Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-6 M-N serisi MANASTIRLI HAMDI EFENDI VE REŞADIYELI VELI OĞLU MEHMET'IN Hukayesi «Bu hamiyetli ve cesur, Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı, İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar intizarlar içinde kalacaktık. İstanbul'da bulunan nâzır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir zat çıkıp vaktiyle bize haber vermeği düşünmemiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki cümlesini heyecan ve helecan kaplamıştı. Bir ucu Ankara'da bulunan telin İstanbul'da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir hale gelmiş olduklarına bilmem ki hükmetmek caiz olur mu? » (Nutuk, s.295, Devlet Basımevi, İstanbul 1938 ) 920'nin 16 Martı. Öğleden evvel saat onda makina başında şöyle bir telgraf aldı Ankara'daki: «Der-aliye 16/3/1920. İngilizler bastı bu sabah Şehzadebaşı'ndaki Muzika karakolunu. Müsademe edildi. İşgal altına alıyorlar İstanbul'u şimdi. Berâyi malûmat arzolunur. Manastırlı Hamdi.» [COLOR=purple]920'nin 16 Martı. [COLOR=purple]Harbiye Nezareti telgrafhanesi buldu Ankara'yı: [COLOR=purple]«Etrafta dolaşıyor İngiliz askerleri. [COLOR=purple]Şimdi işte [COLOR=purple]İngiliz askerleri giriyorlar nezarete. [COLOR=purple]İşte giriyorlar içeri. [COLOR=purple]Nizamiye kapısına. [COLOR=purple]Teli kes. [COLOR=purple]İngilizler burdadır.» [COLOR=purple]920'nin 16 Martı. [COLOR=purple]Manastırlı Hamdi Efendi [COLOR=purple]buldu Ankara'dakini tekrar: [COLOR=purple]«Paşa hazretleri, [COLOR=purple]Harbiye telgrafhanesini de işgal etti İngiliz bahriye askeri [COLOR=purple]Tophane'yi de işgal ediyorlar bir taraftan, [COLOR=purple]bir taraftan da zırhlılardan asker ihraç olunuyor. [COLOR=purple]Vaziyet vehamet kesbediyor efendim. [COLOR=purple]Paşa hazretleri, [COLOR=purple]Emri devletlerine muntazırım. [COLOR=purple]16 Mart 1920 [COLOR=purple]Hamdi» [COLOR=purple]920'nin 16 Martı. [COLOR=purple]Durumu bir daha tekrar etti Hamdi Efendi: [COLOR=purple]«Sabah bizim asker uykuda iken [COLOR=purple]İngiliz bahriye efradı karakolu işgal etmekte iken [COLOR=purple]askerlerimiz uykudan şaşkın kalkınca müsademe başlıyor. [COLOR=purple]Neticede bizden altı şehit, on beş mecruh olup [COLOR=purple]İngilizler zırhlıları rıhtıma yanaştırıp [COLOR=purple]Beyoğlu ve Tophane'yi işgal edip. [COLOR=purple]İşte Beyoğlu telgrafhanesi de yok. [COLOR=purple]İşte Beyoğlu telgraf memurları geldiler. [COLOR=purple]Kovmuşlar. [COLOR=purple]Burası da işgal olunacaktır bir saata kadar. [COLOR=purple]Şimdi haber aldım efendim.» [COLOR=purple]920'nin 16 Martı [COLOR=purple]uykuda kesti kâfir üçümüzü, [COLOR=purple]kurşuna dizdi kâfir ikimizi. [COLOR=purple]İngiliz'in hepsi değil domuzu [COLOR=purple]Sabaha karşı aldı canımızı. [COLOR=purple]920'nin 16 Martı [COLOR=purple]basıldı Vezneciler'de karargâh. [COLOR=purple]Uyan be tosunum uyan. [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir, [COLOR=purple]üçümüz: Abdullah çavuş, Şarkışla'dan Osman, [COLOR=purple]bir de Zileli Abdülkadir. [COLOR=purple]920'nin 16 Martı [COLOR=purple]Bozdoğan Kemeri'nde [COLOR=purple]kurşuna dizdi kâfir ikimizi. [COLOR=purple]Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı, [COLOR=purple]Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi. [COLOR=purple]920'nin 16 Martı [COLOR=purple]uykuda kesti kâfir üçümüzü. [COLOR=purple]Soktu Osman'ın karnına kasaturayı, [COLOR=purple]bastı göğsüne kâfirin dizi. [COLOR=purple]Dört çocuk babasıydı Abdullah çavuş. [COLOR=purple]Doymadı dünyasına Abdülkadir. [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir, [COLOR=purple]kurşuna dizdi ikimizi. [COLOR=purple]920'nin 16 Mart sabahı, [COLOR=purple]karakolun karşısında [COLOR=purple]bırakmadım elimden silâhı, [COLOR=purple]yere serdim iki İngiliz'i. [COLOR=purple]Senin ırzını kurtardım İstanbul'um, [COLOR=purple]Sana can feda çakır gözlü gülüm. [COLOR=purple]Üçümüzü uykuda kesti kâfir, [COLOR=purple]kurşuna dizdi ikimizi. [COLOR=purple]Şimdi üçümüz: [COLOR=purple]Abdullah ve Osman ve Abdülkadir, [COLOR=purple]taşları yan yana yatar Eyüp'te. [COLOR=purple]Arama, bulamazsın ikimizin kabrini, [COLOR=purple]belki maşrıkta, belki mağripte, [COLOR=purple]biz de bilemeyiz yerini. [COLOR=purple]Uykuda kestiler üçümüzü, [COLOR=purple]kurşuna dizdiler ikimizi, [COLOR=purple]Ahmet oğlu Nasuh arkadaşımın adı, [COLOR=purple]Reşadiyeli Veli oğlu Memet benimkisi. [COLOR=purple]Bir de altıncımız var, [COLOR=purple]kara kaytan bıyıklı bir şehit, [COLOR=purple]son mekânı şöyle dursun, [COLOR=purple]adını da bilen yok... [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
