Bugünkü halimizi çok güzel anlatan bir fıkrayla başlayayım yazıma, Trabzon'un eski gazetecilerinden Cevdet Alap'ın hatıralarında okudum, I. Dünya harbinde Rus gemileri Trabzon'u denizden kuşatmış bombalıyor.. Bizim savaş gemilerimiz de aynı anda Batum sularında.. Rus gemileri Trabzon'u ağır top atışına tutarken, Trabzonlular Rus gemilerinin Türk gemileri olduğunu ve Trabzon'a girişlerinin kutlama atışı yaptığını sanır. Halk sahile toplanır ve Türk savaş gemilerinin tören atışı yaptığını sanarak alkışlayıp hoplayıp zıplayıp kutlayıp eğlenerek cevap veriyor, tam bu sırada, dönemin Trabzon valisi de bir kayığa binerek Türk savaş gemilerini karşılamaya gitmekte. Ruslar Trabzon'u bombalıyor ve vali karşılamak için kayıkla gemilere doğru gitmekte ve halk kıyamet gibi alkışlamakta, sevinerek hoplayıp zıplamakta. Ancak Rus gemileri top atışlarını durdurmadan sürdürür ve halk bir bakar ki topların biri çarşıya biri caddeye biri evlere biri camiye düşmekte. Ve karşılamaya giden vali Rus savaş gemisine yakınlaştıkça durumun farkına varır ve top atışlarını Türk değil, Rus savaş gemisinin yaptığını anlayıp gerisin geri küreğe sarılıp kaçmaya başlar. Ve Trabzon'da büyük bir panik havası başlayıp çoluk çocuk yaşlı ihtiyar kadınlar şehri hemen terk etmeleri için hazırlığa başlayıp şehirde erkekleri ve askerleri bırakıp Samsun'a doğru bulabildikleri kayık kağnı ne varsa binip muhacirlik yoluna düşerler. Bugünlerde de ülkemiz işgal altında ve halkımız bu işgali bu top atışlarını alkışlıyor, hatta bazı gazeteler ve TV'ler işte özgürlük geldi diye çılgınca sevinmekte, gerçekte ise, ülkemiz, yasalarımız, hukukumuz, insanlarımız, değerlerimiz topa tutulmakta.. Hikayemiz budur. Bundan çok değil beş sene önce telefon dinleme skandalları gazetelerde görünmeye başladığında Fethullahçı yapılanmanın polis teşkilatını ele geçirdi geçirecek tartışmaları gündemdeydi. Artık bu tartışma bitti, Fethullahçı yapılanma polis teşkilatına yüzde yüz hakim. Fethullahçı yapılanmadan haberdar olan herkesin konuştuğu konu ise, Fethullah dershanelerinde sadece askeriyede olan kurmay imtihanları için bunca yıldır kurmay imtihanlık özel kursların ne çok çalıştığını ve ne çok askerin bu kurmay imtihanı kurslarına katıldığı düşünülürse ve zihninizi biraz yorarsanız, beş yıla kalmaz, Türk Ordusunun polis teşkilatından farksız olacağını, artık iş işten çoktan geçmiş olacağını düşünmekte fazla zorlanmayız.. Ve artık göç muhacirlik ülke terk etme normalden sayılmaya başlar ve gittiğiniz yabancı ülkede beş yılı doldurmadan ülke bayrağının yeşile döndüğünü de görürseniz, şaşırmayın. Benim tüm bu gelişmeler karşısında görüşüm ise çok açık, bir fıkrayla belirteyim: Reşat Nuri'den mi okudum hatırlamıyorum, İzmir'de bir zamanlar Mızraklı Dede diye şöhretli bir türbe varmış, Telli baba türbesi gibi. Kimi türbeler işsizliğe kimi türbeler baht açıklığına kimi türbeler imtihanı kazanmak işe girme konusunda ihtisas sahibi olmuş ve hangi türbenin ne görevi olduğunu, çocuğu işe girecekse, hangi türbeye gideceğini halkımız hepimizden iyi bilir. İşte Mızraklı Dede'nin özelliği de şu, hangi kadını kocası boşamış ya da terk etmiş ya da evine gelmez olmuş, çocuklarına, kendisine bakmıyorsa, bu işlere de Mızraklı Dede bakıyormuş. Ancak Mızraklı Dede sağlığında çok acaip bir vasiyette bulunmuş ve bu vasiyetiyle meşhur olmuş. Mızraklı dede, kocasından dayak yiyen ya da terk edilmiş tüm kadınlarımıza, gelin bana dua edin demiş, ancak, tuhaf olan, duanın kendisinde. Benim kapıma gelenler bana ağzı dolu küfredecek.. Ne kadar küfür biliyorsa söyleyecek, demiş. Tabii kocasından illallah diyen hanım hanımcık kadınların türbeye gidip ağız dolusu küfür etmesi nezaketen çok zor. Üstelik alışıldık bir şey değil. Ama Mızraklı Dede böyle buyurmuş. Kadınlar türbeye geliyor ve sanduka etrafında ana avrat küfrederek dört dönüyorlar . Fıkra şöyle, İzmir'in güngörmüş zengin hanımefendi ağırbaşlı kadınlarından birinin yolu türbeye düşmüş, çünkü