Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-1

Konu, 'Ustalara Saygı' kısmında eCe tarafından paylaşıldı.

  1. eCe

    eCe Daimi Üye

    Nazım Hikmet Ran şiirleri (A'dan Z'ye)-1

    A-B serisi



    19 Yaşım
    Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
    19 yaşım
    Sana anam gibi hürmet ediyorum
    edeceğim
    Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum
    gideceğim
    Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım
    19 yaşım
    *
    Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
    Oturuyor 19 yaşım
    yatağımın başucunda
    ellerimin avucunda
    bana diyor ki;
    -- kafamızda getirelim geri
    o delikanlı günleri cancazım,
    o dehşetli güzel günleri...
    *
    Köpüklü şahlanışların dönüm yeri..
    Dünyanın altıda biri;
    kan içinde doğuran ana..
    İstasyondan istasyona
    yalınayak
    tankları kovala*****
    açlıkla yarış...
    Şarkıların boyu kilometre
    ölümün boyu bir karış...
    *
    Kafkas;
    güneş
    Sibirya;
    kar
    Seslenebildiğiniz kadar ses-
    -lenin
    24 saatte 24 saat Lenin
    24 saat Marks
    24 saat Engels
    Yüz dirhem kara ekmek,
    20 ton kitap
    ve 20 dakika şey! ..
    *
    Ne günlerdi heheheeey
    onlar ne günlerdi ahbap! ! ..
    Çok uzaklarda yuvarlanıyor başım
    Duruyor karanlıkta 19 yaşım
    Lambayı yakıyorum
    ona hayretle
    muhabbetle
    hürmetle
    ve daha bilmem neyle bakıyorum
    bakışıyoruz
    *
    Yılların arkasında çırptı kanadını
    'Strasroy Ploşaat' ın saat kulesi
    Yaşıyor herhangi bir 24 saatini
    Vatandaş kavgasının darülfünun talebesi;
    Balık çorbası, tüfek talimi, tiyatro, balet
    KİTAP..
    Patetes kamyonu başında süngü tak bekle nöbet
    KİTAP... KİTAP...
    Madde, şuur, istismar, fazla kıymet
    KİTAP... KİTAP... KİTAP...
    Manikür;
    hayır,
    Diş fırçası;
    evet.
    KİTAP... KİTAP... KİTAP...
    Bu ne 24 saat
    bu ne 24 saattir ahbap! !
    *
    Aşk;
    yoldaş,
    Profesör;
    yoldaş,
    Zenci;
    coni,
    Alman;
    Telman,
    Çinli;
    Li
    Ve 19 yaşım
    yoldaş da yoldaş, yoldaş da yoldaş,
    yoldaşım...
    Yılların arkasında yuvarlanıyor başım
    başım yuvarlanıyor
    Uzun saçlarından tutuştu yıllar
    yıllar yanıyor
    yanıyor da yanıyor...
    *
    Oku
    Yaz
    Boz
    Bağır
    Çağır!
    Bütün kuvvetinle nefes al...
    KaFanda, kalbinde
    etinde
    iskeletinde ihtilal...
    İhtilal;
    gündüz-gece
    Gece ormanda çam dalları yakarak,
    bembeyaz
    yusyuvarlak aya bakarak,
    hep bir ağızdan şarkılar söyleniyor..
    Ve bu anda
    kuvvetli dinç
    bir ağrıdan gelen deli bir sevinç
    sıçrar atlar köpüklenir çatlar
    kafanda...
    *
    Haaayydaa,
    beyaz orduları dumanlı ufuklar gibi önüne katan
    bir kızıl süvarisin,
    bir kızıl süvariyim,
    bir kızıl süvariyiz,
    bir kızıl, , , , ,
    Geçti üç yıl
    Ey benim 19 yaşım,
    Ormanda çam dalları yaktığımız
    hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek aya baktığımız
    gecelerin üstünden........
    Ben yine söylüyorum aynı şarkıları
    Döndürmedi rüzgar beni havada yaprağa,
    ben kattım önüme rüzgarı...
    Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin,
    gözüme bakabilir
    elimi sıkabilirsin...
    Ve sen ki...
    Sen,
    BENİM İLK ÇOCUĞUM, İLK HOCAM, İLK YOLDAŞIM
    19 YAŞIM




