KINALI KEKLİKLERLE DEDE KILIKLI İMAMLARA MEYDAN OKUYORUM! Hüseyin DEMİRTAŞ Alevilerin Sesi Dergisi´nin Ekim ayında çıkan 109. sayısındaki âAleviler Dede Kılıklı İmamları da mı Görecekti?â başlıklı yazım büyük yankı yarattı. Çoğunluğu övgü dolu olmak üzere çok sayıda elektronik posta, telefon ve mesaj aldım. Övgülere ancak teşekkür edebilirim ama yergi, eleştiri ve yer yer hakarete varan tepkilereyse cevap vermeden geçemeyeceğim. En dikkati çeken eleştiri şu: âSenin başka işin yok mu? Taktın Aleviliğe ve durmadan kişilerle uğraşıyorsun ve onların hatalarından örnek veriyorsun. Daha genel şeyler yazsana sen!â Hemen belirtelim ki, biz âHaksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandırâ anlayışıyla hareket ediyoruz. Günün her saati, dakikası hatta saniyesi Aleviliğe ve Alevilere hakaret ediliyor; Alevilerin hakları çiğneniyor ve Alevilik kendinden başka her şeye benzetilmek isteniyorsa, biz orada susamayız. İstiklal Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy Safahat´ında mealen der ki, âBiri dinime küfretse boğarım. Boğamazsın ki, hiç olmazsa yanımdan kovarım. Kovamaz isem de en azından içimden kin duyarım.â Bugün benim yazılarıma tepki gösterenler dinine (Aleviliğe) küfredenleri bırakın boğmayı veya yanından kovmayı, en azından bir kin bile duy(a)muyorlar. Öyle körelmişler ki, kalkıp Aleviliğe küfredenlerle bir olup, bizim gibi yolu saptıranlara karşı mücadele edenlere cephe alıyorlar. Şaşkın ördek, köle ruhlu ve cellâdına âşık olmalı bu insanlar! Biz tabii ki Aleviliğe takacağız, durmadan bizlere yapılan haksızlıklarla savaşacağız. Bu mücadele dışa olduğu gibi içe yöneliktir de⦠İçimizdeki çürük elmaları da geçen yazımızda olduğu gibi teşhir etmeye bütün gücümüzle devam edeceğiz. Bize Aleviliğe taktın diyenler neden günde en az beş vakit inanan, inanmayan herkesi taciz eden ezanları mesele etmiyor? Hem Alevilik sadece işi olanların, uzmanların meşgul olduğu bir şey mi? Bunlar ağzından çıkan her iki sözden biri din ve İslam üzerine olan milyonlarca Müslüman´a niye bir şey demiyor? Sizleri günün belli saatlerinde bir camiye dönen televizyonlar, radyolar rahatsız etmiyor da, benim ayda bir Alevilik üzerine yazı yazmam mı kızdıran? Benim sizlerden farkım bir koyun gibi sürü psikolojisiyle hareket etmek istemiyor olmam sadece. O nedenle Aleviliğe kem söz söyleyen, hakaret eden herkese mümkün olan en kısa zamanda ve en hızlı şekilde cevap veriyorum. Küfürleri içime atmadığım gibi, Aleviliğe ve Alevilere sövenlerle bir Alevi olarak ortak olup küfür korosuna gönüllü yazılmıyorum. ALEVİLİĞİ SAVUNMAK KİMİN GÖREVİ? Bir diğer eleştiri de, ben kim oluyormuşum. Daha ikrar bile vermemiş, yola revan olmamışım. Ne hakla Alevilik üzerinde söz söylüyor ve kimi temsil ediyormuşum. Aslında cevabı en basit soru bu. Nasıl ki sokaktaki herhangi bir Sünni, dinine karşı en hafifinden bile ters bir söz söylendiğini duyduğunda, âBen İslam´ı çok iyi bilmiyor ve Müslümanları temsil etmiyorum. O halde işime bakmalıyım. Aman sen de, o kadar ilahiyatçı, imam ve müftü dururken İslam´ı savunmak bana mı kalmış?â demiyor ve bu olumsuz sözün sahibini anasından doğduğuna pişman etmek için elinden geleni arkasına koymuyorsa, biz de bir Alevi olarak o sıradan Müslüman´ın yaptığını yapıyoruz yalnızca. Alevilere hakaretin bininin bir para ettiği bir zamanda susanlar kendileri bilir ama biz bunları içimize sindiremiyoruz. Kendileri edilen küfürleri rahmet yağıyor sanabilirler. Lakin bize gölge etmesinler yeter! Aleviliği ve Alevileri savunmak için yeterli donanıma da sahip olduğumu düşünüyorum. Bu donanım meselesini demokratik Alevi Hareketi´ne düşman olan herkes diline dolayıp duruyor. Başta AKP İstanbul Milletvekili Reha Çamuroğlu olmak üzere, bazı kınalı keklikler sık sık ortaya çıkıp Alevi kanaat önderlerinin ve örgüt liderlerinin İslam tarihini, dinlerin ortaya çıkışını bilmediğini iddia edip, Aleviliği kendi gerici çizgilerine çekmek için bu temelsiz iddiayı durmadan tekrarlıyorlar. Çamuroğlu, Fetullahçıların Aksiyon Dergisi´ne verdiği mülakatta şahsımızı da işaret ederek, bizlerin tarihten, ilahiyattan habersiz olduğumuzu ve dolayısıyla Alevilik üzerine söz söyleme hakkımız bulunmadığını beyan etmiş. Bu yazı vesilesiyle burada Çamuroğlu´nun merakını da gidermiş olalım. Kendimden bahsetmeyi pek istemezdim ama bazen alçak gönüllü tavırlarınız gerçekmiş zannediliyor. Ne demişler: âFazla mütevazı görünme, gerçek sanırlar.