kocası terk edip gitmiş. Sanduka etrafında dönüyor ama bir türlü galiz küfürler savuramıyor, dudaklarından mırıldanarak ve utana çekine "Mızraklı Dede ağzına sıçiyim" diyor ama utancından da geberiyor. Tam bu sırada hanımefendi güngörmüş kadının arkasından bizim Ofli, nine hala dediğimiz kocakarılardan biri de elleri açık küfürler ederek sandukayı dönmekte. Öndeki kadının kibarlıktan bir türlü küfür edemediğini görünce, kadına arkadan bir dirsek vurup: " Kızım sen de din diyanet bilmiyorsun, küfür öyle mi olur, diyeceksun ki, ta ananın ...." Neyse doymadım size, bir fıkra daha anlatayım. Telefon dinlemeleri ayyuka çıkınca aklıma geldi. Bir yazar arkadaş "yahu bırakın da savcılar adam gibi çalışıp Ergenekon'u ortaya çıkarsınlar.." dedi, karşılık olarak, yahu, her şeyi dinliyorlar herkes zaptürapt altında, yine de gitmiş Nurseli İdiz'in donlarında Ergenekon'u arıyorlar, dedim. Ve bir fıkra anlattım, birgün Medine'ye Hazreti Muhammed'i öldürmek için bir yahudi genç gelir. Zengin bir Medineli yahudinin evine yerleşir. Zengin yahudi genç misafire niçin geldiğini sorar, genç yahudi, Hazreti Muhammed'i öldürmeye geldiğini söyler. Zengin yahudi telaşa kapılır, yahu olur mu, şimdi seni görürler yakalarlar, beni de öldürürler, der. Terörist genç, senden başka bilen yok, korkma, kimsenin haberi olmaz der. Zengin yahudi, olur mu kardeşim, hani bizim Musa'ya Tur Dağı'nda levhaları (on emiri yazan kutsal taş levhalar) getiren Cebrailaleyhisselam vardı ya, işte o cebrailaleyhisselam bugünlerde Hazreti Muhammed'e çalışıyor, ne var ne yok herşeyi görüyor biliyor Muhammed'e bildiriyor...der. Herkesin her şekilde en mahrem konuşmaları dinleniyor, Amerika'nın uyduları tepemizde, herkesi her şekilde takip edebiliyorlar, yediğimiz içtiğimiz kiminle nasıl nerede konuştuğumuz herşey ellerinde, yani, dedim, cebrailaleyhisselam bugünlerde bizim savcılara çalışıyor, ama bizim savcılar, hem Amerika'nın desteği hem göklerden cebrailaleyhisselam'ın lojistik gayretlerine rağmen gitmişler Ergenekon'u Nurseli İdiz'in yatak odasında arıyorlar...Türkiye'de üç büyük darbe yapıldı, 60 ihtilali, 12 mart, 12 eylül, üçü de bin kanıt yüzlerce kitapla ortada bir gerçek ki Amerika yaptı, gidin Amerika'ya karşı gelin. Türkiye'ye atanan ABD büyükelçileri niye hep istihbarat ve güvenlik birimlerinden gelme, niye bize Rusya, İtalya, Almanya gibi yerlere atadıkları elçilerden atamıyorlar, çünkü, Türkiye sıcak operasyonel alan.. Doymadım diyorsanız bir tane daha anlatıp konuya girelim, bu fıkrayı da sanırım Ahmet Muhip Dranas'dan okumuştum, birgün Faziletle - Talih yolda yürüyormuş, yani, talih kısmet denilen talih ile erdem ifade eden Fazilet. Talih, Fazilet'e demiş ki, bu dünyada en büyük benim, herkes bana tapınır, herkes benden medet umar. Fazilet demiş ki, nasıl olur, ben dünyada en değerli şeyin Fazilet olduğunu bilirim. Talih demiş ki, hayır kardeşim, şimdi bir çamura dokunsam heykel olur, bir taşı tutsam altın olur, herkes gece gündüz sabah akşam beni arzular, bana dua eder, bir şans bir talih diye Tanrıya yakarır. Fazilet demiş ki, kardeşim, benim bildiğim bütün peygamberler bütün büyük siyasi liderler bütün iyi insanlar sabah akşam ben Fazilet'i ister, bu dünyada herkes Faziletli olmak ister. Talih, demiş ki, bak Fazilet kardeş, seyret beni, (yolda bir eşek kafası iskeleti görmüş), şu eşek kafasını görüyor musun, şimdi onun içine gireceğim. Talih gitmiş eşek kafasının içine girmiş, tam bu sırada, kilise cemaati boşalmış ve önlerinde bir papaz. Papaz eşek kafası iskeletinin önüne gelince, arkasındaki cemaate dönüp, ey cemaat, bu eşek var ya, bu eşek Hazreti İsa'nın son bindiği eşeğin ta kendisidir. Der demez cemaat eşek kafasını almış kiliseye götürmüş altın mahfazalar içine koymuş, kilisenin en muteber köşesine yerleştirmişler ve milyonlarca hristiyan ziyaret etmeye başlamış.. Eşek kafasında bir şans bir talih sormayın, dünyanın en kutsal nesnesi olmuş.. Fazilet neye uğradığını şaşırmış ve çok