçin cennette tek başına koyduğunu sorarak, yalnızlıktan kurtulmak için yalvardı.

    Cenabı Hak, Cebrail’e buyurdu: ‘Git İsm-i Azam duasını oku ve Âdem’in sol eğesinin altına bir kanat vur, oradan ona bir eş çıkar’.

    Cebrail duayı okuyup kanadını çaldı, Havva Ana’mız meydana çıktı. Âdem’le Havva daha cinselliği bilmiyorlardı. Cenabı Hak karşılarına bir dişi bir de erkek aslan çıkarıp sevişmesini göstererek onlara cinselliği öğretti. Âdem’le Havva’nın kızlı erkekli 72 çift çocukları oldu. Her çiftin erkeğini bir sonra gelenin dişisi ile evlendirdiler. 72 çift çocuktan sonra Havva Ana çocuk yapamaz oldu. Âdem bu durumu söylediğinde Havva kabul etmedi ve asıl Âdem’in çocuğunun olmadığını ifade etti. Âdem ise erkeğin tohumunun toprağa girinceye dek süreceğini söyledi ve iddialaştılar.

    İddialarını ispat için bir küpe nefeslerini üfleyip ağzını kapattılar ve 40 gün beklemek üzere anlaştılar. 40 günde evlat rahme oturacaktı, Âdem yedi 40’lıktan meydana gelir, 7x40=280 gün eder, o da eşittir 9 ay 10 gün. 20’nci gün, Âdem Baba’mız çifte gittiğinde Havva Ana’mız gizlice küpü açtı. Kendi küpünde çöpten başka bir şey olmadığını gördü. Âdem’in küpünü açtığında ise parmağını emen bir çocukla karşılaştı. Öfkelenip küpü salladı, küpteki çocuğun kolu ve ayakları kırıldı. O çocuk Şit (şit, kırık demek) Peygamber’di, asıl ismi Güruh’tu. Havva Ana’mız küplerin yerini değiştirdi fakat küplerin yeri kudretten bir el tarafından yeniden değiştirildi. 40 gün sonra küpleri açtıklarında Havva’nın küpünden bir tavşan çıktı ve kaçtı. Tavşan insanın bezm-i destinden (Havva’nın nefesinden) halk olduğu için ayda bir ana hali gelir ve hayız görür. Âdem’in küpünü açtıklarında, parmağını emen bir çocuk gördüler; bu çocuk Güruh’tu ve günde bir karış büyümekteydi.

    Cenabı Hak bir gün Cebrail’i çağırdı ve ona, kendi nurumdan bir hatun halk ettim, Havva’nın üretkenliği tükendi, sen Naci adındaki bu hatunu Âdem’in evine indir, diye buyurdu. Cebrail, Naci’yi alıp Âdem’in evine getirdi, Âdem o sırada çifte gitmişti. Havva, Naci’yi gördüğünde Cebrail’e, bu niçin geldi, diye sordu, Cebrail, senin küpünden tavşan çıktı, Âdem’in küpünden ise Güruh halk oldu, Cenabı Hak biraz daha insan türetecekmiş, onun için Naci’yi Âdem’e gönderdi, dedi. Havva, öyle şey olur mu, Cenabı Hak gençliğimi yerine getirsin 72 çift çocuk daha vereyim, onun buna gücü yetmez mi, diye sordu. Kadının erkeği çekememesi ve kadının kadını kıskanması buradan kaldı. Cebrail’in Naci’yi bırakıp dönmesinden sonra, Havva çeşitli yemekler hazırla***** tarlada çalışan Âdem’in yanına gitti, onun gönlünü okşayıp kendinden başka biriyle olmayacağına söz verdirdi.

    Akşam Âdem çiftten döndüğünde evde bir kadın olduğunu gördü, Havva’ya, bu Allah’ın hatunu niye gelmiş, diye sordu. Havva bilmediğini söyledi; Naci’ye sorduğunda, Naci kendisini Cenabı Allah’ın Âdem’e ikinci eş olarak gönderdiğini, dünyaya kendilerinden yeni nesiller geleceğini söyledi. Âdem, Havva’ya verdiği sözü hatırladı ve Naci’nin gözlerinden öperek, dünya ahiret evladım ol, dedi. Âdem Baba’mız Şit’le yani Güruh’la Naci’yi evlendirdi. Bizim bütün bu 124 bin peygamberimiz, velilerimiz, Güruhu Naci’den gelmedir. Âdem’in diğer 72 çift çocuğundan gelenler ise Alevi olmayanlar, yani Sünnilerdir.”