â Biz de bu kez bir defalığına burada biraz sahip olduğumuz nitelikleri ve geniş donanımı ortaya koyacağız ki, herkes Alevilerin artık yeterli sayıda vasıflı insana sahip olduğunu anlayabilsin. Bendeniz Uludağ Üniversitesi Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü Tarih Anabilim Dalı´nda dört yıl lisans eğitimi gördüm. Burada genel dünya tarihi, İslamiyet öncesi ve sonrası Türk tarihi, İslam tarihi, Osmanlı tarihi; eski yazıyla yazılmış arşiv belgelerini okuma ve analiz etme dersi Osmanlıca yanında eğitim psikolojisi, sosyolojisi, felsefesi, ekonomisi ve tarih yöntemi bilimi gibi çok geniş bir alanda akademik vasıf kazandım. Coğrafya da yan branşım. Mezuniyet sonrasında 1,5 yıl öğretmenlik yaptım. Burası eğitimimin resmi yanı. Bir de gayri resmi olarak edindiğim ilahiyatçı kimliğim var. Bir Alevi çocuğu olmama rağmen 11 yaşında babam çok yoksul ve bedensel özürlü olduğundan dolayı Almanya´da çalışan bir yakınım eliyle Süleymancılara ait yatılı pansiyona verildim. Aynı zamanda Kuran kursu olan bu yurtlarda kaldığım 10 yıl boyunca hem ortaokul, lise ve üniversiteyi bitirdim hem de Arapça, tecvit, ilmihal, siyer-i nebi (peygamberler tarihi), hadis, tefsir, kelam, fıkıh ve belagat (güzel konuşma) gibi dersleri kapsayan ama devletçe tanınmadığından dolayı diploma verilmeyen bir din eğitimi aldım. 21 yaşıma kadar dini bütün bir Sünni ve tarikat üyesi olarak yaşadım. Cami ve mescitlerde çok olmamakla birlikte vaaz ve hutbe verdiğim gibi, ardımda yüzlerce kişi Cuma, Bayram ve Teravih gibi büyük cemaat namazları için safa durdu. Sonra ne olduysa oldu, herhalde çok yönlü okumalarımın etkisiyle olsa gerek giderek bu cemaatten uzaklaştım. Bunda zaman zaman gündeme gelen Alevi kökenimden dolayı aşağılanmam ve Alevileri sürekli hor gören sözlere tanık olmamın bende yarattığı tepkisellikte önemli rol oynadı. Böylelikle bana unutturulmuş kimliğim olan Aleviliği ağır ağır yeniden keşfetmeye başladım. İşin özeti reşit olmadığım bir yaşta kendi irademle girmediğim bu yoldan kendi irademle ayrıldım. Geldiğim noktada geçmişte taşıdığım Sünni İslami inançları ve ibadetleri tamamıyla terk ederken, belki de bana buradan kalan tek miras aldığım ilahiyat eğitimi oldu. Ancak ilahiyat bir dine içinden bakar ve o dinin diliyle konuşur. Örneğin İslam´ın Allah anlayışını Müslümanların Allah hakkında ne dediklerine bakarak anlamaya çalışır. O nedenle de ilahiyat ne kadar çalışırsa çalışsın bilimsel olamaz. Allah´ı veya İslamiyet´i bilimsel olarak anlayabilmek içinse ilahiyattan farklı olan din bilimleri alanına geçmek gerekir. İşte ben daha sonraki yaşamımda bunu yaptım. Din bilimleri alanına geçerek İslamiyet´i yukarıdan ve dışarıdan yansız bir bakışla anlama çabasına girdim. Bu yöneliş beni zamanla diğer tek tanrılı dinler olan Yahudilik ve Hıristiyanlığı da araştırmaya itti. Eski ve Yeni Atik´i de (Tevrat, Zebur ve İncil) inceledim. Bu da yetmedi Zerdüştlük, Manicilik, Budizm, Hinduizm benzeri diğer önemli dünya dinlerini de genel hatlarıyla öğrendim. Dinler arasında karşılaştırmalı araştırmalar yaptım. Bu arada gördüm ki, Türkçede İslam dâhil dinler üzerine yazılan kitapların hemen tamamı aşırı taraflı ve tek yönlü bir bakışla yazıldığından, bu alandaki okumalarıma Almanca dilindeki kaynakları da kattım. Böyle böyle kendimi dinler tarihi ve sosyolojisi uzmanı sayabileceğim bir noktaya taşıdım. Doğal olarak çalışmalarımın her aşamasında Alevilik-Bektaşilik, İslam dünyasında Batıni ve muhalif hareketler hep ilgi alanım içinde oldu. Yaşayan Aleviliği sürekli tarihteki Alevilikle karşılaştırma ve bugünle aradaki farkları ortaya koymaya çalıştım. Özetlersek bizi suçlayanların öne sürdüğü gibi işkembeden konuşmuyoruz. Yazdığımız her satır yukarda ortaya koyduğum birikim, arka plan ve emeğe dayanıyor. İslamiyet üzerine en az 25, Alevilik üzerine de 17 yıldır kafa yoruyorum. Bu alandaki literatürü başta anadilim Türkçe olmak üzere Almanca, kısmen de İngilizce olarak titizlikle takip ediyor ve yeni yayınları en kısa sürede okumaya gayret ediyorum. Bir de yıllarca büyük gazetelerde çalışıp, gazetecilik yapmışız. Bu yüzden elimiz kalem de tuttuğuna göre, Aleviliği ben savunmayacağım da kim savunacak? Topluma Aleviliği anlatmayı, tanıtmayı ve tanımlamayı Sünni ilahiyatçı ve araştırmacılara mı bırakalım? Meydan bunlara kalsa daha mı iyi? ALEVİLİĞİ SOYSUZLAŞTIRMAYA İSYAN SUÇ MU? Kuşkusuz her şeyi bildiğimi iddia etmiyorum ama araştırmalarımın sonuçlarını toplumla paylaşmayı çok gerekli görüyorum. Bunu da Alevilerin Sesi Dergisi´nde 50 sayıdan fazladır yapıyorum. Ulaştığım sonuçları halkın anlayacağı bir dile tercüme edip makaleler yazarak bunları internet dâhil her ortamda yayınlıyorum. Bu görevi de bir hizmet anlayışı içinde yerine getiriyorum ve ömrüm yettiğince de bu yolda devam edeceğim. Bana diyorlar ki, âAlevilikle ilgili fikirlerini kendine sakla!â Niye saklayayım? Saklayıpta bu bilgilerin turşusunu mu kuracağım? Nasreddin Hoca´nın hindisi miyim ben sadece düşünecek? Yoksa konuşup yazmak için birilerinden izin mi almam gerekiyor? Yine Mehmet Akif der ki, âDinime küfreden bari Müslüman olsa?