geçmeden kendine gelip, milyonlarca cahil ziyaretçiye doğru, işte demiş, ben bugünler için varım.. Bu cehaleti bu kandırmacayı yenmek için insanların yapacağı tek şey, erdemli faziletli olmaktır. Neyse, işte gördünüz, Yimpaşlar'dan Kompasanlar'dan, Deniz Feneri'den, Almanyalar'dan gelsin paralar, dolsun cepler.. Bugün şöhretine tanık olduğunuz o yazarların hepsi bu cebe indirilmiş paralarla maaşlar aldılar, gazeteler çıkardılar, bu paralardan Ali Bayramoğulları, Kürşat Buminler de kendince maaşcıklarını alıp huzurlu rahat gel keyfim bir yazarlık hayatları oldu. Bir Fethullah hocadır, bir Soros'dur, bir Deniz Feneri'dir, bir dümendir tutturdular, yüzlerce yazar Abant toplantılarında, gazetelerinde tartışmalarında bu eşek kafasının içine girdi. Şansa bakın, kimi büyük yazar oldu, kiminin Elif Şafaklar gibi talihi döndü Büyükada'da beyaz köşkleri oldu, kiminin şöhreti Avrupalar'da ödüller topladı, İngiltere'de toplantılar, Amerika'da paneller, her yıl ödüller, talihe bakın. Kadın, zavallı bir ev kadını, şansa bakın Yeni Şafak'ta köşesi var, şöhreti var, maaşı var.. Adam sıradan bir avukat, Yeni Şafak'ta yazar, maaşı yerinde, ekran ekran gezip Allah din müslümanlık vaaz veriyor, şansa bakın, holdingleri oldu, milyarları oldu, onbintane dershaneleri oldu, onbinlerce savcıları oldu..Yüzlerce gazetesi, ınternet sitesi, TV'si oldu.. Şans, talih, kısmet işte, her biri köşe oldu, büyük yazar oldu.. Ne yapabiliriz, bu eşek kafalarıyla uğraşmak artık imkansız, her gazeteyi her sokağı her holdingi her ekranı doldurdular, sayılamayacak kadar çok eşek kafası.. Cumhuriyetimiz bir eşşeoğueşşek cumhuriyetine dönüşüyor. Sayıca çoklar, paraca çoklar, ziyaretçileri de çok, el öpenleri de çok.. Yapılacak tek şey var, bütün bu eşek kafalarına karşı faziletle erdemle mücadele etmek, insanlıkla, çalışarak, kimseden medet ummadan, para almadan, gerçek bir insanlık kavgasını erdemle vererek, bu eşşek kafalarının hakkından gelebiliriz. Daha dün Amerika El-Kaide'yle işbirliği yapıp Rusya'ya karşı Afganistan'da savaşıyordu, savaş bitti, El-Kaide Amerika'ya karşı geldi ve Amerika El-Kaide'yi dünyanın en büyük tehdidi ilan etti, aynısı, bugünün Amerikan köpekleri dünkü köpeklerden rahatsız, ancak Amerika'nın asıl canını sıkan Irak savasından sonra kim homurdanmış kim Amerika'ya karşı gelmişse şimdi hepsini yok etmek istiyor ve bu zavallı yazarların talihi açıldı ve hepsini şans kısmetle organize şekilde besleyip koruyup kullanıyor. Fazilet mücadelesi ne demek? Bakın, Baudrıllard'ın bir kitabında okumuştum, kumara yatırılan para değerini yitirir. Kelepir hale gelir. Mesela bir eviniz var, alın teriyle kazanılmış, bu evi kumara pey diye sürdüğünüzde değeri düşer, kumarda kazandığınız paranın da değeri düşüktür. Paranın hayrı olmaz, haydan gelir huya gider. Gerçekte kumarda kazanılan parayı kimse çoluk çocuğuna yedirmez, haramdır deyip, kumar parası karıya kıza içkiye keyfe yatırılır. Oysa para aynı paradır. Üstünde yüz milyar yazıyor, işte aynı yüz milyar, niye kumarda kazanılıp kaybedilince bu yüz milyar aynı o eski yüz milyar olmuyor. Tabii ki ahlakla ilgili bir şey, paranın değeri ne kadar nesnel olsa da yani yazdığı kadar değeri olsa da yazılmayan ahlaki kurallar bu paranın değerini düşürtüyor. Bakın Kanal 7, Yeni Şafak, kelepir paralarla kuruldu, yüzlerce yazar bu kelepir medya üzerinden şöhret oldu. Ayrıca Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan siyasi propagandalarını bu kelepir medya üzerinden yaptı. Bugünkü makamlarına bu kelepir medya marifetinin dümeniyle, yani, çalışılmadan kazanılmış, soyulup kaçırılıp indiregandi yöntemlerle sahip alınmış cebellezi marifetiyle oldu. Tekrarlayalım, bu cumhurbaşkanımız ve başbakanımız, siyasi çıkışlarını, propagandalarını, şöhretlerini ve siyasi kariyerlerini bu dümenle kurulmuş gazete ve bu TV'ye borçlu mu değil mi. Yüzde yüz bu medyayı basamak kullanarak yaptılar. Ve bugünkü şöhretlerine ve bugünkü makamlarına bu kelepir soygun