VERİLEN İKRARDAN DÖNÜŞÜN SONU

Discussion in 'Yazılar, Makaleler, Araştırmalar' started by bluedream, Mar 14, 2007.

  1. bluedream

    bluedream Daimi Üye

    VERİLEN İKRARDAN DÖNÜŞÜN SONU





    Cahiliye devrinin zulmeti, “karanlık çağ”ın insanlarını kasıp kavurduğu bir sırada, ortaya atılan Hz.Muhammed,kendisine inanan üç kişi (1) ile bu ağır davayı başlatmıştı.

    Diğer peygamberler gibi Hz.Muhammed de insanlığın mutluluğu için ağır bedeller ödeyerek, insanı insan yapan ve insanı diğer mahlukatlardan ayıran erdemlilikleri hayata geçirmiş oldu.


    İSLAM'IN GETİRDİĞİ ERDEMLİ YAŞAMDAN BİRKAÇ ÖRNEK


    Soy-sop ile övünmeyiniz: Sûra üfürüldüğünde, aralarında artık soy-sop / şuna-buna mensup olmalar söz konusu edilemez. Birbirlerini soruşturamazlar da.

    (Müminûn Suresi / 101)



    Müminlerin kardeşçe, adaletli ve barışçı bir yaşam sürdürmeleri: “Müminlerden iki zümre çarpışırlarsa, onların aralarında hemen barışı kurun. Eğer onlardan biri öteki aleyhine sınır tanımazlık edip saldırırsa, azgınlık edenle, Allah´ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer vazgeçerse, yine ikisi arasını adalet ve dürüstlükle sulh edin. Kuşkusuz, Allah adalette titiz davrananları sever. “

    “Şu bir gerçek ki, müminler sadece kardeştirler. O halde kardeşleriniz arasında barışı sağlayın ve Allah´tan korkun ki, size merhamet edilebilsin.”

    (Hucurât Suresi / 9-10)



    İnsanların, birbirini çekiştirip aşağılamaması: Ey inananlar! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Olabilir ki, alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Öz benliklerinizi ayıplamayın / kendi nefislerinizde ayıplar aramayın; birbirinize kötü lakaplar yakıştırmayın. İmandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötü şeydir. Kim ki tövbe etmez, işte böyleler zalimlerdir.

    (Hucurât Suresi / 11)



    Gıybetten ve zandan sakınmak: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın. Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin. Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın bundan iğrendiniz. Allah´tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah tövbeleri çok kabul eden, rahmeti sonsuz olandır.

    (Hucurât Suresi / 12).



    Hep kendi nefsi için çalışmamak: Allah hiçbir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez / teklifte bulunmaz. Her benliğin yaptığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir / kişinin hem kendisi hem başkaları için kazandığı onun lehine, yalnız kendi nefsi için kazandığı onun aleyhinedir / kişinin kendi emeği ile kazandığı lehine, başkalarının sırtından kazandığı aleyhinedir. “Ey Rabbimiz! Unutur yahut hata edersek bizi hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyleri de yükleme. Affet bizi, bağışla bizi, acı bize. Sen bizim Mevlâ´mızsın. Küfre sapanlar topluluğuna karşı yardım et bize!”

    (Bakara Suresi / 286)



    Kin ve kibirden korunmak: Yeryüzünde kasılıp kabararak yürüme! Çünkü sen yeri asla yırtamazsın, uzunlukça da dağlara ulaşamazsın.

    (İsra Suresi / 37)



    Fitne ve bozguncu olmamak: “... Fitne / baskı ve bozgunculuk, cana kıymaktan daha büyük bir kötülüktür...”

    (Bakara Suresi / 191-217)



    Uyuşturucu, kumar, fal oku ve dikilen taşlardan uzak durmak: “Sana uyuşturucu ve kumarı sorarlar. De ki: Bu ikisinde de büyük günah ve kötülük vardır...”

