MUHARREM AYINDA ORUÇ ve MATEM

Konu, 'ALLAH'ın Arslanı. Hz. Ali' kısmında sevgi_seli tarafından paylaşıldı.

  1. sevgi_seli

    sevgi_seli Daimi Üye

    MUHARREM AYINDA ORUÇ ve MATEM

    1. Muharrem Ayının Anlamı ve Önemi Nedir?

    İslâmiyet´ten evvel de, Muharrem ayının ayrı bir önemi vardı. Kutsal aylardan biri olan bu ayda, bazı şeyler yasaklanmış ve haram kılınmıştı.
    Hz.Muhammed bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
    “Gerçekten de Allah´ın kitabında aylar onikidir; bunların dördü; Recep, Zilkade, Zilhicce, Muharrem aylarıdır ve bu aylar hürmet edilmesi gerekli aylardır. Bu aylarda nefislerinize zulmetmeyin.”
    İslâmiyet´ten sonra Muharrem ayının gerçekte tek önemli olayı ise;
    Bu ayda; İslâmiyet´i ve dîni kuran Hz.Muhammed´in sevgili torunu olan “Ehl-i Beyt”ten Hz.İmâm Hüseyin´in, Kerbelâ´da 72 yaranı ile susuz ve zulm ile şehit edilmesi olayıdır.
    İslâm âleminde, Türkiye´de ve diğer bütün Müslümanların yaşadıkları ülkelerde, Muharrem ayının 10. günü gelince hemen akıllara;
    Hz.İmâm Hüseyin´in İslâmiyet´i ve dîni kurtarmak için, kendisini Hak uğruna feda etmesi ve şehit edilmesi hadisesi gelir.
    Hicretin 61. yılında, Muharrem ayının 10. günü olan bu olayda;
    Hz.İmâm Hüseyin ve 72 yaranı; zahirde Müslüman olan, hakikatta ise dinsiz ve zalim bir kavim olan Muâviye oğlu Yezîd´in emriyle, Kerbelâ´da, Kûfe ve Şam ehlinin yirmi iki bin kişilik ordusu tarafından, kendisine tâbî olanlarla birlikte, susuz ve zulm ile şehit edilmişlerdir.
    Bugünkü yaşadığımız dünya üzerinde, çeşitli ırklara ve dinlere mensup, yaklaşık 195-200 adet küçüklü büyüklü devletler vardır. Şu anda ki dünya nüfusu ise; yaklaşık altı milyar beş yüz milyon kişidir.
    Dünya nüfusu içinde de; İslâmiyet´i kabul eden devletlerin sayısı 54 devlettir. Bu devletlerde de; toplam bir milyar iki yüz milyon Müslüman nüfus yaşamaktadır. Dünyada, Müslüman nüfusların yaşadıkları her yerde, bugünü unutmayan ve “Ehl-i Beyt´i” sevenler için, Muharrem ayının ilk on günü, oruç ve matem günleridir.
    İslâm ülkelerinde Muharrem ayında, Hz.İmâm Hüseyin için oruç ve matem tutanlar;
    Hz.Peygamber´i ve “Ehl-i Beyt´i”ni canı gönülden seven, onlara inanan kişilerdir. Vatanımız Türkiye´de de, İslâm Peygamber´i Hz.Muhammed´e inanan ve “Ehl-i Beyt´i”ni canı gönülden sevenler, asırlardır bu inancı ve geleneği sürdürürler.
    Ayrıca Muharrem ayı denilince, AşÃ»re (ÂşÃ»ra) akla gelir. ÂşÃ»ra; Arapça onuncu gün anlamındadır. Hicrî yılın ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününe, bu ad verilir.
    Muharrem ayında İslâmiyet ve din düşmanı Yezîd ordusu tarafından, Kerbelâ´da 72 yaranıyla susuz ve zulm ile şehit edilen Hz.İmâm Hüseyin için; Müslümanım diyen ve bu dînin kurucusu Hz.Muhammed´i “Ehl-i Beyt´i”ni sevenler, bu oruç ve matem günlerinde Hz.İmâm Hüseyin için ağıtlar, mersiyeler okurlar, gözyaşı dökerler ve aynı zamanda da, Hz.İmâm Hüseyin ile 72 yaranını susuz ve zulm ile şehit eden, bu zalim işi yapan Yezîd´e ve ona tâbî olanlara, lânet ederler.
    Muharrem ayında meydana gelen bu çok önemli olaydan dolayı; Bu ayın ilk on gününde İslâm ülkelerinde, Hz.Peygamber´i ve “Ehl-i Beyt´i”ni gerçekten sevenler tarafından tutulan bu oruç ve matemin nedenini, önemini bilmeyenler, anlamayanlar, idrâk edemeyenler ve bugünü unutturmak isteyenler ise;
    Asırlardır “Ehl-i Beyt´i” sevenler tarafından tutulan bu oruç, matem ve aşurenin önemini çeşitli nedenlere bağlamaktadırlar.