paralarıyla ulaştılar. O halde, bugün işgal ettikleri makamlar 'milli iradenin' makamları mı, yoksa kelepir çalıntı paralarla mı elde edildi. Kelepir.. Makamları kelepir, siyasi kariyerleri kelepir, şöhretleri kelepir, kendilerini öven yazarların maaşları kelepir, kendilerine basamak olan on binlerce köşe yazısı haber döşeyenlerin hepsi kelepir, çünkü, alın terleriyle değil saf insanları kandırarak ele geçirilmiş parayla ve siyasi İslam da bir ahlak kavgası değil bir tezgah kurularak kotarıldı. Ancak, hayatımızda kelepir olmayan şeyler var, mesela Kurtuluş Savaşı, kanla kazanıldı, hiçbir anında hiçbir ferdinde kelek kelepir üçkağıt yok, harbi dişe diş süngü süngüye bir ölüm kalım savaşıyla kazanıldı. Şimdi, kelepirden makam sahibi olanlar, bu makamların gücüyle, kanla terle kazanılmış bu bağımsızlık savaşından nefret ediyor.. Niçin? Çünkü, bağımsızlık savaşı dümen tezgah işi değil.. Ahlaklı faziletli çalışkan insanların işi.. Bu ülkeyi yoktan var ettiler. Sizin foyanız üç günde ortaya çıktı. Bu kelepir tezgahından bir din bir İslamcılık uydurdunuz ama buraya kadar. Bundan sonra bir daha siyaset mi yapmak istiyorsanız, ahlak ve fazilet ve erdemle tanışmak zorundasınız. Çıkarılacak insanlık dersi budur, maaşlarınızı alınterinizle kazanın, siyasi kariyerinizi tertemiz inşa edin. Mesela İslam, Kanal 7 ekranlarında hızla yenen hızla tüketilen facefood'a dönüştürülüp, hamburger, dürüm islamı oldu. Türkü proğramı türkü proğramıdır, kolay okunur kolay dinlenir. Bu kadar zorlamaya gerek yok, içine ahlaki vaazlar yerleştirilmesi saçmalık. Bugün anlıyoruz ki, hırsızlığı örtmek ve İslamı TV propagandasını güçlendirmek daha çok yardım parası almak için, dini vaazlar dahi türkü programının içine yerleştirildi. Seksi türkücü namıyla Türkiye şöhretini tamamlayıp Kanal 7'ye transfer olan sabah sunucusu hanımefendi türkücü, türkü aralarında bir nefes dinlenirken, din hocasının karşısına terbiyeli hanım hanımcık kurulup vaazı sessizlik içinde dinliyor ve hemen hooop deyip yeniden seyircisiyle vur patlasın çal oynasın göbek faslına kaldığı yerden devam ediyor. Aslında bu hanım sunucumuzla Perihan Mağden ve Elif Şafak'ın fotoğraflarını yan yana getirin, Perihan hanım, ki namı diğer: Gestapo Pero, arkadan pörtlemiş kusmuk yeşili asansör çapkını gözleriyle işi gücü buymuş gibi, Amerika'daki hocasına artık gelsin, niye gelmiyor yazıları yazarken, Elif Şafak hanım da bir memurun kızıyken Büyükadalar'da köşklere transfer olmasının hayırlı müsebbibi hocasına gelsin dualarını dosta mektuplar başlığıyla romantize edip yazıyor. Seksi türkücü kızımızın pop islamın pop İslamcılığın resmiyle Perihan Mağden ve Elif Şafak hanımların resimleri politik islamın banknot paralarına yan yana basılmalı. Çünkü politik islamın yani hırsızlığın meşrulaşması ve hırsızlığın kamufle edilmesinde görüntü ve yazılarıyla başa baş dişe diş mücadeleleri parmak ısırıcı cesurlukta özgürlük savaşçısı tadında. Gestapo Pero'nun sunucu seksi türkücümüzden hoşlanmayacağı çok açık ama bu köylüleri, demokrat özgürlükçü kucaklayıcı koruyucu melekliğiyle Radikal gibi hem kentli hem etnikçi gibi tuhaf karışımların özgürlük diye yutturulduğu gazetede koruması manidardır. Ancak Gestapo Pero'nun Hayrünisa aşkı Abdullah Gül sevgisi ve Kafkaesk yanını da ciddiye alırsak, politik islamın banknotlarına yerleştirilecek şu dört resim daha anlamlı olur: Hayrünisa hanımın portresi, Abdullah beyin portresi, Perihan hanımın portresi ve Kafka'nın portresi. Politik islam, etnikçilik, özgürlükçülük, Amerikancılık, hırsızlık, kömürcülük, Avrupacılık karışımı bu politik çorba mübarek ramazan ayımızın iftarlarında önümüze her akşam ekran aşçılarıyla kotarılıp kotarılıp koyuldu. Ama çok soğuk bir çorbaydı bu bin yıllık kuyruk yağı suratlı yobazların çorbası. Şüphesiz aynı kanalın gece programlarının sürekli konukları, Mehmet Altanlar, Kürşat Buminler, Ali Bayramoğulları ve nice Soroscu suratların, sıkıntılı düşün adamı portrelerini ayrı bir