Ethem´in babası Muzaffer Sarısülük´ün haberini ben yazdım. Haberin ardından kaleme alınan bütün yorumlar için herkese çok teşekkür ediyorum. Haberi yazarken kesinlikle çok tepki alacağımı biliyordum ama bu derece olacağını inanın ben de kestiremedim. Bazı yorumcular okurken ağladıklarını yazmışlar. Ben de yorumları okurken gözyaşlarımı tutamadım. Ethem Sarısülük´ün babası Muzaffer Sarısülük´ün sıra dışı hayatını kaleme alırken çok değişik duyguları bir arada yaşadım. Bir yanda Gezi Parkı olaylarının hemen başında Ankara´da polis kurşunuyla hayattan kopan Ethem Sarısülük vardı, bir yanda edebiyat öğretmeniyken, birisi kız beş çocuğunu ve eşini Ankara´da bir başına bırakıp köyüne dönen, ardından dağ-bayır kendini kapıp koyuveren bir baba vardı. Olanın dışındakini yansıtmamak, insanları yanıltmamak için biraz da ketum davranmış olabilirim. Haberin ardından kameraların, objektiflerin Muzaffer Hoca´yı seçtiği hayattan koparmasını, isteğinin dışında bir duruma sürüklemesini hiç mi hiç istemiyordum. Muzaffer Sarısülük'ün beni çok etkilediğini söylememe gerek bile yok. Alevi kültüründe 'deli' hor görülmez. Şaman geleneklerinin de etkisiyle olsa gerek 'göktanrı' ile aradaki bağı kuran kutsal kişilerdir onlar. Muzaffer Sarısülük'ün Kayseri'de öğrencilerine Kaygusuz Abdal'ın "Kıldan bir köprü yapmışsın / Gelsin kullar geçsin diye / Hele biz şöyle duralım / Sıkıysa sen geç Tanrıâ dörtlüğünü tahtaya yazıp düşüncelerini sorması ilginç gelmişti. Trabzon'da okurken lise arkadaşlarından aranan ve kaçak durumunda olan kişileri evinde saklaması da önemliydi. Evli olmasına rağmen çocuklarından ve eşinden uzakta üniversite eğitimi alması da soruları beraberinde getiriyordu. Son çocuğunu anlatırken, "İkrar'ın adını ben koydum. Ama yolundan gidebildim mi emin değilim" demesi de beni çok etkilemişti. İkrar sözlük anlamıyla doğru şekilde söyleme, açıkça söyleme, bildirme, benimseme, onama, kabul, tasdik, söz vermek anlamına gelir. Kelime olarak günlük dilde kullanımı bu şekilde olmakla beraber Aleviler için ikrar kelimesinin/kavramının anlamı daha da derindir. Alevilik inancı insanı ham ervahlıktan çıkartıp insan-ı kamil yani kendisini, ruhunu tamamen tanıyan, cismani aşktan ebedi aşka geçmiş kişi mertebesine ulaştırarak, insanın gerçek anlamda insan olma bilincine ulaşmasını esas alan bir inançtır. İkrar vermek ve ikrarına sadık olmak da bu amaca ulaşmanın/ulaşmak istemenin, anlam ve mutluluk dolu bir hayatın sahibi olmak istemenin toplum (ikrarına bağlı kalıp yolu sürenlerin) huzurunda dile getirilmesidir. Aleviler için ikrar demek; Alevilik yoluna girmenin, Aleviliğe bağlı olmanın, bu yolu layıkıyla sürdürmenin adıdır. Muzaffer Sarısülük âAdını ben koydum ama ne kadar uydum bilemiyorumâ derken bunu anlatmak istiyordu. âBU DA BENİM İBADETİMâ Et yemediğini söylerken de anlatmak istediği çok şey vardı. âEt yiyen insan hayvani özüne döner. İlk insanlara döner. Onlar gibi ölür ve öldürür. Dünyanın büyük çoğunluğu nasıl sularla kaplıysa insanın da büyük çoğunluğu suyla kaplıdır. Bizi ayakta tutan et değil sudur. Bitkileri de ayakta tutan sudur. Ben