Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-3

Konu, 'Ustalara Saygı' kısmında eCe tarafından paylaşıldı.

  1. eCe

    eCe Daimi Üye

    Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-3

    E-F-G serisi


    ELLERINIZE VE YALANA DAIR


    Bütün taşlar gibi vakarlı,
    Hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,
    Bütün yük hayvanları gibi battal, ağır
    Ve aç çocukların dargın yüzlerine benzeyen elleriniz.

    Arılar gibi hünerli, hafif,
    Sütlü memeler gibi yuklu,
    Tabiat gibi cesur
    Ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.

    Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
    Bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

    Ve insanlar, ah, benim insanlarım,
    Yalanla besliyorlar sizi,
    Halbuki açsınız,
    Etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.
    Ve beyaz sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,
    Göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.

    İnsanlar, ah, benim insanlarım,
    Hele asya’dakiler, afrika’dakiler,
    Yakın doğu, orta doğu, pasifik adaları
    Ve benim memleketlilerim,
    Yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,
    Elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,
    Elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.

    İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
    Avrupalım, amerikalım benim,
    Uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
    Ellerin gibi tez kandırılır,
    Kolay atlatılırsın...insanlarım, ah, benim insanlarım,
    Antenler yalan söylüyorsa,
    Yalan söylüyorsa rotatifler,
    Kitaplar yalan söylüyorsa,
    Beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
    Dua yalan söylüyorsa,
    Ninni yalan söylüyorsa,
    Rüya yalan söylüyorsa,
    Meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
    Yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı,
    Söz yalan söylüyorsa,
    Ses yalan söylüyorsa,
    Ellerinizden geçinen
    Ve ellerinizden başka her şey
    Herkes yalan söylüyorsa,
    Elleriniz balçık gibi itaatli,
    Elleriniz karanlık gibi koçar,
    Elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
    Elleriniz isyan etmesin diyedir.
    Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
    Bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
    Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  2. eCe

    eCe Daimi Üye

    EN MÜHIM MESELE


    Toprak doyurası gözleri doymuyor
    Çok para kazanmak istiyorlar;
    Öldürmemiz, ölmemiz lazım geliyor
    Çok para kazanmaları için.

    Elbet de aşikare yapmıyorlar bunu :
    Renk renk fener asmışlar kuru dallara,
    Yalanları salmışlar yollara,
    Hepsinin de kuyruğu telli pullu.

    Davullar dövülüyor pazar yerinde
    Çadırlarda kaplan adam, deniz kızı, kesik bas,
    Pembe donlu cambazlar tellerin üzerinde
    Hepsinindi yüzü gözü boyalı.

    Aldanıp aldanmamak,
    İste butun mesele.
    Aldanmazsak : varız!
    Aldanırsak : yok!




    NAZIM HİKMET RAN
     
  3. eCe

    eCe Daimi Üye

    ERZURUM VE SIVAS KONGRELERI


    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    İste, arz ederiz halimizi
    Türk halkının yüce katına.
    Mevsim yazdır,
    919'dur.
    Ve teşrinlerinde gecen yılın
    Dört düvele teslim ettiler bizi,
    Gözü kanlı dört düvele
    Anadan doğma çırılçıplak.
    Ve kurumuştu
    Ve kan içindeydi memelerimiz.

    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    Fransız, İngiliz, İtalyan, amerikan
    Bir de yunan,
    Bir de zavallı Afrika zencileri
    Yer bitirir bizi bir yandan,
    Bir yandan da kendi köpek döllerimiz:
    Vahdettin sultan,
    Ve damat Ferit
    Ve İngiliz muhipleri
    Ve mandacılar,
    Biz ki İstanbul şehriyiz,
    Yüce Türk halkı,
    Malumun olsun çektiğimiz acılar...
    ...
    ...
    Erzurum'da on dört gün surdu kongre:
    Orda, mazlum milletlerden bahsedildi
    Bütün mazlum milletlerden
    Ve emperyalizme karsı dövüşenlerinden onların.
    Orda, bir şurayı millimden bahsedildi,
    İrade-i milliye'ye müstenit bir şurayı millimden.
    Buna rağmen
    Diyenler vardı,

