ÜÇÜNCÜ İMAM HZ. İMAM HÜSEYİN'İN HAYATI VE KERBELA OLAYI Hz.İmâm Hüseyin, Hicret´in 4. yılında Şaban ayının 3. gününde Medine-i Münevvere´de dünyaya gelmişlerdir. Hz.İmâm-ı Ali ile Hz.Fâtıma´tüz-Zehrâ´nın ikinci oğullarıdır. Hz.İmâm Hüseyin´in künyeleri; âEbû Abdullahâ, lâkapları; âSıbt, Şehit, Tâbi´li emr´illah (Allah´ın emrine uyan), Zeki ve Mübârekâ tir. Hz.İmâm´ın 5 erkek, 3 kız olmak üzere 8 evlâtları olmuştur. Erkek evlâdının üçünün adı Ali´dir; içlerinden sadece Ali Zeynel Ãbidin kendilerinden sonra hayatta kalmış ve soyları Hz.İmâm Zeynel Ãbidin Ãli´den yürümüştür. Ali Ekber ile süt emer bir çağda bulunan Ali Asgar ise Kerbelâ´da şehit olmuşlardır. Hz.Peygamber bir hadîslerinde; âHüseyin bendendir, ben Hüseyin´denim; Hüseyin´i seveni Allah severâ buyurmuşlardır. Bu sözü söyleyenin kendi dileğine uyup söz söylemediği, sözünün vahye uygun olduğu Kurân-ı Kerîm´de; â(3) O, arzusuna göre söz söylemez. (4) O´nun sözü kendisine vahiy olunan bir vahiyden başka bir şey değildirâ (Necm 3-4. âyetler) âyetleri ile bildirilen ve yine; âElbette Rabbin sana ihsân edecek, sen de hoşnut olacaksınâ (Duhâ 5.âyet) âyeti ile müjdelenen iki cihân serveri, Peygamberlerin sonuncusu ve adı Allah adından sonra anılan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Muhammed´dir. Hz.Resûl-ü Ekrem´in, Hz.Fâtıma´nın evlerinin önünden geçerlerken, Hz.İmâm Hüseyin´in ağladıklarını duyup, Hz.Fâtıma´ya; âBilmez misin ki onun ağlayışı beni incitirâ buyurdukları da bildirilmektedir. Hz.Resûlullah yine bir hadîslerinde; âHasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin iki ulusudurâ demiş; âBabalarının, onlardan da hayırlıâ olduğunu buyurmuş ve onların; âArşın iki küpesiâ mesâbesinde olduklarını söylemiştir. Hz.Muhammed´in, bu iki göz nûru hakkındaki hadîslerini yazmaya kalksak ayrı ve büyük bir kitap olur. Hz.İmâm Hüseyin, babası Hz.Ali´nin yanından hiç ayrılmadı. Babası ile birlikte Cemel ve Sıffıyn savaşlarına katıldı. Bu savaşlarda yiğitliğini fazlası ile gösterdi ve kendisine herkesi hayran bıraktı. Hz.İmâm Hüseyin dünyaya geldiğinde, Hz.Resûl-ü Ekrem´in; âCebrâil´in onun şehâdetini kendilerine haber verdiğiniâ bildirdikleri rivâyet edilmiştir. Hz.Peygamber, Cebrâil Aleyhisselâm´dan bu haberi aldıklarında, İmâm Hüseyin´i kucaklarına alıp ağlamışlardı. Ümeys kızı Esmâ, ağlayışlarının sebebini sorunca, Hz.Peygamber; âAzgın bir tâife, onu öldürecek; onlar şefâatime nâil olamazlarâ buyurmuşlar ve bunu Fâtıma´ya haber vermemesini söylemişlerdi. Hz.İmâm Hüseyin´in doğumlarından bir yıl sonra Hz.Peygamber´e, Hz.İmâm Hüseyin´in şehâdeti yine haber verilmişti. Mü´minler anası Ümmü Seleme´de kendi evinde, Hz.Resûl-ü Ekrem´in; âİmâm Hüseyin´in Kerbelâ´da şehit edileceğiniâ haber verdiklerini bildirmişlerdir. Hz.İmâm Hüseyin, kardeşleri Hz.İmâm Hasan´ın, Muâviye ile uzlaştıklarını duyunca, huzûrlarına varıp sebebini sormuşlardı; aynı zamanda da ağlamaktaydılar. Hz.