MASALLARIN MASALI Su başında durmuşuz, çınarla ben. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana. Su başında durmuşuz, çınarla ben, bir de kedi. Suda suretimiz çıkıyor, çınarla benim, bir de kedinin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınarla bana, bir de kediye. Su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, bir de güneş. Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de günesin. Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, bir de güneşe. Su başında durmuşuz, [COLOR=purple]çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz. [COLOR=purple]Suda suretimiz çıkıyor, [COLOR=purple]çınarın, benim, kedinin, günesin, bir de ömrümüzün. [COLOR=purple]Suyun şavkı vuruyor bize, [COLOR=purple]çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. [COLOR=purple]Su başında durmuşuz. [COLOR=purple]Önce kedi gidecek, [COLOR=purple]kaybolacak suda sureti. [COLOR=purple]Sonra ben gideceğim, [COLOR=purple]kaybolacak suda suretim. [COLOR=purple]Sonra çınar gidecek, [COLOR=purple]kaybolacak suda sureti. [COLOR=purple]Sonra su gidecek [COLOR=purple]güneş kalacak; [COLOR=purple]sonra o da gidecek... [COLOR=purple]Su başında durmuşuz. [COLOR=purple]Su serin, [COLOR=purple]Çınar ulu, [COLOR=purple]Ben şiir yazıyorum. [COLOR=purple]Kedi uyukluyor [COLOR=purple]Güneş sıcak. [COLOR=purple]Çok şükür yaşıyoruz. [COLOR=purple]Suyun şavkı vuruyor bize [COLOR=purple]Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze....... [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
MAVI GÖZLÜ DEV O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadın sevdi. Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruliii hanımeli açan bir ev. Bir dev gibi seviyordu dev. Ve elleri öyle büyük işler için hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını, çalamazdı kapısını bahçesinde ebruliii hanımeli açan evin. O mavi gözlü bir devdi. Minnacık bir kadını sevdi. Miniminnacıktı kadın. Rahata acıktı kadın yoruldu devin büyük yolunda. Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruliii hanımeli açan eve. Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev Dev gibi sevgilere mezar bile olamaz bahçesinde ebruliii hanımeli açan ev. NAZIM HİKMET RAN
MAVI LIMAN Çok yorgunum, beni bekleme kaptan. Seyir defterini başkası yazsın. Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman. Beni o limana çıkaramazsın... NAZIM HİKMET RAN
MEKTUPLAR-(06) ALTINCI MEKTUP Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah. Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana: Kıyısından seyredilen okyanus farksızdır Marmara açıklarından. Yani demek istediğim: Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova seyredilmeğe gelmez, Okyanus yaşanılır. NAZIM HİKMET RAN MEKTUPLAR-(07) YEDINCI MEKTUP Çarşı pazar dolaştım karıcığım, not ettim fiyatları. Tanganika dehşetli ucuzluk. Mesela, güneş, hem de en olgunu, en kırmızısı, yağmur mesela, hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız, yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların, yahu da kopkoyu esmer eller, [COLOR=purple]turfandası da, olgunu da, [COLOR=purple]hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe, [COLOR=purple]hatta muz, [COLOR=purple]beş kiloluk hevenkleri, [COLOR=purple]bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz. [COLOR=purple]Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum, [COLOR=purple]Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu? [COLOR=purple]Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı, [COLOR=purple]kimi mevsimlerinde güneş, [COLOR=purple]ama sıtmaların fiyatı, [COLOR=purple]yahut da ellerin, [COLOR=purple]hele parmakalrı kınalı olanların, [COLOR=purple]hiç de bundan pahalı değil. [COLOR=purple]Muza gelince, [COLOR=purple]bizde yetişmez, [COLOR=purple]ama soğanla tuz, [COLOR=purple]beş kilosu değil, birer kilosu, [COLOR=purple]burdaki muz fiyatına. [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [COLOR=purple]MEKTUPLAR-(0 8 )SEKIZINCI MEKTUP [COLOR=purple]Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin? [COLOR=purple]Saman sarısı saçlar nasılsınız? [COLOR=purple]Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler? [COLOR=purple]Mavi kirpikler yol verin, [COLOR=purple]gözlerinizin içini görmek istiyorum, [COLOR=purple]dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime, [COLOR=purple]belki satırları arasında bir kitabın, [COLOR=purple]belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında, [COLOR=purple]rastlamak kendime içinde gözlerinizin [COLOR=purple]ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? ' [COLOR=purple]Moskova Irmağı'na selam ederim. [COLOR=purple]Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına, tiyatroların tümüne selam ederim, [COLOR=purple]evimizin, kapısına selam ederim, [COLOR=purple]İstanbul'un duvarda asılı resmine selam! [COLOR=purple]Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür, [COLOR=purple]Aruşa'da, Moşi'de, [COLOR=purple]karlı