    Hatta casuslar vardı içerde.
    Buna rağmen
    Denildi.
    Denildi,
    Buna rağmen
    İstanbul’da birçok hanımlar, beyler, paşalar,
    Türk halkından kesmişlerdi umudu.
    Yağdırıldı telgraflar Erzurum’a:
    <> diye.
    < buğun bu, diyorlardı, mümkün değil,
    Birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde,
    Şu halde, diyorlardı, şu halde,
    Memaliki Osmaniye’nin cümlesine şamil
    Amerikan mandaterliğini talep etmeği
    Memleketimiz için en Naci
    Bir sekli hal kabul ediyoruz.>>
    Fakat bu şekli hallı kabul etmedi Erzurumlu.
    Erzurum'un kışı zorludur, balam,
    Buz tutar yiğitlerin bıyığı.
    Erzurum'da kaskatı, dimdik olur adam,
    Kabullenmez yılgınlığı...

    İstanbul’da hanımlar, beyler, paşalar,
    Tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
    Çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
    Ve biçare telgraf telleri
    Devretmek için Amerika’ya Anadolu’yu
    Şöyle diyorlardı Erzurum’dakilere:
    <
    Tarafgirlik, cehalet
    Ve çok konuşmaktan başka müspet
    Bir hayat kuramayız.
    İste bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.
    Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.
    Ne olacak,
    Biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
    Sonra yeni dünya'nın sayesinde
    İstiklali kafasında ve cebinde taşıyan
    Bir Türkiye vücuda geliverir.
    Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
    Nasıl bir idare kurduğunu
    Avrupa'ya göstermek ister.
    Hem artık işi uzatmağa gelmez.
    Çok tehlikeli anlar yasıyoruz.
    Sergüzeşt ve cidal devri geçmiştir:
    Türkiye’yi geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.>>
    ...
    ...
    ...
    Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbul’dan gelen zevat.
    Sivas, mandayı kabul etmedi fakat,
    <>
    Dedi,
    < ya istiklal, ya olum! >>
    Dedi.


    NAZIM HİKMET RAN
     
  4. eCe

    eCe Daimi Üye

    FAKIR BIR ŞIMAL KILISESINDE ŞEYTAN İLE RAHIBIN MACERASI...



    İlkönce yağmurla
    Sonra birdenbire açan güneşle başlamıştı sabah.
    Henüz ıslaktı asfaltın solundaki tarla.
    Harp esirleri çoktan iş başındaydılar.
    Topraktan nefret du*****
    — halbuki köylüydü birçoğu —
    Tıraşlı ve korkak
    Çapalıyorlardı patatesleri.
    Suluboya, solgun resimleri hatırlatıyordu insana
    Köy kilisesinden gelen çan sesleri.

    Pazardı.
    Kilisede erkeklerin hepsi ihtiyardı
    Kadınların değil,
    İçlerinde büyük memeli kızlar,
    Ve sarı saçlarına ak düşmemiş anneler vardı.
    Maviydi gözleri.
    Başları önde,
    Kalın, kırmızı ve harap parmaklarına bakıyorlardı.
    Terliydiler.
    Haşlanmış lahanayla günlük kokuyordu.
    Kürsüde muhterem peder
    «beyannameyi» okuyordu,
    — gözlerini gizleyerek —.
    Renkliydi pencere camlarından biri.
    Bu camdan içeri giren güneş
    Duruyordu genç bir kadının bembeyaz ensesinde
    Eski bir kan lekesi gibi.
    Ve hiçbir zaman
    Doğurmamış olan
    Göğüssüz ve kalçasız bir Meryem'in kucağında bir çocuk:
    Başı öyle büyük
    O kadar inceydi ki kıvrılmış bacakları
    Hazin ve korkunçtu.
    Önlerinde kandil yanıyordu
    Eski
    Sert
    Ve boyalı tahtayı aydınlatıp...

    İki adam boyundaydı tahta heykel.
    Şeytan saklanmıştı arkasına
    — kaşları çekik, sakalı sivri,
    Mefistofeles olması muhtemel, —-
    Ve âlim bir tebessümle
    Dinliyordu muhterem pederi.
    «— Avrupa'nın bekası,
    (okuyordu beyannameyi muhterem peder)
    Avrupa'nın bekası için harbediyoruz.»

    Dinliyordu Şeytan
    Sivri sakalında keder
    Ve âsi ve selîm aklına
    Dayanılmaz bir ağrı vermekteydi yalan.

