Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-6

Konu, 'Ustalara Saygı' kısmında eCe tarafından paylaşıldı.

  1. eCe

    eCe Daimi Üye

    Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-6

    M-N serisi


    MANASTIRLI HAMDI EFENDI VE REŞADIYELI VELI OĞLU MEHMET'IN Hukayesi



    «Bu hamiyetli ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için
    ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. İstanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları
    içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki cümlesini heyecan
    ve helecan kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar
    şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu? »

    (Nutuk, s.295, Devlet Basımevi, İstanbul 1938 )

    920'nin 16 Martı.
    Öğleden evvel
    saat onda
    makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara'daki:

    «Der-aliye 16/3/1920.
    İngilizler bastı bu sabah
    Şehzadebaşı'ndaki Muzika karakolunu.
    Müsademe edildi.
    İşgal altına alıyorlar İstanbul'u şimdi.
    Berâyi malûmat arzolunur.
    Manastırlı Hamdi.»

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı.
    [COLOR=purple]Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yı:
    [COLOR=purple]«Etrafta dolaşıyor İngiliz askerleri.
    [COLOR=purple]Şimdi işte
    [COLOR=purple]İngiliz askerleri giriyorlar nezarete.
    [COLOR=purple]İşte giriyorlar içeri.
    [COLOR=purple]Nizamiye kapısına.
    [COLOR=purple]Teli kes.
    [COLOR=purple]İngilizler burdadır.»

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı.
    [COLOR=purple]Manastırlı Hamdi Efendi
    [COLOR=purple]buldu Ankara'dakini tekrar:

    [COLOR=purple]«Paşa hazretleri,
    [COLOR=purple]Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri
    [COLOR=purple]Tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan,
    [COLOR=purple]bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor.
    [COLOR=purple]Vaziyet vehamet kesbediyor efendim.
    [COLOR=purple]Paşa hazretleri,
    [COLOR=purple]Emri devletlerine muntazırım.

    [COLOR=purple]16 Mart 1920
    [COLOR=purple]Hamdi»

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı.
    [COLOR=purple]Durumu bir daha tekrar etti Hamdi Efendi:

    [COLOR=purple]«Sabah bizim asker uykuda iken
    [COLOR=purple]İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken
    [COLOR=purple]askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor.
    [COLOR=purple]Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup
    [COLOR=purple]İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp
    [COLOR=purple]Beyoğlu ve Tophane'yi işgal edip.
    [COLOR=purple]İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok.
    [COLOR=purple]İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler.
    [COLOR=purple]Kovmuşlar.
    [COLOR=purple]Burası da işgal olunacaktır bir saata kadar.
    [COLOR=purple]Şimdi haber aldım efendim.»

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı
    [COLOR=purple]uykuda kesti kâfir üçümüzü,
    [COLOR=purple]kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
    [COLOR=purple]İngiliz'in hepsi değil domuzu
    [COLOR=purple]Sabaha karşı aldı canımızı.

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı
    [COLOR=purple]basıldı Vezneciler'de karargâh.
    [COLOR=purple]Uyan be tosunum uyan.
    [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir,
    [COLOR=purple]üçümüz: Abdullah çavuş, Şarkışla'dan Osman,
    [COLOR=purple]bir de Zileli Abdülkadir.

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı
    [COLOR=purple]Bozdoğan Kemeri'nde
    [COLOR=purple]kurşuna dizdi kâfir ikimizi.
    [COLOR=purple]Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,
    [COLOR=purple]Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.

    [COLOR=purple]920'nin 16 Martı
    [COLOR=purple]uykuda kesti kâfir üçümüzü.
    [COLOR=purple]Soktu Osman'ın karnına kasaturayı,
    [COLOR=purple]bastı göğsüne kâfirin dizi.
    [COLOR=purple]Dört çocuk babasıydı Abdullah çavuş.
    [COLOR=purple]Doymadı dünyasına Abdülkadir.
    [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir,
    [COLOR=purple]kurşuna dizdi ikimizi.

    [COLOR=purple]920'nin 16 Mart sabahı,
    [COLOR=purple]karakolun karşısında
    [COLOR=purple]bırakmadım elimden silâhı,
    [COLOR=purple]yere serdim iki İngiliz'i.
    [COLOR=purple]Senin ırzını kurtardım İstanbul'um,
    [COLOR=purple]Sana can feda çakır gözlü gülüm.

    [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir,
    [COLOR=purple]kurşuna dizdi ikimizi.
    [COLOR=purple]Şimdi üçümüz:
    [COLOR=purple]Abdullah ve Osman ve Abdülkadir,
    [COLOR=purple]taşları yan yana yatar Eyüp'te.
    [COLOR=purple]Arama, bulamazsın ikimizin kabrini,
    [COLOR=purple]belki maşrıkta, belki mağripte,
    [COLOR=purple]biz de bilemeyiz yerini.


    [COLOR=purple]Uykuda kestiler üçümüzü,
    [COLOR=purple]kurşuna dizdiler ikimizi,
    [COLOR=purple]Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı,
    [COLOR=purple]Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi.
    [COLOR=purple]Bir de altıncımız var,
    [COLOR=purple]kara kaytan bıyıklı bir şehit,
    [COLOR=purple]son mekânı şöyle dursun,
    [COLOR=purple]adını da bilen yok...




    [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
     
  2. eCe

    eCe Daimi Üye

    MASALLARIN MASALI



    Su başında durmuşuz,
    çınarla ben.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana.

    Su başında durmuşuz,
    çınarla ben, bir de kedi.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarla benim, bir de kedinin.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınarla bana, bir de kediye.