â Kütahya Alevilerinin çoğunun Alevilikten uzaklaştığını, hatta bazı köylerde dedelerin cemevlerini camiye dönüştürmeye çalıştığını yazmamız bu bölgeden birçok kişiyi rahatsız etmiş. Aleviliği soysuzlaştırmaya çalışmak suç değil, bunları yazmak mı suç? Bunlar diyorlar ki, âAlevilik Müslümanlıksa, Hz. Ali Müslüman idiyse ve biz de onun açtığı yolun takipçisiysek, Hz. Ali de bunları yaptığına göre namazı kılmalıyız ve Ramazan orucunu tutmalıyız. Sadece iyi bir Müslüman olmaya çalışıyoruz. Biz önceden cahil olduğumuzdan namaz kılmıyorduk. Şimdi kitapları okuyunca, anladık ki bu ibadetleri yapmamız gerekiyor. Bir Alevi ben İslam´ın içindeyim diyorsa, namaz da kılmalı, oruçta tutmalıdır. Hem 4 Kapı 40 Makamın birinci kapısı Şeriat´tır. Şeriattan da biz İslam´ın şartlarını yerine getirmeyi anlıyoruz.â Bu mantığın neresini düzeltsek acaba? Her tarafı dökülüyor. Çarpım tablosunu yanlış ezberleyerek yapılmış bir hesap gibi sanki. Bir defa bu cümleleri tekrarlayanlar hasbelkader dede doğmuş/olmuş bile olsalar Aleviliğin ne olduğu konusunda henüz en basit bilgilerden bile nasibini alamamışlar. Her şeyden önce Alevilikteki Şeriat Kapısı´nın anlamı yol bilgisidir. Yani Tarikat´a girecek talip bu aşamada, Alevi-Bektaşi yolu hakkındaki temel bilgileri, görgü ve adabı edinir. Dede, rehber, mürşit, yol, erkân, 12 hizmet nedir ne değildir onu öğrenir. Bu kapı kesinlikle Sünni şeriatının ibadetlerini kapsamadığı gibi, 10 makam içinde geçen âibadet etmekâ maddesi de talibin Tarikat´a giriş için yerine getirmesi gereken ikrar cemine yönelik hazırlıkları ifade eder. Tabiri caizse Şeriat yol hakkında temel bilgilerin verildiği kapıdır, Aleviliğin ilkokuludur. Sonrasındaki Tarikat (ortaokul), Marifet (lise) ve Hakikat (üniversite) basamaklarının bütün temeli Şeriat Kapısı´nda atılır. Bu makamların tek hedefi de kâmil insan ve toplumu yaratmaktır. Eğer bizim atalarımız Şeriat Kapısı´ndan Sünni ibadetlerini yerine getirmeyi anlasalardı, günümüzde Alevilerin hepsi namaz kılıyor, oruç tutuyor olurdu. Ayrıca hepsi de artık camiye gittiğinden cemevi denilen ayrı bir ibadet yerine hiç ihtiyaç kalmazdı. Hâlbuki bugün hâlâ Alevilerin ezici bir çoğunluğu bu ibadetleri yerine getirmediği, getirmeye hiçte niyeti olmadığı gibi, bunların farz olduğuna da inanmıyorsa, demek ki Alevilikte bu ibadetlerin yeri yoktur. Olsaydı zaten pirlerimiz, mürşitlerimiz bu ibadetleri hem kendileri yerine getirir, hem de taliplerine yapılmasını emrederlerdi. Şurası kesinlikle iyi bilinmelidir; biz Aleviler daha düne kadar namaz, abdest, ezan bilmiyor, Muharrem dışında oruç tutmuyor, köylerimizde cami diye bir ibadet yeri tanımıyorduysak; bu cahil veya tembel olduğumuzdan değildi. Peki nedendi? Çünkü inancımız bu ibadetleri ve ibadet yerlerini şart koşmuyordu. Oysa ben Kütahya, Balıkesir, Çanakkale ve Diyarbakır´da en az 100 Sünni köyü gezdim. Onlarca okuma-yazma bilmeyen, hem de ihtiyar kadınları tanıdım. Hemen hepsi cahil olmalarına rağmen namaz kılmasını iyi bilirken, diğer Sünni ibadetlerini yerine getirmek için okunan duaları da ezberlemişlerdi. Kimse dininin, inancının cahili değildir. Din sadece kitapla, okuma-yazma bilmekle öğrenilmez. Aynen benim rahmetli babaannemin çeşit çeşit semahın nasıl dönüleceğini, cemevi adabını cahil olmasına rağmen bildiği gibi. Nasıl bir Sünni kadın veya erkek çocukluğunda camide verilen kursa giderek ya da büyüklerinden namazda okunacak duaları, namazın nasıl kılınacağını sürekli tekrar yoluyla öğreniyorduysa, babaannem de aynı yöntemle bir Alevi´nin bilmesi gereken temel şeyleri daha küçük bir kızken belleğine geçirmişti. Hatta ilerlemiş yaşına rağmen 12 İmamların isimlerini ezberden tekrarlayabiliyor, hafızasında onlarca nefesi, duâzı imamı, Kerbela mersiyelerini tutuyordu; bunları yeri geldikçe de söylüyor veya öğrenmem için bana anlatıyordu. Öte yandan babaannem 72 yıllık ömrü boyunca aynen köydeki diğer yaşıtları gibi bırakın bir vakit bile namaz kılmayı, bunu öğrenmeye bile gerek duymazken, tabii ki Ramazan orucunu da hiç tutmadı. Buna karşılık o, Alevi olmanın gerektirdiği tüm ibadet ve görevleri de eksiksiz yerine getirmeyi ihmal etmedi. ALEVİLERİ KENDİ SİLAHI HZ. ALİ´YLE VURMAYA SON Yaptığım bu karşılaştırmalardan, âEy Aleviler siz dün cahildiniz, bugün artık okuyup yazıyorsunuz. Gelin İslamiyet´i öğrenin ve namaz kılmaya başlayınâ cümlesinin bir tuzak, hile olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Bu cümle Alevileri kimliklerine yabancılaştırmanın ilk adımıdır. Bu zokayı yutan bir Alevi artık iflah olmaz! Uzatmanın âlemi yok! Aleviliğin alfabesi bellidir. Alevilerin ibadet yeri cemevi, namazı burada yapılan cemler, orucu da Muharrem´dir. Bunlar sayıları az olmakla birlikte Sünnilerin ibadetleriyle eş değerde ve eşitliktedir. Esasında bir Alevi her an, her yerde kendisinin de bir parçası olduğu Hakk ile bir bütündür ve hep onunla beraberdir. Yani sürekli ibadet halindedir. O yüzden Alevi´ye camide yer arayan, inancında var olan ibadetleri yeterli görmeyip oradan buradan Aleviliğin içine ödünç ibadet taşıyan bir kişi, ancak âgelin beni Sünni yapın, ben buna hazırımâ diye kaşınan bir şaşkın olabilir, adı dede de olsa! Elbette biraz mantıklı düşünen bir Alevi´nin gerçek Aleviliği kavramak için benim bu anlattıklarıma bile ihtiyacı yoktur ama sağlıklı düşünen kim? Oysa niyet kötü olduğundan kimse inadından vazgeçmiyor. Alevilerin zihinleri sürekli, âHz. Ali´yi sevmek Alevilikse, ben de Aleviyim.