    Okuyordu rahip:
    «— Avrupa milletleri el ele verip
    Harbediyoruz,
    Ve mutlak imha edeceğiz
    Medeniyet için tahripçi bir unsuru.»

    Şeytan bir parça yana itti Meryem'in heykelini
    Ve havada sihirle efsun alâmetleri daireler çevirip
    Kaldırdı elini
    Rahibe doğru
    — etsizdi, uzundu bu el,
    Hakikat gibi, kemikli ve kuru —.

    Ve ne olduysa o anda oldu işte.
    Renkli camın altındaki kadın
    Çırılçıplak göründü kıpkırmızı güneşte.
    Memeleri ağırdı
    Ve sarı ipek gibi parlıyordu karnının altında tüyler.
    Düşürdü kâadı muhterem peder
    Ve Şeytan'ın iğvasıyla hakikati bağırdı:
    «— Karşı koymak günü geldi en büyük tehlikeye.
    Harbediyoruz,
    Fuhşun bekası için,
    Kerhane kapıları kapanmasın diye.
    Ve sen orda, arkada
    İçinde beyaz entarisinin
    Bir erkek çocuğu gibi duran,
    Sen ****** olacaksın kızım.
    Sana firengi ve belsoğukluğu verecekler
    Büyük şehirlerimizden birinde.
    Baban dönmeyecek
    Yatıyor şimdi yüzükoyun
    Çok uzak bir toprağın üzerinde.
    Şimdi kan içindedir
    Etli, kalın kulaklar
    Ve ince kollarının dolandığı boyun.
    Yattığı yerde yalnız değil.
    Hareketsiz duran tanklarla, terk edilmiş toplar sahada.»

    Kendi sesinden ürkerek
    Sustu rahip.
    Orda, arkada, beyazlı kız ağlıyordu.
    Kadife ceketli bir erkek
    — ihtiyar orman bekçisi civar çiftliğin —
    Bir şeyler söylemek istedi.
    Sivri sakalını kaşıdı Şeytan,
    Rahibe: «Devam et, » — dedi.
    Ve muhterem peder
    Başladı tekrar konuşmaya:
    «— Harbediyoruz:
    Pazar ve mal nizamının bekası için.
    Kömür, lâstik ve kereste,
    Ve kendi değerinden fazla yaratan iş kuvveti
    Satılmalıdır.
    Patiska, benzin
    Buğday, patates, domuz eti
    Ve taze gümrah bir sesin içindeki cennet
    Satılmalıdır.
    Güneşli bahçesi ve resimli kitapları çocukluğun
    Ve ihtiyarlığın emniyeti
    Satılmalıdır.
    Şan, şeref ve saadet,
    Ve
    Kuru kahve
    Topyekun pazar malı olup
    Tartılıp, ölçülüp, biçilip satılmalıdır.
    Harbediyoruz:
    Harbi bitirdiğimiz zaman
    Aç, işsiz ve sakat
    — harp madalyasıyla fakat —
    Köprü altında yatılmalıdır...»

    Yine sustu muhterem peder.
    Şeytan emretti yine:
    «— Naklet onun macerasını,
    O ne idi, ne oldu, anlat...»

    Ve anlattı rahip:
    «— Onu hepiniz hatırlarsınız,
    Toprağın içindeki bir patates tohumu gibi
    Fakir,
    Çalışkan
    Ve neşesiz geçti çocukluğu.
    Sonra uyandı birdenbire
    On yedi yaşına doğru.
    Yine fakirdi, çalışkandı.
    Fakat aylarca gidip
    Bulutsuz bir denizde
    Altında sönük yelkenlerin
    Sanki çok sıcak bir sabah ufukta apansızın
    Yeni bir dünya keşfeder gibi buldu neşeyi...
    Mahallede sesi en güzel olan insandı
    Ve en güzel mandolin çalan.
    Hatırlıyorsunuz değil mi
    Size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
    Ve mavi kurdelesini
    Mandolininin? ..
    İçinizde kimin kalbini kırdı,
    Kime yalan söyledi,
    Sarhoş olduğu vaki midir,
    Ve kiminle dövüştü?
    Çocuklara saygısını
    Ve ihtiyarlara şefkatini inkâr edebilir miyiz?
    Belki biraz kalın kafalı
    Fakat kalbi bir balık yavrusu gibi temiz
    Onu geçen sene harbe gönderdik.
    Şimdi gerilerinde cephenin
    İşgal altındaki bir köyün odasındadır.
    Baygın bir kadının ırzına geçmekle meşgul
    Bir tahta masanın üzerinde.
    Beli çıplak
    Pantolunu dizlerinde
    Başında miğfer
    Ve ayaklarında kısa, kalın çizmeler.
    Yerde iki çocuk ölüsü yatıyordu
    Direkte bağlı bir erkek.
    Dışarda yağmur yağıyor
    Ve uzaktan uzağa motor sesleri.
    Kadını masadan yere iterek
    Doğrulup çekti pantolonunu...
    Halbuki hepiniz hatırlarsınız onu,
    Hatırlıyorsunuz değil mi
    Size doğru gelen dostluğunu kocaman, kırmızı elinin
    Ve mavi kurdelesini
    Mandolininin? »