Klimancora dağının dolaylarında. [COLOR=purple]Turistik bir dağ. [COLOR=purple]Otellerde konforu İsviçre turistlerinin. [COLOR=purple]Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de. [COLOR=purple]Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar. [COLOR=purple]Sizallıklar İngilizlerin, Hintlilerin, rumların. [COLOR=purple]Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak. [COLOR=purple]Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu [COLOR=purple]ve bisiklete meraklıo. [COLOR=purple]Kadınları salınarak yürüyor alaca entarileri içinde ve başlarında kendilerinden büyük yükler taşıyorlar bütün Afrika kadınları gibi. [COLOR=purple]Genç kızlar gördüm. [COLOR=purple]kara biberim, badem şekerim [COLOR=purple]ve naylon eteklikleri kabarık, [COLOR=purple]ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek. [COLOR=purple]Ngorongoro kıraterine gittim. [COLOR=purple]Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış. [COLOR=purple]İki yüz kilometre kare, dediler. [COLOR=purple]Turistik gergedanları gördüm, [COLOR=purple]turistik zürafaları, filleri. [COLOR=purple]Sürülerle gezip tozuyorlar. [COLOR=purple]Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden, [COLOR=purple]başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar, [COLOR=purple]tanıyorlar markasını otomobilin: [COLOR=purple]Landrover [COLOR=purple]ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana, [COLOR=purple]bıkkınlık. [COLOR=purple]Bir antiloplar alışamamış Landrover'e, [COLOR=purple]sıçraya sıçraya kaçtılar. [COLOR=purple]Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta, [COLOR=purple]arslanlar beklemiş başında sabaha kadar. [COLOR=purple]Bakmışlar ayılmıyor, [COLOR=purple]yemişler. [COLOR=purple]Mezarını gördüm. [COLOR=purple]Taşında yazılı hikayesi. [COLOR=purple]Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak [COLOR=purple]bir avrat mahalleri örtülü. [COLOR=purple]İri yarı insanlar. [COLOR=purple]Kahverengine düşkün. [COLOR=purple]Kahverengine boyanıyorlar. [COLOR=purple]Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor. [COLOR=purple]bir ağırlıkla filan uzatıyorlar. [COLOR=purple]Masailer göçebe. [COLOR=purple]Davarcı. [COLOR=purple]Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak. [COLOR=purple]Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup. [COLOR=purple]Otelde bir kaat verdiler bize: [COLOR=purple]Kıraterde en çok neyi beğendiniz? [COLOR=purple]Filleri mi? [COLOR=purple]Gergedanları mı? [COLOR=purple]Antilopları mı? [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [COLOR=purple]MEKTUPLAR-(09) DOKUZUNCU MEKTUP [COLOR=purple]Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum, [COLOR=purple]hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım, [COLOR=purple]içerde kendimin dışarda dostların ve zamanların zorlamasıyla çıktığım günleri hapisten., [COLOR=purple]Sevinç. [COLOR=purple]Düğün, bayram. [COLOR=purple]Sevinç, [COLOR=purple]kibirli biraz, [COLOR=purple]biraz şaşkın. [COLOR=purple]Sevinç. [COLOR=purple]dallarında hayellerin ve umutların parıltısı, [COLOR=purple]yemişleri değil, parıltısı. [COLOR=purple]Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine. [COLOR=purple]Hapisane hala düşlerine girer, [COLOR=purple]uyanırsın sıçra*****. [COLOR=purple]Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının. [COLOR=purple]Kapatamazsın mektuplarının zarflarını, [COLOR=purple]karavana vakitlerini, beklersin, [COLOR=purple]ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini, [COLOR=purple]yanmasını ampullerin kendiliğinden. [COLOR=purple]Sevinç. [COLOR=purple]Düğün, bayram. [COLOR=purple]Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi. [COLOR=purple]Bakarsın, evinin damı akıyor, [COLOR=purple]pencereler, kapılar onarılmak ister, [COLOR=purple]su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği, [COLOR=purple]yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap. [COLOR=purple]Kolların hazır çalışmağa, [COLOR=purple]onlar içierde de çalıştırıldılar, [COLOR=purple]ama bilgi'n uyutuldu. [COLOR=purple]Paran da yok. [COLOR=purple]Borca batmak da tehlikeli. [COLOR=purple]Nerden, neresinden, nasıl kurmağa başlamalı evini hürriyetinin? [COLOR=purple]hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın. [COLOR=purple]MEMED'E SON MEKTUBUMDUR [COLOR=purple]Bir yandan cellatlar girdi araya, [COLOR=purple]Bir yandan, oyun etti bana [COLOR=purple]bu mendebur yürek, [COLOR=purple]Nasip olmayacak Memed'im yavrum, [COLOR=purple]seni bir daha görmek. [COLOR=purple]Biliyorum, [COLOR=purple]buğday başağı gibi delikanlı olacaksın, [COLOR=purple]ben de öyleydim gençliğimde, [COLOR=purple]kumral, ince, uzun; [COLOR=purple]gözlerin ananınkiler gibi kocaman, [COLOR=purple]bazen de bir parça bir tuhaf