Şu kısacık geçmişin yolu üzerinde, iz bırakmış ne çok olay var. Aklınızın alabileceği sınırları zorlayan acılarla yüklü. Hepsi de, ne unutulmak ne de unutturulmak isteyen olaylar. Sözkonusu Aleviler olduğunda, İ.S.640 yıllar, en belirgin ve kimi unsurlarıyla bilinebilecek olan kanlı ve sürgünlü acıların yaşandığı olaylar tarihine bir başlangıç olarak ifade edilebilir ve 1240'lı 1510'lu yıllarla devam eder. Kimine "Engizisyon", kimine "Cihat" mercileri, kimine de "Fetihçiler" karar vermiştir ama yaşayanlar hep Aleviler olmuştur. Onları, "pirinç tanelerine çizilen mabut resimleri" kurtarmadığı gibi en azından bir bölüğünün hala tek yanlı aşkını sürdürmeğe devam ettiği Cumhuriyet de kurtarmadı!.. Tüfek icad oldu mertlik bozuldu!.. Eskiden, tüfek icat olmazdan evvel kılıçları çekip geliyorlardı. Dayanıyordun ya da dayanamıyordun ama her ne olursa olsun, cellatlarını görüyordun. Şimdilerde öyle değil, adına "mezhep çatışması" dedikleri bir amansız tezgahla geliyor gelenler. Ölüm fermanı yazanlar, kurtarıcı kahramanlar olarak geziniyorlar çoğu kez, yerde yatan ölülerin sızlayan kemiklerine basarak, geride kalanların köşelerine kuruluveriyorlar. Ne yaman ne acımasız çelişkidir bu. Unutmamak adına anımsıyorum ve unutturmamak adına yazıyorum: son 40 yılın dökümanıdır bu, 1966 Elbistan(Alevi -Sünni çatışması olarak verildi), 1969 Kırıkhan, İskenderun(Alevi-Sünni çatışması..), 1975 Sivas, Malatya, 1978-79 Sivas, Kahraman Maraş!..Dersim mi!?. Ayrıca belirtmeğe ne hacet Dersimden hiç eksik olmadılar ki!... Yıl 2 Temmuz 1993 ve yer yine Sivas. İçinden geçtiğimiz günler, en başta örgütlü yapılar olmak üzere cümle Alevilerin yüzü yine Sivas'a dönük. Sivas'ta yaşanan yangın yeri katliamının yıl dönümü ve Aleviler en başta olmak üzere, tekmil demokrasi ve özgürlük dinamikleri yine yollara düştü. Bütün yollar Sivas'a. Unutmayacağız, unutturmayacağız!... Hürafalarla Bilgilenmek, Unutmak Demektir "Ne unutmak ne de unutturmak"!.. Doğrusu, müthiş tenbih edici ve görev verici bir ifade. Madem öyle yaşanmakta olan gerçeklikle bu ifadenin bize yükledikleri arasında ne denli uygunluğun olup olmadığını görmek önem kazanıyor. Seksen yıllık tarih içerisinde, eğer Aleviler, daha baştan itibaren örgütlü bir güç olarak devreye girip Cumhuriyetin oluşumuna müdahale edebilseydi, oluşan cumhuriyet hiç kuşkusuz, en azından kendileri aleyhine, bu denli "yok sayan" bir zeminde gerçekleşmezdi. Aleviler, farklı din toplulukları olarak başından beri anayasal düzende yok sayılmıştır ve hiç bir Anayasal güvenceye sahip değildir. Bu gün halâ bu zemindedir ve örgütlü bir güç olarak tarih sahnesine yeniden çıkışının temel nedeni de budur. Ne ki, hangi etniden olursa olsun tekmil Aleviler, böylesine belalı bir geçmişle, hem kendilerini hem de içinde bulundukları anayasal düzeni sorgularlarken, Cumhuriyete, Cumhuriyetin önderine hala tek yanlı bir sevda içindedirler. En azından önemli bir bölümü böyledir. Bırakalım seksen yıllık Cumhuriyet döneminde olup bitenler hakkında doğru bir bilgilenmenin sahibi olmayı, daha dün kadar sıcak olan, Maraş, Sivas katliamları hakkında bile doğru bir bilgilenmeye, gördüklerini yaşadıklarını doğru okumaya ve bunu pratik doğrultusuna aktarmaya sahip değildirler. Doğrudan yaşadıklarına ilişkin olarak bile hurafalarla doldurmuştur kafasını. Hal böyle olunca da, ne günceldeki yürüyüşünde önünü ışıtabilmekte ne de geleceği doğru