    (Bakara Suresi / 219)



    Ey iman edenler! Uyuşturucu, kumar, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

    Şeytan; uyuşturucu ve kumara sokularak aranıza düşmanlık ve kin yerleştirip sizi Allah´ı anmaktan, salâttan / duadan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?

    (Mâide Suresi / 90-91)



    Adam öldürüp katil olmamak: Allah´ın saygıya layık kıldığı cana haklı bir sebep yokken kıymayın. Kim haksızlıkla öldürülürse, onun velisine yetki / söz hakkı vermişizdir. Ama o da öldürmede sınır tanımazlık etmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir.

    (İsra Suresi / 33)



    Özü-sözü doğru olmak: Müminler ancak şu kimselerdir ki, Allah´a ve resulüne iman ederler; sonra hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda didinirler. İşte bunlardır, özü-sözü birbirine uyanlar.

    (Hucurât Suresi / 15)



    Kullar ki sabredenlerdir, özü-sözü doğru olanlardır, Hak huzurunda duranlardır, nimet ve imkânlardan başkalarını yararlandıranlardır; seherlerde, bağışlanmak için yakaranlardır.

    (Ali İmran Suresi / 17 vd.)



    Yalan söylememek: Yalanı ancak, Allah´ın ayetlerine inanmayanlar uydururlar. Yalancılık edenler onların ta kendileridir.

    (Nahl Suresi / 105)



    Nihayet Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük yerleştirdi.

    (Tevbe Suresi / 77)



    Zinadan sakınmak: Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o iğrenç bir iştir; yol olarak da çok kötüdür.

    (İsra Suresi / 32)



    Ölçü ve tartıda dürüstlük: Ölçtüğünüz zaman tam ve dürüst ölçün. Hilesiz teraziyle tartın. Bu, hem hayırlı hem de sonuç bakımından güzeldir.

    (İsra Suresi / 35)



    Rızıkı paylaşmak: Akrabaya hakkını ver. Çaresize, yolda kalana da. Fakat saçıp savurma.

    Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar. Ve şeytan kendi Rabbine nankörlük etmiştir.

    Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de açma. Sonra kınanır, hasret içinde bir köşede büzülür kalırsın.

    (İsra Suresi / 26-27-29)



    Kız çocuklarını öldürmemek: Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz rızıklandırıyoruz. Kuşkusuz, onları öldürmek büyük bir günahtır.

    (İsra Suresi / 31)





    “ O diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğunda.”
    “Hangi günah yüzünden öldürüldü diye!

    (Tekvir Suresi / 8-9)



    Ana-babanın değerini bilmek: Rabbin şöyle hükmetti: O´ndan başkasına kulluk / ibadet etmeyin, anaya-babaya çok iyi davranın: Onlardan birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama, onlara tatlı-iltifatlı söz söyle.

    (İsra Suresi / 23)



    Yetim hakkına el uzatılmaması: Yetimlere mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak gerçekten büyük bir vebaldir.

    (Nisa Suresi / 2)



    İnsanlığın mutluluğu için; barışı, kardeşçe yaşamayı, elde edilen rızkı güçsüz ve muhtaç

    olanlarla paylaşmayı, küsülü ve sorunlu olanları barıştırmayı, büyüğe saygı-küçüğe sevgiyi, tabiatı koruyup temiz ve sağlıklı yaşamayı, kin-kibir-haset-gıybet-zina-yalan-isnat-iftira-katillik gibi şeytanî fiillerden uzak durarak, fitne ve kötülüğe sebep olmamayı, özveri ve hoşgörü gibi (erdemli yaşamın temel ilkeleri olan) ahlakî değerleri, insanlığın yaşamına geçirmek uğruna en ağır bedeller ödemiştir, Hz.Muhammed.