İmâm Hasan´ın kardeşine cevapları şu olmuştu; âBundan önce babam Hz.Ali´nin uzlaşmasına sebep olan şey, bana da sebep oldu.â Hiç şüphe yok ki bu soru, Hz.İmâm Hasan´a itiraz yollu sorulmamıştı; böyle bir şey olamazdı da. Ancak Hz.İmâm Hüseyin´in, bu sorusu ilerideki kıyâmlarına aykırı gibi görülen bu uzlaşmanın sebebini daha da açıklatmak içindi. Hz.İmâm Hasan´ın vefâtlarından sonra Iraklılar, Muâviye aleyhine hareket tasarlamışlar, Hz.İmâm Hüseyin´e bey´at etmek istemişlerdi. Hz.İmâm Hüseyin´den; âMuâviye ile aramızda uzlaşma var; onu bozmak olmaz; Muâviye ölünce bu iş için gereken şeyi yapacağımâ cevabını almışlardı. Hz.İmâm Hüseyin, kardeşleri Hz.İmâm Hasan´ın vefâtlarından 9 yıl sonra ve Muâviye´nin ölümünden 2 yıl önce Mekke´ye gitmişlerdir. Burada Hâşim oğullarıyla,âEhl-i Beytâ dostlarını toplayıp onlara bir hutbe îrâd buyurmuşlar; âEhl-i Beyt´eâ ve âEhl-i Beytâ ŞÃ®a´sına yapılan zulümlerden bahsedip demişlerdir ki; âBugün ben size bâzı şeyler sormak istiyorum; sözlerim doğruysa gerçekleyin; değilse yalanlayın; sözlerimi duyun, yazın, yayın; sonra şehirlerinize boylarınıza dönünce emin olduğunuz, inandığınız kişilere sözlerimi duyurun, onları çağırın; çünkü ben, bu gerçeğin sörpüp yıpranmasından, yitip gitmesinden korkuyorum; ama; «Allah, kâfirler hoşlanmasa da nûrunu parlatır»â (Saf 8. âyet) Hz.İmâm bu hutbelerinde; âZâlimlerin her tarafı tuttuğunu, Müslümanların onlara âdetâ kul-köle kesildiklerini, îmansız kişilerin iş başına geçtiklerini, inananlara acımadıklarını, zayıflara şiddetli davrandıklarını, bütün bunlara karşı da Allah´ın kendilerine ululuk ihsân ettiği kişilerin sustuklarını, bu yüzden gazaba uğramaları ihtimâlinin pek kuvvetli olduğunu anlatmışlarâ ve hutbenin sonunda; âAllahımâ buyurmuşlardı; âSen bilirsin ki bu sözlerim, hükmetmeye rağbetimden, mal-mülk elde etmeyi dilediğimden değil; ancak senin dîninin yollarını göstermek, şehirlerini mâmur bir hâle getirmek istediğimden. Böylece de mazlûm ve çâresiz kullarının esenliğe ulaşmalarını, emirlerini, hükümlerini yerine getirebilmelerini sağlamak istiyorum.â Ve sözlerini şöyle bitirmişlerdi; âEy halk, bize yardım etmezseniz, hakkımızda insâfa gelmezseniz, zâlimler size musallat olurlar; Peygamberimizin dîninin nûrunu söndürürler. «Allah bize yeter ve ona dayandık, ona yöneldik ve varıp gideceğimiz onun kapısıdır.» (Ãli İmran 173. âyet)â Görülüyor ki Hz.İmâm Hüseyin kıyâma hazırlanmaktadır. Muâviye, Hicret´in 54. yılının sonlarında oğlu Yezîd´i, halîfe olmak üzere yerine seçmişti. O yıl Şam halkı, Yezîd´e bey´at etmişler; Muâviye, Medine´ye gitmiş orada halka bu bey´at işini açmış, oğlunu övmüş, halkı bey´ate hazırlamaya çalışmıştı. Hz.İmâm Hüseyin ve Hâşim oğulları bey´at etmemişlerdi; esâsen Hz.İmâm Hüseyin, Muâviye´ye de bey´at etmemiş ve Hz.