â, âHz. Ali namaz kıldı, oruç tuttuysa, siz Aleviler de onun yolundan gittiğinizi iddia ediyorsanız, namaz da kılmalı, oruçta tutmalısınız!â benzeri tuzak ve propagandadan ibaret cümlelerle hadım ediliyor ve sağlıklı düşünemez hale getiriliyor. Sanki Hz. Ali hayatında namaz kılmaktan, oruç tutmaktan başka hiçbir şey yapmamış! Sanki Aleviler Hz. Ali´yi tamamen Sünnilerin gördüğü şekilde görüyor ve değerlendiriyormuş gibi. Yahut da Alevi olmak için tek başına Hz. Ali´yi sevmek yetiyormuşçasına bir hava estiriliyor. Herkes şunu aklının bir köşesine yazsın ve bu tür anlamsız, saçma ve iğrenç karşılaştırmaları yapmasın! Öğrensin ki, Alevilikteki Hz. Ali gerek Sünnilik gerekse de bakış açısında bazı ortaklıklar bulunmasına rağmen Şiiliktekinden çok farklı, ayrı ve özel bir yere sahiptir. Ayrı bir makale konusu olmasına karşın Alevilikteki Hz. Ali, tarihte yaşamış, kitaplarda yazılı, Sünni-Şii Müslümanların bildiği ve kafasında şekillendirdiği Hz. Ali´den yüzde 80 farklı bir anlam ve öneme sahiptir. Bizim Hz. Ali´miz onlarınki ile ancak yüzde 20 oranında çakışır. Alevilerin kafasındaki Hz. Ali, bazen tanrısal niteliklere sahip biridir. Bazen Kırklar Meclisi anlatısında olduğu gibi Hz. Muhammed´den üstün, onu peygamber olduğunu söylediğinde içeri almayan, ancak sizlerden biriyim deyince meclise buyur eden, sonrasında ezdiği üzüm tanesini dem niyetine Kırklar Meclisi'nde bulunanlara ikram ettirip, ona bir nevi sakilik yaptıran bir role sahiptir. Yine Hz. Ali, miraçta Hz. Muhammed´in önünü Tanrı´nın huzuruna çıkarken kesip, ona ancak peygamberlik mührünün bulunduğu yüzüğü ağzına atması şartıyla yol açan bir aslandır. Hz. Muhammed miraç dönüşü Hz. Ali´yi yukarıda aslanın ağzına attığı yüzüğü parmağına takmış halde otururken bulur ve çok şaşırır. âYa Ali, eğer senin bir anneden doğduğunu bilmeseydim, sana Allah derdimâ cümlesini kurmaktan kendini alamaz. Bunun yanında etiyle canıyla tarihte yaşamış Hz. Ali yapmamıştır ama Alevilerin Hz. Ali´si gerektiğinde dem de alır, coşunca kalkıp semah da döner. Hakiki Aleviler ise bunda bir çelişki veya yanlışlık görmezler! Unutmayınız ki, bir tek Hz. Ali yok. Sünni´nin, Şii´nin ve Alevi´nin Hz. Ali´leri farklı farklıdır; birininki diğerini tutmadığı gibi ona yüklenen roller birbirine tamamen zıt özellikler gösterir. Daha başka örnekler verilebilir ama görüldüğü üzere Hz. Ali´nin bu yönleri ne tarih ne biyografi kitaplarında ne de Sünni-Şii İslam (Ortodoks) bakış açısı ve mirasında yer almadığı gibi, böyle bir Hz. Ali anlayışı bu kesimlerce tarih boyunca hep sapkınlık olarak sayılmıştır. Bu görüşleri dillendiren yüz binlerce Alevi-Kızılbaş, tarihte mülhit, rafızî, kâfir diye suçlanmış ve katledilmiştir. Hadi gel de sen cesaretin varsa kendi Hz. Ali´ni Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bu şartlar altında kitaplara yaz. Yazamazsın, çünkü anında kellen gider ve yazdıkların da bir meydanda toplanarak yakılırdı. Tam da bu nedenle bugün aynı zihniyet yapısı devam ettiğinden ve de her türlü iktidarı elinde tuttuğundan Hz. Ali´nin kim olduğunu öğrenmek için tarih kitaplarını karıştıran Aleviler, sadece namaz kılan, oruç tutan ve bol bol kâfirlere karşı cihat eden çarpık ve tek yanlı bir Hz. Ali resmiyle karşılaşıyorlar. Sonuç tam bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı oluyor. Üstelik bazı Aleviler de çok büyük bir yanılgı içine girerek bu resmi gerçek zannediyor. Artık Hz. Ali´nin öğretimizdeki yerini etraflıca öğrenelim ki, kimse Alevileri kendi silahı olan Hz. Ali ile vurmaya kalkmasın! Öyleyse ne yapmalı, bunu önlemenin yolu nedir? Bizim olan, bize göre gerçek Hz. Ali´yi tanımak, bilmek istiyorsak, belki tek çıkar yol hâlâ en güvenilir kaynağımız olan Pir Sultan, Şah İsmail Hatayî ve Kaygusuz Abdal gibi ozanlarımızın nefeslerini can kulağıyla dinlemeli, okumalı ve onların batınî (gizil, içsel) anlamlarını kavramaya çalışmalıyız. Özetle eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz! Yani piyasadaki hemen tamamı Sünni gözüyle yazılmış kitaplardan bizim Hz. Ali´miz öğrenilemez. Akıldan çıkarılmaması gereken çok önemli bir hususta şudur: Alevi tarihi, Alevilerin ortak hafızası ve günümüze ulaşan bu kadim miras pek kitaba veya yazılı kaynaklara dayanmaz. Geçmişin birikimi ve gelenek daha çok şiir (nefesler), müzik (bağlama) ve dans (semah) gibi sözel ve görsel yöntemlerle bugüne aktarılmıştır. Devamı var...