    Nazım Hikmet Ran

     
  2. eCe

    eCe Daimi Üye


    23 Sentlik Asker
    23 Sentlik asker
    Mister Dalles,
    sizden saklamak olmaz,
    hayat pahalı biraz bizim memlekette.
    Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
    koyun eti,
    Ankara'da 23 sente,
    yahut iki kilo kuru soğan,
    yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
    elli santim kefen bezi yahut,
    yahut da bir aylığına
    yirmi yaşlarında bir tane insan.
    erkek,
    ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
    üniforması, otomatiği üzerinde,
    yani öldürmeğe, öldürülmeğe hazır,
    belki tavşan gibi korkak,
    belki toprak gibi akıllı
    belki gençlik gibi cesur,
    belki su gibi kurnaz
    (her kaba uymak meselesi) ,
    belki ömründe ilk defa denizi görecek,
    belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
    Yahut da aynı hesapla Mister Dalles
    (tanesi 23 sentten yani)
    satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden
    İstanbul'da bir tek odanın aylık kirasına,
    seksen beş onda altısını yahut
    bir çift iskarpin parasına.
    Yalnız bir mesele var Mister Dalles,
    herhalde bunu sizden gizlediler:
    Size tanesini 23 sente sattıkları asker
    mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
    mevcuttu otomatiksiz filan,
    mevcuttu sadece insan olarak
    mevcuttu, tuhafınıza gidecek,
    mevcuttu hem de çoktan mı çoktan,
    daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
    Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
    mesela, Mister Dalles,
    yeller eserken yerinde sizin New-York'un,
    kurşun kubbeler kurdu o
    gökkubbe gibi yüksek,
    haşmetli, derin.
    Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
    Halı dokur gibi yonttu mermeri,
    ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
    ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
    Dahası var Mister Dalles,
    sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz,
    zulüm gibi,
    hürriyet gibi,
    kardeşlik gibi sözlerin,
    dövüştü zulme karşı o,
    ve istiklal ve hürriyet uğruna
    ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
    ve yarin yanağından gayrı her yerde,
    her şeyde,
    hep beraber,
    diyebilmek için,
    yürüdü peşince Bedreddin'in
    O, tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali'dir.
    kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
    922 yılı 9 eylülüdür.
    Dedim ya Mister Dalles, ,
    Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
    ucuzdur vardır illeti.
    Hani şaşmayın,
    yarın çok pahalıya mal olursa size,
    bu 23 sentlik asker,
    yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
    her millet gibi büyük Türk milleti.
    (1953)

    Nazım Hikmet Ran
     
  3. eCe

    eCe Daimi Üye

    Af


    Bin bir gece kitabını bıraktım.
    Bir cıgara yaktım.
    Bıktım
    demirlerin arasından:
    Sihirli bir ayna gibi ışıldamakta
    yıldızların
    her bir tanesi.

    Gece.
    Bursa mahpushanesi..
    Kuş uçmaz kervan geçmez
    karanlık bir gölün
    dalgalandı suyu.
    Heyecanda, alt
    kat
    «Birinci Cinayet» malta boyu;
    sivri siyah
    külâhlılar
    heyecanda.
    Dudaklar bembeyaz
    alınlar kırışık.
    Bir duvar çatlağından
    sızdı bir damla ışık.
    Körlerin şehri
    homurtularla ileri!
    Körler
    karanlıklarındaki rüyaya gidiyorlar!
    «Af var!»
    diyorlar,
    «Çıkacağız
    şapkayı yana
    yıkacağız.
    Toprak
    güneş
    kadın
    hava..
    Vapura bin, tirene bin
    bin tramvaya!
    Kelepçesiz
    jandarmasız
    tek başına
    yapayalnız
    gezin
    dolaş!
    Ormanda yat, dağları aş!
    Dolaş, dolaşabildiğin kadar!»

    Heyecanda sivri siyah külâhlılar!

    Hapislik olmuyor dalga geçmeden…
    Halbuki ben....
    Baktım ki, elimde bitmiş cıgaram
    bîr nefes içmeden.

    Nazım Hikmet Ran
     
  4. eCe

    eCe Daimi Üye

    Açların Gözbebekleri

    Değil birkaç
    değil beş on
    otuz milyon

    bizim!
    Onlar
    bizim!
    Biz
    onların!
    Dalgalar
    denizin!
    Deniz
    dalgaların!
    Değil birkaç
    değil be on
    30.000.000
    30.000.000!
    Açlar dizilmiş açlar!
    Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
    sıska cılız
    eğri büğrü dallarıyla
    eğri büğrü ağaçlar!
    Ne erkek, ne kadın, ne oğlan, ne kız
    açlar dizilmiş açlar!
    Bunlar!
    Yürüyen parçaları
    o kurak
    toprakların!
    Kimi
    kemik
    dizlerine vurarak
    yuvarlak
    bir karın
    taşıyor!
    Kimi
    deri... deri!
    Yalnız
    yaşıyor
    gözleri!
    Uzaktan
    simsiyah sivriliği
    nokta nokta uzayıp damara batan
    kocaman balı bir nalın çivisi gibi
    deli gözbebekleri,
    gözbebekleri!
    Hele bunlar
    hele bunlarda öyle bir ağrı var ki,
    bunlar
    öyle bakarlar ki!...
    Ağrımız büyük!
    büyük!
    büyük!
    Fakat
    artık imanımıza inemez tokat!
    Demirleşti bağrımız,
    çünkü ağrımız
    30.000.000
    deli gözbebekleri!
    Gözbebekleri!
    Ey
    beni
    ağzı açık
    dinleyen adam!
    Belki arkamdan bana
    bu kalbini
    haykırana
    -kaçık-
    diyen adam!
    Sen de eğer
    ötekiler
    gibi kazsan,
    bir mana
    koyamazsan
    sözlerime
    bak bari gözlerime;
    bunlar:
    Deli gözbebekleri!
    Gözbebekleri!