mahzun; [COLOR=purple]alnın alabildiğine aydınlık; [COLOR=purple]herhalde sesin de olacak [COLOR=purple]- berbattı benimkisi - [COLOR=purple]türküler döktüreceksin yanık mi yanık... [COLOR=purple]Konuşmasını mı bileceksin [COLOR=purple]- ben de becerirdim o işi [COLOR=purple]sinirlenmediğim zamanlar - [COLOR=purple]bal damlayacak dilinden. [COLOR=purple]Vay, Memet, kızların çekeceği var [COLOR=purple]senin elinden. [COLOR=purple]Müşküldür [COLOR=purple]babasız büyütmek erkek evladı. [COLOR=purple]Ananı üzme oğlum, [COLOR=purple]ben güldürmedim yüzünü, [COLOR=purple]sen güldür. [COLOR=purple]Anan, [COLOR=purple]ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak; [COLOR=purple]anan, [COLOR=purple]nineliğinde bile güzel olacak [COLOR=purple]onu ilk gördüğüm günkü gibi, [COLOR=purple]Boğaziçi’nde, [COLOR=purple]on yedisinde [COLOR=purple]ay ışığı, gün ışığı, can eriği, [COLOR=purple]dünya güzeli. [COLOR=purple]Anan, [COLOR=purple]ayrıldık bir sabah, [COLOR=purple]buluşmak üzre, [COLOR=purple]buluşamadık. [COLOR=purple]Anan, [COLOR=purple]anaların en iyisi en akıllısı, [COLOR=purple]yüz yıl yaşar inşallah... [COLOR=purple]Ölmekten, oğlum korkmuyorum, [COLOR=purple]ama ne de olsa [COLOR=purple]iş arasında bazen [COLOR=purple]irkilip ansızın, [COLOR=purple]yahut yalnızlığında uyku öncesinin [COLOR=purple]günleri saymak biraz zor. [COLOR=purple]Dünyada doymak olmuyor, Medet, [COLOR=purple]doymak olmuyor... [COLOR=purple]Dünyada kiracı gibi değil, [COLOR=purple]yazlığa gelmiş gibi de değil, [COLOR=purple]yaşa dünyada babanın eviymiş gibi... [COLOR=purple]Tohuma, toprağa, denize inan. [COLOR=purple]İnsana hepsinden önce. [COLOR=purple]Bulutu, makineyi, kitabi sev, [COLOR=purple]insani hepsinden önce. [COLOR=purple]Kuruyan dalın [COLOR=purple]sönen yıldızın [COLOR=purple]sakat hayvanın [COLOR=purple]duy kederini, [COLOR=purple]hepsinden önce de insanın. [COLOR=purple]Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin [COLOR=purple]sevindirsin seni karanlık ve aydınlık, [COLOR=purple]sevindirsin seni dört mevsim. [COLOR=purple]ama hepsinden önce insan sevindirsin seni. [COLOR=purple]Memet, [COLOR=purple]memleketler içinde bir şirin memlekettir [COLOR=purple]Türkiye, [COLOR=purple]bizim memleket, [COLOR=purple]insanı da, [COLOR=purple]su katılmamışı, [COLOR=purple]çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir, [COLOR=purple]ama dehşetli fakir. [COLOR=purple]............. [COLOR=purple]Memet, [COLOR=purple]ben dilimden, türkülerimden, [COLOR=purple]tuzumdan, ekmeğimden uzakta, [COLOR=purple]anana hasret, sana hasret, [COLOR=purple]yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim, [COLOR=purple]ama sürgünde değil, [COLOR=purple]gurbet ellerde değil, [COLOR=purple]öleceğim rüyalarımın memleketinde, [COLOR=purple]beyaz şehrinde en güzel günlerimin. [COLOR=purple]............. [COLOR=purple]NAZIM HİKMET RAN [/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR][/COLOR]
MEMLEKETIMDEN İNSAN MANZARALARI Vagonlar geliyorlar sallanarak. '-Usta! ..' Alaeddin döndü kömürcü İsmail’e '-Ne var İsmail? ' '-Usta ne olacak bu harbin sonu? ' '-İyi olacak.' '-Nasıl yani? ' '-Yemekli vagonda rakı içeceğiz.' '-Biz mi? ' '-Biz.' '-Kömürü kim atacak? Kim sürecek makineyi? ' '-Onu da biz.' '-Alayı bırak usta, Kim Kazanacak? ' '-Biz.' İsmail hiçbir şey anlamadıysa da üstelemedi. Çok siyah ve çok kalın kaşlarıyla oynadı biraz sonra: '-Ustam' dedi, 'Bir sualim daha var. Şu gördüğün raylar dolanır mı bütün dünya yüzünü? ' '-Dolanır.' '-Demek ki harp olmasa, ama yalnız harp değil, hudutlarda sorgu sual sorulmasa, rayların üzerine saldık mi makineyi dünyanın bir ucundan öbür ucuna varır.' '-Deniz dedi mi durur.' '-Gemilere binersin.' '-Tayyare daha iyi.' İsmail güldü. Kırıktı ön dişlerinden biri. '-Ben tayyareye binemem usta, anamın vasiyeti var.' '-Tayyareye binme, diye mi? ' '-Hayır karıncayı bile incitme, diye.' Alaeddin kocaman elini vurdu çıplak uzun ensesine İsmail’in: '-Sen ne hafız oğlusun! Zararı yok ulan, yine de bineriz tayyareye, adam öldürmek için değil gökyüzünde püfür püfür safa sürmek için... Simdi sen hele ateşi bir süngüle.' Vagonlar geliyorlar sallanarak. ........ NAZIM HİKMET RAN MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI - İKİNCİ BÖLÜM Atlantiğin dibinde upuzun yatıyorum, efendim, Atlantiğin dibinde dirseğime dayanmış. Bakıyorum yukarıya: bir denizaltı gemisi görüyorum, yukarıda, çok yukarıda, başımın üzerinde, yüzüyor elli metre derinde, balık gibi, efendim, zırhının ve suyun içinde balık gibi kapalı ve ketum. Orası camgöbeği aydınlık. Orda, efendim, orda yeşil, yeşil, orda ışıl ışıl, orda yıldız yıldız yanıyor milyonlarla mum. Orda, ey demir çarıklı ruhum, orda tepişmeden çiftleşmeler, çığlıksız doğum, orda dünyamızın ilk kımıldanan eti, orda bir hamam tasının mahrem şehveti, mahrem şehveti efendim, gümüş kuşlu bir hamam tasının ve koynuna ilk girdiğim kadının kızıl saçları. Orda rengarenk otları, köksüz ağaçları kıvıl kıvıl mahlukları deniz dünyasının, orda hayat, tuz, iyot, orda başlangıcımız, Hacıbaba, orda başlangıcımız ve orda hain, çelik ve sinsi bir denizaltı gemisi. 