ALEVİ KURAN´A NASIL BAKMALI? Geçen ayki yazımda tepkilerin odaklandığı bir diğer nokta ise, Alevilerin Kuran´a bakışı ile ilgili değerlendirmelerim oldu. âHer ne kadar Aleviler Kuran´ı kabul etseler de, Kuran emirleri kendileri için bağlayıcı değildirâ cümlesini kullanmıştım. Bu önermem birilerini çok rahatsız etmiş ve bunlar diyorlar ki, âKuran bizim kitabımız, içindeki hükümler de Alevileri bağlar.â Kafası karışık Alevilerin diğer konulardaki gibi, Kuran´a bakışları da epey sorunludur. Buna karşılık pusulasını şaşırmamış Alevilerin bu duruma yaklaşımları gayet nettir. Şöyle ki, Alevilerin Kuran´a bakışı da Sünni ve Şii Müslümanlardan tamamen farklıdır. Evet, Aleviler Kuran´ı bazı itirazları saklı kalmak üzere kendi kitapları olarak kabul eder. Örneğin İslam´da Tevrat, Zebur ve İncil aynen Kuran gibi hak kitap kabul edildiği halde, Müslümanlar bu kitapların elimizdeki mevcut metinlerinin tahrif (değiştirme) edildiğini öne sürerler. Tam da bu nedenle söz konusu üç kitabı sahih bir kaynak olarak kabul etmeyip, ibadethanelerine, evlerine sokmazlar ve okumazlar. Alevilerin de Kuran´a yönelik tıpkı buna benzer bir tutumları vardır. Aleviler Kuran´ın da aynen Tevrat, Zebur ve İncil´in başına geldiği gibi 3. Halife Osman tarafından değiştirildiğini, Kuran´ın elimizdeki nüshasının gerçek Kuran olmadığını ve dolayısıyla içindeki hükümlerin kendilerini bağlamadığına inanırlar. Aleviler, Osman´ın içinde Hz. Ali, Ehli Beyt ve bunların hilafetin doğal mirasçıları olması gerektiğini içeren bazı Kuran ayetlerini imha ettiğini iddia ettiklerinden, bir nevi gaip (kayıp) Kuran´a inanırlarken, tarih boyunca uygulanan çeşitli baskılar neticesinde de, zorunlu hallerde tekkelerinde Kuran bulundurmuşlardır. Buna karşılık, kendilerine Kuran hükümlerinin bağlayıcılığı hatırlatıldığında ise, âBiz Kuran´ın zahir (dışsal, lâfzî) manasına; yani kelimesi kelimesine çevirisine değil, batınî (içsel, gizli, ezoterik) yorumuna inanıyoruzâ şeklinde ustaca bir mantıkla baskıları savuşturmaya çalışmışlardır. İşte bu nedenle Aleviler yüzyıllar boyu, âBaşımız Kuran´a bağlıâ demişler ama Kuran´da yer alan sayısız hükmü kendi toplumsal ve dini yaşantılarının içine sokmamışlardır. Zaten Aleviler zahirî Kuran hükümlerine göre hareket etseydi, geçmişte ve bugün Alevi toplumunda kadın-erkek eşitliği olmaz, kız çocukları eskiden bizdeki Sünnilerde olduğu gibi mirastan üçte bir pay alırdı. Kadının tek başına şahitliği kabul edilmezken, Alevi toplumunun aynı zamanda yargıçları olan dedeler de Kuran´a bakarak, hırsızlık yapanlara el-ayak kesme cezası, zina yapan evli çiftlere recim (halka taşlatarak öldürtme), bekâr olanlarınsa yüz kez değnekle dövülmesi emrini verirdi. Alevi toplumunda geçmişte ve günümüzde bu tür uygulamalar görülmediğine göre, demek ki bu toplum Kuran´a göre hareket etmemiş ve bundan sonra da etmeyecektir. Unutmayınız ki, Kuran sadece bir takım ibadetlerin yapılmasını emretmez, bazı suçlara anlattığımız türden cezaları da öngörür. Bir de Alevileri Kuran´ın zahirî manasına göre hareket etmeye çağıranlar unutmasın ki, Türkiye Cumhuriyeti tam olmasa da belli ölçülerde laik bir devlet olduğundan, sözünü ettiğimiz Kuran´dan kaynaklanan şeriat emirlerinin yaşama geçirilmesini Sünniler bile talep edemezler. Böylesi bir durum laik düzenin şeriatla yer değiştirmesi talebidir ve yasalarımıza göre büyük suçtur. Bu, Sünniliğe göre Kuran bir bütün, kişi tek bir ayeti dahi kabul etmese dinden çıkmış sayılmasına rağmen böyledir. Anlaşılacağı üzere Sünni veya Alevi olsun fark etmez, insanları Kuran hükümlerinin tamamına uygun davranmaya davet etmek ya da zorlamak, aynı zamanda âlaik devlete isyan bayrağı açmaâ anlamını taşır. Zaten El Kaide ve Hizbullah da bunu yapmıyor mu? Hemen belirtelim ki, bu yazdıklarımız sadece kitabi şeyler değil. Ben çocukluğumda babamdan ve diğer büyüklerimden elimizdeki Kuran´ın eksik olduğuna dair çok sayıda konuşmaya şahit olmuşumdur. O zaman Kuran´dan geriye Alevilere ne kalıyor? Şu kalıyor: Genel ahlâka yönelik emirler ve yasaklar. Bunların ne olduğunu bulmak ve çıkarmak için ise Alevilerin dilini zaten anlamadıkları Kuran´ı okumasına hiç gerek yoktur. Çünkü ozanlarımızın nefesleri zaten Kuran´ın batınî yorumu ve dile gelmesi olarak anlaşıldığından, her fırsatta söylenen nefeslerimizin deruni anlamlarını kavrama çabası içinde olmak ve bunları hayata geçirmeye çalışmamız yeterlidir. Bir de hemen nefes deyip geçilmemelidir. Nefeslerimize karşı halk türküsü, folklorik öğe gibisinden küçümseyici tavırlardan kaçınılmalıdır. Nitekim cemlerde ve muhabbetlerde söylenen nefesler bizler için en az Kuran ayetleri kadar değerlidir ve aynı kutsiyete sahiptir. Keza anlayan, aklını başkalarına kiraya vermemiş olanlar için Aleviliğin ilkeleri çok net ve herkesin kavrayabileceği sadeliktedir. Alevi olmanın özü, âEline, diline, beline; işine, aşına ve eşine sahip olmakâ değil midir? Ayrıca biz deriz ki, âKâbe´miz insan, dinimiz sevgidir.â Gerisi ayrıntıdır. Türkiye´nin çok önemli toplumsal altüst oluşlar yaşadığı bir dönemde, hâlâ âAlevilikte beş vakit namaz, Ramazan orucu vs. var mıdır?