SÜNNİLERE SORULAR. DR. İSMAİL KAYGUSUZ

Konu, 'Yazılar, Makaleler, Araştırmalar' kısmında seyduna_34 tarafından paylaşıldı.

  1. seyduna_34

    seyduna_34 Daimi Üye

    Ahmet Hakan, Hürriyet, 07.07.2006

    Alevilere sorular

    NEDİR Alevilik?

    Muaviye´nin Ali´yi ekarte etmek için yaptığı hile ve desise dolu siyasal ayak oyunlarına itiraz etmek midir? Ali´ye yapılan zulmü unutmamak mıdır?Kerbela´da Hüseyin´e yapılanların yasını tutmak mıdır? Yezit´e lanet, "Hüseyin´e bin selam" mıdır?
    Nedir Alevilik?
    Bir itiraz geleneği midir?
    Yüzyıllardır diri tutulan bir başkaldırı hareketi midir?Ulu kişiler için tutulan bir yas mıdır?
    Hep muhalif olmak mıdır?
    Bir meseleye inat ve sabırla sahip çıkmak mıdır?
    Egemen din anlayışına sahip olanların zalime "zalim" deme cesaretini göstermemelerine yönelik bir isyan mıdır?

    Nedir Alevilik?

    Saltanat karşısında "Ey özgürlük" diye haykırmak mıdır?

    Eğer böyleyse Osmanlı saltanatına karşı bir başka saltanatın, mesela "Şah İsmail saltanatı"nın türkülerinin söylenmesi nedendir?
    Ali´siz de olur mu? İslam´ın içinde midir, dışında mıdır? Bir mezhep midir, ayrı bir din midir? Kökeni Şamanizm´e kadar giden, "kavimler kapısı" Anadolu´nun gelmiş geçmiş bütün kavimlerinin inançlarından etkilenmiş bir hoşgörü ve tolerans öğretisi midir? Nedir Alevilik? Temel kaynakları nedir? "Söz"e mi dayanır, "yazı"ya mı?
    Bütün Alevilerin üzerinde ittifak ettiği bir "öğreti"den söz edebilir miyiz?
    Yoksa herkesin Alevilik anlayışı kendine özgü müdür?
    Pir Sultan Abdal Derneği mi Alevilik anlayışını temsil eder, Cem Vakfı mı?
    O zaman Fermani Altun ne yana düşer?
    Sünniliğin camisine karşı Aleviliğin cemevi mi vardır?
    Cemevlerinin tarihi nedir? Ne zamandan beri caminin alternatif olmuştur?
    Teorinin gizli bilgisi "Dedeleri" denilen ayrıcalıklı zümrenin tekelinde midir?

    "Dede" kime derler? Nasıl "dede" olunur?

    "Dedeler" ile bir Batılılaşma projesi olan "Cumhuriyet" arasında büyülü bir ilişki kurmak nasıl -mümkün olabiliyor?

    Ahmet Hakan´ın 7 Temmuz´da Hürriyet yayınlanan yukarıdaki yazısında “Alevilere

    Sorular”ı tersine çevirerek Sünnilere sorma gereğini duyduk. İ.K

    Sünnilere Sorular

    İsmail Kaygusuz

    Sünnilik nedir?

    Muaviye,nin Sıffin savaşında Ali´ye karşı kullandığı hile ve desise dolu siyasal ayak oyunlarını haklı bulmak mıdır? Ya da Ali ve evlatlarına yapılan zulmü onaylamak mıdır?

    Peygamberin torunu Hüseyin´i, Emevi halifesi Yezid´e biad etmediği için isyancı sayarak ona yapılanlara karşı çıkmamak mıdır? Hüseyin´i haksız bulup, Yezid´i doğrulamak mıdır? “Sana binlerce selam ya Yezid!” diye haykırmak mıdır?

    Nedir Sünnilik?

    Zalim, baskıcı yönetimlere boyun eğme itiraz etmeme geleneği mi?

    Peki, yüzyıllardır diri tutulan başkaldırı hareketinin karşısında olmak, onu ezenlere yardımcı olmak değil midir?