    Ortak köken gün ışığına çıkıyor

    Alevi ve Êzidi yaratılış efsanelerini incelediğimizde aralarındaki benzerlik, yani kozmogoniler arasındaki özdeşlik ve kökendaşlık kendisini hemen hissettiriyor. Aleviler de Êzidiler de kendilerinin Havva’dan değil, Adem’in küpe (testiye) üflediği (akıttığı) nefesinden (tohumundan) hasıl olan çocuğun (Êzidilerde bir kız bir erkek) soyundan gelenler olarak görüyor. Kendileri dışındaki tüm halkların ise Havva’dan geldiğine inanıyorlar. Yediziler, Havva’nın testisinden birtakım “pis kokulu çürük haşarat”, Aleviler ise murdar saydıkları tavşanı çıkarıyorlar. Bu değişimlerin sonradan yaşandığı belli.

    Êzidiler’de “Melek Tavus” olarak adlandırılan melek, Alevilerde İslami etkiyle Cebrail’e dönüşmüş. Ancak her ikisi de “kuş” şeklinde betimleniyor. Melek Tavus’un Satan ile özdeşleştirilmesi ve İslam tarafından lanetlenmesi de bu “değiştirme”de etkili olmuş. Alevilerde eskiden var olan ve izleri Başköylü Hasan Efendi gibi Alevi pirleri aracılığıyla 20. yüzyıla kadar taşınan “dualizm”in de Êzidilik’te korunurken, Alevilikte İslam etkisiyle giderek unutulduğu da anlaşılıyor.

    Ancak daha dikkatli baktığımızda Êzidiler’in yaratılış efsanesinin kadim yapısını, özgünlüğünü büyük ölçüde koruduğu görülürken, Alevilerinki için ise aynı şeyi söyleyemiyoruz.

    Burada, TV kanallarında son dönemde moda haline gelen klasik Türk romanlarını alıp, oradaki kahraman adlarını olduğu gibi koruyup, olayı tamamen günümüzde geçiyormuş gibi yeniden kurgula***** ve öyküyü alabildiğine uzatarak dizi film haline getirme olgusuna benzer bir durum karşımıza çıkıyor. İnsanlığın İslam’dan çok önceki dönemlerine dayanan bu yaratılış mitinin, İslam döneminde, bu dinin etkisiyle değiştirildiği, İslam’ın kişi ve kahramanlarının, bu kadim inancın kozmogonisine monte edildiğini görüyoruz. Sözlü folk kültür ortamında gerçekleşen bu bağdaştırma, uzlaştırma, İslamlaştırma sürecinde Arapça bilmeyen halk, aslı Arapça olan güruh-u naci (kurtulmuş topluluk) kavramını tevil yoluyla anlama ve anlamlandırma uğraşısı sırasında, Tanrı’nın Adem’e gönderdiği kadın için “Naci”, küpte oluşan bebek için “güruh” deme gibi acemilikler de yapıyor.

    Ortak köken neydi?

    Bölgedeki Türk, Kürt, Zaza, Arap vb. çeşitli toplulukların benimsediği Mezopotamya menşeli Alevilik, Êzidilik ve Yarisaniliğin (Ehli H**) kozmogonisinin ortak oluşu, ortak inanç unsurları, ritüellerdeki özdeşlik, bunların aynı kaynaktan geldiği düşüncesini güçlendiriyor. İnanç esasları, ritüeller, sosyal ve kültürel yapıyı karşılaştırdığımızda, bir kadim dinin mensuplarının inançlarını başka inanç ve kültürlerle sentezleyerek üç ayrı versiyon ortaya çıkardığı tezini dillendirmekten kendimizi alamıyoruz.