â şeklinde aslında cevabı çoktan verilmiş soru ve sorunlarla uğraşmak abesle iştigalden başka bir şey değildir. İşin aslına bakarsak, bugün Aleviliğin genellikle inanç ve ibadet boyutunu öne çıkaran Prof. Dr. İzzettin Doğan´ın önderliğindeki Cem Vakfı ve Cem TV´de bile kimse, Alevilikte Sünnilerin anladığı manada namaz, abdest, oruç gibi ibadet ve uygulamaların olduğunu iddia etmiyor. O nedenle Kütahya ve benzeri yerlerdeki pusulasını şaşırmış Aleviler, yalnız Cem TV´yi seyretseler dahi Aleviliği anlamakta epey yol alabilirler. Buna rağmen bazı dedeler de dâhil olmak üzere Alevileri arkalarından camiye iteklemeye devam ederlerse de, onlara tavsiyemiz, dedeliği bırakıp imamlığa soyunmaları ve Aleviliği aslına uygun yaşamak isteyenlerin yakalarından düşmeleridir. Öyle ya ellerini tutan yok, gitsinler adam gibi Sünni olsunlar. O zaman hiç olmazsa kimin hangi safta olduğunu biliriz. Kimsenin bizleri lüzumsuz tartışmalarla meşgul etmeye hakkı yok zira Alevilerin daha önemli sorunları ve uğraşacak çok başka öncelikli işleri var. Kınalı kekliklerle ve dede kılıklı imamlarla kaybedecek zamanımız yok. Buna rağmen yine de yakamızdan kendileri düşmezlerse, onları bizler, yani yeni nesil genç, dinamik ve bilinçli Aleviler silkip atacağız. Göreceğiz bakalım, âEl mi yaman bey mi yaman?â Hodri meydan!
Saygideger Canlar. Aleviligi Islamin bir kolu oldugu, veya 5`nci mezsebi oldugunu savunanlar acik acik savunmuyorsa, zamani ve yeri geldiginde caktirmadan savunmaya calistiklarini gorebiliyoruz. Alevilikte Dedelik Makam Gorevi nedir? Son donemlerde Alevi Yasam Felsefesini en iyi sekilde yasama yansitan ve yansitmaya calisan Pir Baskoylu Hasan Efendi`dir. Basta Erzincan, Erzurum ve Dersimde dedelik yapan bazi dede kilikli Imamlar, Pir Paskoylu Hasan Efendi icin olum fermani bile vermislerdir, Yolumuzu degistiriyor, Yol Geregini yapmiyor, Alevi Halkini Islamin disina cekiyor gibi yaklasimlarda bulunduklarini goz onunde bulundurdugumuzda, Dedelik dedigimiz gunumuz dili ve soylemi ile HARAC almakmidir? Saygideger bandiera_rossa Can gunumuz dede kilikli imamlarin nasil harac aldiklarini, halki nasil somurduklerini kisaca anlatmis oldugundan dolayi tekrarlamanin bir anlami yok. Pir Baskoylu Hasan Efendi, Verilen Lokmayi Eline Almazken, Lokmanin Dosegin ve Yastigin Altina koyulmasi, daha sonra guc durumda olanlarin veya maddi ihtiyaci olanlarin gelmesi ile, verilen lokmanin ihtiyaci olana aktarilmasinin dogruluklarini hangi dede kilikli olanlar yapmaktadir? Elini Open Talibin Elini Opmesi Gerektigini, "HAK ALDIN, HAK VERECEKSIN" diyen, Baskoylu Hasan Efendi`den baska, Boylesi dedelik gorevini yerine getiren, hosgorulu, saygili ve yol geregini yapan hangi dede kilikli Imam yapmaktadir? Dualarla, Ufurme ile, Tuz`a bakma ile, Ip baglama ile benzeri batil inanclarin dogru olmadigini, Aklin yolu ile cozulmesi gerektigini savunup, insanlara dogru yolu gosteren Pir Baskoylu Hasan Efendi`nin surdugu yolmu dogrudur? Yoksa insanlarin yakasina yapismis asalakca insanlarin sirtindan gecinen Imam Kilikli Dedelerin surdurmeye calistigi Islam`a baglilik yolumu dogrudur? Alevi Yasam Felsefesinde var olan Mursit, Pir, Rehber olgusunu yok edin, kaldirin, Imam olgusunu yerlestirin. Alevilikte IMAM yoktur, Mursit, Pir, Rehber ve Talip vardir. Islamda ise IMAM VE MUGRUT vardir, Yetmezmi 1400 yildan beri Islamin bu yola verdigi zararlar? Islamla hem fikir olup, Islamin asimile politikalarina katkida bulunmak zorundamiyiz? 12 Hizmet olgusunu 12 Imam olgusuna cevirmek cokta zor bir is degil, Fakat islamin unuttugu bir sey var, 12 Imam`i bu yola lanse etmeye calismadan, 12 Hizmet olgusunu yok etmeleri gerekemzmiydi, Yok degilse, Aklin Yolu, Karanliklari Aydinliga Cikarmazmi? Saygideger Huseyin Demirtas Can`in yazisini yurekten destekliyor, Erdogan Cinar`in butun yorumlarina katilmazsamda bir cok katkilarinin oldugunu dusunuyorum. Diger Alevi Arastirmaci Canlarinda butun yorumlarina katilmazsamda bir cok katkilarin oldugunuda dusunuyorum. Alevi Yasam Felsefesini Ne Hiristiyanliga, Ne Muslumanliga, Ne Yahudilige nede baska bir Din`in bir uzantisi veya kolu olarak gosteremeye kimsenin hakki yok oldugunu dusunuyorum, Forumlarda sozde kendisini dede goren ve real hayatta kendisini dede gormeye calisan dede kilikli Imamlar Aleviligin neresinde kendilerini gormektediler? Alevi Dedesinin gorevi; Duzeni ve Islami savunmakmidir? Kendisini katleden, soykirima ugratan bir mantigi savunmakmidir? Insan-i Kamil olma mertebesine erismiyen birinin, Dedelik Vasfini Yerine Getirebilecegini Dusunebilirmiyiz? Alevi Dogulmaz, Alevi Olunur Alevilik Kadim Bir Yoldur, Aklin Yolu ile hareket eden bir yoldur. Hz. Muhammed. Hz. Ali soyundanimda, 12 imamlarin soyundanimda, bu yuzden Mursit unvanina, Pir unvanina sahibim nutuklari ve soylemleri tarihin gerisinde kaldi, dune ve bugune kadar aldatildik, kandirildik, Islamin bir parcasi, Hz. Ali`nin yolu gibi uydurmalarla Islam icimize girdigi kadar girmis olsada, Islamin oyunlarini dun Yol Onderleri nasil bosa cikardiysa, bugunde bu tur oyunlari bosa cikaran, bu yola bas koyup gonul verenler var oldugu unutulmamalidir. Camide IMAM var oldugunu biliyoruz. Cem Evinde Imam Olur veya Olmasi Gerektigini Savunanlar, luften Camiye Gitsinler. Alevi Yasam Felsefesine Golge Dusurmesinler. Baskoylu. Saygi ve Sevgilerimle.
