Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-2 C-Ç-D serisi CENAZE MERASIMIM Bizim avludan mı kalkacak cenazem? Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? Asansöre sığmaz tabut, Merdivenler daracık Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu, Belki ıslak asfaltıyla yağmur. Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi. Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem, Bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur. Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma, Meraklıdır ölülere çocuklar. Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla. Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar. Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize... NAZIM HİKMET RAN
CEVIZ AĞACI ILE TOPAL YUNUS'UN HIKAYESI Burda bir dostumuz var: Çerkeş'in Kavak köyünden. Büyük kitaplar gibi İçinde bir şeyler saklı. Akıllı adamlara Ajans haberlerine Ve bilmeceye meraklı. Adı: yunus. Ateşimizi yakıp Suyumuzu veriyor. Ağaçlardan Ve günlerden konuşuyoruz. Herhal ilerdedir Yaşanacak günlerin En güzelleri. Şimdilik Sohbetimizde kederi: Kesilip Satılmış Bir ceviz ağacının... Onu tanıyoruz: Avlunun içinde Kapının solundaydı. Ve altı yaşında Dalından düştü yunus, Topallığı ondandır. Öküzler topalları sever, Çünkü topallar ağır yürürler. Öküzler topalları sever, Ceviz ağaçları sevmez topalları: Çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere, Çünkü üzerlerine çıkıp Silkeleyemezler dalları. Ceviz ağaçları sevmez topalları... Bir acayiptir muhabbet bahsi: Mutlaka kendini dereye atmaz Sevilmeyenlerin hepsi. İnsanların hünerleri çoktur: İnsanlar Sevilmeden de sevmesini bilirler... Bir acayiptir muhabbet bahsi, Bir acayiptir Ceviz ağacı ile Topal yunus'un hikâyesi... ..... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Ve çerkeş yolu üzerinden Sabah namazı ışıyıp geldiği zaman, Kadınlardan önce uyanırdı dalları. Altından geçerken düşünürdü yunus... ..... Düşünmek: Ne mukaddes bir iş Ne felâket Ne de bahtiyarlıktı, Ve ölüm: Mutlaka varılıp dönülmeyen, Fakat üzerinde düşünülmeyen Bir köydü yunus için... ..... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu, Rüzgârda konuşurdu kendi kendine, Dalları yukardan yunus'a bakar... ..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü, Dünyanın yuvarlak olduğunu Ve güneşin etrafında döndüğünü Bilmiyordu yunus. Bunları biz anlattık ona Şaşıp kalmadı... ..... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Yüksekti, genişti alabildiğine. Üç kişi el ele versen Kütüğünü çeviremezdin. Gece altında oturdun muydu Yıldızları göremezdin. Her gece altında otururdu yunus... ..... Çinli müslümanlara, Burunları tek boynuzlu gergedanlara, Ve bir damla suda bir milyon mikroba dair Fikri yoktu yunus'un. Bunları bizden öğrendiği gün Hayret etmedi... ..... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Toprağın içinde gider kökleri, Karanlık bir sudur tepende akar. Her akşam altından geçerdi yunus... ..... Bir gün ateşimizi yakıp Verirken suyumuzu: «- biz hizmetkârınız senin, Sen efendimizsin» - dedik. Şaşırıp kaldı yunus... ..... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Rüzgârda konuşurdu kendi kendine. Yüksekti, genişti alabildiğine. Gece altında oturdun muydu Yıldızları göremezdin. Karanlık bir sudur tepende akar, Toprağın içinde gider kökleri, Dalları, yukardan yunus'a bakar... «- köy işi zordur katiyen Vücut ezilir bir defa. Toprağa çömelip bak dört tarafa: Bela hangi inde pusmuş Bilinir mi? Mümkünü yok vurulsun...» Vurmuş belâ, ciğerinden yunus'u... «- biz hiç dünyada yaşamış değiliz. Geldik Gidiyoruz öylesine... Tevatür güzelmiş istanbul şehri, Varıp görülmesi nasibolmadı. Velâkin niye tiftiği yok Altmış haneden otuzunun? ...» Tiftiği yoktu yunus'un... «- attığın taş Dediğin kuşu vurmuyor. Dünya trene bindi. Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. Elimiz ayağımız: öküz. Çok zor olur öküzü satmak, Yarı ölümdür yani. Öküz gitti mi korkulursun...» Sattılar öküzünü yunus'un... «- herhal yolların sonu göründü. Bu olan işleri akıl almaz. Toprak sabuna döndü Kayar insanın elinden. Cümle mahlukatın mekânı vardır Kurdun mekânı olmaz. Toprağın elinden kaydı mıydı Bir mekânsız kurt olursun...» Kaydı toprağı elinden yunus'un... Cevizlerini eylülde döker, Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu. Yunus durmadan Yunus kaybettikçe onu düşünür, O, bir şey isteyip, bir şey sormadan Rüzgârda konuşurdu kendi kendine... Çocuklara ana, Tohuma toprak Ve karı lâzımdır erkek kısmına... Bir kız kaçırdı yunus: Çünkü düğün pahalı Kız kaçırmak ucuz... Fakirin karısı kavi olmaz... Ve bir gün Çerkeş yolu üzerinden Sabah namazı ışıyıp geldiği zaman Giderlerdi. Yunus'un arkasında yuvarlandı yere, Kırmızı peştemalının içinde ölüverdi... Topraksız, öküzsüz ve kadınsız, Kaldılar dünyada bir başlarına Ceviz ağacı ile yunus. Yalnızlık koydukça koydu yunus'a. El toprağında ter döker oldu. Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp Uyumaz beklerdi sabaha kadar. Yalnızlık umrunda değil cevizin, Toprağın içinde gider kökleri, Dalları yukardan yunus'a bakar... Cevizden konsol yaparlar, Topal yunus ne işe yarar? Zemheriler geldi barınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Gayrı daha fazla sürünemezsin. Sat yunus cevizini... Yün yorgan değil bu sarınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Bir cansız ağaçtır yaranamazsın. Sat yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, Vay cevizin hali, vay benim halim... Mekânsız kurda mekândı. Cevizden konsol yaparlar. Yarı ağaç, yarı insandı. Sat yunus cevizini... Cenaze çırçıplak, kara uzandı. Cevizden konsol yaparlar. Kesildi dalları, dallar budandı. Sattı yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, Vay cevizin hali, vay benim halim... Sabahın sahibi vardır. Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir Yaşanacak günlerin En güzelleri... Şimdilik Sohbetimizde kederi: Kesilip Satılmış Bir ceviz ağacının... NAZIM HİKMET RAN CEVIZ AĞACI... Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda, Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. NAZIM HİKMET RAN
ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-01) ... Saat dört Yoksun Saat beş Yok Altı, yedi, Ertesi gün, daha ertesi Ve belki Kim bilir... Hapisane avlusunda Bir bahçemiz vardı. Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı. Gelirdin, Yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman Muşamba torban dizlerinde... Kelleci memedi hatırlıyor musun? Sübyan koğuşundan. Başı dört köşe, Bacakları kısa Ve kalın Ve elleri ayaklarından büyük. Kovanından bal çaldığı adamın Taşla ezmiş kafasını. 'Hanım abla' derdi sana. Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı, Tepemizde, Yukarda, Güneşe yakın, Bir konserve kutusunun içinde... Bir cumartesi gününü, Hapisane çeşmesiyle ıslanan Bir ikindi vaktini hatırlıyor musun? Bir türkü söylediydi kalaycı şaban usta, Aklında mı: 'Beypazarı meskenimiz, ilimiz, Kim bilir nerede kalır ölümüz....? ' O kadar resmini yaptım senin Bana birini bırakmadın. Bende yalnız bir fotoğrafın var: Bir başka bahçede Çok rahat Çok bahtiyar Yem verip tavuklara gülüyorsun. Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu, Fakat pek ala gülebildik Ve bahtiyar olmadık değil. Nasıl haber aldık En güzel hürriyete dair, Nasıl dinledik ayak seslerini Yaklaşan müjdelerin, Ne güzel şeyler konuştuk Hapisane bahçesinde... NAZIM HİKMET RAN
ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-02) Bir akşamüstü Oturup Hapisane kapısında Rubailer okuduk gazalî'den: 'Gece: Büyük lâciverdî bahçe. Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin. Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler. Bir gün eğer, Benden uzak, Karanlık bir yağmur gibi, Canını sıkarsa yaşamak Tekrar gazalî'yi oku. Ve pîrâyende'm benim, Ben eminim Sen sadece merhamet duyacaksın Ölümün karşısında onun Ümitsiz yalnızlığı Ve muhteşem korkusuna. Bir akar su getirsin gazalî'yi sana: '- Toprak bir kâsedir Çömlekçinin rafında tâcidar, Ve zafer yazıları Yıkılmış duvarlarında keyhüsrevin...' Birikip sıçramalar. Soğuk Sıcak Serin. Ve büyük lâciverdi bahçede Başsız ve sonsuz Ve durup dinlenmeden Devranı rakkaselerin... Bilmiyorum, neden Aklımda hep İlkönce senden duyduğum Çankırılı bir cümle var: 'Pamukladı mıydı kavaklar Kiraz gelir ardından.' Kavaklar pamukluyor gazalî'de, Fakat Görmüyor, üstat, Kirazın geldiğini. Ölüme ibadeti bundandır. Şeker ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor. Akşam. Dışarda çocuklar bağrışıyorlar. Çeşmeden akıyor su. Ve jandarma karakolunun ışığında Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu. Açıldı demirlerin dışında Büyük, lâciverdî bahçem. A s l o l a n h a y a t t ı r... Beni unutma hatçem... NAZIM HİKMET RAN
ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-03) Bugün çarşamba: - biliyorsun - Çankırı'nın pazarı. Demir kapımızdan geçip Kamış sepetimizde bize kadar gelecek Yumurtası, bulguru, Yaldızlı, mor patlıcanları... Dün köylerden inenleri seyrettim: Yorgundular, Kurnaz Ve şüpheli, Ve kaşlarının altında keder. Erkekler eşeklerde, Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler. Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır. Herhalde iki çarşambadır pazarda: Kırmızı başörtülü 'Kibirsiz' İstanbulluyu aramışlardır... NAZIM HİKMET RAN
ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-04) Sıcaklar bildiğin gibi değil Ve ben ki yalı uşağıyım, Deniz ne kadar uzak... İkiyle beş arası Cibinliğin altına uzanarak Ter içinde Kımıldanmadan Gözlerim açık Dinliyorum sineklerin uğultusunu. Biliyorum: Şimdi avluda Duvarlara çarpıyorlardır suyu, Kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur. Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde Bir kezzap aydınlığı içindedir Simsiyah kiremitleriyle şehir... Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor. Sonra kayboluyor birdenbire. Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup, Yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak Bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak. Ve zaman zaman Ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde Bir korku halinde tabiatı... Bir zelzele olabilir. Zaten üç günlük yere geldi, Salladı çapanoğlu Yozgad'ı. Ve yerlilerin kavlince: Altı tekmil tuz madeni olduğundan Yıkılacak Çankırı şehri Kıyametten kırk gün önce. Yatıp bir gece Başın bir kalasla ezilmiş, Çıkmamak sabaha... Ölümün bu kadar körü ve mendeburu... Ben yaşamak istiyorum biraz daha, Daha bir hayli yaşamak. Bunu birçok şey için istiyorum, Birçok Çok mühim şeyler. NAZIM HİKMET RAN
ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-05) Saat beşte akşam oluyor: İnsanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla. Yağmur taşıdıkları belli. Birçoğu Elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar... Bizim odanın yüz mumluğu, Terzilerin gaz lambası yandı. Terziler ıhlamur içiyorlar... Kış geldi demektir... Üşüyorum. Fakat kederli değilim. Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır: Kış günleri hapisanede, Sade hapisanede değil, Bu kocaman Bu ısınası Bu ısınacak dünyada Üşüyüp Kederli olmamak... NAZIM HİKMET RAN
ÇEKILMEZ BIR ADAM... Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi Azgın bir hayvan döver gibi O gün çalışıyorum Sonra birde bakıyorsun ki Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet Çekilmez bir adam oldum yine Uykusuz, aksi, lanet Yine her seferki gibi haksızım Sebep yok olması da imkansız Bu yaptığım iş ayıp rezalet Fakat elimde değil Seni kıskanıyorum. NAZIM HİKMET RAN
ÇOCUKLAR ÖLEBILIR YARIN Çocuklar ölebilir yarın, Hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından Düşerek te değil kuyulara filân; Çocuklar ölebilir yarın, Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın, Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında, Ne bir santim kemik, ne bir damla kan, Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında Arkalarında bir avuç kül bile değil Arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan NAZIM HİKMET RAN
ÇOCUKLARIMIZA NASIHAT... Hakkındır yaramazlık. Dik duvarlara tırman Yüksek ağaçlara çık. Usta bir kaplan Gibi kullansın elin Yerde yıldırım gibi giden bisikletini.. Ve din dersleri hocasının resmini yapan Kurşunkaleminle yık Mızraklı ilmihalin Yeşil sarıklı iskeletini.. Sen kendi cennetini Kara toprağın üstünde kur. Coğrafya kitabıyla sustur, Seni «hilkati âdem»le aldatanı.. Sen sade toprağı tanı Toprağa inan. Ayırdetme öz anandan Toprak ananı. Toprağı sev Anan kadar... NAZIM HİKMET RAN
DAVET... Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan Bu memleket, bizim. Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benziyen toprak, Bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, Yok edin insanın insana kulluğunu, Bu dâvet bizim.... Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür Ve bir orman gibi kardeşçesine, Bu hasret bizim... NAZIM HİKMET RAN
DAVID OISTRAKH'A MEKTUBUMDUR İstanbul'a gitmişiniz. Mektubunda:'Unuttum herşeyi,'diyor. Konserinizdeymiş. Kahırlarından başka unutacak şeyi yok. Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişiniz. 'Ağladım,'diyor,'ferahladım.' Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri 'Dünya,' Diyor,'güzel,içim rahat.' Bakmış parmaklarınıza. Siz Kıskandığım biricik insansınız, üstad. NAZIM HİKMET RAN