    O´nun, getirmek istediği bu “AHLAKSAL YAŞAM ve BARIŞIK DÜZEN” düsturuna kuşkusuz inanıp baş koyan fedakâr insanlar da kimi malı ile kimi de canı ile bedel ödediler.(2)

    Neticede; savaşla iman ehlini yenemeyen Mekke´nin müşrikleri, (3) barışa razı oldular. Hudeybiye denilen bir yerde Mekke´den gönderilen Süheyl adındaki bir elçi ile barış şartları yazılıp imzalandı. Hz.Peygamber, bu antlaşmayı “kansız kazanılan bir zafer” olarak kabul edip, Tanrı´ya dua etti... Üç veya dört bin kişinin hazır bulunduğu topluluğa: “Putperestlerin engeli aşıldığını; artık bundan böyle herkes nefsi ile mücadele edip İslam'ın güzelliğini yaşamak gerektiğini; nefisle mücadele edebilmek için ise, özveri ve hoşgörü gerektiğini...” Ashaba anlattı.

    Hz.Peygamber, bu hitabenin ardından sözlerini şöyle sürdürdü: Ey Medine´liler!.. Mekke´den benimle beraber hicret edip Medine´ye gelenler, mal ve mülklerini Mekke´de bırakıp geldiler. Savaşlarda ölenler öldü, yaşayanlar da mağdur durumdadırlar. Her Medine´li, sevip anlaştığı bir Mekke´li muhaciri kendisine kardeş edinsin ve malını onunla bölüşsün! İki devesi varsa birini kardeşine versin...

    Ashab hep bir ağızdan: “Savaşta ve barışta, malımızla, canımızla Allah yolunda emrinizdeyiz Yâ Allah´ın Resulü” diye and içtiler.

    Ashab´tan bu cevabı alan Hz.Peygamber, “O halde, herkes âhret kardeşini

    belirlesin!” dedi. Her Medineli, sevdiği ve ruhen bağdaştığı bir Mekke´li muhaciri kendisine âhret kardeşi / müsahib olarak belirledi.

    Yalnız kalan Hz.Ali, “Yâ Allah´ın Resulü! Herkesi kardeş yaptın, ben ise tek kaldım.”

    deyince; Hz.Peygamber, “Yâ Ali! Sen de benim dünyada ve âhrette kardeşimsin...” buyurdu.



    Böylece kardeşler belirlenince, Hz.Peygamber yanında oturan Hz.Ali´nin elini tutup cemaatte bulunanlara: “Herkes ellerini birbirine versin ve duaya dursun!..” buyurdu. Bu vaziyette, Allah´a hamd-u senâda bulundular.

    Hz.Muhammed´den ve ümmetinden hoşnut olan Yüce Allah, aşağıdaki ayeti sevgili Resulünün kalbine indirdi:

    “O seninle el tutuşup sözleşenler var ya, onlar gerçekte Allah ile bey´atleşiyorlar. Allah´ın eli onların ellerinin üstündedir. Kim ahdi bozar, döneklik ederse kendi aleyhine döneklik etmiş olur.Ve kim Allah´a verdiği sözde vefalı davranırsa, Allah ona büyük bir ödül verecektir”.

    “Andolsun, Allah müminlerden, o ağacın altında sana bey´at ettikleri sırada hoşnut olmuştur. Onların gönüllerindekini bilmiş, üzerlerine huzur ve sükûn indirmiş ve kendilerine yakın bir fetih nasip etmiştir.”

    (Fetih Suresi 10-18)



    “Onlar ki, sözü dinler de en güzeline uyarlar. İşte bunlardır, Allah´ın kılavuzladıkları; işte bunlardır, akıl ve gönül sahipleri.

    (Zümer Suresi / 18)



    Akıl ve gönül sahibi olup söz dinleyen ve sözün doğrusuna uyan Ashab, el ele tutup “Hakk

    yolcusu” oldular. Gönülden gönüle, gönülden Hakk´a irtibat sağladılar. Yaratıcı Allah´da elini onların ellerinin üzerine lütfetti. Onlara yardımcı oldu.