    2. Biz Hangi Peygamber´in Ümmetiyiz? Hz.İmâm Hüseyin Muharrem Ayında Neden ve Niçin Şehit Edilmiştir?

    İslâmiyet´i ve dîni kabul eden, inanan her kişi; Âdem Peygamber´den Hz.Muhammed´e kadar, Allah tarafından, bütün insanlığa hidâyet için gönderilen Hak Peygamberlerinin hepsine inanır.
    Her Peygamber de kendilerine Allah tarafından vahiy yolu ile bildirilen âyetleri, ait oldukları toplumlara bildirmekle vazifelendirilmişlerdir. Allah da her toplumu ve ümmeti, hiç şüphesiz ki; ait oldukları Peygamberlerinden soracaklardır.
    İslâmiyet´i kabul etmiş olan bizlerin tâbî olduğu Peygamberimiz, bu dîni kuran Hz.Muhammed´dir.
    Hz.İmâm Hüseyin de, İslâm Peygamberimiz Hz.Muhammed´in sevgili torunu ve “Ehl-i Beyt”tendir. Allah Kur´ân-ı Kerîm´de ki âyetlerde “Ehl-i Beyt´i” övmüş, onları pak ve temiz yaratmıştır.
    O halde; İslâmiyet´i ve dîni kuran Hz.Muhammed´in sevgili torunu Hz.İmâm Hüseyin´i; hangi toplum, hangi kavim neden ve niçin şehit etmişlerdir?
    Hz.İmâm Hüseyin, İslâmiyet´i kendi nefsine ve saltanatına alet eden; İslâmiyet ile, din ile, Müslümanlık ile hiç alâkası olmayan ve bir din düşmanı olan, dinsiz ve zalim Yezîd ordusu tarafından, kendisine tâbî olmadığı ve biat etmediği için, Kerbelâ´da 72 yaranıyla birlikte susuz ve zulm ile şehit edilmiştir.
    Hz.Muhammed´in nice zorluklarla, mücadelelerle ve savaşlar sonucunda kurmuş olduğu İslâmiyet;
    Hz.Peygamberimizin Hak´ka kavuşmasından hemen sonra, sarsılmaya başlamıştır. Bunun nedenleri ise; İslâmiyet´in başlangıcında Hz.Muhammed´e ve İslâmiyet´e canı gönülden tam imanla inananlar olduğu gibi, zayıf bir imanla inanan inançları zayıf, bozuk olan ve ayrıca inanır gözüküp de hiç inanmayan insan toplulukları vardı.
    Hz.İmâm Hüseyin´i şehit eden Yezîd ve ordusu ise;
    İslâmiyet´e, dîne hiçbir zaman inanmayan, dinsiz ve zalim bir topluluktu. Fakat, Yezîd ve kavmi; “Zahirde Müslümanız” deyip ilelebet sürdüreceklerini zannettikleri bu makamlarda rahat oturabilmek için, önlerinde bu işe engel olabilecek tek kişi olarak; “Ehl-i Beyt”ten hayatta kalan Hz.İmâm Hüseyin´i görüyorlardı.
    Yezîd; haksızlıklarla, hilelerle, zalimliklerle oturduğu bu makamlarda, kendisini Ulû´l-emr (Emir sahipleri. İslâm hukukunda halife ve onun namına hükmedenler) sayıyor ve bu nedenle herkesin de bu emre tâbi olmasını, zorla kabul ettirmek istiyordu.
    Halbuki yüce Allah Kur´ân-ı Kerîm´deki bir âyette “Ulû´l-emr” konusunda şöyle buyurmaktadır:
    “Ey inananlar; Allah´a, Peygamber´e ve içinizden emredecek kudret ve liyâkata (Ehil ve müstehak olmak) sahîb olanlara itâat edin. Allah´a ve âhiret gününe inanıyorsanız bir şeyde ihtilâfa düştünüz mü o hususta Allah´a ve Peygamber´e mürâcaat edin; bu hareket hem hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir.” (Nisa 59. âyet)
    Bu âyetten aşikâr olarak anlıyoruz ki;
    Hz.İmâm Hüseyin bu özellikleri taşımayan Yezîd´e asla tâbi olmayacaktı. Gerçekte bu makamın tek sahibi Hz.İmâm Hüseyin idi. Bu nedenle Yezîd, Hz.İmâm Hüseyin´i şehit ettirmiştir.