    Nazım Hikmet
     
  5. eCe

    eCe Daimi Üye

    Akşam Gezintisi

    Hapisten çıkmışın
    Çıkar çıkmaz da
    Gebe koymuşun karını
    Takmışın koluna
    Geziyorsun akşamüstü mahallede
    Karnı burnunda hatunun
    Nazlı nazlı taşıyor mukaddes yükünü
    Sen saygılı ve kibirlisin
    Hava serin
    Üşümüş bebek elleri gibi bir serinlik
    Avuçlarına alıp onu ısıtasın gelir
    Mahallenin kedileri kasabın kapısında
    Ve üst katta kıvırcık karısı
    Yerleştirmiş pencerenin pervazına memelerini
    Akşamı seyrediyor
    Alaca aydınlık tertemiz gökyüzü
    Duruyor ortada Çobanyıldızı
    Bir bardak su gibi pırıl pırıl
    Bu yıl uzunca sürdü pastırma yazı
    Dut ağaçları sarardıysa da
    İncirler hâlâ yeşil
    Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin
    Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına
    Parmakları birbirine dolanmış
    Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış
    Affetmedi bu Ermeni vatandaş
    Kürt dağlarında babasının kesilmesini
    Fakat seviyor seni çünkü sen de
    Affetmedin
    Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına
    Mahallenin veremlileri
    Yataklara düşenler
    Bakıyor camların arkasından
    Çamaşırcı Huriye’nin işsiz oğlu
    Omuzlarında keder kahveye gidiyor
    Ajans haberlerini okuyor
    Radyosu Rahmi Beylerin
    Uzak Asya’da bir memleket
    Sarı ay yüzlü insanlar
    Beyaz bir ejderha ile dövüşmekteler
    Oraya gönderildi seninkilerden
    Dört bin beş yüz tane Memet
    Kardeşlerini katletmeye
    Kızarıyor yüzün öfkeden ve utançtan
    Ve umumiyetle filan değil sırf sana ait
    Ve eli kolu bağlı bir hüzün
    Karını arkadan itip yere
    Yuvarlamışlar da
    Düşürmüş gibi çocuğunu
    Yahut gene hapisteymişin de karakolda
    Gene dövülüyormuş gibi
    Köylü jandarmalara köylüler
    Ansızın bastırdı gece
    Bitti akşam gezintisi
    Bir polis jipi saptı sizin sokağa
    Karın fısıldadı
    Bizim eve mi?


    Nazım Hikmet
     
  6. eCe

    eCe Daimi Üye

    Aldığım Bir Mektup (Yeni)

    1337 Mart Ankara
    Dün gece mektup aldım bir felakete dair
    Siyah satırlarında şöyle yazılı:
    "Şair!
    Bilmiyoruz nereden başlamalı biz söze
    Kara bir hançer gibi zavallı gönlümüze
    Saplanan son acıyı sen de duyuyor musun?
    Yoksa hülyalarınla hálá uyuyor musun?
    Boşluklara atılan ruhumuza bu bir sır:
    Bilmiyoruz gönüller bu kadar yakın mıdır?
    Dileriz derdimizi avutmasın seneler
    Bize son vazifeni yapmış olursun eğer
    Zavallı gönlümüzde bu derin mátemi sen
    Rüba Beyin sesiyle ebedileştirirsen...
    Ah bir hale düştük ki duysa káinat ağlar
    Hem bir kardeş kaybettik, hem çok sevgili bir yár
    Biz gurbette ağlarken o da gurbette öldü
    Biz gurbete gömüldük, o toprağa gömüldü...
    Şimdi o uzaklarda, çok uzaklarda bizden!
    Hayaline ağlayan yorgun gözlerimizden
    Yüzü rüyalardaki yüzler gibi kayboldu.
    Zaten o bir çiçekti bir çiçek gibi soldu
    Bir bahçeye gitti ki açılmaz çiçekleri
    Kahpe felek kendini bildiği günden beri
    Gökler zulümleriyle bu kadar alçalmadı.
    Artık güzelliklere imanımız kalmadı.
    Hiçbir ümidimiz yok hiçbir gayemiz de
    Şair? Fani neşeyi artık arama bizde
    Şimdi biz bir hayale ağlarız için için
    Tesellisi olmayan gönüllerimiz için
    Sade ona kavuşmak tesellidir diyoruz
    Ona kavuşmak için ölümü bekliyoruz