ot yiyorum. Otu yerken bile candan alıp cana kattığımı bilerek yiyorumâ diyordu. Hangi vejeteryan bu kadar ayrıntılı düşünüyor içinde olmadığım için bilemiyorum. Annem küçükken makas istediğinde ille de yere bırakmamı söylerdi. Doğrudan elimden hiç almazdı. Niyedir çocukken hiç bilemedim. Sonradan batıl bir inanç olduğunu öğrendim. Muzaffer Sarısülük sadece makas değil hiçbir nesneyi doğrudan almıyordu. Sigara, bardak, kitap, çatal, aklınıza ne gelirse her türlü nesneyi ancak yere bırakırsanız alıyordu. Eskilerden söz ederken tanıdığı arkadaşlarından iki kişinin ölümünü öğrendiğinde yaptığı ise çok şaşırtıcıydı. İlkinde biraz uzaklaştı ve bir yandan âVah vah, demek öldüâ dedi ve takla attı. Biraz sonra bir başkasının daha öldüğünü öğrendiğinde yine aynı şeyi yapınca sorduk: âNeden öyle yapıyorsunâ diye. Bize âBu da benim ibadetimâ demişti. Sonradan çok düşündüm. Neden böyle yapıyor diye. Dünyaya ters baktığı için mi, dünya ters olduğu için mi, yoksa ölü ters döndü ben de döneyim diye mi yapıyordu hâlâ merak ederim. Gözümü açtığım günden bu tarafa evimize gazete girer. Abdi İpekçi´nin efsane olduğu yıllarda Milliyet ve anne ve babamın doğal tercihi olan Cumhuriyet´le gözümü açtım. Kıbrıs harekatı sırasında biriktirdikleri Hürriyet´ler de hâlâ arşivimdedir. 1 Şubat 1979´da henüz on yaşımdayken kaya gibi sert diye bildiğim babamın Abdi İpekçi´nin ardından nasıl yakındığını, dövündüğünü, ağladığını gün gibi hatırlıyorum. âBu iş bittiâ demişti. Okuma yazmayı öğrendiğimden bu yana babamın ya da benim evime en az iki gazete girmiştir. Uğur Mumcu´yu fakülte yıllarımdan kantine geldiği günlerden hatırlarım. Lise sonda sınava girmeden önce söyleselerdi Uğur Mumcu Ankara Hukuk´un kantinine arada sırada uğruyor diye, başka hiçbir tercih yapmazdım. İyi ki Ankara Hukuk´u okudum. Katledildiği gün Fakültenin karşısında bir kahvede arkadaşlarımla çay içiyordum. Televizyonda öğrendiğimizin hemen ardından üç arkadaş cebimizdeki parayı birleştirerek Karlı Sokak´a taksiyle gitmiştik. Üç gün oradan ayrılamamıştık da âİnsanlar Uğur Mumcu´nun sokağında nöbet tutuyorâ diye haber yapmışlardı. Halbuki kımıldayacak gücümüz, kalmamıştı. ETHEM´İN HASTANEDE OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİ AN... Muzaffer Sarısülük´ün beni şaşırtan pek çok tavrı, davranışı oldu. Nedense habere konu kişi ya da olaylarla kendimi özdeşleştiririm. Bu bir habercinin yapmaması gereken bir iştir. Objektif olamazsınız. Dışarıdan bir gözle bakamazsınız. Bu da değerlendirmelerinizde yanılmalarınıza, öznel bir şekilde yansıtmanıza neden olabilir. Acemi değilim ama buna rağmen Muzaffer Sarısülük haberinde ne yaparsam yapayım kendimi dışarıda bırakamadım. İlk karşılaştığım andan itibaren beni aldı sürükledi. Yıkanmayan, traş olmayan, bildiğimiz anlamda hijyene önem vermeyen bir adamın ikramı olan bira ve şarabı nasıl içerdim? Aklıma hemen Haldun Taner ustanın âÖlürse ten ölür canlar ölesi değilâ adlı yapıtı geldi. O kitapta Sakallı Celal´i de anlatır. Sakallı Celal´in dostları tarafından davet edildiğinde güya kimseye çaktırmadan cebinden kolonya ve mendil