    Peki bu kadim din hangisi? İlk akla Zerdüştlük, Mithraizm ya da Manicilik gelebilir. Ancak, bölgenin Zerdüştlükten de eski dini olan (Y)ezdanilik fazla bilinmiyor. Araştırmalar, Alevilik, Êzidilik ve Yarisaniliğin, kadim Yezdanilik dininin günümüze ulaşan üç kolu olduğu yönündeki düşünceleri pekiştiriyor. Günümüzde Alevilikte yer alan Zerdüştilik ve Manicilikle benzer unsurları, Alevilikle bu dinler arasında bir köken ilişkisine değil, Aleviliğin kökeni olan Ezdaniliğin, aynı bölgede ortaya çıkan bu dinleri etkilemesine bağlamak daha doğru bir yaklaşım olsa gerek.

    Buradaki Ezdanilik terimi elbette, inançla ilgili ve bundan kaynaklanan bir isim. “Ezdan” (Yezdan), “kendiliğinden var olan”, “kendini var eden”, Tanrı anlamına geliyor. Bu terim, “Şirri Yezdan” (Tanrının arslanı) ifadesinde olduğu gibi günümüzde de yaşıyor.

    Ezdanilik, Kürtlerin en eski dinidir. İslam’ın siyasal ve sosyal tarihi içinde bir şekilde yer alıp, dinsel anlamda ise İslamlaşmaya direnen Aleviler, Ehli H**lar ve Êzidiler, kendi kadim inanç sistemini olduğu gibi ya da İslami bir sentezle devam ettiren topluluklar.

    Aleviliği ve Yarisaniliği, temel inanç esasları ve ritüelleriyle özünü koruyan, ancak kısmen de olsa söylemde İslamlaşan birer Ezdanilik fraksiyonu olarak tanımlamak mümkün. Êzidiliğin söyleminde ise İslam’a özgü pek fazla motif göze çarpmıyor. Ancak, Alevilik’te temel ritüel olan ve müzik ve raksı da içeren cem ayini, Êzidilik’te de bulunuyor. Müsahiplik (ahret kardeşliği), kirveliğe verilen önem, kaba hatlarıyla pirler-talipler şeklindeki toplumsal yapılanma, güneş ve ayın kutsallığı ve hatta dudakları örten pos bıyığın bir çeşit sünnet sayılmasına kadar varan ortak inanç, uygulama ve anlayışlar her iki toplumun benzerliklerini ortaya koyuyor.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Ancak Aleviler ve Êzidiler, İslam’daki siyasi ayrışma ve kamplaşma sürecinde çeşitli nedenlerle birbirleriyle karşıt saflarda, düşman siyasi ekoller içinde yer almışlar.

    Türklerin Aleviliğe intisabı

    Türkler’in bu yola kitlesel olarak girişlerinin de söz konusu İslamî sentezin-söylemde İslamlaşmanın şekillendiği 11. ve 12. yüzyıllar arasında ve yukarı Mezopotamya bölgesinde olduğu görülüyor. Bölgede Türklerin varlığı çok daha eskilere dayansa da bu dönemde büyük bir Türkmen yoğunlaşması olduğu görülüyor.

    Hamza Aksüt’ün araştırmaları da günümüz Anadolu Alevi topluluklarının anılan yüzyıllarda bugünkü Irak’ın kuzey bölgelerinde yaşadığını, daha sonra Urfa, Mardin, Birecik bölgesine kayan bu toplulukların, sonraki yüzyıllarda da kademeli olarak Malatya, Sivas ve daha iç ve batı kesimlere yayıldığını sağlam bulgularla ortaya koyuyor. Son bin yıllık dönemdeki Alevi toplulukların tarihini araştıran Aksüt’ün Aleviliğin inanç tarihine ya da Ezdanilik-Alevilik bağlantısına ilişkin şu anda herhangi bir çalışması bulunmuyor. Ancak, O’nun Alevilerin sosyal ve coğrafi kökenine ilişkin saha araştırmalarından elde ettiği sağlam bulgular, bana göre bu bağlantıya ilişkin görüşleri destekliyor.

