Hakkı olmak / Haklı olmak

Discussion in 'Serbest bölge' started by enigma_34, Feb 8, 2010.

  1. enigma_34

    enigma_34 Aktif Üye

    Etyen Mahçupyan - 07.02.2010

    Solun yaşamakta olduğu ‘modernlikten çıkamama’ krizi, ‘sol’ başlığı altında yer alan ilke ve tutumların yüzeyselleşmesine neden oldu. Bu yüzeyselleşmeyle yüzleşmek zor geldiği için de ‘siyaseten doğru’ diye bir kavram türedi. Buna göre her olay ve olgu karşısında neredeyse zamansız ve aktörsüz olarak ‘doğru’ olan ve ahlakın ölçütünü sağlayan bir duruş var. Bunun en tipik görünümlerinden biri, yarım yamalak Osmanlı tarihi duymuş olan Batılı aydınların, Türkiye’nin Ermeni soykırımını tanıması gerektiğini söylemeleri. 1915’te yaşananlar BM tanımına göre soykırım ve tanım değişmedikçe de öyle kalacak. Ancak ‘Türkiye’ bir çizgi roman kahramanı değil, hakiki bir toplum. Bu konuda eğitilmiş ve yanlış bilgilendirilmiş bir toplum. Önünde aşmakta zorlandığı psikolojik bir eşik var, çünkü Ermeni meselesi devletin ürettiği ‘Türk’ kimliğinin kurucu öğelerinden biri. Kısacası ‘soykırımın tanınması’ iki farklı gerçekliği ilişkilendirmek zorunda: Bir yanda 1915’te yaşananlar, öte yanda bugünkü Türkiye toplumunun var olma hali. Bu ilişkiyi görmeme kolaycılığını seçtiğiniz zaman ‘temiz’ ve ‘solcu’ kalabilirsiniz belki, ama siyasetin de dışında kalırsınız. Dahası ahlakı yüzeyselleştirmiş olur, sırtınızı apaçık bir hakka dayadığınız için kendinizi haklı sanırsınız. Oysa sadece hak sahibi olmaktan hareketle haklı bir siyaset üretilemez. Hakkın vurgulanmasıyla yetinmek ‘siyaseten doğru’ bir pozisyon sağlayıp sizi de muhtemelen bir cemaatin üyesi kılar. Ne var ki ‘siyaseten doğru’ olanın gerçekten de doğru olduğu çok nadirdir... Doğruyu hedeflemek her olayın derinliğini ve karmaşıklığını görmeyi ve tüm taraflara aynı mesafeden bakabilmeyi gerektirir. Diğer bir deyişle ‘doğru’ siyaset yapmak, ‘haklı’ bir duruş yaratmak, kendinize de aynı mesafeyi alarak mümkündür.

    Bugün solun yapamadığı budur... Kürt meselesinde de böyle, TEKEL meselesinde de...

    ***

    TEKEL işçileri onlara daha önce sözleşmeyle verilmiş olan bazı haklarını 2004 yılında kaybettiler. Fabrikaların özelleştirilmesi gündemdeydi ve işletmelerin yeni sahiplerinin bu kadar işçiyi taşımayacakları açıktı. Bir ara çözüm olarak 4/C denen uygulamada karar kılındı. Bu madde 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun ‘memurlar ile sözleşmeli ve geçici personeller’ ile ilgili bölümüyle ilişkili. C fıkrası ise ‘özelleştirmelerden dolayı başka kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilecek geçici personelleri’ kapsıyor. Bunların arasında bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet çerçevesinde çalışanlar da 4/C’ye giriyor. Kısacası 4/C özelleştirme nedeni ile işini kaybedenlerin bir yıldan az süreli geçici işlere yerleştirilmesini ima ediyor ve bu durum işçilerin daha önceki işe alınma koşulları ile mukayese edildiğinde açık bir hak kaybı...

    Derken 2008 yılının başına geliniyor ve devlet TEKEL’i özelleştirmek üzere ihaleye çıkartıyor. İhalede en yüksek teklifi veren British American Tobacco firmasının zaten Türkiye’de başka fabrikaları var. Ancak ikinci en iyi teklifi veren Strand Investment Türkiye’ye yeni giriyor. Diğer bir deyişle devraldığı işçilerin hepsine olmasa da, büyük kısmına ihtiyacı var. Oysa ilk firmada böyle bir garanti yok. Ama hükümet bu konuyu önemsemiyor veya atlıyor ve ihale en büyük teklifi yapana gidiyor. Şirketle yapılan anlaşmaya göre işçilere iki yıl daha çalışma garantisi sağlanıyor ve sonrasında da 4/C kapsamına girme hakkı veriliyor. Aslında yasaya göre işverenin fabrikaları devralır almaz işçileri çıkarma hakkı olabilirdi ama devlet işçiler adına iki yıllık bir hak elde etmiş oluyor. Nitekim Başbakan’ın ‘bu kardeşlerimiz özelleştirme kapsamı içinde değildir, iş akitlerinin feshedilmesi olayıdır’ demesinin nedeni bu...