iftariyelik çorba yapıp göstergebilim açısından incelemek lazım. Sunucu ya da yazar pozunda okullarını yeni bitirmiş zavallı köylü çocuklarının aralarına karışarak onlarla güya bilmiş mıy mıy felsefe, siyaset, İslam, sosyoloji konuşurken çekilecek bir fotoğraf bize politik islamın en değerli fotoğrafını verecektir. Hepsi bir şekilde bu hırsızlıktan pay alıyordu, bu hırsızlığın dümeniyle oluşmuş gazetelerde TV'lerde iştahla konuştular ve ekrandan bizleri dövmeye kalktılar, savcıları dolmuşa gaza getirip ve daha büyük Amerika merkezli bir organizenin gestapoları oldular. Hırsızlar ekrandan bize sürekli özgürlük ve demokrasiden bahsetti, konuşmaları pöhh pöhh sakin soğuk ve analitikti, laga lugaları uydular vasıtasıyla Anadolu'nun bütün köy ve kasabalarına ulaştı ve saf masum tertemiz insanlarımızın beyinlerini Atatürk, Cumhuriyet düşmanlığıyla doldurdular, tam yirmi yıl. Şimdi beyinleri yıkanmış o köylülere gidip sorsak sabahlara kadar bu zırvalardan aklınızda ne kaldı diye, reçel mi sucuk mu yoğurt mu, neydi konuştukları desek, hatırladıkları tek şey, bir yok etme nefreti, bir düşmanlığın altyapısını oluşturan beyin yıkayan ve sık tekrarlı aynı cümlelerle yüzlerce aynı laf.. Ve hazin son özgürlükçü liberallerin İslamcı boyası işe yaramadı, kepaze skandal bir hırsızlık kokusu buradan şöhret olmuş yüzlerce yazarın siyasetçinin üstüne fare leşi gibi düştü ve fare leşinden farksız beyinlerini tüm ülkeye teşhir etti..Bu konuşmalardan aklımda kalan, bir yığın hilkat garibesi Boğaziçi, Bilgi üniversitesi hocasının kel ve kalın kafası, hantal ve beton cümleleri ve küflenmiş turşuya dönmüş aynı cümleleri binlerce kez tekrar etmeleri. Derken yakayı ele verdiler şimdi kelepçelenmeyi bekliyorlar. Peki kim bu kelepçeyi vuracak? Adalet bakanı, başbakan, cumhurbaşkanı, hepsi bu kanaldaki propagandaların ürünü. Hazine değerinde siyasi imkanların önünü açan bu kanal ve gazetenin yazarları mübarek insanlardır, bunlara kim kelepçe vurabilir, bir pislik varsa, o da Almanya'nın bir komplosudur, Almanlar'ın İslam düşmanlığıdır. Gördünüz kardeşlerim, savcılar hukuk dışı telefonları dinliyor, gestapo yazarların önüne konuyor, gece yarısı evlerinden alınan insanların daha suçu yokken TV'lerde linç kampanyaları yok etme güdüsüyle dönüyor, istediği saatte istedikleri insanı alıyorlar, suç yok, kanıt yok, linç kampanyasının ardı arkası yok. Nazileştirilmiş ve orospulaştırılmış bu hukukun psikolojik alt yapısını bu gazete ve TV'lerde inşa edenlerin nasıl bir ahlakı olabilir? Gördünüz işte, yurttaştık, vatandaşdık, şimdi hepimiz topluca 'rehine' olduk, ne zaman alınacağız, kim alacak niye alacak bilen yok. Nürenberg mahkemeleri, Nazi savcılarını yargılamıştır ve iddianame şu cümlelerle başlar: Burada hukukçular yargılanacak, çünkü onlar hukuksuz gözaltılar yargılamalar yaptılar, adalet burada adaletin önünde yargılanacak, savcılar burada başka savcılar tarafından yargılanıp hukuk dışına çıkanlar hukuk önünde hesap verecek? Bakalım, önümüzdeki yıllarda bu hukuk adına linç kampanyalarını organize düzenleyen savcılar ve gazeteciler ortak girişimi mahkeme önüne çıkacak mı? Ergenekon soruşturması şöyle bir şeye dönüştü, hani, deprem öncesi deprem olacağı haberini öyle başarısız verirsiniz ki, deprem paniğiyle insanlar telaşla kaçışır balkondan atlar ve depremden daha büyük bir felaket deprem korkusuyla oluşur.Yani, şimdi darbe olsaydı, hukuka ve topluma bu kadar zarar verir miydi, hukuk bu kadar azgınlaşır vahşete dönüşür müydü insan soruyor. Bu hukuk paniğini yaratanlar başka bir şey de yaptılar, usulca ve gizlice kendilerinden bildiklerine özel telefonlar edip onları ustaca korumaya ve soruşturmadan uzak tutmayı başardılar, ki asıl sorgulanmaları gerekenler ortalıkta hiç yok, ortalıkta Nurseli hanımın donları geziyor. Neyse bunları bu sütunlarda uzun uzadıya daha çok konuşacağız, yavaş yavaş konuya girelim, hırsızlık, dünyanın her yerinde olabilir, olacak. Ancak, Deniz Feneri davasında gördük