    Su başında durmuşuz,
    çınar, ben, kedi, bir de güneş.
    Suda suretimiz çıkıyor,
    çınarın, benim, kedinin, bir de günesin.
    Suyun şavkı vuruyor bize,
    çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

    Su başında durmuşuz,
    [COLOR=purple]çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
    [COLOR=purple]Suda suretimiz çıkıyor,
    [COLOR=purple]çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün.
    [COLOR=purple]Suyun şavkı vuruyor bize,
    [COLOR=purple]çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.

    [COLOR=purple]Su başında durmuşuz.
    [COLOR=purple]Önce kedi gidecek,
    [COLOR=purple]kaybolacak suda sureti.
    [COLOR=purple]Sonra ben gideceğim,
    [COLOR=purple]kaybolacak suda suretim.
    [COLOR=purple]Sonra çınar gidecek,
    [COLOR=purple]kaybolacak suda sureti.
    [COLOR=purple]Sonra su gidecek
    [COLOR=purple]güneş kalacak;
    [COLOR=purple]sonra o da gidecek...

    [COLOR=purple]Su başında durmuşuz.
    [COLOR=purple]Su serin,
    [COLOR=purple]Çınar ulu,
    [COLOR=purple]Ben şiir yazıyorum.
    [COLOR=purple]Kedi uyukluyor
    [COLOR=purple]Güneş sıcak.
    [COLOR=purple]Çok şükür yaşıyoruz.
    [COLOR=purple]Suyun şavkı vuruyor bize
    [COLOR=purple]Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.......




    [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
     
  3. eCe

    eCe Daimi Üye

    MAVI GÖZLÜ DEV



    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadın sevdi.
    Kadının hayali minnacık bir evdi,
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan bir ev.

    Bir dev gibi seviyordu dev.
    Ve elleri öyle büyük işler için
    hazırlanmıştı ki devin,
    yapamazdı yapısını,
    çalamazdı kapısını
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan evin.

    O mavi gözlü bir devdi.
    Minnacık bir kadını sevdi.
    Miniminnacıktı kadın.
    Rahata acıktı kadın
    yoruldu devin büyük yolunda.
    Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
    girdi zengin bir cücenin kolunda
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan eve.

    Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev
    Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz
    bahçesinde ebruliii
    hanımeli
    açan ev.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  4. eCe

    eCe Daimi Üye

    MAVI LIMAN



    Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
    Seyir defterini başkası yazsın.
    Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
    Beni o limana çıkaramazsın...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  5. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEKTUPLAR-(06) ALTINCI MEKTUP


    Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah.
    Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana:
    Kıyısından seyredilen okyanus
    farksızdır Marmara açıklarından.
    Yani demek istediğim:
    Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova
    seyredilmeğe gelmez,
    Okyanus yaşanılır.




    NAZIM HİKMET RAN



    MEKTUPLAR-(07) YEDINCI MEKTUP
    Çarşı pazar dolaştım karıcığım,
    not ettim fiyatları.
    Tanganika dehşetli ucuzluk.
    Mesela, güneş,
    hem de en olgunu, en kırmızısı,
    yağmur mesela,
    hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız,
    yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların,
    yahu da kopkoyu esmer eller,
    [COLOR=purple]turfandası da, olgunu da,
    [COLOR=purple]hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe,
    [COLOR=purple]hatta muz,
    [COLOR=purple]beş kiloluk hevenkleri,
    [COLOR=purple]bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz.
    [COLOR=purple]Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum,
    [COLOR=purple]Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu?
    [COLOR=purple]Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı,
    [COLOR=purple]kimi mevsimlerinde güneş,
    [COLOR=purple]ama sıtmaların fiyatı,
    [COLOR=purple]yahut da ellerin,
    [COLOR=purple]hele parmakalrı kınalı olanların,
    [COLOR=purple]hiç de bundan pahalı değil.
    [COLOR=purple]Muza gelince,
    [COLOR=purple]bizde yetişmez,
    [COLOR=purple]ama soğanla tuz,
    [COLOR=purple]beş kilosu değil, birer kilosu,
    [COLOR=purple]burdaki muz fiyatına.

    [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN



    [COLOR=purple]MEKTUPLAR-(0 8 )SEKIZINCI MEKTUP
    [COLOR=purple]Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin?
    [COLOR=purple]Saman sarısı saçlar nasılsınız?
    [COLOR=purple]Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler?
    [COLOR=purple]Mavi kirpikler yol verin,
    [COLOR=purple]gözlerinizin içini görmek istiyorum,
    [COLOR=purple]dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime,
    [COLOR=purple]belki satırları arasında bir kitabın,
    [COLOR=purple]belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında,
    [COLOR=purple]rastlamak kendime içinde gözlerinizin
    [COLOR=purple]ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? '
    [COLOR=purple]Moskova Irmağı'na selam ederim.
    [COLOR=purple]Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına, tiyatroların tümüne selam ederim,
    [COLOR=purple]evimizin, kapısına selam ederim,
    [COLOR=purple]İstanbul'un duvarda asılı resmine selam!

    [COLOR=purple]Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür,
    [COLOR=purple]Aruşa'da, Moşi'de,
    [COLOR=purple]karlı Klimancora dağının dolaylarında.
    [COLOR=purple]Turistik bir dağ.
    [COLOR=purple]Otellerde konforu İsviçre turistlerinin.
    [COLOR=purple]Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de.
    [COLOR=purple]Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar.
    [COLOR=purple]Sizallıklar İngilizlerin, Hintlilerin, rumların.
    [COLOR=purple]Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak.
    [COLOR=purple]Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu
    [COLOR=purple]ve bisiklete meraklıo.
    [COLOR=purple]Kadınları salınarak yürüyor alaca entarileri içinde ve başlarında kendilerinden büyük yükler taşıyorlar bütün Afrika kadınları gibi.
    [COLOR=purple]Genç kızlar gördüm.
    [COLOR=purple]kara biberim, badem şekerim
    [COLOR=purple]ve naylon eteklikleri kabarık,
    [COLOR=purple]ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek.