    Hz.Peygamber, altında toplandıkları Semre ağacından kestiği bir dal ile secdeye kapanan

    Ashab´ın sırtlarını sıvazlayıp onlara dua etti. (4)

    Ne yazık ki; Müslüman olduğunu söyleyen ve bu bey´atta hazır bulunanların çoğu, Hz.Peygamber´in vefatını müteakip, Allah´a ve O´nun Resulüne verdikleri sözden döndüler... Onları putperestlikten kurtarıp Rab´lerini kendilerine bildiren ve insanlığın temel ilkelerini öğreten, peygamber´leri olan Hz.Muhammed´in cenazesini ortada bırakıp, halifelik sevdasına düştüler... Şefaat umdukları Peygamber´in cenaze namazı dahi bu riyakârlara nasip olmadı.

    Hz.Peygamber´in ümmetine yadigâr bıraktığı “İKİ EMANET” yani (Kur´an´ı Kerim v e Ehlibeyt)i bu vefasız güruh tarafından hıyanete uğradı.

    Kısaca örnek:

    Hz.Ali gibi, “İLİM ŞEHRİ” nin kapısı durumundaki “KUR´AN´I NATIK” olan zât hayatta

    iken, Ebû Süfyan soyundan olup 20 yıl İslam kanı dökenler, “KUR´AN´I DERLEME KOMİSYONU” kurdular ve Kur´an´ı yeniden derlediler. Öyle bir derleyiş derlediler ki, ilk inen sure Alak Suresi 96 ncı sure oldu. 92 nci sure olan Bakara Suresi 2 nci sure, 94 ncü sure olan Ali İmran Suresi de 3 ncü sure oldu. Böylece bütün sureler ve birçok ayetler yer değiştirdi... O gün, bugün hiçbir âlim ve ilim adamı bu tahribatı çözmeyi göze alamadı ve alamıyorlar da. Ancak, son zamanda sayın Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur´an surelerini iniş sırasına göre düzenledi ve ilâhiyatçı ilim adamlarına çağrıda bulundu: “Geliniz! Kur´an´ı yeniden ele alıp düzeltelim.” dedi. Ama, Emevî şeriatının yanlısı olan kişiler, Sayın Hoca´ya ateş püskürüyorlar. Çünkü; böyle bir çalışma başlarsa, Hz.Muhammed´in can düşmanı KureyşÃ®ler tarafından İslam'a giydirilen deli gömleği yırtılır... Emevî yardakçısı sahte Müslüman'ların maskeleri düşer. Birçok ad altında at oynatanların “külden kaleleri” yıkılır!.. Sayın Y.Nuri Hoca´nın, İslam âlemi için bu faydalı ve tarihi çağrısından rahatsız olan günümüzün kara yobazları, Sayın ÖZTÜRK Hoca´yı, her fırsatta “ölümle” tehdit ettiklerini duyuyoruz. Bu ağır riski, cesaretle göze alan ÖZTÜRK Hoca, İslam âlemine ışık tutacak bir hizmeti yerine getirerek Kur´an´ın surelerini “iniş sırası”na göre düzenledi...(5)

    “İKİ EMANET” ten biri olan Kur´an´ı Kerim´e yapılan zulüm kısaca bu... Ya diğer emanet olan EHLİBEYT´e yapılan zulüm?..





    Hz.Fatıma´nın atasından kalan mirasına el koyulması ve bu sorunun tartışmasında, kaburga kemiklerinin kırılması. Bu yüzden çocuğunu zayetmesi... Buna benzer birçok baskı ve zulme daha fazla dayanamayan, Hz.Peygamber´in “göz nuru” Hz.Fatıma, atası olan Hz.Peygamberimizin vefatından 3-5 ay sonra Hakk´ın rahmetine erişti.

    İslam'ın bayraktarı, kalelerin fatihi ve ilim şehrinin kapısı olan Şahı Velâyet Aliyy´el Murtaza, İslam'ı kabullenmiş görünen bir gönlü körün zehirle bilenmiş kılıcına hedef olarak, Şahadet şerbetini içti. (6)

    Hz.Peygamber´in, “Kurretü´l âynım/gözümün nuru” dediği ve dizinin üzerinde büyüttüğü, “Ehlibeytim/Ev halkım” diye yücelttiği, mümtaz torunları Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin ile bunlardan yürüyen temiz ve tetir soyun akıbetleri, tarihi belgelerle ortadadır.