ki, hırsızlıkla bir siyasi organizasyon tasarlandı, bunun adı: siyasi İslamcılık. Deniz Feneri paralarıyla Kanal 7'nin tüm programlarında İslam'a aşırı vurgu yapılıyordu, ekrana çıkan herkes aşırı İslamcı hassasiyetle kudurmuş gibi salyalar içinde konuşuyordu. Kanal 7 ve uzantısı Yeni Şafak'ta aklınıza gelen her konu her olay İslamcı demagojinin ve İslamcı siyasetin konusu oluyordu. Buradaki yayınlara göre Türkiye ve dünyadaki tüm kötülüklerin kökeni bu yazarların taşıdığı İslamcı düşünceye riayet edilmediği içindi. Dini tüccarlık için kullanan yobazlar bu topraklarda bin yıl önce de vardı, dörtyüz yıl önce de, bugün de. Ama bugünkü yobaz, bilgisayar kullanır, savcılıkları siyasi gücüyle ele geçirir, modern mağazaları vardır, Amerika'da entelektüellerle toplantılar yapar, dergi gazete çıkarır, ama kuyruk yağıyla cilalanıp incelmiş aynı sesle konuşan yobazdır o. Bilgisayar holding gazete kullanması yobazı sadece görünüşte değiştirir, bilgisayarın modern yüzü yobaz gerçeğini değiştirmez. Ülkemizin değişmez gerçeği budur, dini kullanma siyaseti.. Dini kullanma siyaseti topraklarımızda asırlardır donmuş kalmıştır. Asırlar geçse de dünya değişse de değişmeyen gerçeğimiz budur. Bu felaket artık ülkemizin kaderidir ve siyasetimizin baş belasıdır. Eşekle ulaşım çağından uzaya yolculuk elektronik bu çağa kadar bu amansız felaket hiç değişmeden donmuş kalmış ve modern gazeteleri holdingleri bankaları kullanarak yani kılık değiştirerek yoluna daha tehlikeli daha güçlü devam etmektedir. Ve bu din tüccarların hepsinin ekranında televizyonunda her gün değişimden söz edilmektedir, değişim kelimesi siyasi propagandanın tılsımlı büyülü kavramı haline getirilmiştir.Oysa değişen zihniyetler değil, değişen tek şey para'dır. Bu din tüccarların gazetelerinde bu kurumların pisliklerini eleştirecek tek yazar çıkmamıştır, dini kullananlara karşı duracak tek bir yazarlarını siyasetcilerini mumla arasan altı yüz yıl bin yıl arasan bulamazsın, çünkü değişim olsaydı sorgulayıcı yazarlar olurdu, sadece para olduğu için parayla satın alınan yüzlerce yazar oldu. Bu süreçte akıllara durgunluk veren çok şey oldu, hangisine yetişelim, ancak, Radikal Gazetesi'nde Perihan Mağden'in Nurseli İdiz gözaltına alındığında yazdıkları, yok etmenin, ortadan kaldırma nefretinin vahşi boyutlara ulaştığını bizlere gösteriyor. Perihan Mağden'in hiçbir insanın kabul edemeyeceği bu insafsız ve insanlık dışı yazısını okuduğumda nazi düşüncesinin gestapoluğun bir hanım yazarın gözlerini nasıl kararttığına şahit oldum. Perihan Mağden, yani Gestapo Pero! Gestapo Pero istediği kadar kıçını sesine benzeyen tırmıklı tırnaklarıyla yırtsın, komutan Gestapo Fehmi Koru, Ahmet Altan kadar olamaz. Çünkü komutanlar organize yapının uzantıları. İnsanları, tipini sevmedim ya da kıl oldum ağbi, kıstaslarıyla hukuk önünde yargılayamazsınız. İyiler-kötüler ayrımı çok eski dünyanın değerleridir. Bugün dahi biz yazarlar, hocalar, öğretmenler, konularını soyut şekilde anlatırken iyi-kötü gibi değerlendirmeler yapabiliriz, ancak, hukuk gerçekle ilgilenir, kanıtla, suçla. Bu mantıkla bakarsak, Kızılderililer kötüydü, yok edildiler, Yahudiler kötüydü yok edildiler, şimdi Araplar kötü ve Irak'ta nükleer bombalarla yok ediliyorlar. Çünkü hukuk şeytanları cinleri iyileri kötüleri ayırt etmenin yargılamanın yolu değildir. Hukuk sadece suçlu-suçsuz ayrımı yapar. Oysa Nurseli İdiz vakasında gördük ki başta ATV sonra Gestapo Pero ve diğerleri, kötü-iyi ayrımına göre infaz yapıyor. Muarız kabul ettiklerini düşman ilan ediyor, kötü ilan ettiklerini şeytan ilan ediyor ve hukuk tanımadan acımasızca ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Kötü?düşman-şeytan damgasını vurduğu insanların haksız gözaltı ve haksız hukuk uygulamalarını sadece görmezden gelmiyorlar, bu uygulamaları göbek atarak oh çekerek alkışlıyor, bu hukuk dışı skandalların müsebbibi savcıları kahraman ilan ediyorlar. Nazi yöntemleri övülemez. İnsanlar telefonlarında