    Yine birdenbire sustu muhterem peder.
    (Susabilmek bir hünerdir
    İnsanın ağzından çıkan sözler
    Kendine ait olmazsa.)
    Fakat tahta Meryem'in arkasından
    Yine emretti Şeytan:
    «— Rahip, devam et, » — dedi.
    Ve devam etti rahip:
    «— Harbediyoruz.
    Çalıştırılan insan yığınları
    Birbirine devrederek zinciri,
    Karanlık ve ağır,
    Beton künklerin içinde akmalıdır.
    Ve sen kocakarı
    — ön safta, solda, diz çöküp
    Yüzü eski bir kâat gibi buruşuk olan —
    Seni temin ederim ki
    Kilise kapısında oynayan torunun
    — beş yaşında,
    Başı altın bir top gibi yuvarlak —
    Dedesi,
    Senin kocan,
    Babası,
    Senin oğlun
    Ve komşuların gibi
    Kömür ocaklarında çalışacak.
    Hiçbir şeyi
    Ümit etmemeyi
    Öğrensin.
    Bu maksatla
    Uçuyor bombardıman birliklerimiz
    Tasavvur edilmeyecek kadar çok ölüm taşıyıp
    İki gergin kanatla.
    Ve motorlarına benzinle beraber
    Belki bir parça keder dolarak
    (öldürenlerde tevehhüm edilen keder gibi bir şey) ,
    Uçuyor av kuvvetleri himayesinde olarak
    Bombardıman birliklerimiz
    Birbiri ardından giden dalgalar halinde...
    Harbediyoruz:
    Öldürdüklerimizin sayısı
    — bizden ve onlardan
    Aralarında meme çocukları da var —
    Şimdilik
    Beş altı milyon kadar.
    Harbediyoruz:
    Kundak bezinin çeşidiyle belli olmalı herkesin yeri.
    Harbediyoruz:
    Parlasın edebiyen diye sabah güneşlerinde
    Hapisane demirleri...»

    Hakikat çok taraflıdır.
    Fakir bir Şimal kilisesinde
    — Şeytan'ın iğvasıyla da olsa —
    Fakir bir papaz
    Onu o kadar uzun anlatamaz.
    İnzibat kuvvetleri aldı haberi
    — kadife ceketli orman bekçisinden —
    Gelip indirdiler kürsüden muhterem pederi.
    Ve asfalt yolun üzerinde
    Arasında silâhlı iki adamın
    Giderken muhterem peder
    Şeytan baktı arkasından:
    Çekik kaşlarında ümit
    Ve sivri sakalında keder.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  5. eCe

    eCe Daimi Üye

    GAZETE FOTOĞRAFLARI ÜSTÜNE...

    1

    Kara yara

    Birinci sayfada yatıyor iki sütun üstüne
    İki çıplak yavrucuk,
    Birinci sayfada iki sütun üstüne
    Bir avuç kemik deri.
    Delinmiş patlamış etleri.
    Biri Diyarbakırlı, Erganili biri.
    Kolları bacakları kargacık burgacık,
    Kafaları kocaman,
    Ağızları korkunç bir haykırışla açık,
    Birinci sayfada taşla ezilmiş iki kurbağacık.
    İki kurbağacık
    Kara yaralı iki yavrum benim.
    Yılda kim bilir kaç bininiz
    Acı suya bile doymadan gelip gidiyor...
    Ve müsteşar bey:
    (kara yaraya tutulası)
    'Endişeye mahal yok, ' diyor.

