Siz canlarla paylaşmak istedim... Yezid’in Başımı Kestiğini Duyarsanız, Biliniz ki O Baş Biat

Konu, 'ALLAH'ın Arslanı. Hz. Ali' kısmında Asi_Prenses tarafından paylaşıldı.

  1. Asi_Prenses

    Asi_Prenses Daimi Üye

    Yezid’in Başımı Kestiğini Duyarsanız, Biliniz ki O Baş Biatsızdır
    ________________________________________
    Adını Hz Peygamber koymuştu Hüseyin. Hüseyin altı aylıkken doğup yaşayan mucizevi bir insandı. Gururluydu. İnançlarından taviz vermez, geri dönmez kararlı bir ruha sahipti.

    Peygamberin en çok sevdiği, kızı Fatma’ya “bilmez misin ki onun ağlayışı beni incitir” diyerek çıkıştığı derecede değer verdiği torunuydu. Yine peygamberin “onlar benim dünyadaki iki demet çiçeğimdir” dediği iki torunundan biriydi. Ama peygamberin ölümünden sonra ne onun tasavvur ettiği dünya kalmıştı, ne de o dünyaya bıraktığı iki demet çiçeği. Çiçeklerden biri olan Hasan hem halkı, hem de eşi tarafından ihanete uğramış ve ölmüştü. Sırada ikincisi vardı. O da ihanete uğrayacak, ancak baş eğmez, taviz vermez inançlı duruşuyla asırlara varan simge bir isim olacaktı.

    Ağabeyi Hasan’ın Muaviye ye biat etiği günlerde isyankar bir biçimde buna karşı çıkmış, sonra Muaviye ölüp Yezid halifeliğe geçince ona da karşı çıkmış, ve kendisinden Yezid’e biat isteyen dönemin Mekke valilisine
    “Şu dünyanın gidişatına bak ya Velid…Haksızlık ağaçlar gibi büyüyüp dal budak salar oldu. Muaviye zaten bin bir hile ile halifeliği ele geçirmişti. Bu da yetmezmiş gibi şimdi oğlu Yezid halifeyim diye hak iddia ediyor.” demişti.
    Hüseyin bu açıklamadan sonra Yezid’e boyun eğmeyeceğini ilan etti. Önce Mekke’lilere hitaben şunları söyledi:

    “Zalimler her yanı tuttu. Müslümanlar onların kulu kölesi yapıldı. Bugün imansız kişiler iş başındadır. Ey halk! Bize haklılığımızda yardım etmezseniz zalimlerin esareti üzerinizde olacaktır. Peygamberimizin dininin nuru sönecektir.”

    Sonra dedesinin, babasının mezarını ziyarete gitti. Mekke’den ayrılacaktı. Dedesinin kabrinin başında
    “Senin yanından istemeyerek ayrılıyorum. Seninle aramıza girdiler. Şarap içen günahkâr Yezid’e baş eğmeye zorladır. Bunu yaparsam kâfir olurum. Yapmazsam beni öldürürler Resulullah!” diyerek hem atalarıyla hem de Mekke topraklarıyla son kez vedalaştı. Kardeşleri aile üyeleri ve yeğenleriyle Medine’ye gitti.


    Yezide biat etmemişti. Medine’ye gitmesi Kufelilerce bir başkaldırı olarak düşünüldü. Kufeliler birleşerek Hüseyin’e mektuplar yazmaya başladılar. Mektuplarda Emeviler’e, dolayısıyla Yezid’e karşı kendisini tüm güçleriyle destekleyecekleri yazılıydı. 680 yılıydı. Üst üste kendisine ulaşan davet mektuplarına ortak bir yanıt yazdı. Bu mektupta halifenin ancak Kuran’a inanan ve adalete hükmeden, hakka boyun eğen kişilerin hakkı olduğunu, peygamberin yolunun öldürüldüğünü, yerine uydurmaların geçirildiğini bildirdi. Mektupla birlikte yakın adamı Müslüm’ü Kufe’lilerin niyetlerinin ciddiyetini öğrenmek için oraya yolladı. Temmuz ayıydı. O yaz sıcağında at sırtında soluk soluğa Kufe’ye varan Müslüm, Hüseyin adına biat almaya başladı. 15 bin civarında kişi Hüseyin’e biat etmişti. Bunu duyan Yezid küplere bindi.