    2008 ortasında bazı fabrikalar kapatılıyor ve işçiler kendi mesleklerinin dışında işlerde çalıştırılmaya başlanıyorlar. Bu yılın başında da iki yıllık süre doluyor ve işçilere isteğe göre 4/C statüsüne geçme hakkı tanınıyor. İtirazlar üzerine koşullar büyük ölçüde iyileştiriliyor ve sadece sekiz gün eksiğiyle tam yıl çalışma koşulları sağlanıyor. Bu arada maaşlar yükseltiliyor, özlük hakları korunuyor ve tüm tazminatlar ödeniyor. Ancak işçiler bu koşulları kabul etmiyorlar. Çünkü sözleşmeli olmak, güvencesiz yaşamak demek. İş akdinizin ne zaman biteceğini bilmiyorsunuz. Talep edilen şey iş akdi garantisi ile kadrolu olarak bir kamu kurumunda çalışmaya devam etmek.

    ***

    Durum açık: Hükümet yanlış bir özelleştirme yapmış, işçileri koruyacak maddeleri (muhtemelen fiyatı düşüreceği için) ihale şartnamesine yazmamış. İşçiler işe girerken yapılan taahhütlere aykırı olarak mağdur edilmiş, hakları ellerinden alınmış... Peki, şu an gördüğümüz ‘işçi siyaseti’ haklı mı? Hak sahibi olmak haklı olmak için yeterli mi? Bunun için ‘kendimize’ yani işçilere bakmamız gerekiyor...

    Özelleştirmelerin olacağı belliyken acaba işçi sendikaları ne yapmışlar? Atıl işgücü olduğunu en iyi bilenler bizzat işçiler olduğuna göre, bu düzenin böyle devam edeceğini mi sanmışlar? 4/C uygulamasının koşullarını saptayanlar bizzat işçi sendikaları değil mi? Özelleştirme sonrasında yurtdışından elde edilen ve işçilere yeni işlere yönelik uyum eğitimi veren programlara acaba niçin hiçbir işçi katılmamış? Bugün esas mesleklerini yapamamaktan şikâyetçi olan işçilerin, kadrolu olma koşuluyla ‘ne olursa yaparım’ demeleri bir tutarlılık sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu?

    ***

    Alınteri.net sitesi 28 Şubat 2008’de şöyle yazmaktaydı: “Sendika ağaları ise 4/C’ye kesinlikle karşı çıktıklarını bangır bangır beyan etseler de bundan asıl endişeleri aidatlarını kaybedecek olmaları. Bu nedenle günü kurtarmak için... işçilere yaprak tütüne geçişi yutturabilirler... Öne çıkmaya çalışan işçilerin ise önünün hemen ve sistematik bir şekilde kesildiği fabrikada, sendika ağaları son derece etkin ve duruma hâkimler.”

    Günümüze döndüğümüzde DİSK Başkanı olayı ‘emekçilere yönelik topyekûn bir saldırı’ olarak değerlendirirken, Türk-İş genel başkanı da TEKEL işçilerine şöyle seslenmiş: “Haklısınız, çünkü mağdursunuz.”

    Beleşçilikle ve dürüstlüğü es geçen bir hak arayışı ile nereye kadar haklı olunabilir?
     
  2. enigma_34

    enigma_34 Aktif Üye

    evet 1991 de iktidara gelen demirel(iki anahtar vaat eden 500 gunde enflasyonu tek haneli raklara indirecem deyip bunu basaramayinca gastecilerin sorusu uzerine herkesin agzina plesenk olan meshur sozu sarfetmisti DÜN DÜNDÜR BÜGÜN BÜGÜNDÜR) kullanmasi dyp shp koalisyonunda 91 secimlerinde gerek dyp parti programinda gerekse intidar programinda yerolan KIT ler once ozerklestrilecek sonra ozellestirilecek 90 lari kitlerin devletin sirtinda ki kabburdur her iktidar kitleri arpalik olarak kullaniyor diyerekten gecirdik belkide kit lerin ne oldugunu ozaman a kadar duymamis olanlarimiz bende dahil ilk defa duyduk.ardindan bit ler cikti (belediye ikdisadi tesebbusler) bunlari satamiyor yani bir turlu ozellestiremiyorduk.cunki turkiyeye yabanci yatirim gelmiyor alicilarida cikmiyor ve devletin sirtindaki kabbur hala duruyordu.sonra akp hukumetiyle birlikte kit ler satilmaya baslandi hatta son kir kac kit kurum undan biride tekeldi aslinda 2003 satildi fakat odemeleri yapamayan jit tekrar devletin kucagina birakildi simdilerde herseyi bu devlet satti diyenler basta chp ve yandas parti ve dusunemeyen dusunurleri 91 de iktidar geldiginizde parti programina koyan siz degilmiydiniz ulusumuzu balik hafizali saniyorsun.sayin baykal sen ozaman parti baskan yardimcisi sonra demirelin koske cikmasi ile rahmetli erdal inonu siyasetten ayrilinca shp parti baskani olmadin mi iktidarin o programinda imzan yok mu ?hakkaten insan yanar donerligini hayatimda demirel de gordum 2000 yilinda dedem babam ve ben uc kusak adamin basbakanligini sahit olduk seninde boyle giderse yanar donerligini babam ben ve cocugum muhalefette ve zorla aktif siyaseti birakacagini gorecegiz.
     
  3. enigma_34

    enigma_34 Aktif Üye

    son kir kac kit kurum undan biride tekeldi diye yalnis yamisim;dogrusu---- son bir kac kit kurumundan biri olan tekel de-------olacak
     

Share This Page