    Nazım Hikmet
     
  7. eCe

    eCe Daimi Üye

    Asya-Afrika Yazarlarına


    Kardeşlerim
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    ağaçlar kendi dibine gölge vermez benim orda
    sizin ordakiler gibi tıpkı
    benim orda arslanın ağzındadır ekmek
    ejderler yatar başında çeşmelerin
    ve ölünür benim orda ellisine basılmadan
    sizin ordaki gibi tıpkı
    bakmayın sarı saçlı olduğuma
    ben Asyalıyım
    bakmayın mavi gözlü olduğuma
    ben Afrikalıyım
    okuyup yazma bilmez yüzde sekseni benimkilerin
    şiirler gezer ağızdan ağıza türküleşerek
    şiirler bayraklaşabilir benim orda
    sizin ordaki gibi
    kardeşlerim
    sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz
    toprağı sürebilmeli
    pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli
    dizlerine kadar
    bütün soruları sorabilmeli
    bütün ışıkları derebilmeli
    yol başlarında durabilmeli
    kilometre taşları gibi şiirlerimiz
    yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli
    cengelde tamtamlara vurabilmeli
    ve yeryüzünde tek esir yurt tek esir insan
    gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar
    malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli
    büyük hürriyete şiirlerimiz

    Nazım Hikmet
     
  8. eCe

    eCe Daimi Üye

    AÇLIK ORDUSU YÜRÜYOR


    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeğe doymak için
    ete doymak için
    kitaba doymak için
    hürriyete doymak için.

    Yürüyor köprüler geçerek kıldan ince kılıçtan keskin
    yürüyor demir kapıları yırtıp kale duvarlarını yıkarak
    yürüyor ayakları kan içinde.

    Açlık ordusu yürüyor
    adımları gök gürültüsü
    türküleri ateşten
    bayrağında umut
    umutların umudu bayrağında.

    Açlık ordusu yürüyor
    şehirleri omuzlarında taşıyıp
    daracık sokakları karanlık evleriyle şehirleri
    fabrika bacalarını
    paydostan sonralarının tükenmez yorgunluğunu taşı*****.

    Açlık ordusu yürüyor
    ayı ini köyleri ardınca çekip götürüp
    ve topraksızlıktan ölenleri bu koskoca toprakta.

    Açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ekmeksizleri ekmeğe doyurmak için
    hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor
    yürüyor ayakları kan içinde.

    9 Ağustos 1962


    Nazım Hikmet Ran

     
  9. eCe

    eCe Daimi Üye

    Ağa Camii


    Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
    Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce

    Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
    Allah'ımın ismini daha çok candan andım.

    Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
    Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,

    Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
    Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,

    En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
    Üstünde ******lar yükseltiyor sesini.

    Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
    Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.

    Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
    Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu

    Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
    Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!

    Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
    Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer

    Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
    Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!



    Nazım Hikmet Ran
     
  10. eCe

    eCe Daimi Üye

    ağlamak meselesi...



    nasıl etmeli de ağlayabilmeli
    farkına bile varmadan?
    nasıl etmeli de ağlayabilmeli
    ayıpsız,
    aşikare,
    yağmur misali?

    neylersin alışkanlık
    için kan ağlarken yüzün güler
    dikilitaş gibi dinelirsin yine.
    yavrum, erişmek ne müşkülmüş meğer,
    anneler gibi ağlamanın yiğitliğine?

    Nazım Hikmet Ran
     
  11. eCe

    eCe Daimi Üye

    ALARGA GÖNÜL


    Alarga gönül:
    Demir al...
    Kırmızı bir amiral
    gibi kaptan köprüsüne çık...
    Karşında deniz:
    kaşı çatık
    sana bakan
    kocaman
    mavi bir göz...

    Alarga gönül,
    palamarı çöz...
    Amiral
    demir al...

    Gönül kaptan köprüsüne çık...
    Çayır kokusu alan
    bir tay gibi kokla açık denizleri...
    Çevirmesin senin kafanı geri
    geride kalanlara doğru giden
    dümen suyunun köpüklü izleri...

    Alarga gönül,
    palamarı çöz...
    Amiral
    demir al...

    Sür gemiyi dalgaların gözüne...
    kulak asma Fikretin sözüne...
    Çocuğun anan
    olan:
    denize inan...