İmâm Hasan bu hususta ısrar etmemesini Muâviye´ye söylemiş, o da kabûl etmişti. Muâviye, Hicret´in 60. yılında, 83 yaşında iken öldü ve yerine oğlu Yezîd geçti. Yezîd´in o makama geçmesi ile Müslümanlık; Saltanatı sarayıyla-debdebesiyle, vezirleriyle- nedimleriyle, ordusuyla-kumandanlarıyla, zindanıyla-cellâdıyla, ihsânıyla-in´âmıyla, zulmüyle-kahrıyla ve saltanat hânedanıyla-keyfi idâresiyle, hazînesiyle ve yoksul sürünen halkıyla kurulmuştu. Ahlâk selâmeti, bencillikten, benlikten çekinmek esası, insan birliği ve eşitliği üzerine kurulmuş olan İslâm dîni; Câhiliyye devrindeki soy-boy rekabetinin yeniden canlanması, halka emredip dünyayı sömürme gayreti, zenginliğin gözleri kamaştırması, gönülleri avuç içine alması, meşrû mülkiyetin, gayri meşrû mâlikânecilik şekline girmesi, yüzünden bu hâle gelmişti. Bu dönemde Hz.Resûlullah´ın bıraktığı iki emânetten biri olan Kur´ân´ı Kerîm´in hükmü isteğe uyduruluyordu; âEhl-i Beyt´iâ ise her yerde kahrediliyordu artık. Bu zulme karşı çıkanlar; İslâm´ın esasını korumak için canlarını fedâ edenler ise İslâm arasına ayrılık sokanlar diye tanıtılıyordu. Hz.İmâm Hüseyin, Yezîd´in yaptığı bu hareketlerden dolayı, Medine´de kendilerine rastlayan ve Yezîd´e bey´at etmesini öğütleyen Mervan´ın sözlerine karşı; âİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci´Ã»nâ (Biz, Allah´ın kullarıyız, ancak O´na döneriz, musîbetlerine râzıyız.) (Bakara 156.âyet) âyetini okuduktan sonra; âEsenlik İslâm´aâ buyurmuş ve âBaşımız sağ olsun; çünkü ümmet, Yezîd gibi birinin hükmü altına girmekle büyük bir belâya uğradıâ demiştir. Yezîd, Medine Vâlisi Utbe oğlu Velîd´e; âHz.İmâm Hüseyin´den hemen bey´at almasını, bu hususta hiçbir geciktirmeye meydan vermemesini emredenâ bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Medine Vâlisi Velîd tarafından, Hz.İmâm Hüseyin´e derhal haber gönderildi ve çağrıldı. Hz.İmâm Hüseyin, böyle mühim bir işin, husûsi bir mecliste, âdetâ gizlice olup bitmesinin doğru olmadığını, halk toplanınca o vakit ne yapılması gerekse yapılacağını bildirdiler. Hz.İmâm Hüseyin kendisine yapılan bu resmi bey´ate dâvetten bir gün sonra, Hicri 60.yılı Recep ayının 29. günü; Hz.Resûlullah´ın, Hz.Fâtıma´tüz Zehrâ´nın ve âEhl-i Beyt´inâ kabirlerini ziyaret edip, Medine-i Münevvere´den çıktılar ve Mekke-i Mükerreme´nin yolunu tuttular. Hz.İmâm Hüseyin Mekke´ye hareketlerinden önce, Hâşim oğullarına; âKendileriyle gelenlerin şehit olacaklarını, fakat kendilerine uymayıp kalanların da bir fethe, bir huzûra erişemeyeceklerini bildiren muhtasar bir mektup yazdılar. Ayrıca kardeşleri Muhammed Hanefiyye´ye yazılı bir vasiyyetnâme verdiler. Bu vasiyyetnâmede Allah´ın birliğine, Hz.Muhammed´in risâletine, şehâdetle başlıyor; âhiretin, cennetin, cehennemin gerçek olduğunu bildiriyor, sonra kıyâmlarının hedefini anlatıyordu; serkeşlik, fesat koparmak, zulmetmek için kıyâm etmediklerini, cedlerinin ümmetini düzene sokmak, ma´rufu