    3 ağustos 1959

    2

    Emniyet müdürü

    Güneş bir yara gibi açılmış gökte
    Akıyor kanı.
    Uçak alanı.
    Karşılayıcılar, eller göbekte:
    Coplar, cipler,
    Hapisane duvarları, karakollar
    Ve darağaçlarında sallanan ipler
    Ve siviller göze görünmez
    Ve bir çocuk işkenceye dayanamadı
    Attı kendini emniyet'te üçüncü kattan.
    Ve işte emniyet müdürü bey
    Uçaktan iniyorlar
    Amerika'dan dönüyorlar
    Mesleki tetkikattan.

    İncelediler uyku uyutmamak usullerini
    Ve memnun kaldılar pek
    Hayalara bağlanan elektrottan
    Ve bizdeki tabutlukların üstüne bir de konferans vererek
    Açıkladılar faydalarını
    Koltuk altlarına kaynar yumurta koymanın,
    Boyun derisini kibritle ince ince yakıp soymanın.

    Emniyet müdürü bey uçaktan iniyorlar
    Amerika'dan dönüyorlar
    Ve coplar cipler
    Ve darağaçlarında sallanan ipler
    Üstat döndü diye seviniyorlar.

    1959

    3

    Adnan bey

    Türküler söylendikçe Türk diliyle
    Seni seviyorum gülüm, dendikçe türk diliyle
    Türk diliyle gülünüp
    Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan bey,
    Ben anılacağım,
    Anılacak Türk diliyle size sövüşüm.
    Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
    Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
    Bir adınız var, Adnan bey, adımıza benzeyen.
    Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
    Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
    Yüz Türkiye olsa
    Elinizden de gelse
    Yüzünü de zincire vurur
    Yüz kere satarsınız.
    Milletimin en talihsiz gecesi
    Ana rahmine düştüğünüz gecedir.

    1959

    4

    Ahmet emin yalman

    Selanikli Osman efendi
    Keskin muhasebecilerdendi
    Ama o da yanıldı ömründe bir kere
    Yanlış bir tohum atıp rahm-i madere.
    Bu tohum dünyaya çıkıp insan biçimini aldıysa da,
    Boyu bir karış kaldıysa da,
    Öyle haltlar yedi, öyle işler karıştırdı ki
    Sövdüler kabrinde bile babası Osman efendiye.
    Osman efendi, Ahmet emin adını takmıştı tohumuna,
    Ahmet emin, yalman'lığı kattı buna
    Ve Ahmet emin yalman
    Önce alaman oldu sonra amerikan.
    Ona göre her devirde, her zaman
    Satılacak bir gazeteydi 'vatan'
    Ve hazret sattı vatanı.
    Hapse atacaklarmış Ahmet emin yalman'ı
    Amerikana yaranmaktaki rekabet yüzünden.
    Hapisteki hırsızlara acıyorum ben,
    Ahlâkları bozulacak
    Emin beyle aynı damda yaşa*****...

    1959

    5

    Refik koraltan

    «tekstilde umutsuz durum.
    Bir işsiz kezzap içti.
    Bir milyon çocuk okuldan mahrum.
    Kara yara Mardin’e geçti.
    Grev yapan işçiler yakalandı.
    Köylü, çiftliklerinin ekinini yakıyor...»
    Bir gazete sayfasında
    Başlıkların arasından bakıyor başkan
    Başkan refik bey,
    Bel bel bakıyor.
    Büyük millet meclisi'nin sahibi
    Gösteriyor suratını milletime
    Bilmem neyini gösteren bir deli gibi.

    Biliyoruz,
    Odur küçük dağları
    Ve dağların doğurduğu fareleri yaratan
    Ve debreli hasan gibi martini atan.

    Biliyoruz,
    Tutmuş elinden amerikan:
    Yürü ya refik kulum, demiş
    Ve refik bey yürümüş,
    Göbeği kendinden bir karış önde,
    Diz kapaklarına kadar kana batarak,
    Millî şerefimizin kemikleri üstünde.
    Biliyoruz, biliyoruz,
    Bu vatanın anasını ağlatan
    Bir ismet, bir Adnan, bir de koraltan.