tarzda kurabilmektedir. Sivas katliamının gerçekleştiği günden bu yana 16 yıl geçti. bu zaman zarfında özellikle Demokratik Alevi Hareketine önderlik edenlerin ne söylemleri ne de duruşlarında ciddi bir değişme ve derinleşme olmadı. Her nedense daha ilk günden, sözkonusu katliamı, "bir avuç gerici, şeriatçı, faşist güruhların saldırısı" olarak gördüler, bugün hala öyle gitmektedirler. Ne adına sevdalandıkları Cumhuriyete damgasını vuran gerçek hükümdarları gördüler ne de bu gün halâ kendilerini hak sahiplerine ölümüne dayatan vesayetçileri. Ya da vesayetlerinden asla vazgeçmeyeceklerini belirten, apoletli hükümdarları görmemektedirler. Dahası, bir çok durumda onlarla aynı argümanlara sahipler ki, en kötüsü de bu olmaktadır. Bu yaklaşımla, kendilerini halden hale uğratan bu sistemle hesaplaştıklarını sanmaktadırlar. Sivas katliamının yeni bir yıldönümünün öngününde AKP milletvekili Çamuroğlu ile yaptığı bir polemikte, Pir Sultan Abdal adını taşıyan bir Alevi Hareketi?nin önde geleni hala eşeği değil semeri dövme çabasındadır."Eğer Sivas?ta olanlar şeriatçı kalkışma değil idiyse, cumhuriyet tarihi boyunca onca yobaz ayaklanmalarından herhangi biri de şeriatçı ayaklanma değildi? Demektedir Çamuroğlu?nun, çamurluğuna karşılık olarak. AKP li dolayısıyla dönek bir şeriatçı oldu yargısına dayanmaktadır bu yanıt ve ona karşı müthiş cumhuriyetçidir. Mutlak surette vesayetçiler tarafından alkışlandığını da düşünmüştür bu kardeşimiz!.. Örneklerin sahipleri değil uğraştığımız sahip oldukları anlayıştır. Aynı çerçeveden seçtiğim bir başka örnekte şunlar ifade ediliyor: "Sivas?taki olay; Cumhuriyete karşı bir duruş hareketidir. Burada atılan sloganlardan birisi de; ?Cumhuriyet Sivas?ta kuruldu, Sivas?ta yıkılacaktır?. Bu olay bir yanıyla Cumhuriyeti yıkma girişiminin provasıdır. Diğer yandan bu olay; Cumhuriyet yönetimi yerine Şeriat anlayışının, Şeriat yönetiminin özlemini dile getiren bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayışın, bu topluluğun arkasında; yıllarca bu ülkeye ?Ilımlı İslam?ı yerleştirmeye çalışan Emperyalist desteği görmezlikten gelemeyiz. Yıllar önce ?Yeşil İslam Kuşağı?, ardında da ?Ilımlı İslam? anlayışı bu coğrafyada en çok konuşulan ve en çok taraftar toplayan bir ABD projesi olarak toplumumuza dayatılmıştır. Tabi ki Aleviler adına yapılan bu değerlendirme, göründüğü üzere katıksız bir anti-emperyalisttir de!. Ne ki, Sivas katliamına karar veren makamlarla aynı argümanlara sahip olduklarının farkında bile değiller. Tıpkı, şu anda cezaevine bulunan Ergenekoncular gibi şeriatçı gericilerin cumhuriyetçi laiklere karşı bir kalkışması olarak görmektedirler. Ne kadar trajik bir gerçeklik ki, halihazır bir tutuklama hareketi başlamışken, mağdur ve müdahil bir taraf olarak bu yargılamalara müdahale edip, bizzat Maraş'ın, Sivas'ın planlayıcılarının açığa çıkarılması mücadelesi verilecekken, havanda su dövülüyor. O katliamları kuran ellere, plânlayan ve yürürlüğe koyan ellere değil, onların sokağa saldıkları ölüm tabancalarına yükleniyorlar. Bu gün için bunca açığa düşmüş gerçekliğe karşın, adeta "sokulduğumuz korku tünellerinden çıkmak istemiyoruz" dercesine kendi gerçeğinden sinikçe kaçmalar her halde yukarda da belirttiğimiz "Unutmamak ve unutturmamak" anlamına gelmiyor. Çok daha tehlikeli bir biçimde, hem de kendi ellerimizle, hem unutmak hem de unutturmak anlamına geliyor ne yazık ki.. Katliamın