400 metroya kadar sızıyor ışık. Sonra alabildiğine derin alabildiğine derin karanlık. Yanlız ara sıra acayip balıklar geçiyor karanlığın içinde ışık saçarak. Sonra onlar da yok. Artık dibe kadar inen kat kat kalın sular kati ve mutlak ve en dipte ben. Ben, upuzun yatıyorum, Hacıbaba, upuzun yatıyorum dibinde Atlantiğin dirseğime dayanmış, bakıyorum yukarlara. Avrupa Amerika' dan Atlantiğin yüzünde ayrıdır dibinde değil. Gazgemileri gidiyor yukarda, çok yukarda, birbiri peşi sıra. Omurgalarının altını görüyorum, omurgalarının altını. Dönüyor keyifili keyifli pervaneleri. Dümenleri ne tuhaf suyun içinde İnsanın tutup tutup kıvırası geliyor. Köpekbalıkları geçti gemilerin altından, karınlarını gördüm ağızları da orda. Gemiler şaşırdılar birdenbire, herhalde köpekbalıklarından değil. Denizaltı gemisi bir torpil attı, efendim bir torpil. Gemilerin dümenlerine baktım: telaşlı ve korkaktılar. Gemilerin omurgalarında imdat arar gibi bir hal vardı, gemiler bir bıçak darbesinden en yumuşak yerini karnını saklamak isteyen insanlara benziyorlardı. Denizaltılar birden üç oldular, derken, altı, yedi, sekiz. Gazgemileri düşmana ateş açarak insanlarını ve yüklerini suya döküp saçarak batmaya başladılar. Mazot, gaz, benzin, tutuştu yüzü denizin. Bir alev deryasıdır şimdi yukarda akan, yağlı ve yapışkan bir alev deryası efendim. Kıpkızıl, gömgök, kapkara, arzın ilk teşekkülü hengamesinden bir manzara. Ve denizin yüzüne yakın suyun içi allak bullak. Köpürüp, dağılıp parçalanmalar. Yukardan dibe doğru inen gazgemisine bak. Gece uykuda gezenler gibi bir hali var: lunatik. Geçti kargaşalığı, girdi deniz dünyasının cennetine. Fakat durmadan iniyor. Kayboldu ıslak karanlıkta. Artık baskıya dayanamaz, parçalanır. ve direği, efendim, bacası yahut nerdeyse yanıma düşer. Yukarda insanla dolu denizin içi. Bir tortu gibi dibe çöküyorlar tortu gibi çöküyorlar, Hacıbaba. Baş aşağı, baş yukarı, uzanıp kısalıyor, bir şeyler aranıyor kolları bacakları. Ve hiçbir yere, hiçbir şeye tutunamadan onlarda iniyorlar dibe doğru. Birden bire bir denizaltı düştü yanıbaşıma. Parçalanmış bir tabut gibi açıldı köprüüstü kaportası ve Münihli Hans Müller dışarı çıkıverdi. 39 ilkbaharında denizaltıcı olmadan önce Münihli Hans Müller Hitler hücum kıtası altıncı tabur birinci bölük dördüncü mangada sağdan üçüncü neferdi. Münihli Hans Müller üç şey severdi: 1-Altın köpüklü arpa suyu 2-Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna. 3-Kırmızı lahana. Münihli Hans Müller için vazife üçtü: 1-Çakan bir şimşek gibi mafevke selam vermek. 2-Yemin etmek tabancanın üzerine. 3-Günde asgari üç çıfıt çevirip sövmek silsilelerine. Münihli Hans Müller'in kafasında, yüreğinde, dilinde üç korku vardı: 1-Der Führer. 2-Der Führer. 3.Der Führer. Münihli Hans Müller sevgisi, vazifesi ve korkusuyla 39 ilkbaharına kadar bahtiyar yaşıyordu. Ve Vagneryen bir operada do sesi gibi heybetli Şarki Prusya patatesi gibi dolgun ve beyaz etli Anna'nın tereyağı ve yumurta krizinden şikayet etmesine şaşıyordu. Diyordu ki ona: -Bir düşün Anna, yepyeni bir manevra kayışı takacağım, pırıl pırıl çizmeler giyeceğim ben. Sen beyaz ve uzun entari giyeceksin, balmumundan çiçekler takacaksın başına. Tepemizde çatılmış kılıçların altından geçeceğiz. Ve mutlak hepsi erkek 12 çocuğumuz olacak. Bir düşün Anna, tereyağı, yumurta yiyeceğiz diye top, tüfek yapmazsak eğer yarın 12 oğlumuz nasıl muharebe eder? Münihlinin 12 oğlu muharebe edemediler çünkü doğamadılar, çünkü henüz, efendim, Anna'yla zifaf vaki olmadan önce bizzat harbe girdi Hans Müller. Ve şimdi 41 sonbaharı sonlarında dibinde Atlantiğin benim karşımda durmaktadır. Seyrek sarı saçları ıslak, kırmızı sivri burnunda esef, ve ince dudaklarının kıyılarında keder. Yanı başımda durduğu halde yüzüme çok uzaklardan bakıyor, İnsanın yüzüne nasıl bakarsa ölüler. Ben biliyoum ki, o bir daha görmeyecek Anna'yı, ve artık bir daha arpa suyu içip yiyemeyecek kırmızı lahanayı. Ben bütün bunları biliyorum, efendim, ama o bütün bunları bilmiyor. Gözü bir parça yaşlı, silmiyor. Cebinde parası var, çoğalıp eksilmiyor. Ve işin tuhafı artık ne kimseyi öldürebilir ne de kendisi ölebilir bir daha. Şimdi şişecek birazdan, yükselecek yukarıya, sular sallayacak onu ve balıklar yiyecek sivri burnunu. Ben Hans Müller'e bakıp, Hacıbaba, bunları düşünürken yanımızda peyda oluverdi Liverpul Limanından Harri Tomson. Gazgemilerinden birinde serdümendi. Kaşları ve kirpikleri yanmıştı. Gözleri sımsıkı kapalıydı. Şişman ve matruştu. Bir karısı