    Önce Kufe valisini görevden aldı. Yerine zalimliği ve Yezid gibi kan içiciliğiyle tanınan Ubeydullah’ı atadı. Ubeydullah’a “derhal Müslüm’ü yakala , öldürüp başını bana yolla, Kufe’de Ali soyundan kimseyi sağ bırakma!” emrini verdi. Bu emir verilirken Müslüm Kufe’lilerin kendilerine biat ettiğini Hz Hüseyin’e mektupla bildirmişti. Mektup Hüseyin’e ulaştığında Müslüm yakalatılıp öldürülmüştü. Cesedi Kufe sokaklarında sürüklenmiş, kellesi Yezid’e yollanmıştı. Bu olay Kufelileri bir kez daha çark ettirdi. Bir çoğu Hüseyin’e biattan vazgeçtiler. Hüseyin bu olanlardan habersiz 9 Eylül 680 de Kufe’ye doğru yola koyuldu. Kufe’ye geldiğinde acı gerçekle yüz yüze geldi. Müslüm öldürülmüştü. Kufe sokakları yüzlerce kesilmiş başla doluydu. Bu zulüm ve ihanet şehrinin ortasında 70-80 kişiydiler. Hepsi de haktan yana, peygamberin ehlibeytinden yanaydılar. Hepsi bir birinin akrabalarıydı.


    Başlarında Hz Hüseyin vardı. Karşılarında Yezid’in görevlendirdiği ve ilk Müslümanlardan Ebu Vakkas’ın torunu Ömer vardı. Hüseyin’den, Yezid’e biat etmesi isteniyordu. Babasının, abisinin hilelerle kurban gittiği Kufe de kendisi de büyük bir saldırı ve ihanetle karşı karşıyaydı. 10 bin kişilik bu orduya hükmeden Ömer’i yanına çağırttı. Başından aşağı salınan yeşil serpuşunun altından siyah saçları gözlerinin üstüne salınıyordu. Tombul gürbüz suratı, kan kırmızı kesilmişti. Ok gibi kirpiklerinin altındaki hiddetli, sitemkâr bakışlarıyla Ömer’in karşısına çıktı:

    “Yazıklar olsun sana! Senin baban, benim savunduğum islamı yükseltmek için canını ortaya atanların en başındaydı. Sen şimdi *****ların koruyucusu olmuşsun. Ey Ömer ! Bu sözleri senden yardım almak için söylemiyorum. Yanlış yoldasın. Yanlış yolda olduğunu göstermek benim için borçtur. Yezid soyuna uyup peygamber soyuna kılıç çekmenin azabını düşün. Bu suçu hiçbir dünya malı ile gideremezsin.”

    Ömer bu sözlerden pek etkilenmese de bu görüşmeyi duyan Yezid, ordunun komutasını Şimr adlı birine devretti. Ne Ömer, ne Şimr Hüseyin’i Yezid’e biat etmeye ikna edebildi. Etrafı sarılan Hüseyin ve aile üyelerine
    “Ya teslim olup Kufe’ye götürüleceksiniz, ya da hepiniz susuz bir yerde konaklayacaksınız.” emri bildirildi. Teslim olmayı reddetti Hüseyin. Çoluk çocuk, büyük, küçük 70-80 kişi, 16 bin kişilik bir ordunun çembere aldığı Kerbela denilen susuz yere götürülecekti.

    Hüseyin için en zor kararlardan birini verme zamanıydı. Düşündü, taşındı. Doğru bildiğini yaptı. Ne teslim olmayı, ne de biat etmeyi kabul etti. Kendisiyle birlikte Kufe’ye gelen 70-80 kişilik gurubun karşısına geçti ve şunları söyledi:

    “Beraberliğimiz buraya kadar olacak. Ben Yezid’e biat etmem. Biz küfre batmış Yezid ve Ebu Sufyan soyuna boyun eğmeyiz. Ama benim yüzümden kimseye zarar gelmesini de istemem. Ben arkamı size döndüğümde isteyen çekip gidebilir. Dağılabilirsiniz. Yalnız kalmaktan başka sizden bir isteğim yoktur. Ama Yezid’in başımı kopardığını duyarsanız biliniz ki o baş biatsızdır.”

    Konuşmasını bitirip sırtını kalabalığa döndü. Bir süre bekledi. Gurupta hiçbir hareketlenme olmadı. 16 bin kişilik koca kurtlar ordusunun ortasında hiç kimse kendisine tanınan bu çemberden kurtuluş bildirimine uymamıştı. Hüseyin ile birlerdi. Onlar yoldan dönmeyen, yoldan sapmayan, yoldan korkmayan, yoldan ayrılmayan inanç erenleriydi.