buyurmak, münkeri nehyetmek, cedlerinin ve babalarının yolunda yürümek için bu işe giriştiklerini, amaçlarını kabûl edip dâvetlerine uyanlardan memnun olacaklarını, kabûl etmeyip kendilerine yardımda bulunmayanlara, hatta kendileriyle savaşa kalkışanlara, sabırla karşı duracaklarını, bir tek kişi kalsalar da yine bu yolu bırakmayacaklarınıâ ifade ediyorlar; âAncak Allah´a dayandıklarınıâ bildiriyorlardı. Mü´minler anası Ümmü Seleme; âOğulcağızım, Irak´a gitmekle beni hüzünlere boğma; çünkü ben ceddinden; «Oğlum Hüseyin Irak´ta, Kerbelâ denilen yerde şehit edilecek» sözünü duydumâ demişti. Hz.İmâm Hüseyin: âAnaâ buyurmuşlardı; âVallâhi ben bunu daha iyi biliyorum, çâre yok, öldürüleceğim ben; öldürüleceğim günü, beni kimin şehit edeceğini, nereye defnedileceğimi, «Ehl-i Beyt´im»den kimlerin şehit edileceklerini, hepsini biliyorum; istersen şehit edileceğim ve defnolunacağım yeri sana da göstereyimâ buyurmuşlar ve Kerbelâ yönünü işaret eylemişlerdi. Hz.İmâm Hüseyin, Hicret´in 60.yılı Şaban ayının 4.günü Mekke´ye vardı. Bunun üzerine Kûfe´liler, Hz.İmâm Hüseyin´e yardım edeceklerine söz vermişler, kendilerine Irak´a gelmeleri için mektuplar yollamaya başlamışlardı. Hz.İmâm Hüseyin, kendilerinden önce Kûfe´ye amcaları Akiyl´in oğlu Müslim´i, ahvâli anlamaya, halktan kendilerine bey´at almaya ve sonucu kendilerine bildirmeye memûr ederek göndermişlerdi. Müslim Akiyl, Medine´de Hz.Peygamber´in kabrini ziyaret ettikten sonra Kûfe´ye yöneldi ve oraya ulaştı. Kûfeliler Muhtar´ın evinde, Hz.İmâm Hüseyin adına Müslim Akiyl´e gelip bey´at etmeye başladılar. Çeşitli rivâyetlere göre; Müslim´e onsekiz veya yirmisekiz bin kişi bey´at etmişti. Kûfelilerden Ümeyye oğulları tarafını güdenler, Kûfe Vâlisi Numân´ın bu hâle bir çare bulamayacağını, çetin birinin Kûfe´ye Vâli olarak gönderilmesini Yezîd´e bildirdiler. Yezîd bunun üzerine Ubeydullah İbn-i Ziyad´ı Kûfe´ye Vâli tâyin etmişti. Ubeydullah Kûfe´ye vardığının ertesi günü, halkı mescide toplayıp; âKimin evinde Yezîd´e isyân eden biri bulunursa onu, evinin kapısında astıracağınıâ söyledi; onları korkuttu. âKendisine yardım edenlere para-pul vereceğiniâ söylemeyi de ihmal etmedi. Kûfe´de bulunan Müslim Akiyl, bunu duyunca Muhtar´ın evinden çıkıp, Urve oğlu Hânî´nin evine gitti. Hânî, Ali dostlarındandı. Ubeydullah´ın adamları ise her yerde Müslim´i arıyorlardı. Sonunda Müslim´i âEhl-i Beytâ dostlarından bir kadın evine aldı. Kadının oğlu ise gizlice bu haberi Ubeydullah´a ulaştırdı. Ubeydullah, hemen Eş´asoğlu´nu yetmiş kişiyle gönderdi, evi kuşattılar. Müslim Akiyl kaldığı evden çıkıp tek başına onlarla savaşa başladı, karşısına çıkanlardan vurduğunu düşürüyordu. Bu savaşta Müslim Akiyl´in yardımcısı da yoktu. Bu arada Müslim Akiyl yaralar almış, kan içindeydi, yine de savaşıyordu. âEhl-i Beytâ düşmanları damlara çıkmışlardı; Müslim Akiyl´e taş yağdırıyorlardı. Sonunda Müslim Akiyl´i tuttular ve Ubeydullah´ın yanına götürdüler. Ubeydullah´ın adamları Müslim Akiyl´i Hükümet konağının damına çıkardılar. Müslim Akiyl; âAllahımâ buyurdu; âBizi aldatan, bize yalan söyleyen bu toplumla aramızda sen hükümcü ol.