    Hal bu ise, bizleri yoktan var eyleyen Yüce Allah, Sevgili Resulü´nün “Ehlibeyti”ni, her şeyin üstünde yüceltip kutsamıştır:

    “...Ey Ehlibeyt! Allah, sizden kiri / lekeyi giderip sizi tam bir biçimde temizlemek istiyor.”

    (Ahzâb Suresi / 33)



    “Allah´ın, iman edip hayra ve barışa yönelik iyi işler yapanlara müjdelediği, işte budur. De ki: “Ben bu tebliğime karşılık sizden, Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir şey istemiyorum.” Kim bir iyilik / güzellik üretirse onun için o ürettiğine bir güzellik daha ekleriz. Çünkü Allah Gafûr´dur, çok affeder; Şekûr´dur, iyiliğe karşılık verir / teşekkür eder.”

    (Şuara Suresi/23)



    Yüce Allah´ın ve sevgili Resulünün; bu kadar değer verip kutsadıkları “İKİ EMANET” e zulmeden, riyakâr/ikiyüzlü ve verdiği ikrardan dönen “vefasız” bir ümmet, nasıl Allah´tan rahmet, Allah´ın Resulünden de şefaat bekler?..

    Bu soru her sorulduğunda, birçok Müslüman şu cevabı veriyor:

    “Efendim, bahsedilen kutsal “İKİ EMANET”e bizim sonsuz saygımız vardır. O hatayı yapan, Arabın Emevî soyudur...”

    Verilen bu yüzeysel cevabın asıl sebebi şudur:

    1-Müslüman olduklarını söyleyen bu insanların çoğunluğu, İslam tarihini okumamış olmaları yüzünden konunun önemini ve ciddiyetini bilememektedirler. Böylece de atalarının sürdüğü Emevî şeriat düzenini Muhammedî bir “yol” olarak bilip sürdürmektedirler.

    2-İslam tarihini çok iyi bilen ve Muhammedî İslam'ın Emeviler tarafından çarpıtıldığının

    farkında olan, ilim sahibi Müslüman'ların çoğunluğu da şahsi menfaatleri yüzünden, “Muhammedî İslam”a vurulan darbenin gerçeğini gizlemektedirler.

    Bu insanlık ayıbı olan zulmü gizlemeden açıkça söyleyen bilim adamları ise; gerçeği gizleyen riyakârlar tarafından, “kafir” olarak ilan edilmiş ve zulüm kâr iktidarlar tarafından ya Mansur gibi çarmığa gerilmiş ya Nesimî gibi derisi yüzülerek yaşamına son verilmiş ya da Pir Sultan ve Şeyh Bedrettin gibi asılmışlar.

    Hz.Muhammed´in vefatının ardından başlatılan bu irtica düzeni, saltanat ve sömürüden yana olan zulümkâr iktidarların işine geldiği için, “gerçek İslam” hep saklı kalmıştır.

    Eski Diyanet Başkanı Sn. Mustafa YAZICIOĞLU´nun dediği gibi, “Hz.Peygamber´in vefatından sonra, Emevîler iktidarı ele geçirdi ve İslam'ın üstünü örtüp kendi şeriat düzenlerini, Muhammedî İslam olarak, dünyaya yaydılar. Onlardan sonraki iktidara gelen Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar da bu örtünün üzerine birer katmer çektiler. Böylece, gerçek İslam çok derinlerde kaldı. Elimiz Muhammedî İslam'a yetişmiyor. Gerçeğin ortaya çıkması için, zamana ihtiyaç vardır...” (8)





    Sayın YAZICIOĞLU´nun görüşü istikametinde görüş bildiren diğer ilim adamlarımızdan da bazı örnekler verelim:

    Çağımızın “Hallac-ı Mansur”u olarak kabul ettiğim, değerli ilim adamı Prof.Dr.Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur´an´ı Anlamaya Doğru eserinin 39. sayfasında “İSLAM DENİNCE” başlığı altında, Emevîler tarafından İslam'a vurulan darbeyi dile getirmiş ve bu konuya açıklık getiren, ilim ve irfan sahibi zâtların görüşlerinden de örnekler vermiştir.