    3. Muharrem Orucu ve Matemi Neden Tutulur? Oruç ve Matemin Önemi Nedir?

    Muharrem orucu bütün İslâm âleminde Muharrem ayının 1 ile 10. günlerinde, “Ehl-i Beyt´i” gerçekten sevenler tarafından tutulan oruç ve matem günleridir. Çünkü Muharrem ayının 10. gününde Kerbelâ´da; Hz.İmâm Hüseyin ile 72 yaranı, İslâm ve din düşmanı Yezîd ordusu tarafından aç, susuz ve zulm ile şehit edilmiştir.
    Hz.Muhammed´in gözünün nûru olan, Kerbelâ şahı Hz.İmâm Hüseyin;
    İnsanların inançları uğruna bilerek ve isteyerek, canlarını hiçe sayarak feda edebileceğini; makam, mevki ve dünya saltanatları için köleleşmenin, insan soyunu nasıl alçaltabileceğini, bu şehâdetiyle bütün insanlara göstererek ispat etmiştir.
    Hz.İmâm Hüseyin;
    Zahirde Müslümanız deyip, gerçekte dinsiz ve zalim olan Yezîd ile ona tâbî olan Emevilerin, din ile uzaktan yakından en ufak bir alâkaları olmadığı gerçeğini, onların iç yüzünü İslâm âlemine bildirmek için, şehâdet şerbetini içmiştir.
    Kur´ân-ı Kerîm´de, Allah´ın övdüğü “Ehl-i Beyt”ten olan ve hâdislerde Hz.Muhammed´in övdüğü Hz.İmâm Hüseyin;
    Atasının kurmuş olduğu yüce İslâmiyet dinini; dinsiz ve zalimlerin elinden kurtarmak için aç,susuz ve zulm ile Kerbelâ çölünde 72 yaranıyla İslâmiyet ve din uğruna şehit edilir de; Müslümanım diyen herkes, bu dînin kıyamete kadar ayakta kalmasını şehâdetiyle sağlayan Hz.İmâm Hüseyin için, neden yılda 10 gün oruç ve matem tutmasın?
    Muharrem ayındaki bu 10 günlük sürede; hiç su içilmeden, her türlü lezzetli gıdalardan ve her türlü eğlencelerden uzak durularak, Hz.İmâm Hüseyin için mersiyeler okuyarak, ağlayarak matem tutulan bu oruç ve matemdeki amaç ise;
    Dînimize, “Ehl-i Beyt´e” ve Hz.İmâm Hüseyin efendimize olan inancımızı, sevgimizi, saygımızı ve aşkımızı ispat etmek içindir.
    Hz.İmâm Hüseyin efendimizde; dedesi Hz.Muhammed´in kurmuş olduğu İslâmiyet dîninin; yıkılmaması ve ayakta kalması için inancından, sevgisinden ve aşkından dolayı her türlü fedâkarlığı göstererek bu zulme ve haksızlığa katlanmadı mı?
    Hz.İmâm Hüseyin efendimize cânı gönülden tam bir inançla inananlar da; Kerbelâ´da, kendilerine yapılan her türlü zulümlere, haksızlıklara; bu inançlarından bu sevgilerinden ve bu aşklarından dolayı katlanmadılar mı?
    Hz.İmâm Hüseyin ki; “Ehl-i Beyt”tendi. Sevgili Peygaberimiz Hz.Muhammed de, iki cihan çiçeği sevgili torunu Hz.İmâm Hüseyin için şöyle buyurmuşlardı:
    “Ben Hüseyin´denim ve Hüseyin bendendir. Ulu Tanrı sevsin o kimseyi ki, o Hüseyin´i sever.”
    Doğrusu budur ki; Hz.İmâm Hüseyin´in şehâdeti olayının anılması kalp temziliğinin ve itikadın yeniden yüce bir dereceye vardırılması demektir ki, tıpkı ibadet gibidir. Ve Kerbelâ mazlumunun vak´asını tekrarlamak gaflette bulunanları uyandırmaya sebep olduğundan saadetin yüce derecesidir.
    Bütün bunlar düşünüldüğünde, bizlerin de bu matem-oruç günlerinde nefsimizde ne kadar fedâkarlık yapsak azdır.
    Bu nedenledir ki, gerçekten Müslümanım diyen ve Hz.Muhammed´i, “Ehl-i Beyt´i”ni canı gönülden sevenler;
    Bu olayın olduğu o günden bugüne kadar, asırlardır her yıl bu oruç ve matemi tutarlar. Bu sayede gönüllerindeki îmanı, inancı tazelerler ve kuvvetlendirirler. Muharrem ayında tutulan bu oruç ve matem, aynı zamanda insanın kendi nefsini terbiye etmesi ve sorguya çekmesi için de bir fırsattır.
    Hz.İmâm Hüseyin ile “Ehl-i Beyt´i” gerçekten seven ve inanan İslâm ülkelerindeki bu inanç ve anlayışta olan toplumlar, inançlarına göre;
    Kâinat´ın ve kâinat´ın merkezi olan insanlığın, tüm güzelliklerini kişiliğinde toplayan Hz.İmâm Hüseyin´in kendisine karşı yapılan bu zulme, haksızlığa karşı direnişini, susuz ve zulm ile şehit edilmesini hiçbir zaman unutmamışlar ve kıyâmete kadar da unutmayacaklardır. Bu nedenle “Ehl-i Beyt´i” seven canlar, kâinatta düşünen tek canlı kalıncaya kadar, şehâdetiyle bu dînin ayakta kalmasını sağlayan, Kerbelâ şahı mazlûm Hz.İmâm Hüseyin´in anısının unutulmamasına ve yaşatılmasına çalışacaklardır.
    Allahü Teâlâ´nın dergahına binlerce şükrolsun ki;
    İslâm fırkalarına ve imân sahibi zümrelere bu saadet nasip olup, Muharrem ayında bu geleneğin her sene yenilenmesi de âdet olmuştur. İşte bu ayda; inananlar bulundukları ülkelerde bir araya gelirler, orada toplanırlar, meclisler kurarlar, toplantılar tertip ederler, bu meclislerde, bu toplantılarda, Kerbelâ şehitlerinin musibetlerini (görünmez belâ ve felaketler) yeniden hatırlayıp, göğüslerindeki yarayı tazelerler.
    Konuyu biraz derinlemesine inceleyecek olursak;
    Adem Peygamber´den, Hz.Muhammed´e ve “Ehl-i Beyt”e gelen belâ ve musibetler hakkında; Yüce Allah Kur´ân-ı Kerîm´deki âyetler´de, Hz.Muhammed Hadîs-i Şerifler´de ve Evliyâlar´da nutuklarında neler söylemişler bunları çok iyi okuyup, anlayıp düşünmemiz lâzımdır.
    Bu konuda Yüce Allah Kur´ân-ı Kerîm´deki âyetler´de; kendisine yakın olmak isteyen muhabbet ve istek duyan, imtiyaz şerefine ermek dileyenler hakkında şöyle buyurmaktadır:
    “Ey Müminler! Sizi biraz korku ile, biraz açlık, biraz mal ve candan, üründen noksanlıklarla (Düşman korkusu, kıtlık, açlık ile, helâk sebebi ile, mal noksanı ile, hastalık ve ölüm sebebi ile, nüfus noksanı ile, kuraklık ile veya çalışamayarak haliyle bırakmak ile yahut afat-ı semaviye ve arziye ile gelen mahsûl azlığı ve neslin kesilmesi ile) imtihan ederiz. (Belâya tahammül eden ile etmeyeni, itaat eden ile âsiyi ayırt etmek için)” (Bakara 155. âyet)
    Açıklama:
    Yâni, ey sadâkatın gepgeniş yolunda sebat edip yürüyenler! Ve bu davada bulunanlar. Ey vefâ yolunda doğruluktan söz açıp imtiyaz şerefi dileyenler!
    Sizin akideniz (itikadınız, imanınız) ve düşünceniz bizce bilinmekle beraber, sizin doğruluğunuzu ve eğriliğinizi bildiğimiz halde, sizin kendinizin de kendinizi iyi tanımanız için, yine biz sizi deneriz, imtihana çekeriz.
    Ve Hak Teâlâ, bu imtihan hususlarını açıkladıktan sonra şöyle buyurmuştur:
    “Sabredenlere müjdeler var.” (Bakara 155. âyet)
    “Tarafımdan onlara deki; Ey imân eden kullarım! Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için âhirette iyi mükâfat vardır. Tanrı´nın yeri de geniştir. Musibete katlananlara, yalnız onlara sayısız mükâfat verilir.” (Zümer Sûresi 10 .âyet)
    Yüce Allah, sabredenlerin imtihan derecelerini açıkladıktan sonra bu konuda da şöyle buyurur:
    “Onlar ki; kendilerine bir musibet (görünmez belâ ve felâketler) eriştiği zaman. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci´Ã»n” derler. (Biz Allah´ın kullarıyız ve yine Allah´a döneriz, musibetlerine râzıyız.) (Bakara 156. âyet)
    Açıklama:
    Yani varlığımızın başlangıcı Yüce Yaratan´dır. En sonunda Allah´a dönmemiz karar altındadır. Bahsedilen bu âyetlerden maksat, bütün kullara umumî olarak belâ ulaşabileceğidir. Bütün insanlar, Hak Teâlâ´nın imtihanına tâbi tutulurlar. Ancak bu gibi musibetler, bu gibi belâlar başa gelince, tedirgin olmayanlar, bu sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarda, benliklerinden çıkıp kendilerini kaybetmeyenler, işte hayırlı haberi elde edenler onlardır. Onlar Hak Teâlâ´nın dergâhına yakın bulunmak saadetini elde eylemiş kimselerdir.
    Bu konuda Hz.Peygamberimiz de Hadîs-i Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
    “Allah bir kavmi severse, kendilerine belâ gönderir, kendilerini sıkıntıya sokar.”
    Açıklama:
    Allah´ın sevgisine lâyık olan kimse, muhakkak belâya düşüp, sıkıntı çekecektir. Belânın, sıkıntının azlığı, çokluğu da sevginin ölçüsü olduğu gibi, sevginin de azlığı, çokluğu belâ ve sıkıntılara katlanmakla ölçülür.
    Hz.Peygamber´den bu konu hakkında sordular:
    -İnsanlar arasında, kimler daha fazla sıkıntı ve belâ görürler?
    Hz.Resûlûllah şöyle cevap buyurdu:
    -Peygamberler. Zira, bunların sıkıntılarının ölçüsü, muhabbetlerinin miktarına göredir ve makamlarının yüksekliği de katlandıkları musibetlerle ölçülür.
    Yine sordular; “Ya sonra kimlerdir?”
    Buyurdular:
    -Benzerleri. Yâni, sabır yolunu tutmakta bu Peygamberlere benzeyenler. Bu husus dahi Evliyâullah´a (Velîlere) işarettir.
    Yine sordular; “Daha sonra kimlerdir?”
    Buyurdular:
    -Diğer benzerleri. Yâni, fenalık etmekten kendilerini korumak, doğruluk yolunu tutmakta, bu evliyâların, benzerleri. (Bu hususta ümmetin arasındaki temiz kimselerle, İslâm topluluğu arasında iyilik yolunu tutanlar göz önüne alınmışlardır.)
    Yukarıdaki hadislerden anlaşıldığı gibi, insan toplulukları arasında Hak Teâlâ katına en yakın bulunan zümre Peygamberler ve Evliyâ zümresidir.
    Zira ibadet âdabının yerine gelmesi ve şeriat kanunlarının icrâ edilmesi ve ümmeti irşâd etmek görevi onlara emredilmiştir. Bu emrin içinde bütün belâlara katlanmak ve bütün sıkıntılara tahammül etmek de vardır.
    Hz.Peygamberimiz de bu hususta şöyle beyan buyurmuşlardır:
    “Bana çektirilen eziyet, hiçbir Peygamber´e çektirilmedi.”
    Hz.İmâm Hüseyin de, Kerbelâ çöllerinde belâ ve musibetlerle karşılaştığı zaman, oğlu Hz.Zeynel Abidin´e dedi ki;
    Sabırlı olmak yolundan ayrılma ki; o yol Peygamberlerin ve Evliyânın ahlâk yoludur. Eğer bize bu musibet nasîb olmasaydı; bizden sonra gelecek Müslüman kişilere bir belâ inse, onu ilâhi bir gazab diye düşünerek üzüleceklerdi. Ne saâdet ki; belâ bizim yanımızda hakikat ehlinin sevgilisidir. Ve musibetin başa gelmesi, ümmetin Allah´tan korkanları için teselli sebebidir.
    Yukarıda anlatılan sözleri incelediğimizde; bizlerin de başımıza bir belâ ve musibet geldiği zaman; haksızlığa, adaletsizliğe, zulme uğradığımız zaman;
    Hemen aklımıza “Ehl-i Beyt´in” ve Hz.İmâm Hüseyin´in Kerbelâ´da uğradığı; haksızlıkları, adaletsizlikleri, zulümleri göz önümüze getirip, hatırlayıp ona göre kıyas edip düşünmemiz ve kendi hissemize düşen belâ ve musibetlere sabretmemiz lâzımdır.
    Yalnız burada önemli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz:
    Peygamberlerin, “Ehl-i Beyt´in”, Evliyâların ve gerçek Allah aşıklarının başlarına gelen belâ ve musibetler; Kur´ân-ı Kerîm´deki âyetler´den anlıyoruz ki;
    Şüphesiz Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetlerdir. Âyetler´den açıkça anlaşıldığı gibi Peygamberlerin, “Ehl-i Beyt´in”, Evliyâların ve gerçek Allah aşıklarının başlarına gelen belâ ve musibetler, asla herhangi bir hata ve suçlarından dolayı değildir.
    Biz aciz kulların durumunu inceleyecek olursak;
    Bizlerin başına gelen belâ ve musibetler acaba neden ve nereden gelmektedir? Bu olayı çok düşünmemiz lâzımdır. İnsanoğlunun başına gelen belâ ve musibetlerin, acıların, zulümlerin v.s. bizce bilinmeyen fakat şüphesiz ki; Allah tarafından aşikâr olarak bilinen bir çok nedenleri vardır.
    Bu konuda gerçek erenlerden şöyle bir söz vardır:
    “Kal-u belâ gelmez, Hak yazmadıkça,
    Hak belâ yazmaz, kul azmadıkça.”
    Bu sözü incelediğimiz zaman;
    Başımıza gelen her olayı kendi nefsimizde çok iyi inceleyip, düşünmemiz gerekmektedir. Başımıza gelen belâ ve musibetler, şer olaylar; neden, niçin, kimden, nereden, hangi zamanda gelmektedir?
    Çünkü insanoğlunun başına; bazen azgınlığından, adaletsizliğinden, zulmünden ve yapmış olduğu birçok yanlış hareketlerinden dolayı; bir belâ, musibet, şer bir olay her zaman, her an gelebilir. İnsanoğlu başına gelen bu tür olayları yorumlarken; bu belâ ve musibetler bana Allah´tan geldi, benim suçum yok diyebilir mi? Allah kullarına hayır yazarmış, şer yazmazmış. Başımıza şer bir olay meydana geldi ise; bu olay kendi nefsi arzularımız, isteklerimiz ve yapmış olduğumuz yanlış işlerden dolayı meydana gelmiştir.
    Bu konuda Yüce Allah Kur´ân-ı Kerîm´deki bir âyet´de şöyle buyurmaktadır:
    “Her kim doğru yolu bulursa, ancak kendisi için bulmuştur ve kim doğru yoldan sapmışsa kendisi sapıtmıştır ve kimse bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez ve biz Peygamber göndermedikçe de hiçbir topluluğu azaplandırmayız.” (İsrâ 15. âyet)
    Bu konu hakkında; bir de gerçek erenlerden bir beyiti bilgilerinize sunmak istiyoruz:
    “Hâlik-i hayr-u şer Allah´tan ise kul kâsibdir,
    İhtiyâr ile kişi hayr-u şerre tâlibdir.
    Şerri tercih edene zat-ı Hüdâ galibdir.
    Dîn-i İslâm bu esas üstüne bünyâd oldu.”
    ŞEMSİ
    Hâlik: Yaratan, yaratıcı. Kâsib: Hayatını kazanmak için çalışan. İhtiyâr: Seçme, tercih, kabul etme, katlanma. Tâlib: İsteyen, taleb eden. Şerr: Kötülük, fenalık. Hüdâ: Allah. Bünyâd: Temel, esas.