ne halt etmişse etmiş, sevgilileriyle ne bok yemişse yemiş, sana ne, bana ne, bir suç bir kanıt var mı, yok, peki bu engizisyon mahkemesini sıradan insanlar için niçin kuruyorsunuz, yoksa, intikam gününüz mü geldi. Nurseli İdiz iyi kadındır kötü kadındır size ne kime ne? Eğer insanları suça, kanıta göre yargılamayıp, iyilik-kötülük kıstasına göre infaz edeceksek, ben de ATV'yi, Yeni Şafak'ı, Gestapo Pero'yu sevmiyorum, ne olacak şimdi, vahşi bir ilkel savaşa girip anayasa, insan hakları, hukuk demeden, dişe diş, göze göz bir gaddar kapışmanın içine mi girelim? Hayır, hazır Ergenekon soruşturması açılmışken tüm kötü bildiklerimizi toptan peşin yargılayıp yok edelim. Soğuk savaş yıllarında vatanseverlerle Amerika iyi geçiniyordu ve sola karşı büyük organize bir yok etme kavgası veriyordu, 90'lı yıllarda Sovyetler dağıldı ve Amerika şimdi 'vatanseverleri' yok etmeye çalışıyor ve şimdi Soros'u Fehmi Koruları, Ahmet Altanları ve Fethullah hocalarla Amerika işbirliği içinde kendilerine direnecek her kişiyi her yapıyı yok ederek kaldıkları yerden devam ediyorlar, bunu anlamayacak ne var? Bugünün Ergenekon'u şimdi Soros'dur, Taraf Gazetesi'dir. Ergenekon soruşturmasında susurluk vakasıyla alınan yargılanan elemanların hepsi Amerika'nın yetiştirdiği kurduğu kurumların elemanlarıydı ve Amerika bu ekiple işini bitirdi, yok etmek istiyor. Velhasıl, Amerika yirmi otuz yıl önce solu yok etmek istiyordu, solcular kötüydü, şeytandı, şimdi, şeytan vatanseverler; bu vatanseverliği de sosyalizmi de önümüzdeki yazılar ayrıntılarıyla anlatacağım. Bu tuzağa düşmeyeceğiz, insanlarımız solcu olur sağcı olur, iyi-kötü ayrımıyla yargılamayacağız ve Amerika'nın tezgahına gelmeyeceğiz. Yani bu ülkeyi bir cemaate parçalattırmayacağız, yani, bu ülkeyi Sorosçular'a Ahmet Altanlar'a kul köle yaptırmayacağız. Bütün bu tecrübelerimize rağmen Gestapo Pero gibi nazi kafasıyla Amerikan tezgahına çalışan yazarların keyfine göre davranırsak, İstanbul'un bir yarısını içeri tıkmalıyız, çünkü Gestapo Pero'nun yazılarından anladığım kadarıyla taksi şöföründen yolda yürüyen sıradan insanlara kadar ne çok gıcık olduğu insan var, ne yapacağız bunları, hepsini içeri tıkacağız, ya da gestapo Pero sokağa çıktığında kimse gözüne görünmesin, kaçsın. Kardeşlerim, işte Perihan Mağdenler'i Ahmet Altanlar'ı Ali Bayramoğulları ve organize şürekasını gördünüz, destekledikleri insanların ideolojik ahlakını ne çabuk benimseyip, onlar gibi dünyayı iyiler-kötüler ayrımıyla yargılamaya başladılar. İyiler-kötüler kıstasının birinci aşamasına işte şahit olduk, tipini sevmediği, kıl olduğu, gıcık olduğu insanları, zaten onun da boku çıktı diyerek yargısız ve hukuksuz infazlarını işte gördünüz, göbek atan yazılar yazıp masum insanların hukuksuz tutuklanmalarını kutladılar. Modern toplumda, yani şehirde, iyiler-kötüler değerlendirmesini bir kez benimsemişseniz artık işiniz çok zor. Çünkü siz bu ideolojinin yoluna girdiniz demektir. Şöyle, iyiler-kötüler ayrımının ikincisi aşaması, kendini düşünmeden feda etmektir. Hakkı yense de sesini çıkartmaz. Arkadaşını öldürseler de konuşamaz yazamaz, ki, bugüne kadar nice kol yen içinde kaldı nice skandallar örtbas edildi. Bugüne kadar şikayetleri sitemleri eleştirel yazıları olmadı, onbinlerce nurcu çocuğun tek bir isyanına şahit oldunuz mu? Ve bu kapalı ahlak birgün yazarları da kurban alır, kurban eder. Ders olsun diye tekrar edelim, iyiler-kötüler değerlendirmesi soyuttur, hepimiz yazılarımızda, hocalar vaazlarında, iyi-kötü ayrımı yapar, ancak, hukuk gerçek olgular, hakiki kanıtlarla yargılar. Bakın Bush 11 Eylül'den sonra ne dedi, iyiler-kötüler dedi, şeytanları yok edeceğiz dedi ve suç kanıtı yani kimyasal silahlar var mı yok mu demeden bir buçuk milyon Iraklı'yı öldürdü, çünkü, Bush ve onun Türkiye'deki uzantılarına göre Iraklılar kötü damgası yemişti. Tehlike şimdi başlıyor, çünkü, organize gestapo yazarlarımız, iyiler-kötüler aşamasında hayli ilerlemiş görünüyor son raddeye