    [COLOR=purple]Ngorongoro kıraterine gittim.
    [COLOR=purple]Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış.
    [COLOR=purple]İki yüz kilometre kare, dediler.
    [COLOR=purple]Turistik gergedanları gördüm,
    [COLOR=purple]turistik zürafaları, filleri.
    [COLOR=purple]Sürülerle gezip tozuyorlar.
    [COLOR=purple]Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden,
    [COLOR=purple]başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar,
    [COLOR=purple]tanıyorlar markasını otomobilin:
    [COLOR=purple]Landrover
    [COLOR=purple]ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana,
    [COLOR=purple]bıkkınlık.
    [COLOR=purple]Bir antiloplar alışamamış Landrover'e,
    [COLOR=purple]sıçraya sıçraya kaçtılar.
    [COLOR=purple]Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta,
    [COLOR=purple]arslanlar beklemiş başında sabaha kadar.
    [COLOR=purple]Bakmışlar ayılmıyor,
    [COLOR=purple]yemişler.
    [COLOR=purple]Mezarını gördüm.
    [COLOR=purple]Taşında yazılı hikayesi.

    [COLOR=purple]Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak
    [COLOR=purple]bir avrat mahalleri örtülü.
    [COLOR=purple]İri yarı insanlar.
    [COLOR=purple]Kahverengine düşkün.
    [COLOR=purple]Kahverengine boyanıyorlar.
    [COLOR=purple]Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor.
    [COLOR=purple]bir ağırlıkla filan uzatıyorlar.
    [COLOR=purple]Masailer göçebe.
    [COLOR=purple]Davarcı.
    [COLOR=purple]Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak.
    [COLOR=purple]Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup.

    [COLOR=purple]Otelde bir kaat verdiler bize:
    [COLOR=purple]Kıraterde en çok neyi beğendiniz?
    [COLOR=purple]Filleri mi?
    [COLOR=purple]Gergedanları mı?
    [COLOR=purple]Antilopları mı?




    [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN



    [COLOR=purple]MEKTUPLAR-(09) DOKUZUNCU MEKTUP
    [COLOR=purple]Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum,
    [COLOR=purple]hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım,
    [COLOR=purple]içerde kendimin dışarda dostların ve zamanların zorlamasıyla çıktığım günleri hapisten.,
    [COLOR=purple]Sevinç.
    [COLOR=purple]Düğün, bayram.
    [COLOR=purple]Sevinç,
    [COLOR=purple]kibirli biraz,
    [COLOR=purple]biraz şaşkın.
    [COLOR=purple]Sevinç.
    [COLOR=purple]dallarında hayellerin ve umutların parıltısı,
    [COLOR=purple]yemişleri değil, parıltısı.
    [COLOR=purple]Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine.
    [COLOR=purple]Hapisane hala düşlerine girer,
    [COLOR=purple]uyanırsın sıçra*****.
    [COLOR=purple]Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının.
    [COLOR=purple]Kapatamazsın mektuplarının zarflarını,
    [COLOR=purple]karavana vakitlerini, beklersin,
    [COLOR=purple]ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini,
    [COLOR=purple]yanmasını ampullerin kendiliğinden.
    [COLOR=purple]Sevinç.
    [COLOR=purple]Düğün, bayram.
    [COLOR=purple]Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi.
    [COLOR=purple]Bakarsın, evinin damı akıyor,
    [COLOR=purple]pencereler, kapılar onarılmak ister,
    [COLOR=purple]su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği,
    [COLOR=purple]yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap.
    [COLOR=purple]Kolların hazır çalışmağa,
    [COLOR=purple]onlar içierde de çalıştırıldılar,
    [COLOR=purple]ama bilgi'n uyutuldu.
    [COLOR=purple]Paran da yok.
    [COLOR=purple]Borca batmak da tehlikeli.
    [COLOR=purple]Nerden, neresinden, nasıl kurmağa başlamalı evini hürriyetinin?
    [COLOR=purple]hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın.







    [COLOR=purple]MEMED'E SON MEKTUBUMDUR
    [COLOR=purple]Bir yandan cellatlar girdi araya,
    [COLOR=purple]Bir yandan, oyun etti bana
    [COLOR=purple]bu mendebur yürek,

    [COLOR=purple]Nasip olmayacak Memed'im yavrum,
    [COLOR=purple]seni bir daha görmek.

    [COLOR=purple]Biliyorum,

    [COLOR=purple]buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
    [COLOR=purple]ben de öyleydim gençliğimde,
    [COLOR=purple]kumral, ince, uzun;

    [COLOR=purple]gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
    [COLOR=purple]bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
    [COLOR=purple]alnın alabildiğine aydınlık;
    [COLOR=purple]herhalde sesin de olacak
    [COLOR=purple]- berbattı benimkisi -

    [COLOR=purple]türküler döktüreceksin yanık mi yanık...
    [COLOR=purple]Konuşmasını mı bileceksin
    [COLOR=purple]- ben de becerirdim o işi
    [COLOR=purple]sinirlenmediğim zamanlar -

    [COLOR=purple]bal damlayacak dilinden.
    [COLOR=purple]Vay, Memet, kızların çekeceği var
    [COLOR=purple]senin elinden.

    [COLOR=purple]Müşküldür
    [COLOR=purple]babasız büyütmek erkek evladı.