    Bir siyasal terim olarak “Alevi” sözcüğü
    [FONT=Arial]
    Daha çok son yüzyıllarda genel ad haline gelen Alevilik (Ali’ye mensubiyet, Alicilik) ise bana göre dinsel-inançsal değil, siyasi bir terim. Alevi isminin bir kavram, bir figür olan "Ali" ile ilişkili olduğunu yok saymak ise akla da bilime de aykırı. Aleviler, İslam’ın 4. Halifesi, İslam’ın dini önderi ve uygulayıcısı İmam Ali’den dolayı bu adı almışlar. Ancak Aleviler Ali’nin dinsel anlayışını benimseyip uyguladıkları için değil, O’nu Emevi zulmüne karşı siyasal bir figür, bir kurtarıcı olarak benimseyip yücelttikleri için Alevi –Alici olmuşlar.

    Alevilerin, Müslümanlığı da bana göre dinsel değil, siyasal nitelikte. İslam sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir siyasal sistem ve devlet adıdır. İslam egemenliği altına giren, yani “Müslim” olan Aleviler, benzer bazı başka topluluklar gibi çeşitli zorunlu nedenlerle İslam’ın siyasi, hukuki aidiyatını kabul etmek zorunda kalsalar da kendi kadim inanç ve ritüellerini sürdürmüş, İslam’ın inanç esasları ve ibadetleri içinden ise kendilerine uyanı almış, uymayanları benimsememişler. Aleviler, İslam siyasal tarihinde yüzyıllar süren iktidar çekişmesinde, siyasal tercihini iktidarda olan Emeviler, Abbasiler, Selçukiler [FONT=Arial]vb. yerine Ehli Beyt’ten yana yapmış, Ali soyunu kutsayıp yüceltmişler. 12 imamlar, gerçekte birer İslam müçtehidi olsa da Aleviler için birer siyasi figürdür, siyasi liderdir. Bu yüzden Alevi ocakları kendilerini bu imamlardan birine bağlamışlar. Bu siyasal aidiyat ve taraftarlık, onları gerçekte Ortodoks Müslüman olan Ehli Beyt’in dininden yapmamış. Aleviler, ateşli taraftarı oldukları Ehli Beyt’in dinine uymak yerine, onları kendilerine uydurmuşlar; Ali, Hasan, Hüseyin [FONT=Arial]vb. karakterleri kendi inanç ve dünya görüşlerine uygun biçimde idealize ederek bunlara yeni kimlikler, portreler kazandırmışlar.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Neden Ehli Beyt?
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]İslam devletinin yayılma, fetih, ganimet politikası, çeşitli yöntemlerle iktidarı Ehli Beyt soyundan devralan Emeviler döneminde en üst seviyeye çıktı. Daha çok ülke fethetmek, ganimet elde etmek, başka halkları kendilerine köle, cariye yapmak için durmaksızın İran ve Turan başta çeşitli bölgelere seferler yapan Emeviler, ele geçirdikleri ülkelerin insanlarına en ağır zulümleri ve katliamları uyguladılar. Aslında bilinenin aksine onların derdi, başka halkları Müslüman yapmak değil, ganimet elde etmek, diğer halkları kendilerine köle yapmaktı. Çünkü Müslüman olduklarında ağır vergiler alamayacakları için gelirleri azalacaktı. Bu halklar gönüllü Müslüman dahi olsa, “mevali” (köle) diye adlandırılarak ikinci sınıf insan muamelesinden kurtulamıyordu. Yaklaşık bir asır süren Emevi iktidarı boyunca, çeşitli halklar tarihin gördüğün en ağır zulümleri yaşadı.

    Emevi iktidarının gerçek muhalifi ise Ehli Beyt soyu idi. Çünkü Emeviler iktidarı onlardan “gasp” etmişti. Kerbela olayının yol açtığı derin travma üzerine, özellikle Necef taraflarında Müslüman Araplar içinde Ali soyuna sahip çıkma, Ehli Beyt yanlılığı şeklinde keskin bir muhalefet hareketi başlamıştı. Kerbela’nın intikam duygusuyla gelişen Tevvabin, Muhtar Sakafi hareketleri, kuzey bölgelerdeki Müslüman Araplar içinde Ali Şiasını (taraftarlığı) daha da güçlendirmiş, kemikleştirmişti. Ehli Beyt'i örnek alarak İslam dininin esaslarına sadakatle uyan bir kesim, iktidarın Ali soyunda olması gerektiğini savunuyordu.

