Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-2

Konu, 'Ustalara Saygı' kısmında eCe tarafından paylaşıldı.

  1. eCe

    eCe Daimi Üye

    Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-2

    C-Ç-D serisi


    CENAZE MERASIMIM


    Bizim avludan mı kalkacak cenazem?
    Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan?
    Asansöre sığmaz tabut,
    Merdivenler daracık

    Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak,
    Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu,
    Belki ıslak asfaltıyla yağmur.
    Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi.

    Kamyona, yerli gelenekle,yüzüm açık yükleneceksem,
    Bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden; uğurdur.
    Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma,
    Meraklıdır ölülere çocuklar.

    Bakacak arkamdan mutfak penceremiz.
    Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla.
    Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar.
    Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize...


    NAZIM HİKMET RAN
     
  2. eCe

    eCe Daimi Üye

    CEVIZ AĞACI ILE TOPAL YUNUS'UN HIKAYESI


    Burda bir dostumuz var:
    Çerkeş'in
    Kavak köyünden.
    Büyük kitaplar gibi
    İçinde bir şeyler saklı.
    Akıllı adamlara
    Ajans haberlerine
    Ve bilmeceye meraklı.
    Adı: yunus.
    Ateşimizi yakıp
    Suyumuzu veriyor.
    Ağaçlardan
    Ve günlerden konuşuyoruz.
    Herhal ilerdedir
    Yaşanacak günlerin
    En güzelleri.
    Şimdilik
    Sohbetimizde kederi:
    Kesilip
    Satılmış
    Bir ceviz ağacının...

    Onu tanıyoruz:
    Avlunun içinde
    Kapının solundaydı.
    Ve altı yaşında
    Dalından düştü yunus,
    Topallığı ondandır.

    Öküzler topalları sever,
    Çünkü topallar ağır yürürler.
    Öküzler topalları sever,
    Ceviz ağaçları sevmez topalları:
    Çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere,
    Çünkü üzerlerine çıkıp
    Silkeleyemezler dalları.
    Ceviz ağaçları sevmez topalları...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi:
    Mutlaka kendini dereye atmaz
    Sevilmeyenlerin hepsi.
    İnsanların hünerleri çoktur:
    İnsanlar
    Sevilmeden de sevmesini bilirler...

    Bir acayiptir muhabbet bahsi,
    Bir acayiptir
    Ceviz ağacı ile
    Topal yunus'un hikâyesi...

    ..... Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Ve çerkeş yolu üzerinden
    Sabah namazı ışıyıp geldiği zaman,
    Kadınlardan önce uyanırdı dalları.
    Altından geçerken düşünürdü yunus...

    ..... Düşünmek:
    Ne mukaddes bir iş
    Ne felâket
    Ne de bahtiyarlıktı,
    Ve ölüm:
    Mutlaka varılıp dönülmeyen,
    Fakat üzerinde düşünülmeyen
    Bir köydü yunus için...

    ..... Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu,
    Rüzgârda konuşurdu kendi kendine,
    Dalları yukardan yunus'a bakar...

    ..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü,
    Dünyanın yuvarlak olduğunu
    Ve güneşin etrafında döndüğünü
    Bilmiyordu yunus.
    Bunları biz anlattık ona
    Şaşıp kalmadı...

    ..... Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Üç kişi el ele versen
    Kütüğünü çeviremezdin.
    Gece altında oturdun muydu
    Yıldızları göremezdin.
    Her gece altında otururdu yunus...

    ..... Çinli müslümanlara,
    Burunları tek boynuzlu gergedanlara,
    Ve bir damla suda bir milyon mikroba dair
    Fikri yoktu yunus'un.
    Bunları bizden öğrendiği gün
    Hayret etmedi...

    ..... Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Toprağın içinde gider kökleri,
    Karanlık bir sudur tepende akar.
    Her akşam altından geçerdi yunus...

    ..... Bir gün ateşimizi yakıp
    Verirken suyumuzu:
    «- biz hizmetkârınız senin,
    Sen efendimizsin» - dedik.
    Şaşırıp kaldı yunus...

    ..... Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Rüzgârda konuşurdu kendi kendine.
    Yüksekti, genişti alabildiğine.
    Gece altında oturdun muydu
    Yıldızları göremezdin.
    Karanlık bir sudur tepende akar,
    Toprağın içinde gider kökleri,
    Dalları, yukardan yunus'a bakar...