Değerli Can paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim. Din hizmeti gönül hizmetidir ve para karşılığı yapılmamalıdır. Eğer öyle yapılacaksa bizim sunni zihniyetten hiç bir farkımız olmaz ve diyanete olan karşıtlığımızı ne ile izah edebiliriz.Sevgi ve saygılarımla
Saygideger enelhak Can, Din hizmeti gonul hizmeti degildir, Din hizmeti Cennet hevesi, Cehennem korkusudur, ayrica Din insanlarin beynine yerlestirimeye calisilan bir afoyondur. Alevilik DIN degildir, ayni zamanda mezsepte degildir. Alevilik; Sevgi ve Insanlik yoludur, Aklin (Kadim) yoludur. Aramizda farkli dusunen ve inanan canlar olacaktir, farkli algiliyan ve ogretilen canlar olacaktir, bizim tepkilerimiz canlarin yanlis algilamasi ve yanlis ogretilmelerine degildir, bizim tepkilerimiz 1400 yildan beri acimasizca surdurulen Yobaz Islam Dinin Igrenc Asimile politikalarina karsidir. Insanligin dogusundan beri var olan Alevi Yasam Felsefesinin Islamla ilgi alakasinin olmadigini, Dort Kapi, Kirk Makami Aklin yolu ile inceledigimizde, Yol onderlerin bedeller odiyerek bugune kadar getirdikleri KADIM yola sahip cikmak yine kendisini yola adiyanlarin, yol icin mucadele verenelerin isi ve gorevidir. "Ilimden Gitmiyen Yolun Sonu Karanliktir" diyen yol onderlerin anlatmak istedikleri, Aklin yolu ve Vicdan olgusu ile hareket etmiyen, baatil inanclara ve yobazliklarin pesinde gidenlerin karanliklara gittigini, Sevgi ve Insanlik yolunda degilde, Cennet ve Cehennem hesaplari pesinden gidenlerdir...... Forumda bazi canlarin yorumlarini ve soylemlerini inceledim, Saygi ile karsiladim, lakin Aleviligin Din, Irk, Mezsep ve Renk ayirimi yapmadan 72 millete bir nazarda baktigini, Yani butun insanligi kardes gordugunu, Dinleri, Irklari, Renkleri ve Mezsepleri tanimadigini, boylesi ortamlara girmenin Insanlik sucu saydigini gormek zorunda oldugumuzu anlatmaktadir. Degerli bir canin, Aleviligi soyle tanimliyan bir yazisini okudum, Dinimiz; Islamdir!!! Peygamberimiz; Muhammedir!!! Demesi sasirtici olmamasina ragmen, Alevililgin gercekligini kabul etmemesini veya arastirmadigini, Aklin yolu ile hareket etmedigini gostermektedir, Islamin asimile politikalarin etkisinde kalarak boylesi bir dusunceye sahip olmasi normaldir. Aleviligin; Dini Islam degildir.. SEVGIDIR. Alevilikte; Peygambere inanmak yoktur, eger olmus olsaydi, 4 Peygamberin izledigi yoldan ve guzergahtan gider, O inancin geregini yapardi. Alevilikte; Yaradilis inanci degilde, Varolus inanci vardir, Variligin birligine inanmaktadir. Dolayisiyla Alevi yol onderlik gorevini yapmakla sorumlu olan, Insan-i Kamil mertebesine erismis, Egitici ve Ogretici kimligi ile yola cikanlar, Rizaliklari ile yola gonul veren, yolun geregini yerine getirenlerdir. EL ELE, EL HAKKA anlatimi bunun en guzel aciklamasidir, Hak Aldin, Hak Vereceksin, bunun en guzel aciklamasidir. Bu Konuda, Ozellikle Pir Sultan Abdal ve Pir Baskoylu Hasan Efendiyi cok iyi kavramak gerekir. Saygi ve Insani Sevgilerimle.
emeğine yüreğine sağlık evet dünyanın yaradılışından beri gelen ; geldiğini savunduğumuz bir felsefi inanışımız var madem Peki o zaman bütün Türkler Alevi Midir ? islamiyetten önce tekbir yaratıcı inanışına sahip ve peygamber gönderilmemiş tek milletiz tabi erenleri evliyaları saymassanız şaşırdım şimdi malazgirt savaşından sonra islamiyeti kabul etmiş ve neden öyle yaşamak istemişiz acaba o damı bi politik çıkar için di ama nasılsa önemli değil bizim inancımız çok sağlam ve dönüşün neye inanırsan inan sana can veren yaratıcıya olduğuna inanıyoruz hani şu topraktan aldığımız ödünç bedenimiz ve o beden içine giren yaratıcının kendi nurundan verdiği bu emenet canımız sizcede öyle değilmi değerli canlar ?
Saygideger Devran Can Butun Turklerin veya farkli etnik kokenlerin Alevi olup olmadiklarina dair bir iddamiz olamaz. Lakin Insanligin dogusundan beri var olan Alevi Yasam Felsefesi, Hic bir Din, Irk, Mezsep ve Renk ayrimi yapmadan 72 millete bir nazarda bakmasini bilmistir. Yaradan`da, Yaratan`da Insanin kendisi oldugunu kabul etmis, bu yolda nice bedeller vermistir. ENEL-HAK diyen Hallac-i Mansur; donemin iskencesi olan 150 kirbac ile cezalandirilir, zindana atilir, sadece ve sadece ENEL-HAK kelimesinden vaz gecmesini ve yanlis bir cagiri oldugunu soylemsi halinde canindan olmiyacagini soylemelerine ragmen, her seferinde ENEL-HAK demekten geri durmamistir, idam edilmesinden sonra, dilim dilim dogranip, yakilmis ve kulleri nehire atilmistir, devaminda Nesimi ayni keza ENEL-HAK demesinden dolayi, diri diri