    Muhammedî İslam'a musallât edilen bidat yaşamın, temelindeki gerçekleri açık yüreklilikle dile getiren Sn.ÖZTÜRK Hocanın, adı geçen yazısından bir kısmını aynen aşağıya çıkarıyoruz:

    ...

    İslam bahsinde; olması gerekenle, olmaması gerekeni birbirine karıştırıp çeliştiren ilk yozlaştırma, Emevîler tarafından sergilenmiştir.

    Temel niteliği evrensellik olan İslam´ı Araplaştıran Emevîler ona en taze çağında en kahredici darbeyi vurdular. Ve İslam´ı, doymak bilmeyen saltanat hırslarına âlet ettiler. O günlerden beri, olması gerekenle olanı ayıran çizgi büyüdü, büyüdü çağımıza kadar geldi...

    Genel kabule göre; çağımızın, (bu satırların yazarına göre) son 6 yüzyılın, en büyük İslam düşünürü olan Muhammed İkbal (ölm.1938), daha 1920´li yıllarda şöyle diyordu: “Eğer biz İslam´ın bir üstün değerler sistemi olduğunu Müslüman olmayanlara anlatmak istiyorsak onlara, her şeyden önce bizim, İslam´ı temsil etmediğimizi söylemek borcundayız.” (9) Yine aynı yıllarda, yine İslam´ın büyük vicdanlarından biri olan, Türk İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif şöyle düşünüyordu: “Eğer İslam´dan maksat Kur´an´sa, ortada İslam diye bir şey olmadığını söylemek durumundayız. Çünkü, Kur´an bugün göklere çekilmiş ve yeryüzündeki İslam´ın onunla ilgisi kalmamıştır.” İkbal ve Âkif´ten biraz daha önce, Mısırlı düşünür Muhammed Abduh (ölm.1905) aynı noktaya şöyle parmak basıyordu: “İslam denince akla problemler, çıkmazlar ve çelişmeler geliyorsa, bunun sebebi İslam değil “Müslümanlar”dır.”

    Görüldüğü gibi, çağımızın, İslam düşüncesine damga vurmuş isimlerinden en büyük üç tanesi, söz birliğiyle aynı gerçeği dile getiriyorlar: İslam diye ortalıkta seyrettiğimiz, gerçek İslam´ı temsil etmekten, tamamen uzaktır. Günümüzde İslam´ın düşünce ve bilgi planında savunuculuğunu yapan ve üç yıl önce bir komploya kurban giden Arap asıllı Amerikalı profesör İsmail Farukî, şuraya kadar söylediklerimizi şöyle özetliyordu: “İslam, ne bugünkü Müslümanların tavır ve yaşayışları, ne İslam tarihinin şu veya bu dönemi, ne de İslam adına kaleme alınan şu veya bu kitabın anlattıklarıdır. İslam, Kur´an´dır.”

    Evet, İslam, Kur´an´dan ibarettir ve bu öylesine şaşmaz bir gerçektir ki, İslam Peygamberi´ne bile, Kur´an´ın üstünde ve Kur´an´dan önce bir temsil yetkisi tanımaz. (10) Dinin sahibi ve kurucusu, Yaratıcı´dır.(11) Ve Yaratıcı, kurduğu dini Kur´an´da toplamış, özetlemiş, kristalleştirmiştir. Peygamber, Yaratıcı´yla dinin hitap ettiği insanlar arasında bir elçidir. O´nun değeri; dinin kaynağı, kurucu gücün sözü olan Kur´an´ı yorumlayarak insan hayatına mal etmesindedir. Bu bakımdan İslam, örneğin, Hrıstiyanlık´ta olduğu gibi, peygamberinin adına bağlanarak isimlendirilmemiştir. E. Gilson şöyle derken haklıdır: “İslamda vahiy bir kitapta, Kur´an´da; Hrıstiyanlıkta ise bir kişide, İsa´da kristalleşir.”

