Köpekleşmenin Tarihi'nden: İhtişam ve Sefalet (NİHAT GENÇ)

Konu, 'Serbest bölge' kısmında oktay tarafından paylaşıldı.

  1. oktay

    oktay Daimi Üye

    I

    Kâbe kokusu sinmiş büyük çınarların gölgelerinde. Kırk masaldan yorgun düşmüş. Bir adım daha atsa ah feryad ölecek. Ulu dağlar gibi tahammülle bastonlarına tutunmuş, heybet ve bahtiyarlık dolu ihtiyarları.

    Yaldızlı harflerle başları sarıklı. Şehirden büyük mezarlıkları. Ölmüş ve gömülmüş tarih. Bedenlerimizi bir türlü terketmeyen rüzgârları. Serinlettikçe duayla beslenen ağaçları.

    Koşumları elmas, zümrüt, sırmayla süslü beyaz atlar. Beyazlar giymiş çocuklar. Melekler gibi gümüş kandiller ışığında Kur?an okunan duman renkli sabahları.

    Senenin en güzel mevsimi çayırları. Boyunlarına zafer çelengi takılmış beyaz kuzular. Çiğnedikçe çimenleri, kokusu kuş cıvıltıları gibi yükselen baharları. Ölçülü bir azamet, debdebe içinde beyaz mermerli yüksek kubbeler. Gibi yükselen servilerin önüne uzanmış al eteklik giymiş akşamları. Bulut sarıklı dervişleri.

    Gözleri şenlendiren ziyaret yeri gibi kadınları. Uzak dağlar gibi gizemli. Dünyanın en güzel manzarası, fazilet ve saadet yeri odalarında kutsal emanetler gibi saklı.

    Bir şarkı gibi asaletle, feryatları göklere yükselen turları. Rengarenk lale, sümbül dolu baharların kokusunu bastıran. Dürüst insanların çok şükür sesleriyle yorgun düştüğü fırınlarından yükselen ekmek kokuları.

    Güvercinler, leylekler, asmalar, köşkler! Gölgeli geniş avlular! Kayıklar gibi yanyana üçyüz odalı yüzlerce saray! Ahenkle düzenlenmiş kamelyalar, bulutlarla selamlaşan ağaçlar, havuzlar, yaseminler! Şadırvandan havuzlara fısıldaşarak binbir nazla dökülen sular. Müzik, kahve ve afyon içmiş şerbetler! Bahçe duvarlarına öpüşerek sarılmış hanımelleri!

    Seyreden herkes dünyayı hiçe sayar.

    Gümüş buhurdanlıklar, anber, sarı sabır, saygı kokan odalar! Ağır nağmelerinde en derin uykuların nehirleri gibi akan tanbur sesleri!

    Akışı en tatlı bu nehre açılan bahçelerde, her akşam pırıl pırıl ışıklar yüzmeye gelir, her yaz, tabiat burada gezmeye gelir. Geniş gözleri alınlarında yakışıklı siyah sakallarıyla güneşlenen paşaların rüyaları!

    Kıldan ve yünden abalar giymiş yüksek yaradılışlı insanlardı! Kalplerdeki hüzün ve kederle göklerin alnından ateşi alıp... Aşk yuvaları dergâhlarında seyyareler gibi zevk ve vecdle döndüler. Ki, aşkları neşeyle ruhları temizlemekti. Ki onlar, manevi sarhoşluk ve tevazuyla bir imparatorluk kurdular!

    Otuzbin kafir kırıldı, kalanı aman diledi. Ganimetlerle her bir gemiye bin kız, binbeş kafir oğlan tıkıldı. Uzak ülkelerin fethinden dönen, zincirlerine bağlanmış yüzlerce kürekçi esir dolu kadırgalar! Yeniden bir daha gördüklerinde Marmara?dan en güzel sözlerle okşanmış bu şehri, sevinç çığlıklarıyla naralar atan, mermer alınlı, gür saçlı levendlerin geniş sakalları!..