    Ya da gerçeğin ulu kişilerini unutup, kendi inanç ve görüşleri dışındakileri aşağılayan, onlara yaşama hakkı tanımayan değersiz kişileri anmak mıdır?

    Muhalif olanları, sorunlarına ‘inat ve sabırla sahip çıkanları´ susturmak için hertürlü aracı kullanmak mıdır?Yani, egemen din ve inanç anlayışı olarak Sünnilik, zalime “zalim” deme cesaretini göstermeyi engellemek midir?

    Nedir Sünnilik?

    Saltanat karşısında “ey özgürlük!” diye haykırmayı günah saymak ya da cesaret edememek midir?

    Egemen inanç olarak 618 yıl boyunca Osmanlı Padişahlarının methiyelerini gazellerini söylemeyi hak görürken, Alevilerin elli yıllık bir ihtilâl sürekliliğinde yarattığı Kızılbaş iktidarının simgesi olan 18 yıllık “Şah İsmail saltanatı”nın türkülerini söylemelerini çok görmek; hatta onları aşağılayarak yasaklamak mıdır?

    Ya Ebubekir, Ömer, Osman´sız –hatta Muaviye´siz- Sünnilik olur mu?

    Batıni (içsel, ésorerique) İslam olarak Alevilik, İslam dininin hep içindeydi; zahiri (dışsal, éxoterique) İslam olarak Sünnilik nerededir? İslamın dış yüzeyinde bir yerde, ama ötesinde mi berisinde mi, hangi köşesindedir?

    Sünnilik, tek başına İslam dinini temsil edemeyeceği tarihsel ve güncel bir gerçeklik olduğuna göre, bir mezhep midir? O zaman Hanifi, Maliki Şafii ve Hanbeli adlarıyla dört bölüğe neden ayrılmıştır?

    Böyle olunca bütün Sünnilerin üzerinde ittifak ettikleri tek bir “öğreti”den sözetmek olası mıdır? Herkes kafasına, zihinsel yeti ve gelişmişliğine göre bir anlayış içinde mi değerlendirmektedir? Yoksa dört mezhepten oluşan Sünnilik, bunları kurduran Emevi-Abbasi hanedanlarına özgü bir din midir?

    Öyle “İslami cila altında Şaman inancı”yla filan değil, İslamın batıni tasavvufunun özgürlükçü ve hoşgörü anlayışına sahip kitleler halinde Anadolu´ya gelen Alevileri, bu özelliklerinden dolayı mı dinsiz inançsız sayıp horladınız? Dıştalayarak zulümlerden zulüm beğen dediniz?

    Tarih boyu iktidar olmuş ve İslam dinini kendi inanç anlayışına aykırı yorumlayarak yaşayan Aleviliği yok saymış; bu inanca saygı göstermemiş, eğitim ve öğretimine izin vermemiş, kitaplarını yasaklamış-yoketmiş mensuplarını kırımlara uğratmış yönetimlere destek verip onaylamış, Sünni inancın mensuplarının Aleviliğin temel kaynakları nelerdir diye sormaya hakkı var mıdır? Hele 21.yüzyılda bile Türkiye Cumhuriyetinin din bilgini ve tarihçileri, hatta Üniversitelerinin bu inancın temel kaynaklarına yönelik bilimsel tarafsızlık içerisinde araştırma yapmamış olması kimin ayıbıdır?

    Egemen inanç olarak Sünniliğin sapkınlık görüp yasaklamış, yönetimlerinin yaktırıp yokettirmiş olmasına rağmen tüketemediği, asıl kaynak olan İslamın kutsal kitabının batıni yorumları üzerinde temellendirilmiş çok sayıda kaynak kitapları vardır Aleviliğin. Bunların büyük çoğunluğunun Batılı bilim adamları tarafından incelenip yayınlanmış olması, sözde laik Türkiye Cumhuriyetinin diyanetçi siyaseti ve Türk Üniversiteleri, Teoloji (İlahiyat ) Fakülteleri için kara leke değil midir?