    Peki, sonuç nedir? Sonuç şudur: İslam´ı benimsemek veya reddetmek, sevmek veya yermek somuta yani Müslümanlara bakılarak değil, soyuta yani öz kaynağa, Kur´an´a bakılarak yapılmalıdır. Bu bir akıl, ilim, vicdan ve insanlık borcudur. Tarih içinde, İslam´ı yerenler ve mesela “bilimsel araştırma” adı altında İslam düşmanlığı yapan oryantalistler, bilmeden veya bilinçli olarak Müslüman´ı gündeme getirp İslam´a saldırmışlar, faturayı İslam´a çıkarmışlardır. Küçük bir örnek: Ünlü yazar Spengler, Batıda en çok okunan kitaplardan biri olan The Decline of the West (Batının Çöküşü) adlı eserinde İslam´ı kadercilikle, hatta, pagan kültürün bir uzantısı olmakla suçlarken, delil olarak bir tek Kur´an ayeti, hatta, bir tek hadis gösterememekte, birkaç tane Doğu darbımeseliyle hüküm vermektedir. Böyle bir yazarın, Kur´an´ı bir kere olsun okuması, ona şunu gösterecekti:

    Ne bugün, ne de dün Müslümanların bu kitabı tam anlamıyla yaşayıp temsil ettikleri söylenemez. Şunu da görecekti: Kur´an, putoerest Roma ve Yunan kültürlerinin bir devamı olan Batı yaklaşımından ayrı bir anlayış sergilediği gibi, insanı uyuşukluk ve hayattan kaçışa yenik düşüren eski Doğu kültürlerinin yaklaşımından da ayrı bir anlayış sergiler.

    Bugün Tokya´dan Belgrad´a, New York´tan Bakü´ye kadar bütün merkezlerde, kültürlüler piramidinin en yukarılarından insanlar İslam´a geçmekte ve söz birliğiyle şunu söylemektedirler: Biz, İslam´ı, kaynağından öğrenmek yerine Müslümanların durumuna bakarak öğrenseydik, asla Müslüman olmazdık.

    O halde, sevenler ve yerenler! Sevmek ve yermekten birini benimsemede özgürsünüz. Fakat, lütfen, özgürlük ve insanlık aşkına, yargılarınızı; geleneklerini, hatta çarpıklık ve karanlıklarını “İslam” diye vitrinleyen çevrelere bakarak değil, temel kaynak olan Kur´an´a bakarak verin. Böyle olursa, hem siz kendinize saygı duyarsınız hem başkaları size saygı duyar.

    İnsana yaraşan, bu değil midir?

    Sn.ÖZTÜRK Hocanın ve konuya örnek olarak göstermiş olduğu zâtların İslam hakkındaki görüş ve tespitlerine tamamen katılıyoruz.

    İslam'ı kerhen (istemeyerek/tiksinerek) kabullenen Süfyanîler, İslam´ın “taze çağında” o zalimane darbeyi vurmuş olmasalar idi İslam âlemi bugün bu geri kalmışlık durumunda olmayacaktı.

    İşin en acı tarafı, Müslüman olduğunu söyleyenlerin çoğunluğu bu gerçeği bilmiyorlar. Gerçeği bilip söyleyenlerin sözlerine de inanmıyorlar. Gerçeği yazan tarihi eserleri de “yalan yazmakla” suçluyorlar... Hani atalarımız derler ki: Körün gözü görmez ama kulağı duyar. Ne yazık ki, aklını ve gönlünü kötüye çalıştıran birçok insanın gönül gözü kör, can kulağı/vicdanı duyarsız olduğu için, gerçeği görüp güzellikten yana olanlara zulüm yaparak onları saf dışı etme yolunu seçmişlerdir.