    Kerbelâ faciasının insanlık tarihinde muhakkak ki bir eşi yoktur. “Ehl-i Beyt´i” sevenlerin yaşattıkları bu ruhu iyice anlayabilmek ve kavrayabilmek için;
    Yukarıda özet olarak anlatılmaya çalışılan olayların, gerçek anlam ve manalarını çok iyi bilmemiz, düşünmemiz gerekmektedir.
    Bu konuda İslâm tarihinde, bu olayın özünü ve önemini anlatan, binlerce kitap ve mersiyeler yazılmıştır. Muharrem ayında Kerbelâ´da, Hz.İmâm Hüseyin´in ve 72 yaranının susuz ve zulm ile şehit edilmesinin gerçek nedenlerini; ancak bu olayları en açık bir şekilde anlatan kitaplardan ve “Ehl- Beyt´i” gerçekten seven evliyâların, erenlerin, aşıkların Hz.İmâm Hüseyin için yazmış oldukları mersiyelerden anlayabiliriz.
    O zaman “Ehl-i Beyt´i” sevenlerin bu olaya niçin bu derece önem verdikleri daha iyi anlaşılır ve Muharrem ayında girdikleri matemin sebebi daha açık olarak gözler önüne serilebilir.
    Bu yazılan eserleri ve mersiyeleri okuyup incelediğimiz zaman anlıyoruz ki; bu olay insanlık ve “Ehl-i Beyt´i” sevenler için çok mühim ve önemli bir olaydır.
    Bu konuda; Hz.İmâm Hüseyin efendimiz için yazılan mersiyelerden bir kısmını bilgilerinize sunuyoruz:

    -1-
    Gelin ey ehl-i dîlân dîdeyi al kan edelim
    Geldi mâh-ı Muharrem sîneyi sûzân edelim
    Dökelim yaş yerine kan anıp ol günü bugün
    Şöyle feryâd edelim dünyayı lerzân edelim
    Çıkarıp lebs-i sürûru giyelim karaları
    Ol kadar ağlayalım ki Nûh´u tûfân edelim
    Hânedân-ı “Ehl-i Beyt´in” yoluna ey âşıkân
    Çekelim hançer-i aşkı cânı kurbân edelim
    Kerbelâ´da “Ehl-i Beyt´in” çektiği cevr siteme
    Ol Yezîdân´ın elinden lân-ı Yezîdan edelim
    Yakışırmı “Ehl-i Beyt´e” bu kadar cevr ü cefa
    Bir değil lânet Yezîd´e sad-hezârân edelim
    Şah Hüseyn-i Kerbelâ´nın bendesiyiz BASRδyâ
    Mâtemi bir ay değil biz, hemân her ay edelim

    Ehl-i dilân: Gönül ehli, kalp adamı. Mâh-ı Muharrem : Muharrem ayı. Sîne: Göğüs, gönül. Yakan, yakıcı. Feryâd: İmdat isteme, sızlanma, bağırıp çağırma. Lerzân: Titreyen, titrek. Lebs: Giyme. Sürûr: Sevinç. “Ehl-i Beyt”: Hz.Muhammed, Hz.Ali, Hz.Fatıma, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin. Âşıkân: Aşıklar. Cevr: Haksızlık edip incitme, eza, cefa, sitem. Sitem: Zulüm, haksızlık, eziyet, cefa. Yezîdan: Yezidler. Lân-ı Yezîdan: Yezîd´e lânet. Yezîd: Hz.İmâm Hüseyin´i şehit ettiren zalim kişi. Lân: Lânetleme. Cevr-ü cefa: Cevretmek, incitmek. Lânet: Tanrı´nın af ve merhametinden mahrum olma. Sad-hezârân: Yüzbin. Hemân: Aniden, ansızın,derhal.