    Alevi temel kaynaklarındaki inançsal tarihsel bilgilerin yazılı olarak Anadolu´da yayılıp yaygınlaştırılmasının ölümcül yasaklarla önlenmesi yüzünden, ellerine geçen elyazmalarını yedlerinde tutup canları pahasına koruyarak okuduklarını kuşaktan kuşağa sözel aktarma hizmeti görmüş “Dedeler”e ayrıcalıklı zümreler nitelemesinde bulunmak hak(k)aniyete sığar mı?

    Acaba ikinci “Ebu Hanife” diye adlandırılan Şeyhülislam Ebusuud Efendi´nin yeri Sünniliğin neresindedir? Haydi bu şanlı fıkıh bilgini(!) çok eskilerden diyelim; “Rasail´i Nur” sahibi Şeyh Saidi Nursi ve tilmizleri mi yoksa Esat Coşan Efendi ve tilmizleri mi Sünni inanç anlayışını temsil ediyor?

    Ayrıca Fethullah Efendi hazretleri ve sayın Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ile vakıf kuruluşları ve 6-7 Bakanlık bütçesine eş bütçesi 100 binlik İmam ordusuyla Türkiye´nin en büyük Holdingleri arasında yerini almış Diyanet İşleri kurumunun Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Sünni inancının hangi yanına düşüyor dersiniz?

    Kur´an´ın, “heryerde, her durumda Tanrıyı anmayı, Tanrıya dua etme”yi buyuran açık ayetlerine rağmen, tapınma yerlerinin cami olduğuna inanmış ve orada bunları uygulayan Sünnilerin, Hak-Muhammed–Ali yolunu sürdüren Alevilerin tapınmalarının uygulandığı yerin Cemevi olduğuna inanmış olmaları ve Hak hizmeti Cem´lerini burada yapmalarına karşı çıkmaya hakları olabilir mi?

    “Toplanıp dua edilen, Tanrıya secde edilen yer”anlamına gelen “mescid”in değil, Cami´nin tarihi ne zamandır? Hem sonra söyler misiniz; 637 yılında 2. Halife tarafından Kudüs´deki Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine yaptırılmış Ömer camisi, Mescid el-Aksa adıyla vahiy tarihi 618 olan İsra Suresi´nde nasıl geçiyor? Mescid sözcüğüne “namaz kılınan küçük cami” biçiminde uyduruk bir anlam verilerek, “müslümanlar ibadetini camide yapar”a mı dönüştü yoksa?

    Aleviler İslam dini olarak, Muhammed Peygamber´in 616 yılında ilk Kırklar meclisinin toplanmasıyla başlayan ve 632´de Gadirhum konuşmasıyla tamamlanan İslamın oluşum dönemini; meclisli, musahipli ve tanrısal demokrasinin uygulandığı devreyi algılamakta. Bu nedenle Muhammedin rehberliği ve Ali´nin mürşitliğinde Mekke´de (kaya kovukları mağaralar, karanlık sokakların gözlerden saklı karanlık delhizlerinde, güvenli evlerin mahzenlerinde) gizli, Medine´de ise, Hicretin ikinci yılında kurulan Mescid-i Nebevi´de yapılan toplu tapınmalar, dönüştüğü göksel Kırklar Meclisi kutsal mitosuyla inançsal tapınma geleneklerinde simgeleşmiş ve Cemevlerinde sürdürülmekteyse, “Müslüman ibadetini camide yapar, siz müslüman değil misiniz?” diyebilme yetkisini nereden alıyorsunuz? Onları ancak Hak-Muhammed-Ali sorgulayabilir; Görgü Cemi´nde Pir, Rehber ve Mürşid makamında oturan Dedeler tarafından cemdeki canların huzurunda onların adına zaten yapılıyor. Ancak “Dedeler” de ayrıcalıklı bir zümre asla olmaz ve olamaz; çünkü Cem´de kadın-erkek, büyük-küçük, kardeş- bacı, karı- koca, dede-talip birbirine eşittir, sadece Can´dır ve “eşikte oturanla döşekte-postta oturan birdir” ilkesi geçerlidir.

    Sadece bu bağlamda bile “Dedeler ile Batılılaşma projesi olan ‘Cumhuriyet´ arasında büyülü bir ilişki kurmak” olasıdır; peki, başında bulunduğu kurumu, Cumhuriye´in yıktığı Osmanlı´nın Şeyhülislamlık´ının devamı olduğunu söylemekten çekinmeyen Diyanet İşleri Başkanı ile –bırakınız büyülüsünü- bir nebzecik ilişki kurulabilir mi?