vardı Tomson'un: tavan süpürgesi gibi bir kadın, tavan süpürgesi gibi, efendim, zayıf, uzun, titiz, temiz ve tavan süpürgesi gibi münasebetsiz. Bir oğlu vardı Tomson'un: altı yaşında bir oğlan, Hacıbaba, tombul mu tombul, pembe beyaz, sarı papa mı sarı papa. Tuttum Tomson'un elinden. Açmadı gözlerini. "-Vefat ettiniz" dedim. "-Evet " dedi, "İngiliz imparatorluğu ve hürriyeti için: Canım isterse, harp içinde bile Çörçil'e sövmek hürriyeti ve canım istemese de aç kalmak hürriyeti uğruna. Fakat değişecek hürriyette bu son bahis, harpten sonra artık işsiz ve aç kalacak değiliz. Planı hazırlıyor Lordlarımızdan biri. Adalet: ihtilalsiz. Ben İngiliz İmparatorluğu'nu dağıtmaya gelmedim, dedi Çörçil. Ben de ihtilal çıkarmaya gelmedim: buna Kenterburi başpiskoposu bizim tredünyonun reisi ve karım razı değil. Ay bek yur pardın. İşte bu kadar, nokta, son." Sustu Tomson. Ve ağzını açmadı bir daha. İngilizler fazla konuşmayı sevmezler, hele hümoru seven ölü İngilizler. Tomson' la Müller'i yanyana yatırdım. Şiştiler yan yana, yan yana yükseldiler yukarı doğru. Balıklar Tomson'u afiyetle yediler, fakat dokunmadılar ötekisine, Hans'ın etiyle zehirlenmekten korktular anlaşılan. Hayvan deyip geçme, Hacıbaba, sen de hayvansın ama akıllı bir hayvan... Nazım Hikmet Ran
MEMLEKETIMI SEVIYORUM Memleketimi seviyorum: Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım. Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tutunu gibi. Memleketim: Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendimden bile gizleyerek sarkık bitikleri altından gülen halkımın eseridir. Memleketim Memleketim ne kadar geniş: dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana. Edirne, İzmir, Ulukışla, Makas, Trabzon, Erzurum. Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye utanıyorum. Memleketim: develer, tren, Fora arabaları ve hasta eşekler, kavak, söğüt ve kırmızı toprak. Memleketim. Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık ve onun yarım kiloluğu pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla Bolu'nun Abana golünde yüzer. Memleketim: Ankara ovasında keçiler: kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması. Yağlı, ağır fındığı Giresun'un Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması, zeytin, incir, kavun ve renk salkım salkım üzümler ve sonra kara saban ve sonra kara sığır: ve sonra: ileri, güzel, iyi her şeyi hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım yarı aç, yari tok yarı esir... NAZIM HİKMET RAN
MENEKŞE Bizde bilirdik yâre giderken Menekşe yollamasını Ama arkadaşlar açtı Yedik menekşe parasını NAZIM HİKMET RAN
MERHABA ÇOCUKLAR Nâzım, ne mutlu sana cân ü gönülden, ferah ve emin, «Merhaba,» diyebildin. Sene 940. Aylardan temmuz. Ayın ilk perşembesi günlerden. Saat : 9. Mektuplarınıza böyle mufassal tarih atın. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki en kalın kitaptan çok yazısı var : ayın, günün ve saatin. Merhaba, çocuklar. Bir geniş bir büyük «Merhaba» demek, sonra bitirmeden sözümü yüzünüze bakıp gülerek kurnaz ve bahtiyar kırpmak gözümü... Biz ne mükemmel dostlarız ki kelimesiz ve yazısız anlaşırız... Merhaba, çocuklar, merhaba cümleten... NAZIM HİKMET RAN
MEŞGALE Öküzlerimin boynuzlarında aydınlanırken ortalık toprağı sürüyorum sabırlı bir kibirle çıplak ayaklarımda toprak nemli ve ılık. Demir dövüyorum öğleye kadar kırmızıya boyanıyor karanlık. Yapraklarında yeşilin en güzeli, zeytin devşiriyorum ikindi sıcağında üstüm başım, yüzüm gözüm ışık. Her akşam mutlaka misafirim var, kapım bütün şarkılara alabildiğine açık. Geleceyin suya diz boyu girip çekiyorum denizden ağları: yıldızlarla balıklar karmakarışık. Benden sorulur oldu dünyanın hali artık: insan ve toprak, karanlık ve aydınlık. Anladın ya işim başımdan aşkın, beni lafa tutma, gülüm, ben sana aşık olmakla meşgulum. NAZIM HİKMET RAN
MEŞIN KAPLI KITAP Yaldızlı meşin kabı Parçalanmış kitabı Ay altında dün gece Deli bir derviş gibi Mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi Okudum saatlerce Yaldızlı meşin kabın Parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın Çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını Sandımki eşiyorum bir mezar toprağını İnce el yazıları canlandı birer birer Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler İblis bir yılan oldu Adem Havvaya kandı Kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm Koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh'u gördüm İsmaili'in topuğu kumdan çıkardı zemzem Tur-u Sina da Musa kaldırdı kollarını Asasını vurunca yarıdı bahr-i kulzem Buldu ben-i İsrail Kudüs'ün yollarını Zekeriya zikrini Bir sonsuz aha verdi Doğdu İsa bikrini Meryem Allah'a verdi Kureyş-i Muhammed'e kucak açtı Medine Bir ateş mezar oldu kerbela Hüseyin'e Sayıfalar döndükçe bunlar hep birer birer Doğrulup