    -2-
    Himmet-i velîler hidâyetindir yâ Hüseyin
    Bu dînin bekâsı şehâdetindir yâ Hüseyin
    Dü-cihânda gâm çekmez bezmine vâkıf olanlar
    Çün bendelerine beşâretindir yâ Hüseyin
    Bunca yârânınla pervâz ettin arş-ı Râhmân´a
    Şüphesiz ki feyz-i kerâmetindir yâ Hüseyin
    Yetmişiki şâh-ı şehîdin sensin reh-nümâsı
    Şân-ı şerefleri inâyetindir yâ Hüseyin
    Senin şânına nâzil oldu “Âyât-ı sakahüm”
    Ol şarab-ı kevser sahâvetindir yâ Hüseyin
    Âciz ve hem bî-kes kulların gözler fahâmetin
    Kurtaracak senin şefâatindir yâ Hüseyin
    Ki cân-u dil ABDAL ZİYA bağlı bir kuldur sana
    Râhında cân vermek saâdetimdir yâ Hüseyin

    Himmet: Çalışma, gayret. Hidâyet: Doğru yolu arama, doğru yola girme. Bekâ: Bulunduğu halde kalma. Dü-cihân: İki âlem. Gam: Tasa, kaygı, keder, dert. Bezm: Sohbet ve muhabbet meclisi. Vâkıf: Bir işte bilgisi olan, malumatı olan, gözü açık haberli. Beşâret: Müjde, bir iyi haber tebliği. Pervâz: Uçma, uçuş. Arş-ı Rahmân: Allah´ın kudret ve azametinin göründüğü yer. Rahmân: Rahmeti bol (Allah´ın 99 adından biri) Feyz-i kerâmet: Kerem sahibi. Kerâmet: Kerem, lûtuf, ihsan (Evliyâdan sâdır olan hârikulâde hâl) Feyz: Nimet, ihsan, kerem. Reh-nümâ: Yol gösteren, kılavuz, delil. İnâyet: Lûtuf, iyilik. Nâzil: Yukarıdan aşağı inen, inici. Âyât-ı sakahûm: Sakahûm âyeti. Şarab-ı kevser: Kevser şarabı (Ölmezlik suyu) Kevser: Cennette bir çeşme ki; Hz.Ali´nin sakilik edeceği söylenmiştir. Sahâvet: Cömertlik el açıklığı. Âciz: Şaşırmış, ne yapacağını bilmez, dermansız. Bî-kes: Kimsesiz, koruyucusuz, hâmisiz, dul ve yetim. Fahâmet: Ululuk, büyüklük, azamet. Şefâat: Bir suçlu veya muhtacın affı için, üçüncü bir şahsa yapılan aracılık ve rica. Râh: Yol.

    -3-
    Erdi çün mâh-ı Muharrem tende can ağlar bugün
    Âh edip cân-u gönülden âşıkân ağlar bugün
    Sen nice gafil durursun ey muhibb-i hanedân
    Firkatinden Hû çeker cümle cihân ağlar bugün
    Kim Ali evlâdıdır kılsın Yezîd´e lâneti
    Şah Hüseyin Kerbelâ´da çünkü kan ağlar bugün
    Tuttu Mervan´ı Yezîd etti Hüseyn-i susuz şehit
    Ol sebepten zâr eder hep âşıkân ağlar bugün
    Bunca pîr bunca velî hiç kalmadı ağlamadan
    Cedd-i pâki hem Muhammed Mustafa ağlar bugün
    Hak´kı inkâr eyleyen münkir münafık ağlamaz
    Dîdesinden nem döker ehl-i iman ağlar bugün
    Hey CEVABÎ akıl ermez “Lâ feta”nın sırrına
    Ya nasıl ağlamayam ben “Lâ mekân” ağlar bugün

    Mâh-ı Muharrem : Muharrem ayı. Âşıkân: Aşıklar. Gafil: Yapacağını önceden düşünmeyi ihmal eden, dikkatsiz, habersiz Muhubb-i hânedân: “Ehl-i Beyt´i” seven kişi (Asil ve büyük aile) Firkat: Ayrılık. Hû: Allah´ın adlarındandır. Mervan: Yezîd kavminden bir zalim kişi. Zâr: Sesle ağlayan, inleyen. Mûnkir: İnkâr eden. Münâfık: Nifak çıkaran, iki yüzlülük. Dîde: Göz. Ehl-i iman: İman ehli. Lâ feta: Hz.Ali için kullanılır. Fetâ: Genç delikanlı, yiğit (Fütüvvetli ve kerem sahibi) Lâ mekan: Mekândan münezzeh.

    Bizler bu günün ve bu olayın önemini anlamak istiyorsak; evliyaların, erenlerin, aşıkların yazmış oldukları mersiyelerdeki sözlerin derinliğine bakıp incelememiz, anlamamız ve ayrıca bu günlerde Hz.İmâm Hüseyin ile 72 yaranı için oruç ve matem tutup çok gözyaşı dökmeliyiz.
    Hz.İmâm Hüseyin efendimizi anarak tuttuğumuz bu oruç ve matemin bizler için çok büyük önemi ve fırsatı ise;
    Tutulan bu oruç ve matem günlerinde her zaman yapmamız gereken; insanlığımızı hatırlamak, dînimizi hatırlamak, Allah´ı anmak, ibâdetlerimizi yapmak, hatalarımızdan korunmak, açlık ve susuzluğun ne olduğunu anlamak, kimsenin gönlünü incitmemek, nefsimize zor gelen her türlü olaylara acı ve zulümlere katlanmak, sabretmek, hakkı ve adâleti üstün tutmak, ârif ve irfân sahibi kişilerle dost olmak, yalan ve yanlış işlerimizi terk etmek, dünyaya fazla dalmamak, aşırı hırsa kapılmamak, haksız yere insanlara zulüm yapmamak, haksız yere makamları işgal etmemek, Allah´ı, ölümü ve âhiret âlemini unutmamak, aynı zamanda insanlara elimizden geldiği kadar hizmet etmek ve nefsimizi bütün kötülüklerden arındırıp tertemiz yapmaya gayret etmek, çalışmak olmalıdır.
    Tutulan bu oruç ve matem sayesinde ise insan olarak alacağımız en büyük ders de şu olmalıdır:
    Bu 10 günlük oruç ve matem süresince; yukarıda anlatılan yapmamız gereken insanlık değerlerini, sadece yılda 10 gün için yapmak ve yapmaya gayret etmek elbette bizi kurtarmaz. Bizlerin esas amacı; bu 10 günlük oruç ve matem süresinde yapmaya çalıştığımız, dînimizin ahlâki değerlerini; yılda 10 günle, bir ayla, bir yılla sınırlamamak ve hayatımızın sonuna kadar, kendi nefsimizi terbiye etmeye ve güzel ahlâklı bir insan olmaya gayret etmek olmalıdır.
    Bu konuda Hz.Peygamberimizin şu hadîsleri ile konuyu tamamlamak istiyoruz:
    » Müslümanlık güzel ahlâktan ibarettir.
    » İnsanların en hayırlısı, insanlara hizmet edendir.
    » Îmanın en üstünü, yükseği; iyi ahlâk, sabır ve cömertliktir.