    Emevi zulmü, İslam devleti egemenliği altında yaşayan, Arap olmayan halklar arasında da güçlü bir muhalefet hareketi yarattı. Bu kesimle Şii Araplar arasında, ortak düşmanları olan Emeviler’e karşı, iktidarın Ali soyunda olması siyasi mücadelesi için bir ittifak oluştu.

    Ali soyunun iktidarı için ittifak eden halkların bir kısım zaman içinde, İslam’ın inanç ve ibadet esaslarını içselleştirerek Şia İslamı’na dahil olurken, önemli bir bölümü ise siyasal olarak içinde yer aldıkları İslam’ın dinsel yönünü pek önemsemeyip, kendi kadim inanç ve ritüellerini, yer yer İslami bir ambalaj içinde de olsa sürdürdü.

    Eba Müslim-i Horasani önderliğinde Emevileri devirerek, söz konusu iktidar mücadelesinde başarılı olan bu halkların çilesi, kendi elleriyle iktidar yaptıkları Abbasiler döneminde de değişmedi. Onlar da Emeviler’den aşağı kalmadı. Daha sonra hilafet silsilesini devam ettiren Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de bu çelişkiler devam etti. Söz konusu kesim, bu devletleri hep, Ehli Beyt’in iktidarını gasp eden Emevilerle özdeşleştirdi, onlara karşı, Alici, Ehli Beytçi bir duruş sergiledi. 1240’ta kıyam eden Babailer de 15. yüzyıl başında Bedreddin harekatına destek veren Dede Sultan’ın talipleri de 16. yüzyılda Osmanlı’ya karşı Erdebil’e destek veren, Safevi devletini (Devlet-i Kızılbaşan) kuran Anadolu Kızılbaşlarının mücadelesi de hep bu İslam siyasal sistemi içindeki muhalefet hareketleridir. Bu hareketleri gerçekleştirenler iktidardakileri hep Emevilerle, kendilerini de Ehli Beyt’le özdeşleştirmiştir.

    Aslında ekonomik ve siyasal açıdan baskının, zulmün, sömürünün, ayrımcılığın olmadığı daha güzel günler arayışının etkili olduğu bu toplumsal hareketlerde, ezilenler kendilerine siyasal simge olarak Ehli Beyt’i almış. Özetle demek istediğim, baştan beri bu halk Alici olmuş. Ancak buradaki Ali bir siyasi figürdür. Siyasi bir semboldür. Bir bayraktır adeta. Bu Ali’nin İslam’ın 4. Halifesi İmam Ali bin Ebu Talib’le benzer yanları azdır.

