Hz. Ali'nin (a.s) hilafeti otuz beş h.k. senesinin sonlarına doğru başladı ve dört yıl dokuz ay kadar devam etti. Hz.Ali (a.s), hilafeti döneminde Peygamberimizin[36] olaylara bakış açısını, tavrını ve meseleleri çözmedeki metodunu örnek alarak önceki halifeler zamanında meydana gelen birçok değişmeleri eski durumuna getirdi. Liyakatsiz hükümdarları, makamlarından aldı.[37] Kısacası şöyle söyleyebiliriz: Hz. Ali'nin (a.s) gerçekleştirdiği, birçok zorlukları içeren, bir kıyam ve inkılap idi. Hz.Ali (a.s), hilafetinin ilk gününde halka yaptığı konuşmasında şöyle buyurdu: "Haberiniz olsun, belanız döndü-dolaştı gene gelip çattı, tıpkı Allah'ın Peygamberini gönderdiği gün gibi. İyice alt ve üst olmalısınız. Arkada kalan fazilet sahipleri öne düşmelidirler. Zorla öne düşenler geri kalmalıdırlar. (Hak ve batıl vardır ve her birinin de ehli vardır, insan hakka itaat etmelidir) Batılın çoğunluğu oluşturması yeni bir şey değildir. Hak az olmasıyla beraber bazen öne geçer, ilerler ama insana sırt çeviren şeylerin bir daha ona yönelmesi pek nadir olur." [38] Hz.Ali (a.s), inkılap ve kıyam hüviyetini taşıyan hareketini sürdürüyordu. Bu kıyamda da bütün inkılap nitelikli hareketlerde olduğu gibi, menfaatleri tehlikeye düşen muhalif unsurlar, her köşe ve bucaktan muhalefet ederek, Üçüncü Halifenin kanını gütme bahanesiyle, Hz.Ali'nin (a.s) hilafet dönemini kapsayan kanlı iç savaşlar meydana getirdiler. Şia'nın görüşüne göre bu iç savaşlara neden olanların şahsi menfaatlerinden başka bir maksatları yoktu. Üçüncü Halifenin kanını gütme davası, avam halkı aldatma aracından başka bir şey değildi. Bu olayların vuku bulmasında hatta yanlış anlaşılma bile söz konusu değildi.[39] Cemel savaşı olarak adlandırılan ilk savaşın nedeni, İkinci Halife döneminde beytülmalın farklı bölünmesi sonucu ortaya çıkan ihtilaf ve fesattır. Hz.Ali (a.s) resmen halife olarak tanındıktan sonra, Peygamberimizin siresi gibi, beytülmalı halk arasında fark gözetmeden ve eşit olarak dağıtımını yaptılar. [40] Bu tutum, Zübeyr ve Talha'yı sert şekilde öfkelendirdi. Böylece onlar itaatsizliğe ve başkaldırıya karar verdiler ve Kabe'yi ziyaret etme bahanesiyle Medine'den Mekke'ye gittiler. Mekke'de bulunan ve Hz. Ali (a.s) ile arası iyi olmayan Ayşe'yi de kendilerine uydurup, Üçüncü Halifenin kan davası adına, kanlı Cemel savaşını meydana getirdiler.[41] Halbuki Talha ve Zübeyr Üçüncü Halifenin evi sarıldığı ve öldürüldüğü an Medine'de idiler. Halife'yi savunmadılar[42] ve Halife öldürüldükten sonra, Muhacirler ve kendileri namına Ali'ye (a.s) ilk biat edenlerden idiler.[43] Ayşe de halkı üçüncü Halifenin katline teşvik edenlerdendi.[44] Üçüncü Halifenin katlini ilk kez duyduğunda ona küfürde bulunup sevinç duyduğunu belirtmişti. Aslında, Üçüncü Halifenin katline sebep olanlar, Medine'den diğer taraflara mektuplar yazarak halkı Halifeye karşı ayaklandıran sahabelerdi. Sıffin savaşı adıyla bilinen ve bir yıl altı ay süren ikinci savaşın sebebiyse Muaviye'nin hilafete göz dikmesi ve ona olan hırsı idi. Muaviye yüz bini aşkın kişinin kanını döktüğü bu savaşı, Üçüncü Halifenin kan davası adına başlattı. Bilindiği gibi kanın bedelini alma hiç bir zaman savunma yöntemiyle gerçekleşemediğinden dolayı, Muaviye bu savaşta savunma değil de taarruzda bulunuyordu. Yukarıda açıklandığı gibi bu savaşın unvanı, Üçüncü Halifenin kan davasıydı. Halbuki Üçüncü Halife, hayatının son günlerinde çıkan karışıklığa son vermek amacıyla Muaviye'den yardım dileğinde bulunmuştu. Muaviye de bir orduyla Şam'dan Medine'ye doğru hareket etti. Yolda kasıtlı olarak o kadar gecikti ki Halife öldürüldü. O zaman Şam'a dönüp Halifenin kan davası adına kıyam etti.