    Alarga gönül
    daha alarga
    daha alarga
    daha
    daha!

    Alarga gönül
    alarga...


    NAZIM HİKMET RAN
     
  12. eCe

    eCe Daimi Üye

    ANGINA PEKTORIS


    Yarısı burdaysa kalbimin
    yarısı Çin’dedir, doktor.
    Sarınehre dğru akan
    ordunun içindedir.
    Sonra, her şafak vakti, doktor,
    her şafak vakti kalbim
    Yunanistan’da kurşuna diziliyor.
    Sonra, bizim burada mahkumlar uykuya varıp
    revirden el ayak çekilince
    kalbim Çamlıca’da bir harap konaktadır
    her gece,
    doktor.
    Sonra, şu on yıldan bu yana
    benim, fakir milletime ikram edebildiğim
    bir tek elmam var elimde, doktor,
    bir kırmızı elma:
    kalbim…
    Ne arteryo skleroz, ne nikotin, ne hapis,
    işte bu yüzden, doktorcuğum, bu yüzden bende
    bu angina pektoris…
    Bakıyorum geceye demirlerden
    ve iman tahtamın üstündeki korkunç baskıya rağmen
    kalbim en uzak yıldızla birlikte çarpıyor


    NAZIM HİKMET RAN
     
  13. eCe

    eCe Daimi Üye

    ANLAYAMADILAR


    Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
    Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda...
    Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! ..
    Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
    ANLAYAMADILAR...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  14. eCe

    eCe Daimi Üye

    ARHAVELI ISMAIL'IN HIKAYESI


    Ateşi ve ihaneti gördük.

    Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
    Akhisar, karacabey,
    Bursa ve bursa'nın doğusunda aksu,
    Çarpışarak çekildik...
    920'nin
    29 ağustos'u:
    Uşak düştü.
    Yaralı
    Ve dehşetli kızgın
    Fakat toprağımızdan emin,
    Dumlupınar sırtlarındayız.
    Nazilli düştü.

    Ateşi ve ihaneti gördük.
    Dayandık
    Dayanmaktayız.

    1920 şubat, nisan, mayıs,
    Bolu, düzce, geyve, adapazarı:
    İçimizde hilâfet ordusu,
    Anzavur isyanları.
    Ve aynı sıradan,
    3 ekim konya.
    Sabah.
    500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla delibaş
    Girdi şehre.
    Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
    Ve manavgat istikametlerinde kaçıp
    Ölümlerine giderken
    Terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.

    Ve 29 aralık kütahya:
    4 top
    Ve 1800 atlı bir ihanet
    Yani çerkez ethem,
    Bir gece vakti
    Kilim ve halı yüklü katırları,
    Koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
    Düşmana geçti.
    Yürekleri karanlık,
    Kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
    Atları ve kendileri semizdiler...

    Ateşi ve ihaneti gördük.
    Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
    Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
    İnanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
    Silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
    Beygirler çirkindiler,
    Bakımsızdılar,
    Hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
    Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
    Sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
    İnsanlar uzun asker kaputluydu,
    Yalnayaktı insanlar.
    İnsanların başında kalpak,
    Yüreklerinde keder,
    Yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
    İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
    İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
    Köy odalarında unutulmuştular.
    Ve orda sargı,
    Deri
    Ve asker postalları halinde
    Yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
    Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
    Eğrilip bükülmüştü
    Ve avuçlarında toprak ve kan vardı.

    Ve asker kaçakları,
    Korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
    Karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
    Acıkmıştılar,
    Merhametsizdiler,
    Bedbahttılar.
    Şosenin ıssız beyazlığına inip
    Nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
    Ve bolu dağında ekmek bulamadıkları için
    Deviriyorlardı uçurumlara:
    Şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.

    Ve çok uzak,
    Çok uzaklardaki istanbul limanında,
    Gecenin bu geç vakitlerinde,
    Kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları:
    Hürriyet ve ümit,
    Su ve rüzgârdılar.
    Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
    Tekneleri kestane ağacındandı,
    Üç tondan on tona kadardılar
    Ve lâkin yelkenlerinin altında
    Fındık ve tütün getirip
    Şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
    Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
    Şimdi, denizde bir insan sesinin
    Ve demirli şileplerin kederlerini
    Ve kabataş açıklarında sallanan
    Saman kayıklarının fenerlerini
    Peşlerinde bırakıp
    Ve karanlık suda amerikan taretlerinin önünden akıp
    Küçük,
    Kurnaz
    Ve mağrur
    Gidiyorlardı karadeniz'e.
    Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
    Bunlar
    Uzun eğri burunlu
    Ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
    Sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
    Zaferi için
    Hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
    Bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...

    Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
    Baltabaş gemi
    İngiliz torpitosudur.
    Ve dalgaların üstünde sallanarak
    Alev alev
    Yanan:
    Şaban reisin beş tonluk takası.

    Kerempe fenerinin yirmi mil açığında,
    Gecenin karanlığında,
    Dalgalar minare boyundaydılar
    Ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
    Rüzgar:
    Yıldız - poyraz.
    Esirlerini bordasına alıp
    Kayboldu ingiliz torpitosu.
    Şaban reisin teknesi
    Ateşten diregiyle gömüldü suya.

    Arheveli ismail
    Bu ölen teknedendi.
    Ve şimdi
    Kerempe fenerinin açığında,
    Batan teknenin kayığında
    Emanetiyle tek başınadır,
    Fakat yalnız değil:
    Rüzgârın,
    Bulutların
    Ve dalgaların kalabalığı,
    İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.

    Arheveli ismail
    Kendi kendine sordu:
    «emanetimizle varabilecek miyiz? »
    Kendine cevap verdi:
    «varmamış olmaz.»

    Gece, tophane rıhtımında
    Kamacı ustası bekir usta ona:
    «evlâdım ismail, » dedi,
    «hiç kimseye değil, » dedi,
    «bu, sana emanettir.»

    Ve kerempe fenerinde
    Düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
    İsmail, reisinden izin isteyip,
    «şaban reis, » deyip,
    «emaneti yerine götürmeliyiz, » deyip
    Atladı takanın patalyasına,
    Açıldı.

    «allah büyük
    Ama kayık küçük» demiş yahudi.
    İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
    Bir sağnak daha,
    Peşinden üç-kardeşler.
    Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
    Alabora olacaktı.

    Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
    Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor:
    Sıvastopol'a giden bir geminin
    Sancak feneri.

    Elleri kana*****
    Çekiyor ismail kürekleri.
    İsmail rahattır.
    Kavgadan
    Ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
    İsmail unsurunun içinde.
    Emanet:
    Bir ağır makinalı tüfektir.
    Ve ismail'in gözü tutmazsa liman reislerini
    Ta ankara'ya kadar gidip
    Onu kendi eliyle teslim edecektir.

    Rüzgâr bocalıyor.
    Belki karayel gösterecek.
    En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
    Fakat ismail
    Ellerine güvenir.
    O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
    Ve kemeraltı'nda fotika'nın memesini
    Aynı emniyetle tutarlar.

    Rüzgâr karayel göstermedi.
    Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
    Bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
    Düştü.

    İsmail beklemiyordu bunu.
    Dalgalar bir müddet daha
    Yuvarlandılar teknenin altında
    Sonra deniz dümdüz
    Ve simsiyah
    Durdu.
    İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
    Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
    Bir ürperme geldi ismail'in içine.
    Ve bir balık gibi ürkerek,
    Bir sandal
    Bir çift kürek
    Ve durgun
    Ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
    Ve birdenbire
    Öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
    Yıldı elleri,
    Yüklendi küreklere,
    Kırıldı kürekler.

    Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
    Artık hiçbir şey mümkün değil.
    Kaldı ölü bir denizin ortasında
    Kanayan elleri ve emanetiyle ismail.
    İlkönce küfretti.
    Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
    Sonra, güldü,
    Eğilip okşadı mübarek emaneti.
    Sonra...
    Sonra, malûm olmadı insanlara
    Arhaveli ismail'in âkıbeti...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  15. eCe

    eCe Daimi Üye

    Aşı
    1

    tarla hazırdı
    koyu esmer eti anadan doğma çırılçıplak
    tarla hazırdı
    şişkin ıslak dudaklarını açmıştı yarı yarıya
    uzun sürmedi bekleyiş
    sabah aydınlığında canlı küçük kurtlar gibi yukardan saçılıp aktı tohum
    hazla ürperdi toprak
    içine çekti akanı
    açılıp kapanarak
    açılıp kapanarak
    sonra da mahmur
    bir kat daha güzel
    terli kabarık
    gerindi
    ben ölümden kuvvetliyim diyebilirdi
    gebeydi artık

    2

    arılar fırladı güneşe doğru
    en önde kızoğlankız yeni beyarı
    nazlı bir vızıltıdır zar gibi ince şeffaf kanatları
    beli koptu kopacak
    altın tüylü süzme karnında da üç kızıl kuşak
    yetişip önledi onu erkeklerin en güçlüsü
    sonra yukarda boşlukta güneşin orda
    dikenli incecik bacakları karıştı birbirine
    bir saniye sürdü aşı
    silkinip kurtuldu dişi
    düştü erkek
    içinden kopan etleriyle toprağa