    [COLOR=purple]Ananı üzme oğlum,
    [COLOR=purple]ben güldürmedim yüzünü,
    [COLOR=purple]sen güldür.

    [COLOR=purple]Anan,
    [COLOR=purple]ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
    [COLOR=purple]anan,
    [COLOR=purple]nineliğinde bile güzel olacak
    [COLOR=purple]onu ilk gördüğüm günkü gibi,
    [COLOR=purple]Boğaziçi’nde,
    [COLOR=purple]on yedisinde
    [COLOR=purple]ay ışığı, gün ışığı, can eriği,
    [COLOR=purple]dünya güzeli.

    [COLOR=purple]Anan,
    [COLOR=purple]ayrıldık bir sabah,
    [COLOR=purple]buluşmak üzre,
    [COLOR=purple]buluşamadık.

    [COLOR=purple]Anan,
    [COLOR=purple]anaların en iyisi en akıllısı,
    [COLOR=purple]yüz yıl yaşar inşallah...

    [COLOR=purple]Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
    [COLOR=purple]ama ne de olsa
    [COLOR=purple]iş arasında bazen
    [COLOR=purple]irkilip ansızın,

    [COLOR=purple]yahut yalnızlığında uyku öncesinin
    [COLOR=purple]günleri saymak biraz zor.

    [COLOR=purple]Dünyada doymak olmuyor, Medet,
    [COLOR=purple]doymak olmuyor...

    [COLOR=purple]Dünyada kiracı gibi değil,
    [COLOR=purple]yazlığa gelmiş gibi de değil,
    [COLOR=purple]yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
    [COLOR=purple]Tohuma, toprağa, denize inan.
    [COLOR=purple]İnsana hepsinden önce.

    [COLOR=purple]Bulutu, makineyi, kitabi sev,
    [COLOR=purple]insani hepsinden önce.

    [COLOR=purple]Kuruyan dalın
    [COLOR=purple]sönen yıldızın
    [COLOR=purple]sakat hayvanın
    [COLOR=purple]duy kederini,
    [COLOR=purple]hepsinden önce de insanın.

    [COLOR=purple]Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
    [COLOR=purple]sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
    [COLOR=purple]sevindirsin seni dört mevsim.
    [COLOR=purple]ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
    [COLOR=purple]Memet,
    [COLOR=purple]memleketler içinde bir şirin memlekettir
    [COLOR=purple]Türkiye,
    [COLOR=purple]bizim memleket,
    [COLOR=purple]insanı da,
    [COLOR=purple]su katılmamışı,
    [COLOR=purple]çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
    [COLOR=purple]ama dehşetli fakir.

    [COLOR=purple].............

    [COLOR=purple]Memet,
    [COLOR=purple]ben dilimden, türkülerimden,
    [COLOR=purple]tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
    [COLOR=purple]anana hasret, sana hasret,
    [COLOR=purple]yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
    [COLOR=purple]ama sürgünde değil,
    [COLOR=purple]gurbet ellerde değil,

    [COLOR=purple]öleceğim rüyalarımın memleketinde,
    [COLOR=purple]beyaz şehrinde en güzel günlerimin.

    [COLOR=purple].............





    [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
     
  6. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEMLEKETIMDEN İNSAN MANZARALARI
    Vagonlar geliyorlar sallanarak.
    '-Usta! ..'
    Alaeddin döndü kömürcü İsmail’e
    '-Ne var İsmail? '
    '-Usta ne olacak bu harbin sonu? '
    '-İyi olacak.'
    '-Nasıl yani? '
    '-Yemekli vagonda rakı içeceğiz.'
    '-Biz mi? '
    '-Biz.'
    '-Kömürü kim atacak?
    Kim sürecek makineyi? '
    '-Onu da biz.'
    '-Alayı bırak usta,
    Kim Kazanacak? '
    '-Biz.'
    İsmail hiçbir şey anlamadıysa da
    üstelemedi.
    Çok siyah ve çok kalın kaşlarıyla oynadı biraz
    sonra: '-Ustam' dedi,
    'Bir sualim daha var.
    Şu gördüğün raylar
    dolanır mı bütün dünya yüzünü? '

    '-Dolanır.'
    '-Demek ki harp olmasa,
    ama yalnız harp değil,
    hudutlarda sorgu sual sorulmasa,
    rayların üzerine saldık mi makineyi
    dünyanın bir ucundan öbür ucuna varır.'
    '-Deniz dedi mi durur.'
    '-Gemilere binersin.'
    '-Tayyare daha iyi.'

    İsmail güldü.
    Kırıktı ön dişlerinden biri.
    '-Ben tayyareye binemem usta,
    anamın vasiyeti var.'
    '-Tayyareye binme, diye mi? '
    '-Hayır
    karıncayı bile incitme, diye.'
    Alaeddin kocaman elini vurdu
    çıplak uzun ensesine İsmail’in:

    '-Sen ne hafız oğlusun!
    Zararı yok ulan,
    yine de bineriz tayyareye,
    adam öldürmek için değil
    gökyüzünde püfür püfür
    safa sürmek için...
    Simdi sen hele
    ateşi bir süngüle.'

    Vagonlar geliyorlar sallanarak.
    ........