onaltıncı yılını idrak ediyoruz. Daha bir kitlesellikle, sadece Aleviler değil, demokrasi ve özgürlükler noktasında en dinamik yapılanmalar, örgütlü güçleriyle, belli ki Sivas'ta, Madımak önünde olacaklar. Diliyorum ki söylemlerinde ve istemlerinde, yukardan beri söylemeye çalıştığım hürafalardan arınarak dillenirler. Bu aynı zamanda, kendileri gibi hak sahibi olanlarla, örneğin Kürt özgürlük hareketiyle, emek hareketiyle, kadın hareketiyle, İnsan hakları hareketiyle... daha doğru yerde, daha doğru ve sağlam bir duruş tayin ederler. Buna her zamankinden daha fazla gereksinim var. Hem kendileri için hem de özlemini çektikleri demokrasi ve özgürlükler için. Sonuç Olarak: Bu gün Alevilerin yaşadıkları, dünkü tarihte ve o tarihin yazılışında vardı. Dünkü tarihi yapanlara ve yazanlara, günün Alevi Ataları kendi yaşadıklarıyla müdahale edememişlerdir. Yazılana şerh dahi düşememişlerdir. Daha İttihat ve Terakki döneminde tarihe düşülen şu kayıt, halâ en büyük bölücülüğü yapıyor ve sadece Alevi olanların değil bir tekmil demokrasi güçlerinin önünü karartıyor.Böylece de hem inkarcılığın hem de imhacılığın teorik zeminin hazırlıyor. Yani "zor" denilen edinimin, ideolojik "ikna" zeminin, dolayısıyla da meşruiyet zeminin maddi temelini hazırlıyor. Neydi bu tarihe düşülen kayıt; "Alevilik Türklüktür" olduğuydu. Peki, vurgu böyle yapılmışta bu zeminde düzenlenen Anayasal yapıda, Türk etnisinden Alevi, Anayasal düzendeki yerini almış mı? Elbette ki almamış, ne ki o bir Alevi olarak daha özgün haklarının ne olabileceğini bile anlamadan, bilmeden, Cumhuriyetçiler hanesine kayıt edilmiştir!. Böylece yapılanmada Aleviler yönünden çekiç hatası, daha baştan itibaren atılarak gelmiştir. "Alevilerin Birliği" deniyor ya, bu geçmişte de olmamıştır bu günde olmaz. Yukarıdaki tanım kama gibi girmiştir Alevi Meydanlarına. Dün de bölmüştür bu gün de böler, bölüyor da!. Bu anlayışın politik sonuçları olduğu için dün bölmüştü, bu günde böler.Kürt etnisinden Alevilere, "Öz türküm Horasan'dan geldim" dedirtmekle ne Türk ne de Alevi olunamadığı ortadadır. Bu yüzden, daha cumhuriyete hükmeden iradece yürürlüğe konmuş Koçgiri Kızılbaş katliamına kayıtsız kalınmıştır ve kayıtsızlık, Dersim katliamına dek uzana gelmiştir. Bu gün dahi Aleviler en başta olmak üzere, tekmil demokrasi dinamikleri, bu katliamları hangi kategoriye sokarak ele alacaklarına karar verememişlerdir. Salt bununla da kalsa neyse, daha bir çok hadisenin ele alınmasında aynı kafa kargaşası sürmektedir. Cumhuriyet öncesi din/devletinde iki kategori insan vardı. İslam?ın hükümleri bunu öngörüyordu. Buna göre "Mümin" vardı bir de "Müşrik" vardı. Görülüyor ki,İslama göre de genel olarak bir insanlık yok. Aleviler, İslam?a göre müşriktiler ve İslam?ın hukukunda yerleri yoktu. Hiç bir yasal güvenceye ve korunmaya sahip değillerdi. Bu nedenle katledilmelerinin meşruiyetini bu zemin sağlıyordu. Cumhuriyet, bir ayağıyla bu hukuku devralırken diğer ayağıyla da, ilhamını İslam hukukundan alan ama ondan daha dar olan. " Bir Türk ve müslüman" olan vardır bir "Türk ve Müslüman" olmayan. Yani kafirden sayılması gereken. İşte bu her şeyi belirliyor. Diliyoruz ki, bu yıl ki Sivas etkinliği, bütün bu kargaşanın yerine oturmasına, günün tarihinin doğru ve sağlam yazılmasına vesile olur. Aksi halde gelecekteki Alevi kuşakları da bu gün bizim yaşadıklarımızı devam ettirir. Ettirmesin!. HAŞİM KUTLU