[45] Ve hakeza Hz. Ali (a.s) şehit olup Muaviye hilafeti ele geçirdikten sonra, Halifenin kanını ve onu öldürenleri takip etmeyi unuttu. Sıffin savaşından sonra Nehrevan savaşı başladı. Bu savaş, içlerinde sahabelerin de bulunduğu bir kısım halkın, Muaviye'nin Sıffin savaşındaki kışkırtmaları sonucu oluşan ayaklanmalardı. Bunlar, İslam beldelerinde karışıklık çıkarmaya ve emniyetsizlik yaratmaya başladılar. Nerede Hz.Ali'nin (a.s) taraftarlarını bulurlarsa öldürüyorlar, hatta hamile kadınların rahimlerini parçalayarak ceninleri çıkarıp başlarını kesiyorlardı.[46] Hz.Ali (a.s) bu kargaşalığa da son verdi. Ama kısa bir müddet sonra Kufe camiinde namaz halindeyken haricilerden birisinin eliyle şehit edildi. ------------------------------------------ [36]- Yakubi Tarihi, c.2, s.154. [37]- Yakubi Tarihi, c.2, s.155. Muruc-uz Zeheb, c.2, s.364. [38]- Nehc-ül Belağa, Hutbe: 15 [39]- Resul-i Ekrem'in (s.a.a) vefatından sonra, parmakla sayılacak kadar bir azınlık, Ali'ye (a.s) uyarak biat etmediler. Bu azınlığın başında, sahabelerden Selman, Ebuzer, Mikdad ve Ammar vardı. Ali'nin (a.s) hilafet döneminin başlangıcında da önemsenecek bir azınlık muhalif unvanıyla biat etmekten çekindiler. Biattan çekinenler ve baş muhalifler içerisinde Said b. As, Velid b. Ukbe, Mervan b. Hakem, Emr b. As, Busr b. Ertat, Semuret b. Cündeb, Muğire b. Şu'be ve diğerleri vardı. Bu iki grubun biyografisini mütalaa etmek, bunların yaptığı işler hakkında düşünmek ve tarihin bunlarla ilgili kaydettiği hikayeleri okumak, bunların dini şahsiyetlerini ve hedeflerini iyice aydınlatır. Birinci grup, Peygamberi Ekrem'in has sahabelerinden, abid ve zahitlerden, canlarını İslam yolunda feda etmeye hazır olanlardan, İslami hürriyetçilerden, onun has sevgisine nail olanlardandılar. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Teâla bana dört şahsı sevdiğini haber verdi ve beni de onları sevmeye emir buyurdu." Peygamber'den (s.a.a) isimlerini sordular, cevapta üç defa şöyle buyurdular: "Ali (a.s), sonra Ebuzer, Selman ve Mikdad." (Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.66) Ayşe diyor ki: "Allah'ın Resulü şöyle buyurdu: "Ammar'a iki şey sunulursa muhakkak onların hak ve daha yüce olanını seçer." (Sunen-i İbn-i Mace, c.1, s.66) Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde ve gökyüzünde, Ebuzer'den daha doğru ve sadık kimse yoktur." (Sünen-i İbn-i Mace, c.1, s.68) Bunlar hakkında bütün hayatları boyunca gayri meşru bir amel naklolunmamıştır. Haksız yere kan dökmemişler, başkalarının ırzına dokunmamışlar, hiç kimsenin malına el uzatmamışlar ve halkı fesat ve delalete itmemişlerdir. Ama tarih ikinci grubun yapmış olduğu facialar ve kötülüklerle doludur. Haksız yere döktükleri kanlar, ele geçirdikleri Müslüman halkın malları ve utanç verici hareketlerde bulundukları, sayılmayacak kadar fazladır. Bunların yaptıkları (Ehl-i Sünnet'in dediği şu söz) "Allah bunlardan razıdır, işledikleri her cinayette serbesttirler, Kur'an ve Sünnette bulunan İslam kanunları bunlar değil, başkaları hakkında vaz edilmiştir" sözü dışında başka bir özürle yorumlanamaz. [40]- Muruc-uz Zeheb, c.2, s.362. Nehc-ül Belağa, Hutbe: 122. Yakubi Tarih, c.2, s.160. Şerh-i Nehc-ül Belağa, İbn-i Ebi'l Hadid, c.1, s.180. [41]- Yakubi Tarihi, c.2. Ebu'l Fida Tarihi, c.1, s.172. Muruc-uz Zeheb, c.2, s.366. [42]- Yakubi Tarihi, c.2, s.152. [43]- Yakubi Tarihi, c.2, s.154. Ebu'l Fida Tarihi, c.1, s.171. [44]- Yakubi Tarihi, c.2, s.152. [45]- Osman muhasaradayken mektupla Muaviye'den yardım istedi. Muaviye on iki binlik mücehhez bir ordu tertipleyip, Medine'ye doğru hareket etti. Ama Şam hudutlarında orduya durmalarını emir verdi ve kendisi Osman'ın yanına vararak ordusunun hazır olduğunu bildirdi. Osman ona "Sen kasıtlı olarak orduyu orada beklettin. Benim ölmemi bekliyorsun ta ki sonra benim kanımın bedelini alma adına kıyam edesin" dedi. (Yakubi Tarihi, c.2, s.152. Muruc-uz Zeheb c.3, s.25. Taberi Tarihi, s.403. [46]- Muruc-uz Zeheb, c.2, s.415.