    NAZIM HİKMET RAN





    MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI - İKİNCİ BÖLÜM


    Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim,
    Atlantiğin dibinde
    dirseğime dayanmış.
    Bakıyorum yukarıya:
    bir denizaltı gemisi görüyorum,
    yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde,
    yüzüyor elli metre derinde,
    balık gibi, efendim,
    zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum.
    Orası camgöbeği aydınlık.
    Orda, efendim,
    orda yeşil, yeşil,
    orda ışıl ışıl,
    orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum.
    Orda, ey demir çarıklı ruhum,
    orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum,
    orda dünyamızın ilk kımıldanan eti,
    orda bir hamam tasının mahrem şehveti,
    mahrem şehveti efendim,
    gümüş kuşlu bir hamam tasının
    ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları.
    Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları
    kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının,
    orda hayat, tuz, iyot,
    orda başlangıcımız, Hacıbaba,
    orda başlangıcımız
    ve orda hain, çelik ve sinsi
    bir denizaltı gemisi.
    400 metroya kadar sızıyor ışık.
    Sonra alabildiğine derin
    alabildiğine derin karanlık.
    Yanlız ara sıra
    acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde
    ışık saçarak.
    Sonra onlar da yok.
    Artık dibe kadar inen
    kat kat kalın sular kati ve mutlak
    ve en dipte ben.
    Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba,
    upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin
    dirseğime dayanmış,
    bakıyorum yukarlara.
    Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır
    dibinde değil.
    Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra.
    Omurgalarının altını görüyorum,
    omurgalarının altını.
    Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri.
    Dümenleri ne tuhaf suyun içinde
    İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor.
    Köpekbalıkları geçti gemilerin altından,
    karınlarını gördüm
    ağızları da orda.
    Gemiler şaşırdılar birdenbire,
    herhalde köpekbalıklarından değil.
    Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim
    bir torpil.
    Gemilerin dümenlerine baktım:
    telaşlı ve korkaktılar.
    Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı,
    gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini
    karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı.
    Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz.
    Gazgemileri düşmana ateş açarak
    insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak
    batmaya başladılar.
    Mazot, gaz, benzin,
    tutuştu yüzü denizin.
    Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan,
    yağlı ve yapışkan
    bir alev deryası efendim.
    Kıpkızıl, gömgök, kapkara,
    arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara.
    Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak.
    Köpürüp, dağılıp parçalanmalar.
    Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak.
    Gece uykuda gezenler gibi bir hali var:
    lunatik.
    Geçti kargaşalığı,
    girdi deniz dünyasının cennetine.
    Fakat durmadan iniyor.
    Kayboldu ıslak karanlıkta.
    Artık baskıya dayanamaz, parçalanır.
    ve direği, efendim, bacası yahut
    nerdeyse yanıma düşer.
    Yukarda insanla dolu denizin içi.
    Bir tortu gibi dibe çöküyorlar
    tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba.
    Baş aşağı, baş yukarı,
    uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları.
    Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan
    onlarda iniyorlar dibe doğru.
    Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma.
    Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası
    ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi.
    39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce
    Münihli Hans Müller
    Hitler hücum kıtası altıncı tabur
    birinci bölük
    dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi.
    Münihli Hans Müller
    üç şey severdi:
    1-Altın köpüklü arpa suyu
    2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna.
    3-Kırmızı lahana.
    Münihli Hans Müller için
    vazife üçtü:
    1-Çakan bir şimşek
    gibi mafevke selam vermek.
    2-Yemin etmek tabancanın üzerine.
    3-Günde asgari üç çıfıt çevirip
    sövmek silsilelerine.
    Münihli Hans Müller'in
    kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı:
    1-Der Führer.
    2-Der Führer.
    3.Der Führer.
    Münihli Hans Müller
    sevgisi, vazifesi ve korkusuyla
    39 ilkbaharına kadar
    bahtiyar
    yaşıyordu.
    Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli
    Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli
    Anna'nın
    tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine
    şaşıyordu.
    Diyordu ki ona:
    -Bir düşün Anna,
    yepyeni bir manevra kayışı takacağım,
    pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben.
    Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin,
    balmumundan çiçekler takacaksın başına.
    Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz.
    Ve mutlak
    hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak.
    Bir düşün Anna,
    tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye
    top, tüfek yapmazsak eğer
    yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder?
    Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler
    çünkü doğamadılar,
    çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce
    bizzat harbe girdi Hans Müller.
    Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında
    dibinde Atlantiğin
    benim karşımda durmaktadır.
    Seyrek sarı saçları ıslak,
    kırmızı sivri burnunda esef,
    ve ince dudaklarının kıyılarında keder.
    Yanı başımda durduğu halde
    yüzüme çok uzaklardan bakıyor,
    İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler.
    Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı,
    ve artık bir daha arpa suyu içip
    yiyemeyecek kırmızı lahanayı.
    Ben bütün bunları biliyorum, efendim,
    ama o bütün bunları bilmiyor.
    Gözü bir parça yaşlı,
    silmiyor.
    Cebinde parası var,
    çoğalıp eksilmiyor.
    Ve işin tuhafı
    artık ne kimseyi öldürebilir
    ne de kendisi ölebilir bir daha.
    Şimdi şişecek birazdan,
    yükselecek yukarıya,
    sular sallayacak onu
    ve balıklar yiyecek sivri burnunu.
    Ben
    Hans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken
    yanımızda peyda oluverdi
    Liverpul Limanından Harri Tomson.
    Gazgemilerinden birinde serdümendi.
    Kaşları ve kirpikleri yanmıştı.
    Gözleri sımsıkı kapalıydı.
    Şişman ve matruştu.
    Bir karısı vardı Tomson'un:
    tavan süpürgesi gibi bir kadın,
    tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz
    ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz.
    Bir oğlu vardı Tomson'un:
    altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba,
    tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa.
    Tuttum Tomson'un elinden.
    Açmadı gözlerini.
    "-Vefat ettiniz" dedim.
    "-Evet " dedi, "İngiliz imparatorluğu ve hürriyeti için:
    Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti
    ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna.
    Fakat değişecek hürriyette bu son bahis,
    harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz.
    Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri.
    Adalet: ihtilalsiz.
    Ben İngiliz İmparatorluğu'nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil.
    Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim:
    buna Kenterburi başpiskoposu
    bizim tredünyonun reisi
    ve karım razı değil.
    Ay bek yur pardın.
    İşte bu kadar,
    nokta, son."
    Sustu Tomson.
    Ve ağzını açmadı bir daha.
    İngilizler fazla konuşmayı sevmezler,
    hele hümoru seven ölü İngilizler.
    Tomson' la Müller'i yanyana yatırdım.
    Şiştiler yan yana,
    yan yana yükseldiler yukarı doğru.
    Balıklar Tomson'u afiyetle yediler,
    fakat dokunmadılar ötekisine,
    Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan.
    Hayvan deyip geçme, Hacıbaba,
    sen de hayvansın ama
    akıllı bir hayvan...