yaklaşıyorlar. Şöyle, eğer hırsızlığı sizin dostlarınız yapmışsa görmezlikten gelirsiniz, ki, geliyorlar, ya da hırsız size maaş veren patronunuzsa onu savunursunuz, ki, savunuyorlar, eğer hukuksuzluğu uygulayan size yakınsa, ona sahip çıkar, alkışlarsınız ve ne olmuş canım demeye getirirsiniz, ki, İslamcı kitleler ne olmuş canım diyor. Birileri bu kafası betonlaştırılıp yıkanmış kitleye hırsızlığın kötü olduğunu anlatan vaazvari yazılar yazsın, hırsızlık günahtır, desin, yine anlamazlarsa, onların anlayacağı politik simgelerin diliyle, hırsızlık denen bu şey, başörtüsünü çıkartmak kadar kötü bir şey olduğunu söylesin. İdeolojik hırs ve vahşiliklerinizin en büyük tuzağı iyiler-kötüler ayrımına kapılmanızdır, ki, kapıldınız, ama bitmedi. Eğer hala değerlerinizi hukuka göre değil dostlarınıza sevdiklerinize göre düzenliyorsanız, sizi bekleyen daha büyük tehlikeler var. .. İçinizden şöyle konuşmaya başlarsınız, hırsızlığı görmezden geliyorum ama bu iktidara gelene kadar düşmanı yok edene kadar, deyip kendinizi kandırırsınız. Çünkü iyiler-kötüler ayrımıyla kurulmuş ideolojinin iktidar hırsı sonsuzdur. Şöyle, birgün iktidara geldiğinizde, vicdanınız sizi zorlar ve arkadaşlar artık şu hırsızlara arka çıkmayalım, artık bu hukuksuz uygulamaları hoş görmeyelim, dersiniz, ama iş işten geçmiştir. Dersiniz ki, yahu polisi ele geçirdik orduyu ele geçirdik herkesi içeri tıktık artık hukuktan yana toplum kuralım, yanılırsınız. O zaman size, olur mu canım, daha sırada Suriye var, İran var, oraları da ele geçirelim, geçirirsiniz, sonra, dur, daha Ukrayna var derler ve ideolojinin iktidar hırsı sonsuza kadar uzar. İktidar koşusu sonsuza kadar sürer ve sizi kurban ederler, toplumu cemaate çevirirler, sizi kurban ederler, anayasa yerine şeyhin emirlerini koyarlar. Bu dünyadaki kötüleri yok etmenin sonu yoktur, en son kötüyü ortadan kaldırana kadar bu cemaat ahlakı bu iyiler-kötüler ayrımı sürüp gider ve yüzbinlerce yazar sessizliğiyle kurban edilir, bakın İran rejimi için de eşcinseller kötü, yok etmek için her şeyi yapıyorlar ama insan bu, soyu bitmiyor.. Ve son aşamaya gelirsiniz, ki, geldiniz, ideolojinizin kölesi olmuş, körleşmişsinizdir. Yanınızda kim öldürülmüşse bunu düşmandan kötülerden bilirsiniz. En yakın arkadaşınız dahi öldürülse, mutlaka kötüler yapmışdır diyecek kadar beyniniz yıkanmıştır. Diyelim Hırant.. Senin benim hepimizin dünya güzeli arkadaşı, kim öldürdü? Sizlerin gerçek katilleri görme şansınız artık yoktur, çünkü, onların tezgahında onların dümeninde yazılar yazarak artık taraf oldunuz, içinizde onlardan maaş alanlar var .Hrant'ı kimlerin öldürdüğünü kahvedeki sıradan insandan TV seyreden kocakarılara kadar herkes biliyor, ama, onun arkadaşı olmuş entelektüel dostları bilmiyor ve katilleri kendi kafalarındaki 'kötüler'in içinde arıyor. TABİİ SİZLER ÖZGÜRLÜK'Ü AMERİKA'DAN ÖĞRENDİĞİNİZ İÇİN, AMERİKAN ÖZGÜRLÜĞÜNDE İNSANLARI ORTADAN KALDIRMAK SUÇ DEĞİL, TABİİ SİZLER ÖZGÜRLÜK'Ü AMERİKA'DAN ÖĞRENDİĞİNİZ İÇİN AMERİKAN ÖZGÜRLÜĞÜNDE HIRSIZLIK SUÇ HİÇ DEĞİL! Ahlaksız yazarlar, özgürlük diye bir şey varsa bunun Türkçesini bulmak bu toprakların yazarlarının işidir, mutluluğun resmi varsa, budur. Hanım yazarımıza bilmiş ve biçimli bir son laf edeyim, artık hangi yazarı kimi okursak bilmişçe söylediği gibi, faşizm, cinsel boşluğu doldurmak için hücuma geçen hızlandırıcı duygunun yol açtığı şiddetin ifadesidir. Baudrıllard diye bir adam var, abuk sabuk felsefe yapar, ancak kullandığı bazı kavramlara entelektüeller tav olmuştur, mesela, her abartıda müstehcenlik vardır der, Türkçesi, Gestapo Pero'nun tiksindirici yok edici yazılarının tadı Madonna'nın sahnede dans ederken parmaklarıyla apışarasını okşamasındaki şehvetin tıpkısıdır. Ey Ahali! Duyduk duymadık demeyin. İşte bu sütunlarda her hafta Amerikan köpeklerini, gestapoları, kömürcüleri, hırsızları, işbirlikçileri ve onların tüm yazarlarını "itin köpeğin götüne sokma törenleri" tekrar tekrar yapılacaktır ALINTIDIR