    Aleviler, Ali yandaşlığı dolayısıyla bu adı alırlarken, Ali’nin inandığı, yaydığı, uyguladığı İslam dininin esaslarını benimseyip, uygulama yoluna gitmemişler. Örneğin Ali’nin, günümüzde de Alevilerin karşı çıktığı, uygulamadığı, uygulayanları “dinci, gerici” olarak gördüğü İslam şeriatının ödünsüz uygulanmasını tavsiye ve emreden hutbeleri olduğunu bilmeyen Aleviler, O’nun yazılı kaynaklarla sabit Ortodoks İslam kimliğini kabul etmek istemezler.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Ali’ye siyasi bir önder kimliğiyle sıkı sıkıya bağlanan bu toplum, O’nun dinsel kimliğini rehber alma yerine, kendi kadim inançlarını ve ritüellerini korumuş, sürdürmüşler. Ali ve onun soyundan gelenleri, kendi erkanlarına dahil etmişler. Onların, İslam’ın şartlarına sıkı sıkıya bağlı, “takva” sahibi Müslüman kimlikleri yerine, kendi muhayyilelerinde yarattıkları 12 imam portrelerini benimsemişler. Siyasal önderleri Ali’yi, kendi kadim inançlarının ruhuna ve geleneğine uygun biçimde adeta yeniden yaratmışlar, O’nu doğa üstü bir varlık, hatta Aliillahiler’de olduğu gibi “Allah” yapmışlar. Çünkü bu halkların gördüğü zulüm çok büyüktü, onları bu zulümlerden kurtarmak bir insanoğlunun gücünü aşıyordu. İnsan üstü bir kurtarıcıya ihtiyaçları vardı.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Êzidiler’in siyasi konumu
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Aynı kadim dinin devamcısı olduğu tezini savunduğumuz üç gruptan Ehli H**lar da İslam siyasi tarihi içinde Aleviler’le paralel bir duruş sergilerken, Êzidiler’in ise karşı kampta yer aldığını görüyoruz. Eski İran Tanrısı Îzd ya da Ezda’dan geldiği düşünülse de Êzidiler’de Emevilerle bağlantılı bir siyasi kültür ve yandaşlık eğilimi göze çarpıyor. Bu halkın kadim inancını 12’nci yüzyılda “reforma eden” ya da değiştiren Şeyh Adi Bin Hakari (Misafir) Ümeyyeoğullarından bir Arap. Êzidi toplumunun, kendisini “ehli sünnet” olarak lanse eden bu şeyh marifetiyle Emevi yandaşı yapıldığı anlaşılıyor. Êzidi dualarında geçen, Sultan Yezid ismi göze çarpıyor. Mervan’ın enişteleri olmasının da Êzidilerin Emeviler’e sempatisinin pekiştirdiği düşünülüyor.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]İşin garibi, İslam’ın sünneti bir yana doğrudan Peygamberini reddeden Êzidiler, kendilerini “Sünni” sayıyor. Bu da Sünnilik kavramının da gerçekte içtihadi, itikadi değil siyasal bir duruşun ifadesi olarak öne çıktığını gösteriyor.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Ezdanilik olarak adlandırdığımız kadim dinin mensuplarının bir bölümü İslam coğrafyasındaki siyasal mücadelede Ehli Beyt’i tutarken, diğer bir bölümünün de Emevi yanlısı olduğu görülüyor. Ancak, bunların İslam’ın inanç boyutunu benimseyip içselleştirmedikleri anlaşılıyor. Nasıl ki Aleviler’de yoğun biçimde Allah-Muhammet-Ali ve Ehli Beyt sevgisinin bayrak edilmesine rağmen İslam’ın inanç esasları ve ibadetleri yer edememişse, benzer bir durum Êzidiler’de de dikkati çekiyor. İslam siyasetinde kendilerince bir saf belirleyen bu toplumda İslam dinine ilişkin unsurlar neredeyse hiç nüfuz edememiş.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Êzidiler, Muhammed’i peygamber değil “günahkar” sayarlar. Onlara göre, “Hz. Muhammed bir melektir. Allah O’nu dini bildirmekle görevlendirdi. O da dini bildirdi. Vahyi Cebrail kanalıyla alıp tebliğ etti. Ancak Allah onu geri çağırdı. O ise yer yüzünden hoşlandığı için Allah'ın bu çağrısına uyup dönmedi. Bu nedenle de günahkar oldu.”(4)
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Aleviler ise Ali soyunun iktidar mücadelesinin meşruiyeti için O’nun amcaoğlu Muhammed’e sahip çıkar, sevgi gösterirler. Çünkü zaten dava, iktidarın Muhammed’den Ali’ye geçmesi üzerinedir. İktidarın ilk sahibi O’dur. İhtilaf, iktidarın O’ndan kime geçeceği konusunda çıkmış ve yüzyıllar süren kanlı mücadelelere, derin travmalara yol açmıştır. Ancak Alevilerin Muhammed profili, İslam Peygamberi gerçek Muhammed’e hiç benzemez.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]Nasıl ki Adi Bin Misafir, Êzidi toplumuna Emevi yanlısı siyasal duruşu kazandırmışsa, Alevilere Ehli Beyt siyasal taraftarlığı ve fanatizmini en güçlü biçimde kazandıran ise 16. yüzyılda Şah İsmail olmuştur. Elbette Aleviler’in Ehli Beyt yanlılığı çok daha önceye dayanır. Ancak bu bağlılık, Şah İsmail’in toplum mühendisliğiyle zirveye ulaşmıştır. Hacı Bektaş’ın Aleviler’deki yerini ise Ehli H**lar’da Sultan Sohak tutar.
    [FONT=Arial]
    Sonuç: Buraya kadar olan bölümde ortaya atılan temel tezi kabul etmek ya da reddetmek için önce savunulan tezin doğru anlaşılması, bunun için de Alevi sözcüğünün dinsel değil, “siyasi bir terim” olduğu yönündeki görüş üzerinde durulmaya ihtiyaç bulunuyor. Bunun ayırdımına varıldığında adını Ali’den alan bu yolun İslam içi mi dışı mı olduğunu anlamak da çok daha kolaylaşacak.