    4. Muharrem Orucu ve Matemi Ne Zaman ve Nasıl Tutulur?

    Hicrî takvim yılının ilk ayı olan Muharrem ayının başlangıcından, 1 gün evvel akşam niyet edilerek başlanır ve Muharrem ayının 1. günü oruç başlamış olur. Oruç ve matem 10 gün boyunca devam eder ve 10. gün akşamı oruç ve matem tamamlanmış olur.
    Hicrî takvimi takip edemeyenler ise oruç ve mateme;
    Kurban Bayramının 1. gününden itibaren sayılarak 20. günü akşamı niyet ederek başlarlar. Bu günler Hicrî takvim yılının Muharrem ayının 1 ile 10. günleridir. Muharrem orucu, susuzluk ve matem orucudur. Muharrem orucuna başlanırken bütün canlar bir araya toplanırlar, su içilerek, duâ okunarak ve niyet edilerek oruca başlarlar.
    Muharrem ayında oruç ve matem tutan canlar, bu 10 günlük süre içerisinde; kendi nefisleri ile mücadele ederek tutabildikleri, dayanabildikleri kadar oruç, matem tutarlar ve şu hareketleri yapmazlar, yapmaktan kaçınırlar:
    › Hiç su içmezler, çay içmezler ve sulu gıdalardan dâima uzak dururlar.
    › Kurban tığlamazlar (kesmezler), et yemezler ve tatlı, sütlü her türlü lezzetli gıdalardan uzak dururlar.
    › Cem toplantıları yapmazlar.
    › Eğlence, düğün yapmazlar ve yapılan yerlere gitmezler.
    › Yeni kıyafetler giymezler. (Siyah matem renklerini giyerler)
    › Karı-koca münasebetleri olmaz.
    › Günlük gezme ve ziyaret yapmazlar.
    › Radyo-teyp dinlemezler, televizyon seyretmezler ve her türlü müzik aletini çalmazlar.
    › İş ortamına bağlı olarak mümkünse saç, sakal tıraşı olmazlar.
    › Çarşı pazardan çok zaruri ihtiyaçlar dışında, büyük önemli alış-veriş yapmazlar ve almazlar.

    Muharrem ayında oruç ve matem tutan canlar, bu 10 günlük süre içerisinde ise şunları yaparlar:
    › Canlar her akşam bir araya toplanırlar ve “Ehl-i Beyt” dostu, âşıkı FUZULδnin 16.yüzyılda yazmış olduğu, Kerbelâ olaylarının içyüzünü ve Hz.İmâm Hüseyin efendimiz ile 72 yaranına yapılan zulümleri dünyada en iyi anlatan kitaplardan birisi olan, Hadikat´üs Şüheda “Ermişlerin Bahçesi” kitabının tamamını 10 güne bölerek okurlar. Bütün canlar bu okumayı can kulağıyla dinlerler.
    › Kitap okuma süresi tamamlanınca, Hz.İmâm Hüseyin efendimiz ve Kerbelâ şehitleri hakkında, “Ehl-i Beyt´i” gerçekten seven erenler, aşıklar tarafından yazılmış olan mersiyeleri, ağıt şeklinde tek tek veya topluca okurlar. Bu okumalar esnasında hem okuyanlar ağlar, hem de orada bulunan canlar hep beraber ağlarlar. (Dünyada, Hz.İmâm Hüseyin için yazılmış olanlar kadar başka hiçbir kimseye mersiye-ağıt yazılmamıştır. Bu mersiyeleri yazan erenler, aşıklar yazmış oldukları mersiyelerde, bugünün; İslâm âlemi ve insanlık için ne kadar önemli olduğunu bizlere anlatmak ve duyurmak istemişlerdir.)
    › Muharrem ayında oruç ve matem tutan canlar, bu 10 günlük oruç ve matem süresinde başka bir şey düşünmezler ve âdeta dünya ile ilgilerini keserler. Bu günlerde sadece; Kerbelâ şehidi mazlûm Hz.İmâm Hüseyin efendimize ve 72 yaranına yapılan zulümleri düşünürler, bu olayların iç yüzlerini anlatan kitapları, mersiyeleri okurlar ve gözyaşı dökerler.
    › Aynı zamanda Hz.İmâm Hüseyin´e bu alçakça zulmü ve zalimliği yapan Yezîd´e lânet ederler. Yezîd´e, kavmine, ordusuna ve ona tâbî olanlara, onun yaptıklarını övene, tasdik edene yapılan bu lânet; hiç şüphesiz ki, kıyâmete kadar devam edecektir.

    5. Muharrem Orucu ve Mateminin Tamamlanması

    Muharrem ayının 10. gün akşamı oruç ve matem tutan bütün canlar bir araya gelerek toplanırlar. Fuzulî´nin “Saadete Ermişlerin Bahçesi” kitabındaki, Hz.İmâm Hüseyin´in şehâdet olayını anlatan bölümü ayakta okunarak, kitap okuma işi tamamlanır.
    › Sonra oruç açma duâsı okunur ve su içilerek oruç açılır.
    › Daha sonra gündüz, öğleden sonra tığlanan (kesilen) ve akşama kadar hazırlanıp pişirilen kurbanlar ile yine geceden kazana konulup, gün boyunca kazanda kaynatılarak pişirilen AşÃ»re aşı, akşam topluca yenilir ve bütün canlar topluca dağılırlar.
    › Böylece 10 günlük oruç ve matem süresi tamamlanmış olur.