    Sonunda hem Hüseyin, hem de yanındakiler topluca Kerbala denen yere getirildiler. Ekim ayıydı. Kerbela etrafı çöllerle kaplı çorak bir yerdi. Geceleyin kum fırtınalarıyla insanların toza tutulduğu, gündüzleyin güneşin en kavurucu ışınlarıyla alev alev yaktığı bir bölgeydi. İnsanların her 20 dakikada bir su içmeye ihtiyaç duyduğu, güneş altında en fazla yarım saat seyahat edilebilecek bir çöldü. Şimdi 10 günden beridir, bu seksen kişi, burada, etrafı sarılmış bir biçimde bekletiliyordu.

    Çölden çıkıp Fırat’a ulaşabilecek tüm bölgelere Yezid’in askerleri yerleştirilmişti. Bu bölgelerden çıkışlara kesinlikle izin verilmiyordu. Susuzluktan dilleri damakları kurumuş, dudakları çatlamış, küçük çocuklar, etten hapishane duvarı ören Yezid’in kuşatması altında “su su” diye inliyorlardı. Hz Hüseyin artık dayanılmaz hale gelen bu işkenceye bir son vermek istedi. Yezid’in ordusunun karşısına geçti. Dili damağı kurumuş bir halde bağırdı:

    “Ey zavallılar! Madem ki savaşta kararlısınız. O zaman teker teker dövüşelim. Teke tek dövüşelim de anlasın alem kimin yiğit, kimin korkak olduğunu.”

    Önce Hz Hüseyin’in taraftarlarından olan Hür çıktı Yezid’in ordusunun karşısına. Karşısına teker teker gelen birçok Yezid askerini tepeledi. Teke tek dövüşte Hür’ün yenilemeyeceği anlaşılınca askerlerden onlarca kişi Hür’ün üstüne yürüyerek onu şehit ettiler.

    Hür den sonra Hasan’ın oğlu Zübeyir çıktı savaş alanına. Teker teker vuruşmalarda Zübeyir de yenilmeyince Şimr komutasındaki askerler topluca saldırıp O’nu da şehit ettiler. Bu böyle devam etti. Ehlibeyt savaşçıları sırayla meydana çıkıp dövüşe dövüşe öldüler. Teker teker savaş meydanına çıkan İmam Hüseyin savaşçıları ancak toplu saldırılarla öldürülebiliyordu. Ölüm bu çölün ortasında, bu zalimler ordusunun kıskacında sanki kurtuluştu onlar için. Hepsi teker teker şehid oldu. Bir Zeynel Abidin kalmıştı. Günlerdir hasta olan Zeynel savaşmak için babası Hüseyin’den izin istedi. Hz Hüseyin buna izin vermedi. Dedesi ve babasından kalan değerli eşyaları ona teslim etti. Ailesine veda ettikten sonra atına binip Yezid ordusunun karşısına dikildi. Karşısına çıkan komutanlarla teke tek yaptığı mücadelenin tümünü kazandı. Teke tek dövüşte Hz Hüseyin, bütün ünlü savaşçıları haklamıştı.


    Susuzluğunun dayanılmaz acısı altında bir ara düşman askerlerinin arasını yarıp Fırat ırmağına ulaştı. Günlerdir çektiği bu dayanılmaz susuzluğunu gidermek için attan indi. Tam nehre eğilip suya kanacağı zaman evlat ve arkadaşlarının susuz susuz öldüklerini anımsadı. Elini bile suya değdirmeden geri döndü. Atına bindi. Önüne gelene var gücüyle kılıçla saldırıya geçti. Bunun üzerine tüm ordu harekete geçti. Oklar, mızraklar havada uçuşmaya başladı. Bu saldırıda Hüseyin’in vücuduna 33 mızrak, 34 de kılıç saplandı. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Atından yere düştü. Kanlar içinde kıvranırken Şimr adlı komutan elindeki bıçakla başını gövdesinden ayırdı. Kesik başı eline aldı. Zafer kazanmışlığın azgınlığı içinde
    “İşte Yezid’e biat etmeyen Hüseyin’in başı. Allah’a şükürler olsun görevimizi yerine getirdik” diye bağırdı.

    Hüseyin’in kesik başı Yezid’in sarayına doğru yola çıkarılırken, Kerbela’da şehit edilen 72 kişinin cesetleri atlara çiğnetildi. Sonra da develerin sırtına yüklenerek Kufe’ye yollandı. Hicretin 61. yılıydı. Muharrem ayının 10. günü. Yani tarihler 10 Ekim 680’ni gösteriyordu. Hz Peygamberin Ehlibeyti’nin çoğu Kerbela’da şehit edilmişti.

    Rıza ÖKDEM
    HaberCem

    (alıntı)


    Canlar okurken tüylerim diken diken oldu biraz uzun ama okuyun bence.
     

Sayfayı Paylaş