derisi yuzulerek meydanda defalarca derisi yuzulup ve geri giydirilerek iskece yolu ile katledilmistir. "ENEL-HAK" Ben tanriyim, Tanri benim, Tanri bende, Ben tanridayim, Yani gercek tanrinin insanin kendisi oldugunu soylemesidir. Din inanclarina gore, Peygamberler... Hayali Allah tarafindan Ozel olarak gorevlendirilen, Tanrinin Temsilcisi olduklarini, Tanridan gelen vahi ve ilhamlari sure haline getirererek insanlarin kafasina olmiyan bir seyin yerlestirilmesidir, Yani Cennet hevesi ile Cehennem korkusunu insanlarin hem umut hemde korku dunyasi haline getirme cabasidir....... Isterseniz guzel bir alinti ile konuya aciklik getirelim, elbette alintiya ekliyecegimiz farkli dusuncelerimiz olacaktir, boylesi katkilarin farkliliklarimiz olacaginida goz onunde bulundurursak, Karanliklari aydinliga cikarmis olacagiz...... Yunus Emrem şu dünyada İki kişi kalır derler Meğer Hızır İlyas ola Abu hayat içmiş gibi. Hızır Anadolu´nun kendi öznelliği içinde zenginleştirerek biçimlendirdiği, insanlık tarihi kadar eski kültürel mirasın kaynaştırıldığı geçmişle geleceği anlatan ve bugün üzerinde durulması gereken çok önemli bir gelenektir. Hızır zulme başkaldırıdır. Abu hayat suyunu bulmak için kral tarafından görevlendirildikleri halde suyu krala götürmeyip kendileri içmişlerdir. Kral zalimdir. Halkına zulmetmektedir. Ölümsüz olduğunda da bu zulüm hiç bitmeyecektir. Hızır zulüm karşısında insanın cesaretidir. Krala karşı koyabilmektir. Zalime dur diyebilmektir. Hızır insanlığa hizmettir. Abu hayat suyunu kendileri içerek insanlığın hizmetine girmişlerdir. Bu halkın özlemidir. Darda kalanın umududur. Hızır yarına umutla bakmanın gelecekte sıkıntıların bitmesini umut etmenin ifadesidir. Hızır ölümün karşıtı olan hayattır. İnsanlığın karşısında çaresiz kaldığı tek şey olmasa da en önemlisi ölümdür. İnsan yaşadığı evrende karşılaştığı sorunları çözmek için hep mücadele içinde olmuştur. Mücadele etmekte zorundadır çünkü bu diyalektik bir zorunluluktur. İnsanlar Çok sevdikleri canlarını yitirdiklerinde acı çekerler. Ya da ölümünü kabullenmek istemezler. Bunun en açık örneği Pir Sultandır. Osmanlı Pir Sultanı defalarca asar ama halkı onu hep diriltir. Hızır çaresiz kalınan ölüm karşısında yenilgiyi kabul etmemektir. Hızır ölüme çare aramak çözüm üretmektir. Henüz dinler yokken bilinen en eski kaynak olan gılgamış destanındaki anlatılanlar başlangıçtır. O günden bu güne insanlığın arayışı ve mücadelesi devam etmektedir. İslamiyet hınzırı yok etmiştir. Gılgamış destanında anlatılanlar daha sonra oluşan kutsal kitaplara girmiştir. Hızır ve İlyas´ta bu çerçevede kurana peygamber olarak girmiştir. Bu durum Alevilerinde birçok konuda Sünniliğin etkisinde kaldıkları gibi etkilemiş bazı bölgelerde ve eserlerde Hızır-ı nebi olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu Aleviliğin Hızır anlayışında tezat oluşturmaktadır. Şöyle ki; Alevilikteki Hızır ölümsüz olarak algılandığı halde kurandaki Hızır peygamber olarak yaşamış ve ölmüştür. Kurana göre peygamberlerde diğer insanlar gibi ölür. Hızır Aleviliğin devriyesidir. Alevilikte ölüm yoktur. İnsan yaşarken ölür ve görülerek kırkların ceminde yunarak yeniden doğar. Ölüm denilen Sünnilikteki bizi de etkisi altına alan terim ölüm değil hakka yürümedir. Haktan gelinmiş tekrar hakka yürünmüştür. İnsan ın tanrılaşma yolculuğu tamamlanıncaya kadar devriye devam eder. Hızır bu süreci tamamlayıp devri asa olan hak erenlerindendir. Enel hak felsefesidir. Hızır Aleviliğin insanda tanrıyı bilmesinin bir biçimidir. İnsanı yani Hızır´ı ve İlyas´ı tanrılaştırarak insan olarak yapamadığı tanrısal bütün değerleri onlara yüklemiştir. Pir Sultanın dediği gibi çok keramet var İnsanda. Bu keramet her insanda var. Bu keramet düşünülen her cihanda var. Lakin bunu anlayıp içselleştirip kendi özünde bulanda, Dört kapının dördüncüsü olan hakikate ulaşandadır. Hızır işte hakikate ulaşmış hak olmuş hakla hemhal olmuş insandır. Her yerde hazır her derde çaredir. Hızır Berekettir. Sıkıntılı yaşayan Anadolu insanı bolluk ve bereket ister. Hızırın uğradığı yerde bolluk ve bereket olur tekneler dolup taşar. Ekinler boy verir. Hızır mutluluktur. Evlilik cağındaki gençler Hızır günleri su içmeden yatarlar. Hızırı rüyalarında görüp mutlu evlilikler yapmak isterler. Başınız dik, ölüme karşı hayat, insanlığa hizmet, bereket ve mutluluk sizinle olsun. Hızır yoldaşınız olsun. Gazi Aslan. Dolayisiyla Alevi Yasam Felsefesinde Hayali Allah inanci yoktur. icimizde var diyenler varsa!!! 1400 yillik asimile politiklardan esinlenme ve etkilenmesidir. Alevilik tarihler boyunca kendisini yenilemis, caga ayak uydurmus, Bilimi ve Ilimi kendine klavuz sevmis, dogruyu almis, yanlislari ayni guzellikle mahkum etmesini bilmistir, hic bir kulturu, inanci horlamadan, Aklin yolu suzgecinden gecirmis, dogruluklar ve guzellikler kervaninda kendisini yad etmesini bilmistir. Saygi ve Insani Sevgilerimle.