    3

    odalarının penceresi ormana açık
    ağır yaz bulutlarının altında orman
    bir yumurtalık gibi de nemli ılık
    erkeğin yüzünde aşağıdan
    kadının gözlerinden vuran ışık
    ormanın üstüne yağmur boşandı ansızın
    yeşil elâ gözlerini yumdu kadın
    yarı açık ağzında ıslak dişleri berrak duru
    içinde taa yüreğinin kökünde sıcak sıcak duydu yağmuru

    4

    atan bir damar gibi akıyor nehir
    acı yemişleri dikenli dallarıyla duruyor ağaç
    duruyor kıraç yabani
    güneşte bir şarkı gibi parladı balta
    kesildi ağacın gövdesi orta yerinden
    ihtiyardı esmerdi ıslaktı makta
    kanayacaktı da âdeta
    aşı bıçağıyla açıldı yarık
    sokuldu ucu kalemin
    bu kesik
    bu yabani gövdede müjdesi vardı artık
    dikensiz dalları
    ince kabuklu tatlı yemişleri
    geniş yapraklarıyla gelecek olan
    yepyeni bir âlemin.

    NAZIM HİKMET RAN
    1948
     
  16. eCe

    eCe Daimi Üye

    AŞK MÖNÜSÜ


    Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
    Sen ülkemin yaz geceleri gibisin
    Saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
    Beni unutma
    Ah! Saklı gülüm
    Sen hem zor hem güzelsin
    Şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
    Sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
    Sen memleketim kadar güzelsin
    Ve güzel kal





    NAZIM HİKMET RAN
     
  17. eCe

    eCe Daimi Üye

    AYAĞA KALKIN EFENDILER


    Behey! Kaburgalarında ateş bir yürek yerine
    İdare lambası yanan adam!
    Behey armut satar gibi
    San'atı okkayla satan san'atkar!
    Ettiğin kâr
    Kalmayacak yanına!
    Soksan da kafanı dükkanına,
    Dükkanına yedi kat yerin dibine soksan;
    Yine ateşimiz seni
    Yağlı saçlarından tutuşturarak
    Bir türbe mumu gibi damla damla eritecek!
    Çek elini sanatın yakasından
    Çek!
    Çekiniz!

    Bıyıkları pomatlı ahenginiz
    Süzüyor gözlerini hala
    < Fakat bugün
    Ağzımızdaki ateş borularla
    Çalınıyor yeni sanatın marşı!
    Yeter artık yenicimi tıraşı,
    Yeter!
    Ayağa kalkın efendiler...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  18. eCe

    eCe Daimi Üye

    BAHAR GÜLÜ


    Akşamdı adı bahar mı gül mü güz mü ilk görüşte gülmeye başlamıştı biraz dalgın sesi titrek selam vermemiştim oysa belki de kırdım istemeyerek hızlı hızlı yürüyordu kaşını almış dudağını boyamıştı yüzü sonbahar hüznü güneşe benziyordu gülüşü birden bire geldi beklemiyordum keskin bir bıçak gibi saplandı aklıma hep böyle cana yakın mı bakar acaba? Akşamdı uzak bir deniz kenarında oturmuş efkar yakıyordum karanlık tutmuştu yolları kim bilir kimin boynundaydı kolları gecelerdir kötümserdim sakallarımı uzatmış durup durup uzakları dinlemiştim
    Belki de bir zehirli göz tarafından zehirlenmiştim telefonu geldi aniden dilinde kelimeler bir şeyler söylüyordu dilinde kelimeler silerek bilmeyerek bir şeyler söylüyordu gülerek
    Yaz geçti kış geçti benden bir bahar geçti ben bahardan geçmedim
    Akşamdı uyanıktım yatağımda oturuyordum istanbul mışıl mışıl uyuyordu.
    Şimdi ne yapıyordu ne yemiş ne içmişti nerede dans etmişti gözleri dolu muydu yoksa düşleri dolu muydu neyse neyse bunları düşünmek istemiyordum kanıma girmişti bir kere sanki başı göğsümde eli elimdeydi
    Yaşamak sevmekten geçer diyerek belkide sevdim isteyerek
    Sabahtı o yoktu ben yıkılıp gitmiştim bir daha ne zaman nerede ne olacağımızı ikimizde bilmiyorduk.
    Belki yeni başlayacaktık belki hiç başlamayacaktık belki de başlayıp bitirmiştik
    Belki de
    Belki de...




    NAZIM HİKMET RAN
     
  19. eCe

    eCe Daimi Üye

    BAHRI HAZER...