    O gün Hz.Peygamber´e ve ona inananlara zulmedenlerle bugünkü hak tanımazların gönül gözlerinde hiç fark yok gibidir. Gönül gözü körlüğü konusunda Yüce Allah, A´raf suresinin 179 ayetini sevgili Resulu Hz.Muhammed´in vasıtasıyla kullarına tebliğ etmiştir.

    “Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için yarattık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.”

    (A´raf Suresi/179)



    Mekke´li Süfyanîler ve onlara uyanlar, Yüce Allah´ın barışa ve güzelliğe yönelik bu emirlerini “görse ve duysaydılar”, ilim ve fazilet yolunu açan ve mutluluğun yegane kaynağı olan İslam dininin tebliğcisi ve Allah´ın sevgili Resulü Hz.Muhammed´e ve onun pâk soyu olan Ehlibeytine türlü eza-cefalar edip yakınlarını ve dostlarını şehit etmezlerdi!..





    (1) Hz.Peygamber´e ilk inanan üç kişi; Hz.Hatice, Hz.Ali ve Hz.Hatice´nin amcasının oğlu Varaka´dır. Varaka, o devrin bilginlerinden olup iman sahibi bir zattı.



    (2) “Rableri onlara cevap verdi: “Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışmanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini yemin olsun örteceğim. Ve yemin olsun ki onları, Allah katından bir karşılık olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.” Allah katındadır karşılıkların en güzeli.

    (Ali İmran Suresi / 195)



    (3) “Yüz yüze gelen şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır. Biri Allah yolunda çarpışıyordu; ötekisi küfre batmıştı. Allah yolunda çarpışanları, kafa gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, öz yardımıyla dilediğini destekler. İşte bunda, gözleri olanlar için gerçek bir ibret vardır.”

    (Ali İmran Suresi / 13)

    (4) Semre ağacının dalı olduğu söylenen ve Musahiplerin görüldüğünde, onların sırtlarının sıvazlandığı “tarık” adındaki çubuk, bu bey´atlaşmayı sembolize eder. Bu bilgiden yoksul olan bazı kişiler, çok yanlış tanımlamalar ve yorumlar yaparak, ulu atalarımızın hatırası olup kutsal “nüfûs”larını taşıyan, bu manevi değerlerimizi hafife almaları yol ehli cânları üzmektedir!..

    (5) Nedenini bilmiyoruz ama, Sn.ÖZTÜRK Hoca´nın son Kur´an Mealleri, Halife Osman zamanındaki dizi sırasına göre basılmakta ve ciltsiz olarak piyasaya sürülmektedir!



    (6) “Bu dünyada kör olan, âhrette de kördür. Yolca da daha sapıktır o.”

    (İsra Suresi/72)

    “Gerçek şu ki size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına...Ben sizin üzerinize bekçi değilim.”

    (En´am Suresi/104)

    (7) bk. Kur´an En´am Suresi / 104 ve A´raf Suresi / 203

    (8) .../12/2001 günü CNN TV. Kanalında, “Eğrisiyle- Doğrusuyla” programının yapımcısı Sn.Taha AKYOL´un sorduğu soruya Prof.Dr.Mustafa YAZICIOĞLU´nun verdiği bir yanıtın özetidir.

    (9) Merhum Muhammed İkbal´in bu uyarısından şunu anlıyoruz: Kendilerini Müslüman olarak bilen, fakat yaşamları, İslam'ın ahlak ve fazileti ile bağdaşmayanlar, İslam olduklarını söylerlerse, İslam olmayanlar, İslam'ı yanlış tanımış olurlar ve İslam'dan nefret ederler. Bundan dolayıdır ki, İslam'ın “barış ve güzellik getiren” yaşamını sürdürmeyenler, evvela İslam'ı temsil etmediklerini söyleyip sonra İslam'ı methetsinler. Böylece, İslam zarar görmeyecektir.

    (10) “Muhammed bir resulden başkası değildir. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir...”

    (Ali İmran Suresi/144)

    (11) “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah´ındır. İş ve oluşlar Allah´a döndürülür.”

    (Ali İmran Suresi/109)









    kaynak garipdede türbesi www.garipdede.com
     

Share This Page