    «- köy işi zordur katiyen
    Vücut ezilir bir defa.
    Toprağa çömelip bak dört tarafa:
    Bela hangi inde pusmuş
    Bilinir mi?
    Mümkünü yok vurulsun...»

    Vurmuş belâ, ciğerinden yunus'u...

    «- biz hiç dünyada yaşamış değiliz.
    Geldik
    Gidiyoruz öylesine...
    Tevatür güzelmiş istanbul şehri,
    Varıp görülmesi nasibolmadı.
    Velâkin niye tiftiği yok
    Altmış haneden otuzunun? ...»

    Tiftiği yoktu yunus'un...

    «- attığın taş
    Dediğin kuşu vurmuyor.
    Dünya trene bindi.
    Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor.
    Elimiz ayağımız: öküz.
    Çok zor olur öküzü satmak,
    Yarı ölümdür yani.
    Öküz gitti mi korkulursun...»

    Sattılar öküzünü yunus'un...

    «- herhal yolların sonu göründü.
    Bu olan işleri akıl almaz.
    Toprak sabuna döndü
    Kayar insanın elinden.
    Cümle mahlukatın mekânı vardır
    Kurdun mekânı olmaz.
    Toprağın elinden kaydı mıydı
    Bir mekânsız kurt olursun...»

    Kaydı toprağı elinden yunus'un...

    Cevizlerini eylülde döker,
    Yaprakları yeşil dururdu kasıma kadar.
    Güneşte gölgesi hain olurdu.
    Yunus durmadan
    Yunus kaybettikçe onu düşünür,
    O, bir şey isteyip, bir şey sormadan
    Rüzgârda konuşurdu kendi kendine...

    Çocuklara ana,
    Tohuma toprak
    Ve karı lâzımdır erkek kısmına...

    Bir kız kaçırdı yunus:
    Çünkü düğün pahalı
    Kız kaçırmak ucuz...

    Fakirin karısı kavi olmaz...

    Ve bir gün
    Çerkeş yolu üzerinden
    Sabah namazı ışıyıp geldiği zaman
    Giderlerdi.
    Yunus'un arkasında yuvarlandı yere,
    Kırmızı peştemalının içinde ölüverdi...

    Topraksız, öküzsüz ve kadınsız,
    Kaldılar dünyada bir başlarına
    Ceviz ağacı ile yunus.
    Yalnızlık koydukça koydu yunus'a.
    El toprağında ter döker oldu.
    Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp
    Uyumaz beklerdi sabaha kadar.
    Yalnızlık umrunda değil cevizin,
    Toprağın içinde gider kökleri,
    Dalları yukardan yunus'a bakar...

    Cevizden konsol yaparlar,
    Topal yunus ne işe yarar?

    Zemheriler geldi barınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Gayrı daha fazla sürünemezsin.
    Sat yunus cevizini...

    Yün yorgan değil bu sarınamazsın.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Bir cansız ağaçtır yaranamazsın.
    Sat yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    Vay cevizin hali, vay benim halim...

    Mekânsız kurda mekândı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Yarı ağaç, yarı insandı.
    Sat yunus cevizini...

    Cenaze çırçıplak, kara uzandı.
    Cevizden konsol yaparlar.
    Kesildi dalları, dallar budandı.
    Sattı yunus cevizini...

    Varlılar varsıza dokur mu kilim,
    Vay cevizin hali, vay benim halim...

    Sabahın sahibi vardır.
    Gün daima bulutta kalmaz.
    Herhal ilerdedir
    Yaşanacak günlerin
    En güzelleri...
    Şimdilik
    Sohbetimizde kederi:
    Kesilip
    Satılmış
    Bir ceviz ağacının...

    NAZIM HİKMET RAN



    CEVIZ AĞACI...
    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda,
    Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda.
    Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
    Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,
    Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.
    Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.
    Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.
    Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.
    Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.
    Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

    Ben bir ceviz ağacıyım gülhane parkı'nda.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  3. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-01) ...