    Ufuklardan ufuklara
    Ordu ordu köpüklü mor dalgalar koşuyordu;
    Hazer rüzgârların dilini konuşıyor balam,
    Konuşup coşuyordu!
    Kim demiş 'çört vazmi! '
    Hazer ölü bir göle benzer!
    Uçsuz bucaksız başı boş tuzlu bir sudur hazer!
    Hazerde dost gezer, e.....y! ..
    Düşman gezer!

    Dalga bir dağdır
    Kayık bir geyik!
    Dalga bir kuyu
    Kayık bir kova!
    Çıkıyor kayık
    İniyor kayık,
    Devrilen
    Bir atın
    Sırtından inip,
    Şahlanan
    Bir ata
    Biniyor kayık!

    Ve türkmen kayıkçı
    Dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.
    Başında kocaman kara bir papak;
    Bu papak değil:
    Tüylü bir koyunu karnından yarıp
    Geçirmiş başına!
    Koyunun tüyleri düşmüş kaşına!

    Çıkıyor kayık
    İniyor kayık

    Ve kayıkçı
    'Türkmenistanlı bir buda heykeli' gibi
    Dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş,
    Fakat, sanma ki hazerin karşısında elpençe divan durmuş!
    O da bir buda heykelinin
    Taştan sükûnu gibi kendinden emin
    Dümenin yanına bağdaş kurup oturmuş.

    Bakmıyor
    Kayığa
    Sarılan
    Sulara!
    Bakmıyor
    Çatlayıp
    Yarılan
    Sulara!

    Çıkıyor kayık
    İniyor kayık,
    Devrilen
    Bir atın
    Sırtından inip
    Şahlanan
    Bir ata
    Biniyor kayık!

    - yaman esiyor be karayel yaman!
    Sakın özünü hazerin hilesinden aman!
    Aman oyun oynamasın sana rüzgâr!

    - aldırma anam ne çıkar?
    Ne çıkar
    Kudurtsun
    Karayel
    Suları,
    Hazerde doğanın
    Hazerdir mezarı!

    Çıkıyor kayık
    İniyor kayık
    Çıkıyor ka...
    İniyor ka...
    Çık...
    İn...
    Çık...





    NAZIM HİKMET RAN
     
  20. eCe

    eCe Daimi Üye

    Bayramoğlu


    Mahpusanedeyim.
    Mahpusanede kalbimin
    kanayan çıplak ayakları
    ne zaman çok uzun bulsa yolunu,
    hatırlarım bilmem neden
    Azeri yoldaşım Bayram Oğlunu:
    Baki.
    Gece saat iki
    sularında ..
    Karaşehrin kara damlarında yatanlar
    görüyor kanlı renklerin nescini uykularında ..
    Yıldızların altında kara neft burguları
    hışırdıyor servilikler gibi derinden
    yüreğinden.
    Bakıyor uykulu sarı gözler
    kara topraktaki yağlı neft birikintilerinden.
    Gök kara,
    yıldızlar sarı.
    Tek katlı,
    düz damlı dört köşe tas dükkanların
    kapalı kara kapıları.
    Karaşehrin kara damlarında yatanlar
    görüyor kanlı renklerin nescini uykularında.
    Baki.
    Gece saat iki
    sularında
    Taşlarda yuvarlanan
    nal ve tekerlek sesleri.
    Seslerde seslenen sesler ..
    İşte bir fayton geçiyor
    geçmede
    geçti:
    son evlerin yakınından
    uzağından
    ırağından..
    Kara bir lanettir ki bu,
    kopmuş geliyor gecenin dudağından...
    Bu faytonun fenerinde dehşeti var:
    hançerle oyulmuş
    kor
    ve derin
    gözlerin..
    Taşlarda yuvarlanan
    nal ve tekerlek sesleri
    Gittikçe uzaklaşan,
    gittikçe alçalan sesler...
    Ortada demiryolu,
    sağ yanda Karaşehir;
    solda fabrikaların
    duvarları yükselir.
    Karşıdan fayton gelir.
    içinde Bayram Oğlu.
    Bağlanmış kolu
    Bayram Oğlunun..
    Karşıdan fayton gelir
    içinde
    Bayram Oğlu.
    Jandarma sağı,
    Jandarma solu
    Bayram Oğlunun...
    Kolunu bağlamışlar
    kanadı kırık değil ..
    Gözünde toplanan
    hıçkırık değil...
    Gözleri ışık dolu
    Bayram Oğlunun.
    Karşıdan fayton gelir,
    içinde
    Bayram Oğlu.
    Ölümdür yolu
    Bayram Oğlunun
    Bayram
    Oğlunun..."

    KALBİMİ BUNALTAN BU DÖRT DUVAR MI?
    ÖLÜMDEN ÖTEYE KÖY VAR MI???



    NAZIM HİKMET RAN
    (1927)
     

Sayfayı Paylaş