    Nazım Hikmet Ran
     
  7. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEMLEKETIMI SEVIYORUM



    Memleketimi seviyorum:
    Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
    Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
    memleketimin şarkıları ve tutunu gibi.

    Memleketim:
    Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
    kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
    benim o kendi kendimden bile gizleyerek
    sarkık bitikleri altından gülen halkımın eseridir.

    Memleketim
    Memleketim ne kadar geniş:
    dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.
    Edirne, İzmir, Ulukışla, Makas, Trabzon, Erzurum.
    Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
    ve güneye
    pamuk işleyenlere gitmek için
    Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
    utanıyorum.

    Memleketim:
    develer, tren, Fora arabaları ve hasta eşekler,
    kavak, söğüt ve kırmızı toprak.

    Memleketim.
    Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık
    ve onun yarım kiloluğu
    pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla
    Bolu'nun Abana golünde yüzer.

    Memleketim:
    Ankara ovasında keçiler:
    kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması.
    Yağlı, ağır fındığı Giresun'un
    Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması,
    zeytin, incir, kavun ve renk salkım salkım üzümler
    ve sonra kara saban
    ve sonra kara sığır:
    ve sonra: ileri, güzel, iyi
    her şeyi
    hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır
    çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
    yarı aç, yari tok
    yarı esir...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  8. eCe

    eCe Daimi Üye

    MENEKŞE



    Bizde bilirdik yâre giderken
    Menekşe yollamasını
    Ama arkadaşlar açtı
    Yedik menekşe parasını




    NAZIM HİKMET RAN
     
  9. eCe

    eCe Daimi Üye

    MERHABA ÇOCUKLAR



    Nâzım, ne mutlu sana
    cân ü gönülden,
    ferah ve emin,
    «Merhaba,» diyebildin.
    Sene 940.
    Aylardan temmuz.
    Ayın ilk perşembesi günlerden.
    Saat : 9.

    Mektuplarınıza böyle mufassal tarih atın.
    Öyle bir dünyada yaşıyoruz
    ki en kalın kitaptan çok yazısı var :
    ayın, günün ve saatin.

    Merhaba, çocuklar.

    Bir geniş
    bir büyük «Merhaba» demek,
    sonra bitirmeden sözümü
    yüzünüze bakıp gülerek
    kurnaz ve bahtiyar
    kırpmak gözümü...

    Biz ne mükemmel dostlarız ki
    kelimesiz ve yazısız
    anlaşırız...

    Merhaba, çocuklar,
    merhaba cümleten...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  10. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEŞGALE



    Öküzlerimin boynuzlarında aydınlanırken ortalık
    toprağı sürüyorum sabırlı bir kibirle
    çıplak ayaklarımda toprak nemli ve ılık.
    Demir dövüyorum öğleye kadar
    kırmızıya boyanıyor karanlık.
    Yapraklarında yeşilin en güzeli,
    zeytin devşiriyorum ikindi sıcağında
    üstüm başım, yüzüm gözüm ışık.
    Her akşam mutlaka misafirim var,
    kapım bütün şarkılara alabildiğine açık.
    Geleceyin suya diz boyu girip
    çekiyorum denizden ağları:
    yıldızlarla balıklar karmakarışık.
    Benden sorulur oldu dünyanın hali artık:
    insan ve toprak, karanlık ve aydınlık.
    Anladın ya işim başımdan aşkın,
    beni lafa tutma, gülüm,
    ben sana aşık olmakla meşgulum.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  11. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEŞIN KAPLI KITAP



    Yaldızlı meşin kabı
    Parçalanmış kitabı
    Ay altında dün gece
    Deli bir derviş gibi
    Mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi
    Okudum saatlerce

    Yaldızlı meşin kabın
    Parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın
    Çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını
    Sandımki eşiyorum bir mezar toprağını
    İnce el yazıları canlandı birer birer

    Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler
    İblis bir yılan oldu Adem Havvaya kandı
    Kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm
    Koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı
    Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh'u gördüm
    İsmaili'in topuğu kumdan çıkardı zemzem
    Tur-u Sina da Musa kaldırdı kollarını
    Asasını vurunca yarıdı bahr-i kulzem
    Buldu ben-i İsrail Kudüs'ün yollarını
    Zekeriya zikrini
    Bir sonsuz aha verdi
    Doğdu İsa bikrini
    Meryem Allah'a verdi
    Kureyş-i Muhammed'e kucak açtı Medine
    Bir ateş mezar oldu kerbela Hüseyin'e

    Sayıfalar döndükçe bunlar hep birer birer
    Doğrulup devrildiler
    Ay battı güneş doğdu
    Kalbimde ateş doğdu
    Yaldızlı meşin kabı
    Parçalanmış kitabı
    Varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya
    Attım kör bir kuyuya