    Tavanları yaldızlı, duvarları çini. Sedef, fildişi, zeytin ağacı kakmalı çekmecelerle Hind sultanlarının hediyeleri saklı. İpek halılar üstünde beline kadar inen yüzlere örgü. Her bir teli inciler, zümrütlerle süslü simsiyah saçlı cariyeler. Ki, küçücük minik dudaklarda ne derin kudretler vardı, gül kokusu yanaklarında en derin sevinçler vardı. Alınları tavus kuşu, şakakları kıpkırmızı alev renklerle süslü sultanların, bir düş gibi gülümsemesini bekleyip, yaygaralarını teselli eden hanım sultanların, dolu gözlü, iç çekişleri!

    Karadeniz?den tereyağ. Ege?den zeytinyağ. Afrika?dan köle taşıdı gemiler! Zehri gösteren Çin toprağından kırk deve yükü, sultan sofrasına özel sırlı kâseler! Yeminle birbirlerine bağlanmış. Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Türkler! Göğün altında bütün kanunların üstünde sultan. Ahlâk, cömertlik ve zerafetle onyedi yaşında yedi dil bilen şehzadeleri. Boğaz?ın eşsiz sularında tebdili kıyafet sultanlar, kadir gecelerinde okunmuş güvercinler kılığında. Nuh?un gemisinde yoktu bu kadar çeşit millet. Güzellik peygamber güvercinleri gibi asaletle süzüldü göğünden. Mevsimlerden mevsimlere kayıklarla gidilir. Bir odasında masallar, gulyabaniler anlatılıp çıtır çıtır eşelenen mangallar. Bir bahçesinde yakasından eteklerine kadar rahleler gibi açılıp kurulmuş gül ağaçları!

    Ki onlar, gönül hoşluğuyla inançlarını yaşayıp öldüler. Tarihin bu eşsiz şehrini Allah?a emanet edip, gittiler!..

    II

    Nasıl oldu da bir gecede ondokuz şehzade boğdurulup Sarayburnu?ndan çuvallar içinde karanlık sulara atıldı. Nasıl oldu da Plevne?nin düz ovasında on askere siyah kepekten ancak bir kara ekmek. Bir kurtlu bakla çorbası, birkaç acı ve çürük zeytin. Nasıl oldu da üç kıtayı fetheden cins arap atlarından yaralıları taşıyacak bir topal katır, bir sütçü beygiri kalmadı. Kafaları ceviz gibi kırılıp, keklik gibi avlandılar. Hamile kadınları camilere doldurup, yakarak yağlarını aylarca akıttılar! Ve artık ruhlardan bir parça kopartılır gibi ezanlar!

    Nasıl oldu da, üç kıtadan ganimetler yağan şehirde, yağmurdan ıslanan köpekler üstüne atılacak bir yırtık kilim parçası kalmadı. Yok olma, iflas etme dehşetiyle karıncanın taşıdığı buğdaydan bile vergi alan Allah?ın halifeleri. Gök gibi ulu padişahların kellesini uçuran sokak serserisi yeniçeriler!

    Asırlarca tek bir yabancının giremediği hamamlardan, haremlerden gün ortasında kadın kaldıran, esrar ve oğlan düşkünü yeniçeriler! Birmilyon Anadolu çocuğu Yemen çöllerinde ölürken, nişanlı, ellerindeki kınayla acı feryatlar içinde onyedi yaşında kocakarılaşan genç kızlar! Cehennemi bir cahillik içinde hortlak sakallı hocalar! Büyücü ve falcı fetvalar! Miskinlik ve bit kokan tekkeler! Trajik ve acıklı saray bahçelerinde sergilenen bal kavanozları! İçinde jurnallenmiş masum ve tertemiz insanların kelleleri! Yeşilköy?e kadar inmiş Rus orduları. Harabe camiileri yuva yapmış uyuz köpek sürüleri. Çatalca?ya kadar gelen Bulgar orduları. Irzına geçerken Türk kızlarının ?padişahım çok yaşa? alayları. Berlin Andlaşması?nda masada, yabancı elçinin Türk diplomatına ?karılar gibi ağlayacağına memleketinin haklarını savun? aşağılaması.