    1959

    6

    Korku

    Korkuyor Adnan menderes
    Ölülerden korkuyor.
    Kore dağlarından geliyor kimi
    Apaçık gözleri dumanlı
    Kaytan bıyıkları kanlı
    Yaşları yirmi.

    Korkuyor Adnan menderes
    Ölülerden korkuyor
    Hele çocuk ölülerinden.
    Karınları davul gibi, boyunları çöpten ince,
    Kırıyorlar Adnan bey'in mutfak camlarını
    Her gece mezarlarından çıkınca...

    Korkuyor Adnan menderes
    Dirilerden korkuyor
    Hele çarıklılardan
    Hele kasketlilerden.
    Kasketliler hayını bağışlamayı bilmez.

    Korkuyor Adnan menderes
    Kocaman yanakları
    Sarkıyor yağlı, sarı.
    Korkuyor Adnan menderes
    Üç saate indi uykusu.
    Korkuyor Adnan menderes
    Hiçbir korkuya benzemez
    Halkını satanın korkusu.


    NAZIM HİKMET RAN
     
  6. eCe

    eCe Daimi Üye

    GELMIŞ DÜNYANIN DÖRT BIR UCUNDAN...



    Gelmiş dünyanın dört bir ucundan
    Ayrı dilleri konuşur, anlaşırız
    Yeşil dallarız dünya ağacından
    Gençlik denen bir millet var, ondanız




    NAZIM HİKMET RAN
     
  7. eCe

    eCe Daimi Üye

    GERILEYEN TÜRKIYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER...


    Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
    Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.
    İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden
    Ezmekte devâm et Barışçılar'ı, ama sen
    Meselâ Yalçın'ı da tıkıyorsun deliğe (1)
    İhtiyarcık sana azıcık cilve yaptı diye,
    Git, koş, elini öp, af dile, yüzünü güldür,
    O, yalnız altın kafeslerde öten bülbüldür.
    O, matbaalar yıktırıp kitaplar yaktıran, (2)
    O, büyük demokrat, O, hürriyetçi kahraman,
    Moskova'yı atomlayalım diyen insancı...
    Kendine acımazsan bize bir parça acı.
    A be Adnan Menderes, böyle bir dal kesilmez,
    Böyle şaşkınlıkların sonu da iyi gelmez...
    Şu muhalefetle de alıp veremediğin ne?
    Niye öyle hışımla yürüyorsun üstüne?
    Kore'ye asker gönderdin de 'Hayır' mı dedi?
    'Kan aktı hesabı sorulmalıdır! ' mı dedi?
    Orduyu emrimize verdin, ses çıkardı mı?
    'Olmaz olsun' mu dedi Amerikan yardımı?
    Feryat mı etti 'İstiklâl elden gitti' diye?
    Zavallı, sımsıkı sarılmış demokrasiye:
    'Başvekil merasimsiz karşılanmalı' diyor. (3)
    Bir de bazan coşarak 'Hayat pahalı' diyor.
    Bu aksoylu muhalefeti ezilir görmek
    Türkün Batılı dostlarını pek üzüyor pek. (4)
    Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes.
    Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

    Hani, her işte bizden örnek alacaktın ya?
    Hürriyet nizamına sâdık kalacaktın ya?
    Vaadettin tanımadın işçinin grev hakkını.
    O hakkı bizim tanıdığımız gibi tanı.
    Elli istiyorlarsa ateş aç, sonra beş ver.
    Ama ufak tefek grevlerde anlayış göster.
    Sendika liderlerinizin birçoğu zaten
    bizde olduğu gibi emir alır polisten.
    Niye telaşlanıp kaybedersin vekarını?
    Hem de kırarsın liderlerin itibarını?
    Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes,
    Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes.

    Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar,
    Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var,
    Öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç,
    Bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  8. eCe

    eCe Daimi Üye

    GIDERAYAK...