devrildiler Ay battı güneş doğdu Kalbimde ateş doğdu Yaldızlı meşin kabı Parçalanmış kitabı Varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya Attım kör bir kuyuya Yazık yazık bizeki asırlarca aldandık Karanlıkta çizilen izleri görmek için Görüp yüz sürmek için Yazık yazık bizeki bir çırağ gibi yandık Ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet Çlışan esirlere İsa, Musa, Muhammet Sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi Masal cennetlerinin yollarını gösterdi Ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları Yine biz köleleriz efendilerimiz var Yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar Esir efendi diye koymuş da adlarını İki bahta ayırmış arzın evlatlarını Efendi işletiyor esir işliyor gene Yine efendilerin gümüşlü sofrasından Kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından Kırıntı artık bile düşmüyor işleyene Yine biz esir geçen her günün akşamında Eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz Gece yağmur inlerken evimizin damında Isınabilmek için güneşi bekler gibi Birbirine sokulan hasta köpekler gibi Yırtık yorganımızın altında titriyoruz Çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla Asırlardır bağrında inleyen kazmamızla Heyecana geldide kara toprağın kalbi Kendini teslim eden taze bir kadın gibi Çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç Biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç Efendiler gösterip sırıtan dişlerini Birer birer topluyor bütün yemişlerini Efendiler ağalar evliyalar keşişler Ebedi karanlığın boğulsun kollarında Artık temiz ruhların aydınlık yollarında Sade bir din bir hak bir kanun varsa O da işleyen dişliler NAZIM HİKMET RAN
MEVLANA Silindi gönülden acı Kalbe mubabbette buldum ilacı Ben de müridinim işte Mevlana Ebede set çeken zulmeti deldim Aşkı içten duydum, arşa yükseldim Kalpten temizlendim, huzura geldim Ben de müridinim işte Mevlana NAZIM HİKMET RAN
MIKROKOZMOZ Gözüme altın bir damla gibi akan yıldızın ışığı ilk önce boşlukta deldiği zaman karanlığı Toprakta göğe bakan Bir tek göz bile yoktu Yıldızlar ihtiyardılar Toprak çocuktu... Yıldızlar bizden uzaktır ama ne kadar uzak, ne kadar uzak Yildızların arasında toprağımız ufaktır ama ne kadar ufak, ne kadar ufak.. Ve Asya ki toprakta beşte birdir Ve Asya'da bir memlekettir Hindistan Kalküta Hindistan'da bir şehirdir Benerci Kalküta'da bir insan.. Ve ben, haber veriyorum ki size Hindistan'in Kalküta şehrinde bir insanın yolu üstünde durdular Yürüyen bir insani zincire vurdular... Ve ben, tenezzül edip başımı ışıklı boşluklara kaldırmıyorum Yıldızlar uzakmış Toprak ufakmış Umurumda değil Aldırmıyorum... Bilmiş olun ki benim için daha hayret verici, daha kudretli daha esrarlı ve kocamandır Yolu üstünde durulan Zincire vurulan İnsan. NAZIM HİKMET RAN
MOR MENEKŞE, AÇ DOSTLAR, VE ALTIN GÖZLÜ ÇOCUK Abe şair, Bizim de bir çift sözümüz var «aşka dair.» O meretten biz de çakarız biraz.. Deli çığlıklar atıp avaz avaz Burnumun dibinden gelip geçti yaz Sarı tahta vagonları Ter, tütün ve ot kokan bir tren gibi. Halbuki ben istiyordum ki gelsin o Kırmızı bakır bakracında bana sıcak süt getiren gibi... Fakat neylersin, yaz böyle gelmedi, Yaz böyle gelmiyor, Böyle gelmiyor, hay anasını... Şey! .. Eeeeeeeeey... Kızım, annem, karım, kardeşim, sen Başında güneşler esen altın gözlü çocuk, Altın gözlü çocuğum benim; Deli çığlıklar atıp avaz avaz Burnumun dibinden gelip geçti de yaz, Ben, bir demet mor menekşe olsun getiremedim sana! Ne haltedek, Dostların karnı açtı kıydık menekşe parasına! NAZIM HİKMET RAN
MOSKOVA'DAYIM Dört gün sonra Moskova'dayım Bu ayrılık da hele şükür bitiyor dönüyorum Bu ayrılık da yağmurlu bir yol gibi arkada kalacakl Yeni ayrıcalıklar gelecek Yenı kuyulara ineceğim Bir yerlere gidip döneceğim Koşacağım soluk soluğa yeni dönüşlere Sonra ne Berlin ne de Tanganika Hiçbiryere değil gideceğim hiçbir yere Ne vapur ne tren nede uçakla dönmek mümkün olmayacak Benden mektupta telgrafta gelmeyecek Sana telefonda edemeyeceğim Sesime yumuşacık gülmeyeceksin Benden haberde alamayacaksın Kalacaksın bir başına Dört gün sonra Moskova'dayım Berlin günlük güneşlik Ama içimde büyük ayrılığımızın gecesi İçinde acısı bensizliğinin İçimde yanlızlığının..... NAZIM HİKMET RAN
MUKADDES KARIN Sen ey kırmızı gözlü ana, Sen ey kahredip yaratan, Sen ey köprü altlarında sularlayan yana yatan. Sen ey yangınlı meydanların sesi... Sen ey şiirlerin şiiri, bestelerin bestesi... Sen ey kardeşim sen ey kahrolası sen ey darağaçlık. Sen ey her şey, sen ey AÇLIK! ! ! Çıplak ayaklarına alnımı koyar and ederim ki, derim ki: DÖĞÜŞECEĞİM, benim, bizim, onun, onların değil SENİN mukaddes karnın doyana kadar... NAZIM HİKMET RAN
MÜNEVVERIN DOĞUM GÜNÜ Yapraklara dallara yeşillere allara Nice nice yıllara gülüm Nice nice yıllara Yaprak dala al yeşile yaraşır Gayrı vermem seni ellere NAZIM HİKMET RAN