â Sonra Hicâz´a döndü; âSelâm sana yâ Hüseyinâ dedi. Bu sözlerden sonra Müslim Akiyl Hazretlerini orada şehit ettiler. Müslim Akiyl Hicretin 60.yılı Zilhicce ayının 8. günü şehit edildi. Hz.İmâm Hüseyin´de o gün âEhl-i Beyt´iâ ile Irak´a doğru yola çıkmışlardı. Hz.İmâm Mekke´de kan dökülmemesini istiyordu. Biliyordu ki; Yezîd kan dökmekten çekinmeyecekti. Bunu kardeşi Muhammed´e de anlatmıştı. Kardeşi Muhammed; âPekiâ dedi; âBari bu çoluğu-çocuğu götürme.â Hz.İmâm Hüseyin, kardeşine: âRüyada Hz.Peygamber´i gördüğünü, Irak´a gitmesini emrettiğini, Allah´ın kendisini kana bulanmış, çoluğunun çocuğunun esir edilmiş olarak görmek istediğiniâ bildirdiğini söyledi. Hz.İmâm bu konuda diğer yakınlarının ricâlarına da aynı cevabı verdi. Hz.İmâm Hüseyin, Yezîd´e bey´at etmemeyi ve bu zâlim iktidara karşı gelmeyi, îmanı ve İslâm´ı korumayı kendisine farz bilmişti. Hz.İmâm Hüseyin; Cuma hutbelerinde, Hz.Ali´ye ve âEhl-i Beyt´eâ hâşâ sövmeyi ve zulmü âdet edinen bu toplumun haksızlığını; kendine, evlâdına ve ayâline yapılan bu zulümleri; Müslümanlara yaymak, gerçeği-hakikatı gözü açık olanlara, gönüllerinde îman bulunanlara bildirmek; izzetle ölmenin, zilletle yaşamaktan çok üstün olduğunu İslâm ve insanlık tarihine kanıyla yazmak istiyordu. Hz.İmâm Hüseyin, Kûfe´ye hareketlerinden önce topluluğa şu kısa hutbeyi beyân buyurmuşlardı: âHamd Allah´a, Allah neyi dilerse o olur; güç kuvvet, ancak onunla elde edilir. Salât-ü selâm Resûl´üne. Ölüm, genç kızın boynuna takılan gerdanlık gibi Ãdem oğullarının boyunlarına takılmıştır; onlara ezelden yazılmıştır. Yâkub, nasıl Yûsuf´u özlediyse ben de geçmişlerimi öylesine özlemişimdir ve ulaşacağım şehâdet yerini Allah benim için hazırlamıştır. Allah´ın kudret kalemiyle yazılmış olan ölümden kurtuluş yoktur. Biz «Ehl-i Beyt», Allah´ın rızâsına uymuşuz; ondan râzıyım; belâsına sabrederiz; sabredenlerin ecirlerine ereriz. Hz.Resûlullah´ın bedeninden bir parçanın ondan ayrılmasına imkân yoktur; o kutluluk yerinde cennette onunla beraberdir; onun gözü, bizimle aydınlanacaktır; vaadine, bizimle vefâ edecektir. Bize canını fedâ etmeye, bizimle can vermeye hazır olanlar, Allah´a kavuşacaklarına tam inançla inanmış bulunanlar, bizimle gelirler; ben Allah dilerse sabahleyin hareket ediyorum.â Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Hz.İmâm Hüseyin bu kıyâmın âkarşı duruşun- sonunda, kendilerinin de, kendilerine uyanların da şehit olacaklarını kesin olarak biliyorlardı. Burada özetle şunu arz edelim ki; Hz.İmâm Hüseyin bu kıyâmıyla âkarşı duruşuyla-; dîni ihyâ etmiş âyeniden diriltmiş- ve âEhl-i Beyt´eâ karşı yapılan zulümleri, dîne karşı olanların zâlimliklerini gözler önüne sermiştir. Hz.