    Saat dört
    Yoksun
    Saat beş
    Yok
    Altı, yedi,
    Ertesi gün, daha ertesi
    Ve belki
    Kim bilir...
    Hapisane avlusunda
    Bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.
    Gelirdin,
    Yan yana otururduk,
    Kırmızı ve kocaman
    Muşamba torban dizlerinde...
    Kelleci memedi hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    Bacakları kısa
    Ve kalın
    Ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    Taşla ezmiş kafasını.
    'Hanım abla' derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    Tepemizde,
    Yukarda,
    Güneşe yakın,
    Bir konserve kutusunun içinde...
    Bir cumartesi gününü,
    Hapisane çeşmesiyle ıslanan
    Bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı şaban usta,
    Aklında mı:
    'Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    Kim bilir nerede kalır ölümüz....? '
    O kadar resmini yaptım senin
    Bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var:
    Bir başka bahçede
    Çok rahat
    Çok bahtiyar
    Yem verip tavuklara gülüyorsun.
    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    Fakat pek ala gülebildik
    Ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haber aldık
    En güzel hürriyete dair,
    Nasıl dinledik ayak seslerini
    Yaklaşan müjdelerin,
    Ne güzel şeyler konuştuk
    Hapisane bahçesinde...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  4. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-02)


    Bir akşamüstü
    Oturup
    Hapisane kapısında
    Rubailer okuduk gazalî'den:
    'Gece:
    Büyük lâciverdî bahçe.
    Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
    Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.

    Bir gün eğer,
    Benden uzak,
    Karanlık bir yağmur gibi,
    Canını sıkarsa yaşamak
    Tekrar gazalî'yi oku.
    Ve pîrâyende'm benim,
    Ben eminim
    Sen sadece merhamet duyacaksın
    Ölümün karşısında onun
    Ümitsiz yalnızlığı
    Ve muhteşem korkusuna.

    Bir akar su getirsin gazalî'yi sana:
    '- Toprak bir kâsedir
    Çömlekçinin rafında tâcidar,
    Ve zafer yazıları
    Yıkılmış duvarlarında keyhüsrevin...'

    Birikip sıçramalar.
    Soğuk
    Sıcak
    Serin.

    Ve büyük lâciverdi bahçede
    Başsız ve sonsuz
    Ve durup dinlenmeden
    Devranı rakkaselerin...

    Bilmiyorum, neden
    Aklımda hep
    İlkönce senden duyduğum
    Çankırılı bir cümle var:
    'Pamukladı mıydı kavaklar
    Kiraz gelir ardından.'
    Kavaklar pamukluyor gazalî'de,
    Fakat
    Görmüyor, üstat,
    Kirazın geldiğini.
    Ölüme ibadeti bundandır.

    Şeker ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
    Akşam.
    Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
    Çeşmeden akıyor su.
    Ve jandarma karakolunun ışığında
    Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
    Açıldı demirlerin dışında
    Büyük, lâciverdî bahçem.
    A s l o l a n h a y a t t ı r...

    Beni unutma hatçem...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  5. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-03)


    Bugün çarşamba:
    - biliyorsun -
    Çankırı'nın pazarı.
    Demir kapımızdan geçip
    Kamış sepetimizde bize kadar gelecek
    Yumurtası, bulguru,
    Yaldızlı, mor patlıcanları...

    Dün köylerden inenleri seyrettim:
    Yorgundular,
    Kurnaz
    Ve şüpheli,
    Ve kaşlarının altında keder.
    Erkekler eşeklerde,
    Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
    Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
    Herhalde iki çarşambadır pazarda:
    Kırmızı başörtülü
    'Kibirsiz' İstanbulluyu aramışlardır...





    NAZIM HİKMET RAN
     
  6. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-04)


    Sıcaklar bildiğin gibi değil
    Ve ben ki yalı uşağıyım,
    Deniz ne kadar uzak...

    İkiyle beş arası
    Cibinliğin altına uzanarak
    Ter içinde
    Kımıldanmadan
    Gözlerim açık
    Dinliyorum sineklerin uğultusunu.
    Biliyorum:
    Şimdi avluda
    Duvarlara çarpıyorlardır suyu,
    Kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
    Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
    Bir kezzap aydınlığı içindedir
    Simsiyah kiremitleriyle şehir...

    Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
    Sonra kayboluyor birdenbire.
    Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
    Yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
    Bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
    Ve zaman zaman
    Ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
    Bir korku halinde tabiatı...

    Bir zelzele olabilir.
    Zaten üç günlük yere geldi,
    Salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
    Ve yerlilerin kavlince:
    Altı tekmil tuz madeni olduğundan
    Yıkılacak Çankırı şehri
    Kıyametten kırk gün önce.
    Yatıp bir gece
    Başın bir kalasla ezilmiş,
    Çıkmamak sabaha...
    Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
    Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
    Daha bir hayli yaşamak.
    Bunu birçok şey için istiyorum,
    Birçok
    Çok mühim şeyler.


