eylemini? birleştiremiyorsan ?bedenin bilincine uzak? demektir: Bâtıni geleneğin özgün yapısı olarak algılayabileceğimiz Alevilikte müzik, ?canı?, canın eylemli hali anlamında ?canlılığı? simgeler. ?Konuşan dil? ve ?konuşan tel? ile bilginin taşıyıcı kimliği olarak nesnelleştirilen ?zâkirin? söylediği şiirler ?nefesin?, sazın göğsüne yaptığı vuruşlar ?kalbin atımının?, tezeneyi tutan ?el? ile klavye üzerinde gezinen ?el?i, canın-canlılığın simgesi durumundadır. Bu bağlamda Alevilikte müzik, ?kabı doldurmayı?, yani ?ölüp ölüp dirilmeyi? amaç edinmiş bir eğitim uğraşıdır. Doğal olarak hisseden doğanın yaşama enerjisinin ?nedeni? olarak öne çıktığından Alevilikte müzik, ?gizil nesnelliği?, bu anlamda ?sırrı?, ötesinde ?Tanrı?yı? simgeler. Sözün ve sesin muhabbeti, özünde her kafadan çıkan sesin-sözün ?birliğe ulaşması? anlamında ?senfonik bir zikirdir?. Açık anlatmak gerekirse bu ?senfoni?nin en önemli enstrümanı ?bağlama?dır. Gelenekte bağlamanın 12 perdesi, ?12 İmamı?; sapı, ?elifi?, elif aracılığıyla ?vahdeti-Tanrı?yı?; gövdesi ?lam?ı, lam aracılığıyla ?Cebraili?, yani ?aklı?, ötesinde kendi aşkı içinde kendi aşkı ile âşığa dönüşen ?Maşuğu? simgeler. Bağlamanın sapı ve gövdesi, yani ?elif-lam?, el ile ilişkilendirilir ve bu nedenle bağlama ?el? kullanılarak ?sese dönüştürülür?. Bağlamada, alt ve üst eşikler arasındaki tellerden ?ses? alınabilir; tel ?eylemli? ise artık tel değil ?ses?tir ve ?yaşamın? simgesi durumundadır. Üst ve alt eşiğin dışında kalan teller, ?sese dönüştürülemez?, yani onlardan ?ses alınamaz?; ses alınamayan bu teller ?doğum öncesini? ve ?ölüm sonrasını? simgeler. Tasavvuf geleneğinde ?doğum öncesi? de ?ölüm sonrası? da ?doğuran hiçlik?tir. ?Varoluş çevrimi? kapsamında, doğuran hiçlikten çıkılır, yine doğuran hiçliğe dönülür. İki eşik arasındaki telleri sese dönüştürebilmek için ?sağ el gövde üzerinde aşağı-yukarı, sol el sap üzerinde sağa-sola? hareket etmek zorundadır; zorunluluk gereği yapılan ?dört hareket?, Tanrı?nın ya da doğanın ilk çocukları olarak algılanan ?dört unsuru?, yani hava, su, toprak ve ateşi simgeler. Demek ki doğa ?dört unsur?dan, ses ?dört hareket?ten oluşur. Diğer taraftan bağlamanın gövdesi, simgesel anlamda ?gebe bir kadın?dır ya da ?gebe kalan gönül?dür; zâkir ya da âşık tele vurduğunda hem çocuk hem de anne ?sese? dönüşür, ?gönül ses olur?. Beden ?ses? olduğunda ruh ?uyanır? Titreşim ilkesi gereği hiçbir şey durağan değildir; her şey hareket eder: Her şey enerjidir ve durağan hiçbir şey yoktur; evren ve hayatın en ücra köşesi bile titreşir. Demek ki ?değişim? ya da ?ses? kaçınılmazdır. Olağanüstülük denen şey; susadığımda ?içtiğin? seste bir de görüntünü izlemek olmalı. Demek ki bir Alevi, bağlama sese dönüştüğünde dinlerken kulağını aynı zamanda ?göz? yapmak zorundadır. İşte o zaman işittiği seste bir de ?görüntüsünü? izleyebilir. Yaşamın müziği ?ses gölgesi?nde dinlenir ve unutulmasın diye ?gönül defterine? kaydedilir. Alevilikte, insan-tanrıcılık gereği müzik kaynağı kabul edilen bağlama önce ?insan? yapılır, sonra da algılanmaya çalışılır: Bu bağlamda bağlama ?konuşan tel?dir, yani tıpkı bizler gibi doğar, büyür ve ölür. Dişil ağaç ile eril tel ?evlenir?; bu evliliğin ?çocuğu? olarak dünyaya gelir bağlama dediğimiz şey. ?Çocuğu? yetiştirmekle görevli ?usta? onu ?canlandırır?; sese dönüşüp dönüşemeyeceğini, ses olup olmayacağını denetler. Olumlu sonuç alırsa bağlama ?ilk doğumunu? yapmış olur. Asıl doğum ?bağlamanın yol doğumudur?: Yol doğumunda baba ozandır, ana ise öğrenci olarak bağlamanın kendisidir. Ozanın eli tele dokunduğunda bağlama ?gebe? kalır ve doğum gerçekleşir. Çocuğu adı ?titreşim?dir. Titreşim ses olduğunda bağlama içini dışına taşıyarak yaşama akmaya başlar. İki cinsin ?evliliği?, verimlilik, yani ?canlandırma? için koşuldur. Her evlilik bir ?doğumu? olanaklı kıldığına göre ?canlanma?, yani ?verimlilik? olanaklı hale gelir. Ve sonsuz gerçekliği anlatma biçimi olan bağlamanın ?miraç yolculuğu? başlamıştır artık. Ozanla-âşıkla bağlama ?sevişmeye başlar?: Müzik dediğimiz şey işte bu ?sevişmenin? sesidir. Alevilikte ?ses? ya da onun ?örgütlü? biçimi olarak algılanan ?müzik? , Tanrı?nın bağlamanın yapısına koyduğu bir işarettir. Ve bu işaret somut anlamda bağlamanın ?bilincinden? özgürleşebilenlerce ?keşfedilebilir?. Bu nedenle gürültüyü müzik sananlarca anlaşılmaz. Sesle, ?üç terki? gerçekleştiremezsek, yani bu-dünyayı terk edemezsek, öbür-dünyayı terk edemezsek ve terk ettiğimiz yeri de terk edemezsek ?sesin/seslerin sabit anlamları? tarafından ?zincire vuruluruz?. Yeni bir şeyi betimlemek o denli zorlaşır ki ?benimiz? düşünülemez ve sese dönüştürülemez bir duruma düşer; zihnimiz ?paramparça? olur. Sesler manayı ?anıştırdığı? için, sözcüklerle açıklanamaz ya da sözcükler burada yetersiz kalır. Daha doğrusu, ?hallerin elinde esir?dir sözcükler; onlar kullanılırsa herkes anlar. O zaman da amaç ortadan kalkar. Esat Korkmaz