DIYET Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, İki gözünüzle bakarsınız, İki kurnaz, İki hayın, Ve zeytini yağlı iki gözünüzle Bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli Ve topraklarına çiftliklerinizin Ve çek defterinize. Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey, İki elinizle okşarsınız, İki tombul, İki ak, Vıcık vıcık terli iki elinizle Okşarsınız pomadlı saçlarınızı, Dövizlerinizi Ve memelerini metreslerinizin. İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey, İki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı, İki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in, Ve bütün kaygınız İki bacağınızın arkadan birleştiği yeri Halkın tekmesinden korumaktır. Benim gözlerimin ikisi de yok. Benim ellerimin ikisi de yok. Benim bacaklarımın ikisi de yok. Ben yokum. Beni, Üniversiteli yedek subayı, Kore'de harcadınız, Adnan Bey. Elleriniz itti beni ölüme, Vıcık vıcık terli, tombul elleriniz. Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan Ve ben al kan içinde ölürken Çığlığımı duymamanız için Kaçırdı bacaklarınız sizi arabanıza bindirip. Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey, Ölüler otomobilden hızlı gider, Kör gözlerim, Kopuk ellerim, Kesik bacaklarımla peşinizdeyim. Diyetimi istiyorum Adnan Bey, Göze göz, Ele el, Bacağa bacak, Diyetimi istiyorum, Alacağım da. NAZIM HİKMET RAN
DOĞUM Anası bir oğlancık doğurdu bana; Kaşsız, sarı bir oğlan, Masmavi kundağında yatan Bir nur topu, üç kilo ağırlığında. Benim oğlan Dünyaya geldiği zaman, Çocuklar doğdu Korede, Sarı ay çiçeğine benziyorlardı. Makartır kesti onları, Gittiler ana sütüne bile doymadan Benim oğlan Dünyaya geldiği zaman, Çocuklar doğdu Yunan zindanlarında, Babaları kurşuna dizilmiş. Bu dünyada ilk görülecek şey diye Demir parmaklığı gördüler. Benim oğlan Dünyaya geldiği zaman Çocuklar doğdu Anadoluda, Mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi. Bitlendiler doğar doğmaz Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden. Benim oğlan Benim yaşıma bastığı zaman, Ben bu dünyada olmıyacağım, Ama harikulâde bir beşik olacak dünya, Siyah, Beyaz, Sarı Bütün çocukları Sallıyan Mavi atlas döşekli bir beşik. NAZIM HİKMET RAN
DON KIŞOT... Ölümsüz gençliğin şövalyesi, Ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına, Bir temmuz sabahı fethine çıktı Güzelin, doğrunun ve haklının: Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya, Altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı. Bilirim, Hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine, Hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek, Yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok, Yeldeğirmenleriyle dövüşülecek. Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün, Sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu, Alaşağı edecekler seni Bir temiz pataklayacaklar. Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun, Sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin Ağır, demir kabuğunun içinde Ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek... NAZIM HİKMET RAN
DOSTLUK Biz haber etmeden haberimizi alırsın, yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. Gözümüzün dilinden anlar, elimizin sırrını bilirsin. Namuslu bir kitap gibi güler, alnımızın terini silersin. O gider, bu gider, şu gider, Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın NAZIM HİKMET RAN
DURUP DURURKEN Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı, Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı, Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta, Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç, Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç, Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta, Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan, Durup dururken kafamda bir güneşli duman, Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne, Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne... NAZIM HİKMET RAN
DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU... Akrep gibisin kardeşim, Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, Serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, Midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, Beş değil, Yüz milyonlarlasın maalesef. Koyun gibisin kardeşim, Gocuklu celep kaldırınca sopasını Sürüye katılıverirsin hemen Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye. Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, Hani şu derya içre olup Deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf. Ve bu dünyada, bu zulüm Senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak Kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama — Kabahatın çoğu senin, canım kardeşim! NAZIM HİKMET RAN
DÜNYAYI VERELIM ÇOCUKLARA Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında Dünyayı çocuklara verelim Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı Çocuklar dünyayı alacak elimizden Ölümsüz ağaçlar dikecekler NAZIM HİKMET RAN