    Bu görüşü anlaşılır kılmak için şu önermeler üzerinde düşünmek yararlı olabilir:

    · Alevilik, Êzidilik ve Ehli H**, teolojisi, kozmogoni anlayışı, ritüelleri, sosyal-kültürel boyutuyla, özünde aynı dinin, (kadim Ezdaniliğin) günümüzdeki devamıdır, özdeş ve kökendaştırlar.
    [FONT=Arial]
    · Aynı kadim dinin kollarına mensup bu gruplardan Aleviler, Êzidiler’le siyasal anlamda ise nedeniyle bunlarla karşıt kampta algılanabilir.
    [FONT=Arial]
    · Aleviler, (İslam siyasi tarihinde) siyasal anlamda Şia ile aynı safta yer alırken, dinsel anlamda ise Şiiler’le tamamen farklı çizgidedirler.
    [FONT=Arial]
    · Aleviler, Ehli H** mensuplarıyla hem dinsel, hem siyasal anlamda aynı taraftadır.
    [FONT=Arial]
    · Sünniler ve Şia, dinsel olarak aynı, siyasal olarak karşıt kamplarda yer alırlar.
    [FONT=Arial]

    07.04.2010

    Naki BAKIR
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial][URL="http://www.alevivizyon.com/newthread.php?do=newthread&f=100#_ftnref1"][COLOR=#0066CC][FONT=Arial][1][/FONT][/COLOR][/URL][COLOR=#0066CC][FONT=Arial] Ahmet Taşğın, “Anadolu’da Yok Olmaya Yüz Tutan Dini Topluluklardan: YÊzidiler”, Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi 23-28 Ekim Ürgüp/Nevşehir-2000, Ankara: Ervak Yayınları, 2001, ss. 731-752.


    [URL="http://www.alevivizyon.com/newthread.php?do=newthread&f=100#_ftnref2"][COLOR=#0066CC][FONT=Arial][2][/FONT][/COLOR][/URL][COLOR=#0066CC][FONT=Arial] Ferş yer, arş Tanrının tahtı anlamındadır.