    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.
    Ceylanı kurtardım avcının elinden
    ama daha baygın yatar ayılamadı.
    Kopardım portakalı dalından
    ama kabuğu soyulamadı.
    Oldum yıldızlarla haşır neşir
    ama sayısı bir tamam sayılamadı.
    Kuyudan çektim suyu
    ama bardaklara konulamadı.
    Güller dizildi tepsiye
    ama taştan fincan oyulamadı.
    Sevdalara doyulamadı.
    Giderayak işlerim var bitirilecek,
    giderayak.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  9. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖLGESI



    Ağlasada gizliyor gözlerinin yaşını;
    Bir kere eğemedim bu kadının başını.
    Kaç kere sürükledi gururumu ölüme
    Fırtınalar yaratan benim coşkun gönlüme.
    Cevapları öyle heycansız ki onun,
    Kaç kere iman ettim, hiçliğine ruhunun.
    Kaç kere hissettim ki, yine bu gece gibi
    Güzelliğin önünde, dolup, çarpmalı kalbi
    Ne mehtabın aksine yelken açan bir sandal
    Ne de ayaklarında kırılan ince bir dal
    Onun taştan kalbini sevdaya koşturmuyor.
    Bir çiçeğin önünde bir dakkika durmuyor...

    Dönüyoruz yine biz uzun bir gezintiden
    Gönlümün elemini döküyorken ona ben
    O bana kendisini gülerek naklediyor
    diyor.
    Ya bu kadın delidir, yahut ben çıldırmışım
    Ben ki.bir çok kereler kırılmışım, kırmışım
    Ömrümde duymamıştım böyle derin bir acı
    Birden onun yüzüne haykırma ihtiyacı
    İçimde alev alev tutuştu yangın gibi
    Bir dakika kendimin olamadım sahibi
    Hiç olmazsa öcümü böyle alırım dedim
    Yolda mağrur duran gölgesini çiğnedim.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  10. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖVDEMDEKI KURT...



    Sen
    Benim
    Minare boyunda çam gövdeme,
    Yumuşak
    Beyaz
    Bir kurt gibi girdin,
    Kemirdin!
    Ben
    Barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen
    İngiliz amelesi gibi taşıyorum
    Seni içimde!

    Biliyorum
    Kabahat kimde!

    Ey ruhu lordlar kamarası kadın!
    Ey uzun entarili tüysüz Puankare!
    Karşımda:
    Demirleri kıpkızıl
    Bir şimendifer ocağı gibi yanmak
    Senin en basit hünerin;
    Yine en basit hünerin senin
    Buzun üstünde bir paten gibi kıvranmak!

    Soğuk!
    Sıcak!
    Kaltak!
    Dur!
    Yumuşak
    Beyaz
    Kıvrılışlarınla
    Beynime giriyorsun
    Kemiriyorsun!
    Oraya giremezsin!
    Onu kemiremezsin!

    Yumuşak
    Beyaz
    Kıvrılışlarıyla
    Beynime giren kurdu
    Çürük bir diş çeker gibi söktüm!
    Epeyce ter döktüm!
    Bu sonuncuydu
    Bir daha olmayacak!

    NAZIM HİKMET RAN
     
  11. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖZLERI SIYAH KADIN



    Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
    Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
    Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
    Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
    Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
    Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  12. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖZLERIMIZ



    Gözlerimiz şeffaf temiz damlalardır.
    Her damlada demire can veren dehamızın
    Bir küçücük zerresi vardır..
    Şeffaf temiz damlalarıyla gözlerimiz
    Bir umman içinde o kadar birleşti ki,
    Kaynıyan suda buzu nasıl eritirsiniz,
    işte biz de birbirimizde öyle kaybolduk.

    Yükseldi gözlerimizin şaheseri
    Demire can veren dehayı bulduk.
    Şeffaf temiz damlalarıyla gözlerimiz,
    Bir umman içinde birleşmeseydi eğer,
    Her zerre dağılsaydı başka bir yere,
    Dinamolarla türbinleri çiftleştirerek,
    Çelik dağları suda kof bir kelek gibi döndüremezdik..
    Ve gözlerimizi yakan gecenin ateşini
    Şamasız kibrit gibi söndüremezdik.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  13. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖZLERIN...



    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
    gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
    şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
    Antalya tarafında ekinler seher vakti.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    kaç defa karşımda ağladılar
    çırılçıplak kaldı gözlerin
    altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
    fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
    sevinçli bahtiyar
    alabildiğine akıllı ve mükemmel
    dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
    ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
    ve her mevsim ve her saat İstanbul.