    NAZIM HİKMET RAN
     
  7. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇANKIRI HAPISHANESINDEN (MEKTUPLAR-05)


    Saat beşte akşam oluyor:
    İnsanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
    Yağmur taşıdıkları belli.
    Birçoğu
    Elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
    Bizim odanın yüz mumluğu,
    Terzilerin gaz lambası yandı.
    Terziler ıhlamur içiyorlar...
    Kış geldi demektir...
    Üşüyorum.
    Fakat kederli değilim.
    Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır:
    Kış günleri hapisanede,
    Sade hapisanede değil,
    Bu kocaman
    Bu ısınası
    Bu ısınacak dünyada
    Üşüyüp
    Kederli olmamak...


    NAZIM HİKMET RAN
     
  8. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇEKILMEZ BIR ADAM...


    Çekilmez bir adam oldum yine
    Uykusuz, aksi, lanet
    Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi
    Azgın bir hayvan döver gibi
    O gün çalışıyorum
    Sonra birde bakıyorsun ki
    Ağzımda sönük bir cigara gibi tembel bir türkü
    Sabahtan akşama kadar sırt üstü yatıyorum ertesi gün
    Ve beni çileden çıkarıyor büsbütün
    Kendime karşı duyduğum nefret ve merhamet
    Çekilmez bir adam oldum yine
    Uykusuz, aksi, lanet
    Yine her seferki gibi haksızım
    Sebep yok olması da imkansız
    Bu yaptığım iş ayıp rezalet
    Fakat elimde değil
    Seni kıskanıyorum.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  9. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇOCUKLAR ÖLEBILIR YARIN


    Çocuklar ölebilir yarın,
    Hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından
    Düşerek te değil kuyulara filân;
    Çocuklar ölebilir yarın,
    Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
    Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,
    Ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
    Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
    Arkalarında bir avuç kül bile değil
    Arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan




    NAZIM HİKMET RAN
     
  10. eCe

    eCe Daimi Üye

    ÇOCUKLARIMIZA NASIHAT...



    Hakkındır yaramazlık.
    Dik duvarlara tırman
    Yüksek ağaçlara çık.
    Usta bir kaplan
    Gibi kullansın elin
    Yerde yıldırım gibi giden bisikletini..
    Ve din dersleri hocasının resmini yapan
    Kurşunkaleminle yık
    Mızraklı ilmihalin
    Yeşil sarıklı iskeletini..
    Sen kendi cennetini
    Kara toprağın üstünde kur.
    Coğrafya kitabıyla sustur,
    Seni «hilkati âdem»le aldatanı..
    Sen sade toprağı tanı
    Toprağa inan.
    Ayırdetme öz anandan
    Toprak ananı.
    Toprağı sev
    Anan kadar...





    NAZIM HİKMET RAN
     
  11. eCe

    eCe Daimi Üye

    DAVET...



    Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
    Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    Bu memleket, bizim.

    Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    Ve ipek bir halıya benziyen toprak,
    Bu cehennem, bu cennet bizim.

    Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    Yok edin insanın insana kulluğunu,
    Bu dâvet bizim....

    Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    Ve bir orman gibi kardeşçesine,
    Bu hasret bizim...





    NAZIM HİKMET RAN
     
  12. eCe

    eCe Daimi Üye

    DAVID OISTRAKH'A MEKTUBUMDUR


    İstanbul'a gitmişiniz.
    Mektubunda:'Unuttum herşeyi,'diyor.
    Konserinizdeymiş.
    Kahırlarından başka unutacak şeyi yok.
    Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişiniz.
    'Ağladım,'diyor,'ferahladım.'
    Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri 'Dünya,'
    Diyor,'güzel,içim rahat.'
    Bakmış parmaklarınıza. Siz
    Kıskandığım biricik insansınız, üstad.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  13. eCe

    eCe Daimi Üye



    DIYET



    Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
    İki gözünüzle bakarsınız,
    İki kurnaz,
    İki hayın,
    Ve zeytini yağlı iki gözünüzle
    Bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
    Ve topraklarına çiftliklerinizin
    Ve çek defterinize.
    Ellerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
    İki elinizle okşarsınız,
    İki tombul,
    İki ak,
    Vıcık vıcık terli iki elinizle
    Okşarsınız pomadlı saçlarınızı,
    Dövizlerinizi
    Ve memelerini metreslerinizin.
    İki bacağınızın ikisi de yerinde, Adnan Bey,
    İki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı,
    İki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower'in,
    Ve bütün kaygınız
    İki bacağınızın arkadan birleştiği yeri
    Halkın tekmesinden korumaktır.
    Benim gözlerimin ikisi de yok.
    Benim ellerimin ikisi de yok.
    Benim bacaklarımın ikisi de yok.
    Ben yokum.