    PROF.DR. HALİME KOZLUBEL DOĞRU'YA...
    PROF.DR. HALİME KOZLUBEL DOĞRU'YA HİTABEN MEKTUP

    Akademi Başkanı Mustafa Düzgün'ün, temelde gerici yönetimlerin, fanatik Sünni ve şeriatçı çevrelerin Alevilere yönelttikleri iftira ve karaçalmaların, takiyye yapılarak hala sürdürüldüğünü ima eden ifadeleri “Anavatana Kavuşunca Memleket Hasreti Başlar” adlı kitabında kullanan Prof. Dr. Halime Kozlubel Doğru´ya hitaben yazdığı mektup şöyledir:


    Prof. Dr. Halime Kozlubel Doğru,

    Biz; merkezi Almanya´nın Bremen kentinde olup, yaklaşık 10 yıldan beri hizmet veren Avrupa Alevi Akademisi´yiz. Sırf Avrupa ülkelerindeki sayıları bir milyonu aşan ve hemen tümü Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bulunan bir topluluğa, Alevi toplumuna eğitim ve araştırma hizmeti vermekteyiz. Bu arada Türkiye´de yaşamakta olan 25 milyonu aşkın insanımıza, tüm Türkiye´ye karşı kayıtsız kalmadığımızı, çağdaş değer ve kazanımların korunması, gerçekten laik ve gerçekten demokratik bir yapılanmanın sağlanması amacıyla, hiç mi hiç ?takiye? yapmadan, apaçık ve mertçe mücadele verdiğimizi de yinelemeliyim.

    Gerçek böyleyken, dünyadan haberi olmayan sıradan birileri, ?Kızılbaş? sözcüğünü, Osmanlı yöneticilerinin yaptığı gibi kötü anlamda kullansaydı, fazlaca yadırgayıp hayıflanmazdık. Haydi soyadınızdaki ?Doğru? sözcüğünü soyadı yasasının bir hatası olarak niteleyelim; peki bu ?Prof. Dr. ?ye ne demeli? Bir bilim adamı olarak, temelde gerici yönetimlerin, fanatik Sünni ve şeriatçı çevrelerin Alevilere yönelttikleri iftira ve karaçalmaların, takiyye yapılarak hala sürdürüldüğünü ima eden ifadelerde bulunmanız, doğrusu hoş görülür, sineye çekilir gibi değil.

    Söylenecek söz çok! Yararı olmamışsa ve de olmayacaksa kısa kesmek galiba en hayırlısı!

    10 – 11 Haziran 2006 günlerinde, Akademi Bilim Kurulu üyelerimizin, diğer kurul ve çalışma birimlerimiz ile çok sayıda seçkin davetlinin hazır bulunduğu Sempozyum´da, divana sunulan bir önerge üzerine, Anavatana Kavuşunca Memleket Hasreti Başlar adlı kitabınızın içeriği hakkında bilgi verilip söz konusu bölümler ayrıca değerlendirilerek, o esnada oturum başkanı da olan Akademi Başkanı´na, şahsınıza böyle bir mektubun yazılması görevi verildi.

    Kumluca köylülerinden, sözünü ettiğiniz Üniversite´nin bölüm başkanı ve orada çalışan ?kalabalık bir Alevi grup?tan, tüm Aleviler´den ve kim, hangi ulus, hangi din ve inançtan olursa olsun insanlara iftira ve karaçalmaktan kaçınmayı ahlaki bir ilke olarak değerlendiren onurlu ve saygın insanlardan açıkça ve tarih önünde özür dilemelisiniz!

    Unutmayınız ki tarih ve insanlık önünde hesap verecek olanlar, hakaret ve iftiraya uğrayanlar değil; namuslu insanlara çamur atmayı marifet sananlardır!


    Mustafa Düzgün
    Akademi Başkanı
     
  2. sanem_62

    sanem_62 Daimi Üye

    Paylaşımın ıcın Tesekkurler canım Emegıne saglık...
     

Sayfayı Paylaş