    Gözlerin gözlerin gözlerin,
    gün gelecek gülüm, gün gelecek,
    kardeş insanlar birbirine
    senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
    senin gözlerinle bakacaklar.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  14. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÖZLERINE BAKARKEN



    Gözlerine bakarken
    güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
    bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
    kayboluyorum...
    Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
    durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:

    sırrını her gün bir parça veren
    fakat hiç bir zaman
    büsbütün teslim olmayacak olan...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  15. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÜNEŞI İÇENLERIN TÜRKÜSÜ...



    Bu bir türkü: -
    toprak çanaklarda
    güneşi içenlerin türküsü!
    Bu bir örgü: -
    alev bir saç örgüsü!
    kıvranıyor;
    kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
    esmer alınlarında
    bakır ayakları çıplak kahramanların!
    Ben de gördüm o kahramanları,
    ben de sardım o örgüyü,
    ben de onlarla
    güneşe giden
    köprüden
    geçtim!
    Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
    Ben de söyledim o türküyü!

    Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
    altın yeleli aslanların ağzını
    yırtarak
    gerindik!
    Sıçradık;
    şimşekli rüzgâra bindik! .
    Kayalardan
    kayalarla kopan kartallar
    çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
    Alev bilekli süvariler kamçılıyor
    şaha kalkan atlarını!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Düşmesin bizimle yola:
    evinde ağlayanların
    göz yaşlarını
    boynunda ağır bir
    zincir
    gibi taşıyanlar!
    Bıraksın peşimizi
    kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

    İşte:
    şu güneşten
    düşen
    ateşte
    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

    Sen de çıkar
    göğsünün kafesinden yüreğini;
    şu güneşten
    düşen
    ateşe fırlat;
    yüreğini yüreklerimizin yanına at!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
    Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
    toprak kokuyor bakır sakallarımız!
    Neş'emiz sıcak!
    kan kadar sıcak,
    delikanlıların rüyalarında yanan
    o «an»
    kadar sıcak!
    Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
    ölülerimizin başlarına basarak
    yükseliyoruz
    güneşe doğru!

    Ölenler
    döğüşerek öldüler;
    güneşe gömüldüler.
    Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
    Kalın tuğla bacalar
    kıvranarak
    ötüyor!
    Haykırdı en önde giden,
    emreden!
    Bu ses!
    Bu sesin kuvveti,
    bu kuvvet
    yaralı aç kurtların gözlerine perde
    vuran,
    onları oldukları yerde
    durduran
    kuvvet!
    Emret ki ölelim
    emret!
    Güneşi içiyoruz sesinde!
    Coşuyoruz,
    coşuyor! ..
    Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
    mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

    Akın var
    güneşe akın!
    Güneşi zaaaaptedeceğiz
    güneşin zaptı yakın!

    Toprak bakır
    gök bakır.
    Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
    Hay-kır
    Haykıralım!




    NAZIM HİKMET RAN
     
  16. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÜNEŞTE



    Güneşte
    Denizin sonunda mavi bir duman gibi
    Gözümde tütüyorsun.
    Yeşil bir erik dalı yüreğim
    Sen altın tüylü bir yemiş
    Sallanıyorsun.
    Fakat ben seni böyle bir yemiş
    Ve bir duman gibi görmenin yerine
    Sahiden görmek istiyorum çıplak ayaklarını
    Sahiden dokunmak istiyorum uzun parmaklı ellerine!...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  17. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÜNLER



    Geçip gitmiş günler gelin
    Rakı için sarhoş olun
    Islıkla bir şeyler çalın
    Geberiyorum kederden.

    İlerdeki güzel günler
    Beni görmeyecek onlar
    Bari selam yollasınlar
    Geberiyorum kederden.

    Başladığım bugünkü gün
    Yarıda kalabilirsin,
    Geceye varmadan yahut
    Çok büyük olabilirsin.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  18. eCe

    eCe Daimi Üye

    GÜZ...



    Günler gitgide kısalıyor,
    yağmurlar başlamak üzre.
    Kapım ardına kadar açık bekledi seni.
    Niye böyle geç kaldın?

    Soframda yeşil biber, tuz, ekmek.
    Testimde sana sakladığım şarabı
    içtim yarıya kadar bir başıma
    seni bekleyerek.
    Niye böyle geç kaldın?

    Fakat işte ballı meyveler
    dallarında olgun, diri duruyor.
    Koparılmadan düşeceklerdi toprağa
    biraz daha gecikseydin eğer...




    NAZIM HİKMET RAN
     

Sayfayı Paylaş