    Beni, Üniversiteli yedek subayı,
    Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
    Elleriniz itti beni ölüme,
    Vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
    Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
    Ve ben al kan içinde ölürken
    Çığlığımı duymamanız için
    Kaçırdı bacaklarınız sizi arabanıza bindirip.
    Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
    Ölüler otomobilden hızlı gider,
    Kör gözlerim,
    Kopuk ellerim,
    Kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
    Diyetimi istiyorum Adnan Bey,
    Göze göz,
    Ele el,
    Bacağa bacak,
    Diyetimi istiyorum,
    Alacağım da.





    NAZIM HİKMET RAN
     
  14. eCe

    eCe Daimi Üye

    DOĞUM


    Anası bir oğlancık doğurdu bana;
    Kaşsız, sarı bir oğlan,
    Masmavi kundağında yatan
    Bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

    Benim oğlan
    Dünyaya geldiği zaman,
    Çocuklar doğdu Korede,
    Sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
    Makartır kesti onları,
    Gittiler ana sütüne bile doymadan
    Benim oğlan
    Dünyaya geldiği zaman,
    Çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
    Babaları kurşuna dizilmiş.
    Bu dünyada ilk görülecek şey diye
    Demir parmaklığı gördüler.

    Benim oğlan
    Dünyaya geldiği zaman
    Çocuklar doğdu Anadoluda,
    Mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
    Bitlendiler doğar doğmaz
    Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
    Benim oğlan
    Benim yaşıma bastığı zaman,
    Ben bu dünyada olmıyacağım,
    Ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
    Siyah,
    Beyaz,
    Sarı
    Bütün çocukları
    Sallıyan
    Mavi atlas döşekli bir beşik.




    NAZIM HİKMET RAN
     
  15. eCe

    eCe Daimi Üye

    DON KIŞOT...


    Ölümsüz gençliğin şövalyesi,
    Ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,
    Bir temmuz sabahı fethine çıktı
    Güzelin, doğrunun ve haklının:
    Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
    Altında mahzun, fakat kahraman Rosinant'ı.
    Bilirim,
    Hele bir düşmeyegör hasretin hâlisine,
    Hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
    Yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,
    Yeldeğirmenleriyle dövüşülecek.

    Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
    Sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
    Alaşağı edecekler seni
    Bir temiz pataklayacaklar.
    Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
    Sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
    Ağır, demir kabuğunun içinde
    Ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...


    NAZIM HİKMET RAN
     
  16. eCe

    eCe Daimi Üye

    DOSTLUK


    Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
    yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.

    Gözümüzün dilinden anlar,
    elimizin sırrını bilirsin.

    Namuslu bir kitap gibi güler,
    alnımızın terini silersin.

    O gider, bu gider, şu gider,
    Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın




    NAZIM HİKMET RAN
     
  17. eCe

    eCe Daimi Üye

    DURUP DURURKEN



    Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,
    Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
    Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,
    Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
    Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,
    Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,
    Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
    Durup dururken kafamda bir güneşli duman,
    Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
    Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  18. eCe

    eCe Daimi Üye

    DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU...



    Akrep gibisin kardeşim,
    Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
    Serçe gibisin kardeşim,
    Serçenin telaşı içindesin.
    Midye gibisin kardeşim,
    Midye gibi kapalı, rahat.
    Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
    Bir değil,
    Beş değil,
    Yüz milyonlarlasın maalesef.
    Koyun gibisin kardeşim,
    Gocuklu celep kaldırınca sopasını
    Sürüye katılıverirsin hemen
    Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
    Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
    Hani şu derya içre olup
    Deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
    Ve bu dünyada, bu zulüm
    Senin sayende.
    Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
    Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
    Kabahat senin,
    — demeğe de dilim varmıyor ama —
    Kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!





    NAZIM HİKMET RAN
     
  19. eCe

    eCe Daimi Üye

    DÜNYAYI VERELIM ÇOCUKLARA



    Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
    Allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
    Oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
    Dünyayı çocuklara verelim
    Kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
    Hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
    Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
    Çocuklar dünyayı alacak elimizden
    Ölümsüz ağaçlar dikecekler




    NAZIM HİKMET RAN
     

Sayfayı Paylaş