İmâm´a, Kûfe´den gelen birisi Müslim Akiyl´in şehâdet haberini verdi. Hz.İmâm Hüseyin bu şehâdet haberini alınca; âİnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci´Ã»n!â (Biz Allah´ın kullarıyız, ancak O´na döneriz, musîbetlerine râzıyız.) (Bakara 156.âyet) dedi ve pek kederlendi, ağladı. Bu gelen haber üzerine Hz.İmâm Hüseyin´e, Kûfe´ye gitmeyelim diyenler oldu. Bu arada Müslim Akiyl´in çocukları; âYâ İmâmâ dediler; âKûfelilerden Müslim´in kanını almayınca bizim dönmemiz mümkün değildir! Hiç kimse gitmese bile bari biz gidelim, ya intikam alırız, ya şehâdete erişiriz.â Hz.İmâm: âBunlardan sonra, yaşayışta hayır yokâ dedi. Sonunda hepsi Kûfe´ye gitmeye azmettiler. Yine rivâyet ederler ki; Hz.İmâm Hüseyin yolda giderlerken bir yerde konaklamış, Zeyneb´in dizine mübarek başını koyup uykuya dalmıştı. Birdenbire sıkıntı ile uyandı. Nemli gözlerinden yaş dökülüyordu. Ümmü Gülsüm dedi ki: âYâ Hüseyin niçin ağlıyorsun!â Hz.İmâm cevap verdi: âŞimdi düşümde dedem Hz.Peygamber´i gördüm. Ağlayarak bana dedi ki; «Ey Hüseyin! Birbirimize kavuşmamız yaklaştı!»â Ümmü Gülsüm ağladı. Oğlu Ali Ekber babasına sordu: âEy İmâm, düşmanlarımızla çarpıştığımızda Hak bizim tarafımızda mıdır, yoksa onların tarafında mı?â Hz.İmâm: âKulların dönüp mânevi huzûruna varacağı Allah´a andolsunâ buyurdu; âHak bizdedir, biz Hak ile beraberizâ dedi. Ali Ekber: âBabacığımâ dedi; âHak bizde olduktan sonra ölümden ne pervâmız olabilir. Her ne cefa düşünülmüş olsa da gam değil!â Hz.İmâm bu sözler üzerine oğluna hayır duâda bulundu. Hz.İmâm buradan da yola devam ederek âKatkataneâ denilen bir yere indiler. Hz.İmâm burada bütün askerlerini topladı. Onlara Müslim Akiyl´in şehit olduğunu ve Kûfelilerin ihânet ettiklerini açıkladıktan sonra şöyle buyurdu: âEy kavmim! Kûfelilerin ahidlerini bozarak Müslim Akiyl´i şehit ettikleri kesin suretle anlaşıldı. Yezîd´in askeri vuruşmak ve öldürmek için etrafımızı çepeçevre sarmıştır. Biliyorum ki, şehit olmak gerçeği bana zafer ve nusret vermez, şecâat gayreti de geri dönmeyi câiz görmez. Herhâlde bu belâ denizine dalmak lâzım geliyor. Sizin hepinize ruhsat ve izin veriyorum. Kurtuluş kapıları kapanmadan kendinizi selâmete doğru çekip bu tefrikadan emin olunuz.â Rivâyet olunur ki; Hz.İmâm Hüseyin´in bu sözlerinden sonra o topluluktan o vakte kadar hatırlarında henüz dünyadan faydalanmak şüphesi kalanlar, Hz.İmâm´la alâkayı kestiler. Sevgi davasında sabit kalanlar ise Allah´ın yazdığı kazâ ve kadere râzı olup şöyle figân ettiler: âEy doğru yolu gösteren! Ey sırât-ı müstakimin yol göstericisi! Biz senin yanında hidâyet yolunun yolcusu iken, bize imtihanla tasalanma çölünün yolunu gösterme.â Gerçekten de bu zamanda saâdetle şakavet birbirinden ayrıldı. Saîd ile şakî imtihanla belli oldu. Hz.İmâm Hüseyin yola devam ederken sahrada, Riyâhi oğlu Hur´un askerleri ile karşı karşıya geldi. Hz.