    Yazık yazık bizeki asırlarca aldandık
    Karanlıkta çizilen izleri görmek için
    Görüp yüz sürmek için
    Yazık yazık bizeki bir çırağ gibi yandık
    Ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet
    Çlışan esirlere İsa, Musa, Muhammet
    Sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi
    Masal cennetlerinin yollarını gösterdi
    Ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları
    Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları
    Yine biz köleleriz efendilerimiz var
    Yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar
    Esir efendi diye koymuş da adlarını
    İki bahta ayırmış arzın evlatlarını

    Efendi işletiyor esir işliyor gene
    Yine efendilerin gümüşlü sofrasından
    Kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından
    Kırıntı artık bile düşmüyor işleyene
    Yine biz esir geçen her günün akşamında
    Eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz
    Gece yağmur inlerken evimizin damında
    Isınabilmek için güneşi bekler gibi
    Birbirine sokulan hasta köpekler gibi
    Yırtık yorganımızın altında titriyoruz
    Çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla
    Asırlardır bağrında inleyen kazmamızla
    Heyecana geldide kara toprağın kalbi
    Kendini teslim eden taze bir kadın gibi
    Çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç
    Biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç
    Efendiler gösterip sırıtan dişlerini
    Birer birer topluyor bütün yemişlerini

    Efendiler ağalar evliyalar keşişler
    Ebedi karanlığın boğulsun kollarında
    Artık temiz ruhların aydınlık yollarında
    Sade bir din bir hak bir kanun varsa
    O da işleyen dişliler

    NAZIM HİKMET RAN
     
  12. eCe

    eCe Daimi Üye

    MEVLANA



    Silindi gönülden acı
    Kalbe mubabbette buldum ilacı
    Ben de müridinim işte Mevlana
    Ebede set çeken zulmeti deldim
    Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
    Kalpten temizlendim, huzura geldim
    Ben de müridinim işte Mevlana




    NAZIM HİKMET RAN
     
  13. eCe

    eCe Daimi Üye

    MIKROKOZMOZ



    Gözüme altın bir damla gibi akan yıldızın ışığı
    ilk önce boşlukta deldiği zaman karanlığı
    Toprakta göğe bakan
    Bir tek göz bile yoktu
    Yıldızlar ihtiyardılar
    Toprak çocuktu...

    Yıldızlar bizden uzaktır
    ama ne kadar uzak, ne kadar uzak
    Yildızların arasında toprağımız ufaktır
    ama ne kadar ufak, ne kadar ufak..

    Ve Asya ki toprakta beşte birdir
    Ve Asya'da bir memlekettir Hindistan
    Kalküta Hindistan'da bir şehirdir
    Benerci Kalküta'da bir insan..

    Ve ben,
    haber veriyorum ki size
    Hindistan'in Kalküta şehrinde
    bir insanın yolu üstünde durdular
    Yürüyen bir insani zincire vurdular...

    Ve ben,
    tenezzül edip
    başımı ışıklı boşluklara kaldırmıyorum
    Yıldızlar uzakmış
    Toprak ufakmış
    Umurumda değil
    Aldırmıyorum...

    Bilmiş olun ki benim için
    daha hayret verici, daha kudretli
    daha esrarlı ve kocamandır
    Yolu üstünde durulan
    Zincire vurulan
    İnsan.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  14. eCe

    eCe Daimi Üye

    MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR, VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK



    Abe şair,
    Bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair.»
    O meretten biz de çakarız biraz..

    Deli çığlıklar atıp avaz avaz
    Burnumun dibinden gelip geçti yaz
    Sarı tahta vagonları
    Ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi.

    Halbuki ben istiyordum ki gelsin o
    Kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi...

    Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi,
    Yaz böyle gelmiyor,
    Böyle gelmiyor, hay anasını... Şey! ..

    Eeeeeeeeey...
    Kızım, annem, karım, kardeşim, sen
    Başında güneşler esen altın gözlü çocuk,
    Altın gözlü çocuğum benim;

    Deli çığlıklar atıp avaz avaz
    Burnumun dibinden gelip geçti de yaz,
    Ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana!
    Ne haltedek,
    Dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına!


    NAZIM HİKMET RAN
     
  15. eCe

    eCe Daimi Üye

    MOSKOVA'DAYIM



    Dört gün sonra Moskova'dayım
    Bu ayrılık da hele şükür bitiyor dönüyorum
    Bu ayrılık da yağmurlu bir yol gibi arkada kalacakl
    Yeni ayrıcalıklar gelecek
    Yenı kuyulara ineceğim
    Bir yerlere gidip döneceğim
    Koşacağım soluk soluğa yeni dönüşlere
    Sonra ne Berlin ne de Tanganika
    Hiçbiryere değil gideceğim hiçbir yere
    Ne vapur ne tren nede uçakla dönmek mümkün olmayacak
    Benden mektupta telgrafta gelmeyecek
    Sana telefonda edemeyeceğim


    Sesime yumuşacık gülmeyeceksin
    Benden haberde alamayacaksın
    Kalacaksın bir başına

    Dört gün sonra Moskova'dayım
    Berlin günlük güneşlik
    Ama içimde büyük ayrılığımızın gecesi
    İçinde acısı bensizliğinin
    İçimde yanlızlığının.....




    NAZIM HİKMET RAN
     
  16. eCe

    eCe Daimi Üye

    MUKADDES KARIN


    Sen ey kırmızı gözlü ana,
    Sen ey kahredip yaratan,
    Sen ey köprü altlarında sularlayan yana yatan.
    Sen ey yangınlı meydanların sesi...
    Sen ey şiirlerin şiiri, bestelerin bestesi...
    Sen ey kardeşim
    sen ey kahrolası
    sen ey darağaçlık.
    Sen ey
    her şey,
    sen ey AÇLIK! ! !
    Çıplak ayaklarına alnımı koyar
    and ederim ki,
    derim ki:
    DÖĞÜŞECEĞİM,
    benim, bizim, onun, onların değil
    SENİN mukaddes karnın doyana kadar...