    [URL="http://www.alevivizyon.com/newthread.php?do=newthread&f=100#_ftnref3"][COLOR=#0066CC][FONT=Arial][3][/FONT][/COLOR][/URL][COLOR=#0066CC][FONT=Arial] Anonim (sözlü kültür)
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial][URL="http://www.alevivizyon.com/newthread.php?do=newthread&f=100#_ftnref3"][COLOR=#0066CC][FONT=Arial][3][/FONT][/COLOR][/URL][COLOR=#0066CC][FONT=Arial] “Yaşayan Yezidilik”, Prof. Dr. İbrahim Ağah Çubukçu,[FONT=Arial] A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1986.
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]
    [FONT=Arial]EK: ÊZİDİLER’DE SABAH DUASı
    [FONT=Arial]Ya Rabbi Sen Huda'sın, Sen Ezda'sın
    [FONT=Arial]Sen övgü ve meth sahibisin
    [FONT=Arial]Tertemiz ve günahsızsın, bin bir isim sahibisin;
    [FONT=Arial]"Huda" ismin bu isimlerden en şirini en güzelidir.
    [FONT=Arial]Ya Rabbi sen daimsin, Sen kadimsin, yeri göğü yaratansın.
    [FONT=Arial]Bütün dertlere sen Hekimsin.
    [FONT=Arial]Ya Rabbi sen şefkatsin şefkatlisin yer ve göğün sahibisin.
    [FONT=Arial]Bütün dertlerin dermanısın.
    [FONT=Arial]Ya Rabbi; Şeyh Şems ve Güneşin, Melek Şeyh Hasan ve Adanın
    [FONT=Arial]Şeyh Ebubekir ve Katanın hatırı için bizi bağışla!
    [FONT=Arial]Ya Rabbi amin, amin dinin mübarek ve huzur doludur.
    [FONT=Arial]Şeyh Hasan Hudanın sevgilisidir ve kuludur.
    [FONT=Arial]Şemsettin, Nasrettin, Secadeddin., İmadettin, Babadin
    [FONT=Arial]Melek Fahrettin ve Şeyh Hasan'dır kuvveti dinin.
    [FONT=Arial]Şeyh Hadi evvelden ahire kadar vardır ve rahmet saçar.
    [FONT=Arial]Sultan Yezid hayır kapılarını açar ve şer kapılan nı kapar
    [FONT=Arial]Elhaındülillah, Huda'ya ve Alemin Rabbine olsun.
    [FONT=Arial]Güneşin kızıllığı zahir olmadan Melek Emin orada olur.
    [FONT=Arial]Evlerden evlere kadar Şeyh Şems'tİr veren o aydınlığı
    [FONT=Arial]Şeyh Şems'jmi aydınlıktan ayrı düşünemem,
    [FONT=Arial]Dereceden dereceye kadar Şeyh Şems'tir veren aydı.nlığı
    [FONT=Arial]Şeyh Şems'imi hac yerine tavaf ederim.
    [FONT=Arial]Sütundan sütuna kadar kırk anahtar hazinede
    [FONT=Arial]Şeyh Şems onları marifetli ve ölüye hürmet edene dağıtır.
    [FONT=Arial]Şeyh Şems'imin mührü göklerden ayağa kadar dolaşır.
    [FONT=Arial]Baştan' ayağa kadar Şeyh mührü dağılır.
    [FONT=Arial]Şeyh Şemsimden ümidimi asla kesmem.
    [FONT=Arial]••
    [FONT=Arial]Ya Şeyh Şems, bizler zaten taltif edilmiş bir nesebiz.
    [FONT=Arial]Hareketlerimizde bir hayır kapısı bir aydınlık isteriz.
    [FONT=Arial]Sünniler ki takatsız ve güçsüzdürler.
    [FONT=Arial]Şeyh Şems'den aman dilerler.
    [FONT=Arial]Şeyh Şems nurdur ve Melek Hasan ğafurdur.
    [FONT=Arial]Din ve imanımızı bize açıkla senden kabuluz.
    [FONT=Arial]Şeyh Şemsim güzeldir, fakirlere kısmet ve vazifelerini vermiştir.
    [FONT=Arial]Şeyh Şemsimi aydınlıktan ayn düşünemem.
    [FONT=Arial]Şeyh Şems'im nurdandır, altın tahtan kaididir ve kudret asası elindedir.
    [FONT=Arial]İyiliğin ve Cennetin anahtarı elindedir.
    [FONT=Arial]O kişiyi yetmiş bin kez kıskanırız ki gerçek Yezididir.
    [FONT=Arial]Huda ve Şeyh Şems o kişiye yardımcıdır ...
    Naki BAKIR[/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/font][/color][/FONT][/FONT][/font][/color][/font][/color][/font][/color][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT][/FONT]
     
  2. fairy44

    fairy44 Daimi Üye

    Tesekkür ederım emeklerınıze saglık
     
  3. ero

    ero Daimi Üye

    aslında, dinlerin doğum anlamında temeline inmeye kalkarsak hiç bir inanç ve felsefe için, net ve kesin bir bilgiye ulaşmamaız söz konusu değil.
    yinede düşünce yapımıza ve yaşam felsefemize bu denli özel kaynaklar yaratan bilgileri bize sunduğğun için teşekkürler Coşkun...

    burada anlatılan EZİDİLİK, kesinlikle ve kesinlikle -YEZİDİLİK İLE KARIŞTIRILMAMASI GEREKİYOR.-
     

Share This Page