NASILSIN İyi günlerimde çok eller uzanır ellerime, Resmimi, suratımı baş köşeye asarlar... Fakat demir kapıların her kapanışında üzerime, Ardında taş duvarların her kaldığım zaman, Ne arayan beni, ne soran... Eeeehh, daha iyi be, bunun böyle olduğu... Minnetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İyi günlerimde benim unuttuğum insan eli Nasılsın?... NAZIM HİKMET RAN
NAZIM'DAN KÖPEĞINE Köpeğimin adı Şeytan'dı, (dı) 'lık adıyla ilgili değil, adına bir şey olmadı. Adına benzemezdi de. Şeytanlar zalim olur, zalimler; yalancı kurnaz, ama zalimler akıllı olmaz. Köpeğim akıllıydı. Biraz da ben öldürdüm köpeğimi, bakmasını bilemedim. Bakmasını bilemezsen ağaç bile dikme. Elinde kuruyan ağaç dert olur adama. Yüzmek suda öğrenilir, diyeceksin. Doğru. Boğulursan bir sen boğulursun ama. Kaç sabahtır uyuyamıyorum, dinliyorum ortalığı, kapımı tırmalayan yok. Ağlamak geliyor içimden, ağlayamadığım için utanıyorum. İnsan gibiydi. Hayvanların çoğu insan gibidir, hem de iyi insan gibi. Kalın boynu kıldan inceydi dostluğun buyruğunda. Hürriyet'i dişleri ile bacaklarındaydı, nezaketi tüylü uzun kuyruğunda. Göresimiz gelirdi birbirimizi. En büyük işlerden konuşurdu: açlıktan, tokluktan, sevdalardan. (.......) Bugün gölgede otuz sekiz. Ormana bakıyorum balkondan. NAZIM HİKMET RAN
NERDEN GELIP NEREYE GIDIYORUZ Başlangıç Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne, kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu ve taşı yonttuğumuzdan beri yıkan da, yaratan da biziz, yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada. Arkamızda kalan yollarda ayak izlerimiz kanlı, arkamızda kalan yollarda ulu uyumları aklımızın, ellerimizin, yüreğimizin, toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve plastikte. Kanlı ayak izlerimiz mi önümüzdeki yollarda duran? Bir cehennem çıkmazında mı sona erecek önümüzdeki yollar? 1 Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların, çocukların avuçlarında yeşerecekler. Çocuklar ölebilir yarın, hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından, düşerek de değil kuyulara filân; çocuklar ölebilir yarın, çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın, çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında arkalarında bir avuç kül bile değil, arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan. Negatif resimcikler boşluğun karanlığında. Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum. Bir deniz görüyorum ölü balıklarla örtülü bir deniz. Negatif resimcikler boşluğun karanlığında, yaşanmamış günlerimiz çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan. 2 Bir şehir vardı. Yeller eser yerinde. Beş şehir vardı. Yeller eser yerinde. Yüz şehir vardı. Yeller eser yerinde. Yok olan şehirlere şiirler yazılmayacak, şair kalmayacak ki. Pencerende bir sokak bulvarlı. Odan sıcak. Ak yastıkta üzüm karası saçlar. Adamlar paltolu, ağaçlar karlı. Penceren kalmayacak, ne bulvarlı sokak, ne ak yastıkta üzüm karası saçlar, ne paltolu adamlar, ne karlı ağaçlar. Ölülere ağlanmayacak, ölülere ağlayacak gözler kalmayacak ki. Eller kalmayacak. Negatif resimcikler dalların altındaki yok olmuş olan dalların altındaki. Yok olmuş olan dalların üstünden o bulutlardır geçen. Güneye götürmeyin beni, ölmek istemiyorum... Ölmek istemiyorum, Kuzeye götürmeyin beni... Batıya götürmeyin beni, ölmek istemiyorum... Ölmek istemiyorum, Doğuya götürmeyin beni... Bırakmayın beni burda, götürün bir yerlere. Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum. O bulutlardır geçen yok olmuş olan dalların üstünden. 3 Tahta, beton, teneke, toprak, saman damlarımızla iki milyardan artığız, kadın, erkek, çoluk çocuk. Ekmek hepimize yetmiyor, kitap da yetmiyor, ama keder dilediğin kadar, yorgunluk da göz alabildiğine. Hürriyet hepimize yetmiyor. Hürriyet hepimize yetebilir ve sevda kederi, hastalık kederi, ayrılık kederi, kocalmak kederinden gayrısı aşmayabilir eşiğimizi. Kitap hepimize yetebilir. Ormanlarınki kadar uzun olabilir ömrümüz. Yeter ki bırakmayalım, yaşanmamış günlerimiz yok olmasın çocukların avuçlarıyla birlikte, boşluğun karanlığına çıkmasın negatif resimcikler, yeter ki ekmek ve hürriyet yolunda dövüşebilmek için yaşayabilelim. Çağırı Tanrı ellerimizdir, Tanrı yüreğimiz, aklımız, her yerde var olan Tanrı, toprakta, taşta, tunçta, tuvalde, çelikte ve pılastikte ve bestecisi sayılarda ve satırlarda ulu uyumların. İnsanlar sizi çağırıyorum: kitaplar, ağaçlar ve balıklar için, buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli sokaklar için, üzüm karası, saman sarısı saçlar ve çocuklar için. Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler, günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların, çocukların avuçlarında yeşerecekler. NAZIM HİKMET RAN