    NAZIM HİKMET RAN
     
  17. eCe

    eCe Daimi Üye

    MÜNEVVERIN DOĞUM GÜNÜ



    Yapraklara dallara yeşillere allara
    Nice nice yıllara gülüm
    Nice nice yıllara

    Yaprak dala al yeşile yaraşır
    Gayrı vermem seni ellere




    NAZIM HİKMET RAN
     
  18. eCe

    eCe Daimi Üye

    NASILSIN


    İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime,
    Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar...
    Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime,
    Ardında taş duvarların her kaldığım zaman,
    Ne arayan beni, ne soran...

    Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu...
    Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın.
    İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli
    Nasılsın?...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  19. eCe

    eCe Daimi Üye

    NAZIM'DAN KÖPEĞINE


    Köpeğimin adı Şeytan'dı,
    (dı) 'lık adıyla ilgili değil,
    adına bir şey olmadı.
    Adına benzemezdi de.
    Şeytanlar zalim olur,
    zalimler; yalancı kurnaz,
    ama zalimler akıllı olmaz.
    Köpeğim akıllıydı.

    Biraz da ben öldürdüm köpeğimi,
    bakmasını bilemedim.
    Bakmasını bilemezsen ağaç bile dikme.
    Elinde kuruyan ağaç dert olur adama.
    Yüzmek suda öğrenilir, diyeceksin.
    Doğru.
    Boğulursan bir sen boğulursun ama.

    Kaç sabahtır uyuyamıyorum,
    dinliyorum ortalığı,
    kapımı tırmalayan yok.
    Ağlamak geliyor içimden,
    ağlayamadığım için utanıyorum.

    İnsan gibiydi.
    Hayvanların çoğu insan gibidir, hem de iyi insan gibi.

    Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun buyruğunda.
    Hürriyet'i dişleri ile bacaklarındaydı, nezaketi tüylü uzun kuyruğunda.

    Göresimiz gelirdi birbirimizi.
    En büyük işlerden konuşurdu:
    açlıktan, tokluktan, sevdalardan.
    (.......)


    Bugün gölgede otuz sekiz.
    Ormana bakıyorum balkondan.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  20. eCe

    eCe Daimi Üye

    NERDEN GELIP NEREYE GIDIYORUZ


    Başlangıç

    Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
    kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
    ve taşı yonttuğumuzdan beri
    yıkan da, yaratan da biziz,
    yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

    Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı,
    arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin,
    toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve plastikte.

    Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran?
    Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar?

    1

    Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
    günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
    çocukların avuçlarında yeşerecekler.

    Çocuklar ölebilir yarın,
    hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
    düşerek de değil kuyulara filân;
    çocuklar ölebilir yarın,
    çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
    çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
    arkalarında bir avuç kül bile değil,
    arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
    Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
    Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
    Bir deniz görüyorum
    ölü balıklarla örtülü bir deniz.
    Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
    yaşanmamış günlerimiz
    çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.

    2

    Bir şehir vardı.
    Yeller eser yerinde.
    Beş şehir vardı.
    Yeller eser yerinde.
    Yüz şehir vardı.
    Yeller eser yerinde.
    Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak,
    şair kalmayacak ki.

    Pencerende bir sokak bulvarlı.
    Odan sıcak.
    Ak yastıkta üzüm karası saçlar.
    Adamlar paltolu, ağaçlar karlı.
    Penceren kalmayacak,
    ne bulvarlı sokak,
    ne ak yastıkta üzüm karası saçlar,
    ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar.
    Ölülere ağlanmayacak,
    ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki.
    Eller kalmayacak.
    Negatif resimcikler dalların altındaki
    yok olmuş olan dalların altındaki.
    Yok olmuş olan dalların üstünden
    o bulutlardır geçen.
    Güneye götürmeyin beni,
    ölmek istemiyorum...
    Ölmek istemiyorum,
    Kuzeye götürmeyin beni...
    Batıya götürmeyin beni,
    ölmek istemiyorum...
    Ölmek istemiyorum,
    Doğuya götürmeyin beni...
    Bırakmayın beni burda,
    götürün bir yerlere.
    Ölmek istemiyorum,
    ölmek istemiyorum.
    O bulutlardır geçen
    yok olmuş olan dalların üstünden.

    3

    Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız,
    kadın, erkek, çoluk çocuk.
    Ekmek hepimize yetmiyor,
    kitap da yetmiyor,
    ama keder
    dilediğin kadar,
    yorgunluk da göz alabildiğine.
    Hürriyet hepimize yetmiyor.
    Hürriyet hepimize yetebilir
    ve sevda kederi,
    hastalık kederi,
    ayrılık kederi,
    kocalmak kederinden
    gayrısı aşmayabilir eşiğimizi.
    Kitap hepimize yetebilir.
    Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz.
    Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların
    avuçlarıyla birlikte,
    boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler,
    yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim.


    Çağırı

    Tanrı ellerimizdir,
    Tanrı yüreğimiz, aklımız,
    her yerde var olan Tanrı,
    toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte
    ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların.

    İnsanlar sizi çağırıyorum:
    kitaplar, ağaçlar ve balıklar için,
    buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için,
    üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için.

    Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
    günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
    çocukların avuçlarında yeşerecekler.




    NAZIM HİKMET RAN
     

Sayfayı Paylaş