İmâm bunların hallerini tahkik etmek için o askerlerin başbuğlarının çağrılmasını buyurdu. Riyâhi oğlu Hur, hiç çekinmeden Hz.İmâm´ın karşına geldi. Hz.İmâm onun ismini, hûviyyetini sordu ve; âEy Hur, bizim lehimiz için mi, aleyhimiz için mi geldin? Yâni bana yardıma mı, yoksa benimle cenge mi geldin?â Hur cevap verdi: âYâ İmâm! Ubeydullah İbn-i Ziyad tarafından senin yanında bulunmaya ve senin Kûfe´den başka bir yere gitmene müsâade etmemeğe memurum!â Hz.İmâm: âLâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (Allah´tan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur)â dedi ve ilâve etti; âEy Hur. Şimdi namaz kılalım, sonra nereye gideceksek oraya gidelim!â Hur cevap verdi: âEy Resûl´ün oğlu! Sen zamanın imâmısın, imâmlık et sana uyalım.â Hz.İmâm, Hur´a: âAllah sana iyilik versin!â dedi. Hep beraber namaz kılındıktan sonra Hz.İmâm Hüseyin Allah´a hamd-ü senâ, Resûl´üne salât-ü selâmdan sonra beliğ bir hutbe beyân buyurdu ve Kûfe ahalisini kendisine muhatap tutarak vaazını şöyle sürdürdü: âEy Muhammed ümmeti! Benim, Yezîd´in boyunduruğu altına girmem münasip görülmeyip, onun makbûl sayılmayan itâatinin altına geçmediğim apâşikâr anlaşılmıştı. Mekke´de karar kılıp oturuyordum. Siz ey Kûfeliler, bana tevâtürlü mektuplar gönderdiniz. Sevgi ve saygı arzettiniz. «İmâmımız, uyacak kimsemiz yok!» diyerek benim buraya gelmeme lüzûm gösterdiniz. Eğer hâlâ o kararda iseniz ben bana lâzım olanı yaptım. Siz de kendinize düşeni yapınız. Eğer saâdet mülküne gitmekte dünya sevgisi çölünün dikeni eteğinize yapışmış ise ve yaptığınız işe pişman iseniz yolumun dikeni olmayın! Geldiğim gibi dönüp gideyim. Çünkü ben bu diyâra gelmeyi savaşmak ve öldürmek için kendi re´yimle, arzumla istemiş değilim. Kan dökülmesine de râzı değilim.â Hur: âEy Ali oğlu Hüseyin, benim bu mektuplardan haberim yokturâ dedi. Hz.İmâm: âSenin haberin yoksa askerinin arasında haberleri olanlar çokturâ dedi. Sonra o mektupları orada hazır bulunanlara gösterdi, onları utandırdı. Bu sırada Kûfe tarafından altı kişi acele ile gelerek, Ubeydullah İbn-i Ziyad´dan Hur´a bir mektup getirdiler. Gelen mektupta; âHz.İmâm Hüseyin´in hemen hücum edilip yakalanarak Kûfe´ye getirilmesiâ isteniyordu. Hur o mektubu okuduktan sonra mektubu Hz.İmâm Hüseyin´e göstererek dedi ki; âEy HaşÃ®mi Peygamberinin kıymetlisi! Ubeydullah İbn-i Ziyad senin hususunda ne kadar ihtimâm ediyor. Ben senin hakkında ne tedbir alayım diye hayretteyim ve eğer seni affedip bıraksam Ubeydullah İbn-i Ziyad´dan korkarım. Eğer sana kıyarsam Allah´ımdan korkarım. Ama Allah korkusu, Ubeydullah İbn-i Ziyad korkusuna galiptir. Fakat vuruşma ve öldürüşmenin anlaşmaya, arkadaşlığa döneceğini ve Hak´kın bana size tâbi olmanın devleti içinde saâdeti müyesser edeceğini umarım. En iyisi şudur ki, gece karanlığı bastığı zaman göçüp ne tarafa murad ederseniz gidersiniz.â