    Nasıl oldu da eşkiyalar İzmir?de idareyi ele geçirdi, Anadolu?ya onlarca isyancı vali atandı, nasıl oldu da Erzurum?da açlıktan isyan eden halk valileri şehirden kovdu, Sivas?ta kadınlar açlıktan isyanlar üstüne isyanlar çıkardılar. Nasıl oldu da açlıktan kırılan köylerden çocukları köle tüccarları toplayıp sattı. Nasıl oldu da saraylarda, yalılarda en şaşaalı nakaratlarıyla altın çağını yaşayan sanat müziği Boğaz?ın sularını yaladı. Nasıl oldu da, Direklerarası?nda, Beyoğlu?nda levantenler, tiyatrovari komik kılıklarıyla cici beyler şen kahkahalar atarken, savaştan, koleradan kırılan halkın imdadına ancak Avrupalı gazetelerin yardım kampanyaları koştu. Doğuyla Batı arasındaki bütün uçurumlar cesetlerle doldu. Dökülmüş türbeler! Un ufak olmuş en ağır kubbeler. Onlarca yıkılmış harabe mahallelerden geceler boyu yükselen iniltiler! Altın ve afyon düşkünü kadılar! Kof düşünceli, saman kafalı hocalar! Yağlı sedirlerinde bağdaş kurmuş, bir deri bir kemik veremli hastalar gibi zavallı insanların ruhlarını uğursuzluk baltalarıyla parçaladılar! Askerden kaçmanın tek yolu medreselere molla yazılmaktı. Şehit askerlerin kadınlarını nikâhlarına geçiren leş yiyici mollalar! İtalya?da sürgünde Osmanlı armasının elmaslarını birer birer koparıp kumara yatıran Vahdettin?in alkolik damadı! Cepheye gidemeyecek kadar yaşlılar açlıktan patates kabukları yerken, katarlarla Anadolu?dan buğday getirip, karaborsa tüccarlığı yapan, ünlü memleketsever yazarlar!

    Ve neden hâlâ bu bitmeyen ortaçağ tablosu Bosna?da, Güneydoğu?da kaldığı yerden devam ediyor!

    Ve neden, Anadolu?nun onlarca şehri, dünyanın en yoksul ülkesi Ekvator kadar milli gelirle yaşarken, Çamlıca Tepesi?ne kurulmuş, hâlâ Pierre Loti kılıklı İslâmcı, muhafazakâr yazarlar!

    Milyonlarca işsiz, doğuda onbinlerce insan ölüyor! Hâlâ, karpuz festivalinde mehter dinleyip, karakuşak tekvandoculara tekbirle madalya takıyorlar!..

    Ve hâlâ Osmanlı kadavrasından; yüzyıldır sahipsiz sandukalarından farelerin kemirdiği tahta parçalarını aşırıp, müzayede salonlarında satan... Ki onlar taharetlenmiş suratlarıyla Batıyla aralarındaki büyük uçurumu Batıya küfredip kapatmaya çalıştılar.

    Çünkü onlar da dedeleri gibi, Özal gibi Doğu rüyasıyla büyüdüler, ihtişamın, zenginliğin adına Hind racaları gibi ?medeniyet!? dediler. Bölüşerek sevişmek isteyenleri dinsiz kafir deyip zindanlarda çürüttüler!.. Polis kaşesiyle bayrak, ezan ve memleketsever aydınlar oldular.

    ALINTIDIR
     
  2. sanem_62

    sanem_62 Daimi Üye

    Emeğine sağlık Teşekkürler
     
  3. ero

    ero Daimi Üye

    çoğu düşüncelerine katıldığım bir yazar..
    teşekkürler oktay
     

Sayfayı Paylaş