çıkarıp sofradaki kaşık ve çatalı silmesi anlatılır. Herkesin pis diye bildiği Sakallı Celal kendince temizlik yapmaktadır. Hoca 3 kilometre boyunca kucağında taşıdığı üç şişe bira ve bir şişe şarabı getirip önümüze koyduğunda etrafıma bakındım. Sungurlulu dostları ikiletmeden şişeleri alıp buzdolabına koydu. âBiraz soğusun içeriz hocamâ dediler. Nitekim bir süre sonra da çıkarıp içtiler. Ne tiksinme vardı ne küçümseme. Aksine, âHocanın içkisi içilir, yiyeceği yenilirâ diyorlardı. Bizim ikramlarımızı görmezlikten geldi. âSiz benim misafirimsiniz. Oğlum için geldiniz. Başım üstünde yeriniz var. Bunları sizin için sakladımâ diyordu. Bir ara Atatürk´ten de söz etti. âAtatürk gibi bir adam daha bu topraklara gelmedi. Bu kesin. Sadece taklitleri çıktı. Tayyip Erdoğan da aslında nefret ettiği Atatürk´ü taklit ediyor. Ama boşuna. Ne kadar kurnaz ve hırslı olursa olsun Atatürk´ü aşamaz. Atatürk gerçekti, taklit değilâ derken de bilge halini koruyordu. Oğlunun cenazesine yetişebilmek için çok zorlandığını da bizim söyleşimizde anlattı. Ethem´in Ankara´da hastanede yattığını öğrendiği andan itibaren içi içini yemiş. Modern tıbba zaten inanmayan bir adamın en sevdiği oğlunun doktorların elinde olduğunu bilmesinin ne kadar zor olduğunu siz düşünün. Hoca, ilk andan itibaren ailesini aramış ve Ethem´i sormuş. âBiliyordum. Daha doğduğu andan itibaren Ethem´in farklı olduğunu biliyordum. Evlatlarımın hepsi bir ama Ethem doğuştan farklıydıâ demişti. Öldüğünü de oğlu Mustafa´nın verdiği parayla aldığı cep telefonundan öğrenmiş. Teknolojiye bu kadar uzak bir adamın cep telefonunu kullanması garibime gitmişti. Niye diye sorduğumda belki de çocuk sahibi olmanın dünyadan ne kadar kopsan da aslında ayrılamadığının kanıtı olarak âYaşlı oğullarım, genç oğullarım, evlatlarım beni sorarâ demişti. ONUNLA GÖRÜŞMEK İSTEYENLERE ÖNERİM... En dikkat çekici yönlerinden biri de kimsenin gözünün içine bakmamasıydı. Ankara Abidin Paşa Endüstri Meslek Lisesi´nden arkadaşı Çorum ADD Şube Başkanı Uğur Demirer´i ise çok özlediği her halinden belliydi. Ayrılırken sadece onunla fotoğraf çektirmek istedi ve yine gözlerini kapamasına rağmen ikramlarını, halini, vaktini ortaya sermek için mizansen bile hazırladı. Güneşi karşısına aldı ve Uğur Demirer ile birlikte karşıma geçti. Her haliyle bir Hint fakirini andırıyordu. Fiziki olarak zayıf görünmesine rağmen hiç olmadığı kadar güçlü ve sağlıklıydı. Muzaffer Sarısülük´le ilişkimi sonlandıracak değilim. En azından artık az sayıdaki dostları arasına girdiğime inanıyorum. Oğlunu Hoca´dan önce duydum ve öğrendim. Hoca´yı çok yakından tanıdım. Hem kendisini hem oğlunu tanıdıkça sevdim. İlk fırsatta Martı Jonathan Livingston´un bir baskısını götüreceğim. Hurdaları topladığı bölgeye astığı Türk Bayrağı çok yıpranmış, yenisini götüreceğim. Orhan Hançerlioğlu´nun Felsefe Ansiklopedisi´ni de götüreceğim. Gelmek ve Muzaffer Sarısülük´le görüşmek isteyenlere tek önerim var: Siz siz olun çıplak gelin. Üzerinizde ne kibir olsun, ne kıskançlık, ne kötülük. Aksi takdirde aradığınızı bulamayacağınızı garanti ederim. Tugay Afat Odatv.com