    6. Muharrem Ayında AşÃ»re Pişirilmesindeki Sebep Nedir?

    Muharrem ayının 10. günü, AşÃ»re pişirilmesindeki tek sebep şudur:
    İslâmiyet´i ve dîni kuran Hz.Muhammed´in sevgili torunu Hz.İmâm Hüseyin ve 72 yaranı, Hicrî 61. yılında Muharrem ayının 10. gününde Kerbelâ´da, dinsiz ve zalim olan Yezîd ordusu tarafından, susuz ve zulm ile şehit edildiğinde; bu savaştan sonra “Ehl-i Beyt” neslinden erkek olarak sadece Hz.İmâm Hüseyin´in oğlu, Hz.Zeynel Âbidin hayatta kalmıştı.
    Hz.Zeynel Âbidin, Kerbelâ´da yapılan bu savaşta çok hasta idi. Buna rağmen cenk elbiselerini giymiş, hazırlanmış ve tam savaş meydanına atılacak iken; Hz.İmâm Hüseyin, Hz.Zeynel Âbidin´in çok hasta olduklarından dolayı ve hikmet gereği “Ehl-i Beyt´in” hayatta kalması, neslinin devam etmesi gerektiğinden Hz.Zeynel Âbidin´in savaşmasına müsâade etmemişlerdir. Çünkü bundan sonra “Ehl-i Beyt” nesli Hz.Zeynel Âbidin ile devam edecekti.
    İşte bu nedenlerden dolayı:
    Kerbelâ´da susuz ve zulm ile şehit edilen Hz.İmâm Hüseyin efendimiz ile Kerbelâ şehitlerinin ruhları için ve ayrıca “Ehl-i Beyt” neslinin yaşamasını, devamını sağlayan Hz.İmâm Hüseyin´in oğlu, Hz.Zeynel Âbidin´in hayatta kalmalarına şükrane amacıyla, AşÃ»re pişirilir. Bu nedenle bu güne AşÃ»re günü denir.

    7. Hicrî Takvim Yılı Hakkında Bilgi ve Muharrem Ayı Neden Her Sene 11 Gün Önce Gelir?

    Hicrî Takvim : Tarih olarak Hz.Muhammed´in Mekke´den Medine´ye Hicret (göç) etmesi ile başlar. Aynı zamanda İslâm âleminin kullandığı takvim olan Hîcri Takvimin, ne zaman kullanılmaya başlanıldığının kesin tarihi belli olmamakla birlikte, gerçeğe en yakın sayılan tarihi, Milâdi takvime göre 16 Temmuz 622. yılıdır.
    Hicrî Takvime, “Arabi Takvim” de denilir. Bu takvimde 1 yıl, 12 aya bölünmüştür.
    Hicrî Takvim yılında bir ay; Ay´ın, Dünya´nın çevresinde bir kere dönmesi olarak ele alınmıştır. Ay´ın bu dönüşü 29,5 gün tutar. Buna göre Hicrî Takvimde 1 yıl (12 ayx29,5 gün)= 354 gündür.
    Milâdî Takvim : Tarih olarak, Hz.İsa Peygamber´in doğumunun başlangıç kabul edilmesi ile başlar. Bugün dünyanın çoğunlukla kullandığı takvim, esas olarak Milâdî Takvimdir. Milâdî Takvime “Güneş Yılı Takvimi” de denilmektedir.
    Milâdî Takvim yılında bir yıl; Dünya´nın, Güneş´in çevresinde bir kere dönmesi olarak ele alınır. Buna göre Milâdî Takvimde 1 yıl=365 gündür.
    Bu duruma göre Hicrî Takvim yılı, Milâdi Takvim yılından 11 gün daha kısadır. Bu nedenle; Hicrî yılbaşı Milâdi Takvim yılına göre, her yıl bir önceki yıldan 11 gün önceye gelir. Muharrem ayının ve İslâmiyet´teki dîni bayramların her yıl, bir önceki yıla göre 11 gün kadar önce gelmesinin sebebi budur.
    Hicrî takvim yılının ilk ayı Muharrem ayı´dır. Muharrem ayı, Hicrî Takvim yılının başlangıcı ve yeni yılın ilk günü olmuştur.
    Hicrî Takvim yılının 12 ayı ise şu aylardır:

    Birinci ay : Muharrem (30 gün)
    İkinci ay : Sefer (Safer) (29 gün)
    Üçüncü ay : Rebiyülevvel (30 gün)
    Dördüncü ay : Rebiyülâhir (29 gün)
    Beşinci ay : Cemaziyülevvel (30 gün)
    Altıncı ay : Cemaziyülâhir (29 gün)
    Yedinci ay : Recep (30 gün)
    Sekizinci ay : Şaban (29 gün)
    Dokuzuncu ay : Ramazan (30 gün)
    Onuncu ay : Şevval (29 gün)
    Onbirinci ay : Zilkade (30 gün)
    Onikinci ay : Zilhicce (29 gün)

    İslâm ülkelerinin çoğunda Hicrî Takvim kullanılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise; bu takvim Hicrî 1089 yılından sonra, sınırlı bir biçimde mali işlerin tarihlerinin saptanmasında, Mali yıl takvimi olarak kullanılmaya başlanmış ve Hicrî 1256 yılından itibaren de, bu takvim Rûmi takvim adı ile daha geniş ölçüde kullanılmaya başlanmıştır.
    Ülkemizde ise; 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti´nin ilânından sonra, kabul edilen bir yasa ile 1926 yılında Hicrî Takvimden, Milâdi Takvimin kullanılmasına geçilmiştir
     
  2. alevi_atakan

    alevi_atakan Daimi Üye

    emeğine sağlık
     
  3. seyduna_34

    seyduna_34 Daimi Üye

    emegine yüregine saglık can..tesekkur ederım bu guzel paylasım ıcın
     

Sayfayı Paylaş