DÜZGÜN BABA Düzgün Baba adı ile anılan Evliyanın esas adı Şah Haydar?dır. Kendisi Seyyit Mahmud-i Hayrani'nin oğludur. Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev ve dam yapar. Burada hayvanları ile meşgul olur. Kışın zemherinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyit Mahmud-i Hayrani "Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar. " Diye merak eder ve gizlice Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider. Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa ağaç hemen yeşeriyor. Ondan taze yaprak çıkıyor, süsleniyor ve keçilerde bu filizlerden yiyerek besleniyorlar. Seyyit Mahmud-i Hayrani durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister. Ancak o sırada bir keçi, bir kaç kez üst üste hapşırır. Şah Haydar da ??Ne oldu ? Babam Derviş Mahmud'umu gördün ki bu kadar hapşırırsın?? der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür. Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için Şah Haydar utanır ve çok mahcup olur. Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burayı mekan tutar.(Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için Mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya lekan varmış. Bu hediklerle Zargovit'den Düzgün Baba tepesine kadar (takriben 5 km) üç adım atmış bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmış ve bu izler hala durmaktadır.) Bir iki gün eve gelmeyen Şah Haydar'ın annesi endişelenir. Durumunu öğrenmesi için babasına rica eder. O da yanindaki taliplerine ??Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde??? der. Taliplerden birkaç kişi bu yüksek dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler. Durumunun iyi olduğunu her hangi bir sorununun olmadığını öğrenirler ve tekrar Zeve'ye dönerler. Seyyid Mahmud-i Hayrani'ye ??Durumu DÜZGÜN?dür. Merak edilecek herhangi bir şey yoktur. Selam ve hürmet eder, ellerinizden öper?? derler. İşi düzgündür, sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu evliyanın adı zamanla Düzgün Baba olarak telaffuz edilmeye başlanır. O günden bu güne Düzgün Baba olarak söylenir. Bugün de dahi halk şifa bulmak için Düzgün Baba'ya gider, adaklar adar ve niyazda bulunurlar. Onu ziyaret edenler, bir yandan dua edip kendilerinin kusurlarının af edilmesi için Yüce Allah nezdinde kabul edilmesi dilek ve temennisinde bulunurken, diğer yandan da dünyevi dileklerde bulunurlar. Örneğin hastasına şifa, derdine deva dileğinde bulunur. Evladı olmayan gidip hayırlı evlat diler, bir arzuhali olan gider içini döker. Halk arasında Düzgün Babanın toplarının bulunduğu ve zaman zaman bu topları ateşlediği bilinir. Hatta rivayete göre Dersim olayında bu toplardan bir tanesini ateşler. Bu toplar bildiğimiz sanayii topları olmayıp top şekli verilmiş bölge taşlarıdır. Halk tarafından bu taşlarda büyük kuvvet ve kudretin gizli olduğuna inanılır, ve Düzgün Babanın kudretinden çekinilir. Halk, büyük bir haksızlık olduğunda Düzgün Babanın gerektiğinde gene toplarını ateşleyeceğine inanır, ve ona bağlılığını sürdürür MUNZUR BABA . Munzur Ocağı?nın talipleri Erzincan, Kemah ve Tunceli?nin çeşitli yerlerindedirler. Erzincan eski Valilerinden Ali Kemali?nin Erzincan 1931 adlı eserinde verdiği bilgilere göre Sultan Munzur evlâdı; Tunceli Ovacık kazasının Ziyaret, Erzincan?ın Kiştim Köyü ve Başköy nahiyesinde bugünkü Tunceli / Ovacık ilçesi Koyungölü (Kedek veya Çedage) Köyü civarında yaşayan bir ağa ve ağanın koyunlari gütmek için yanına aldığı Munzur isminde bir çoban varmış. Munzur'un ağası Hac zamanı hacca gitmiş. Ağa hacda iken Munzur bir gün ağasının hanımının yanına gelir ve, - Hatun, ağamın canı sıcak helva ister. Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der. Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra ??Herhalde zavallı çobanın canı sıcak helva istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur. Ağasını da bahane ediyor.Kendisine bir helva yapayım da yesin?? der. Helvayı pişirir bir bohçanın içine bağlar ve Munzur'a: -Al evladım götür, der. O sırada ağa hacda zikir yapmaktadır. Zikir sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor. Zikirini bitirip Munzur'a: --Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun nedir o elindeki? Diye sorar. Munzur da: -Ağam canın sıcak helva istemişti onu sana getirdim, der. Munzur, elindeki bohçayı ağasına uzatır. Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor. Hayretler içinde Munzur'a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok. Hac vazifesini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderler. Munzur da, götürecek başka hediyesi olmadığından, bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider. Ağa Munzur'u görünce yanındakilere: -Asıl hacı Munzur'dur. Öpülecek el varsa Munzur'un elidir. Önce ben öpecegim, der ve Munzur'a doğru koşar. Munzur bu konuşmaları duyduğunda: -Aman ağam Allah aşkına. Böyle bir şey olmaz. Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm. Sen nasıl benim elimi öpersin. Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar. Munzur önde, ağa ve yanındakiler arkasında bir koşturmaca başlar. Şimdiki Munzur ırmağının kenarında bir yere geldikleri zaman Munzur'un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz, duru bir su fışkırır. Bundan sonra Munzur kırk adım daha atar. Attığı her adımda bir kaynak fışkırır. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir. Munzur Baba Gözeleri (Çımê Munzur Bavayi), Yeşilyazı köyünün hemen bitişiği olan Ziyaret (Jiare) köyünün bitim noktasındalar. Şimdi göze sayısı azalan bu alanda bir zamanlar 40 kadar gözenin var olduğuna inanılır. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçmezler. Munzur'da bu dağlarda kaybolur gider. Dersim?deki inanışa göre, Munzur Baba?nın su gözeleri de kutsaldır. Dersim halkının inandığı Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mazhar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur'u bu inançla tanımaktadır. Bu inanç (201) dışında Munzur ile ilgili fazla bir bilgi bilinmemektedir. Ancak Munzur dağları ve ırmağının Dersim?de korkunç bir doğa güzelliği yarattığını, vahşi coğrafyanın sarp ve engebeli dağlarından kucak kucak buz gibi soğuk suların fışkırdığını, bu coğrafyanın sadece kendisine özgü bir doğa zenginliğine sahip olduğunu belirtmekte yarar olmalı. Her yıl binlerce kişi tarafından, ziyaret edilen su gözeleri, Munzur Baba şahsında kutsal kabul edildiğinden eskiden, aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar, bu pınarın başında yemin (and) edilerek, eğer bir konuda anlaşma sağlanır ise topluca Munzur nehrine küçük taş atılarak sağlanır, anlaşmazlık barışla sonlanır, kurbanlar kesilerek kutlanırmış. Bugün de kimilerince de piknik amaçlı ziyaret edilen gözelerin yan taraflarında örülmüş duvarlar, yakılmış mum akıntıları Munzur Baba inancının halk üzerinde bıraktığı etkiyi yansıtan öğelerdir. Munzur Baba dağından Mercan Vadisine kadar uzanan, ve dağı kısmen de sarmalayan bir birine çok yakın olan Ovacık köyleri, Yeşilyazı?dan başlayarak Karayonca, yeni adı ile Pardiye (Pardi), Kızıge (Kızık), Burnağe (Burnak), Deva Pile (Büyükköy), Topuze (Topuzlu), Birdu (Çalbaşı), Hanu (Hanuşağı), Viyalıke (Söğütlü), Merğu (Cevizlidere), Çêrpazine (Arslandoğmuş), Tetu (Tatuşağı), Hulkü (Hüllükuşağı), Semku (Kuşluca) ve Bilgês (Bilgeç) köyü ve çevresindeki tüm köyler, gözelerin bulunduğu Ziyaret (Jiare) köyü mıntıkasında ki Munzur Baba?ya ve onun gözelerine kudsiyetle bakarlar. Diğer (202) bir söylenceye göre Munzur Sultan Baba, Seyyid Nur-u Derviş Cemal'in torularından olup aynı ismi taşıyan Seyyid Derviş Cemal'in kardeşidir. Tunceli / Hozat?ta, 15 ve 16. Yüzyıl arasında, Derviş Cemal mezrasında yaşamıştır. Derviş Cemal?in aksine Munzur Sultan Baba bir divanedir. Yani Hakk budalasıdır (Budalaye Hakk). Başka bir deyimle Seyyitler de çok görülen bir özellik olan ve Halk tabiri ile Divane?dir. Söylencede Dersim?de diğer bir Evliya olan Düzgün Baba ile ilgili söylencelerin benzeri Munzur Baba (Munzur Sultan) için de geçerlidir (203). Bundan dolayı da Munzur Sultan Baba kendi yaşadığı mezrayı terk edip, Ziyaret köyü civarına göçer ve daha sonra orada kaybolur. Başka bir deyimle orada dağa çıkar ve bir daha kendisinden haber gelmez. Sütünü döktüğü yerden de sürekli su gözeleri fışkırır. PİR-E HANUKAN : (204) Tunceli / Pülümür / Geriyamışkan (Geliya Musku) köyünde doğmuştur. Kendisi Kure(y)şan ocağından olup asıl ismi Seyyit Şahkullu (Şakullu) olsa gerektir. Babası Seyyit Hüseyin?in 2 oğlu varmış. Bunlardan birisine halk arasında Guzo Budela (Deli Guzo / Deli Güzel) deniliyormuş. Bu adam belden aşağı felçli imiş. Ve dolayısı ile kendisi yürüyemiyormuş. Ama olağan üstü kerametleri varmış. Bazen ??Beni falanca yere götürün?? diye yakınlarına rica edermiş. Onlar isteğini kıramaz ve onu götürürlermiş. Pire Hanukan oradan sır olur ve başka yerde ortaya çıkarmış. Bir gün kardeşi, Pire Hanukan?a şöyle demiş ??Kardeşim, bana yol göründü, artık gidiyorum. Beni bir daha göremeyeceksiniz??. Pire Hanukan her ne kadar kendisini de götürmesini rica etmişse de kardeşi ??Sana müsaade yok. Sen kalacaksın?? demiş ve ortadan sır olmuş. Pire Hanukan günlerce kardeşinin hasretine ağlamış. Pire Hanukan bir gün rüyasında Hızır Aleyhisselam?ı görmüş. Hızır onu atının yedeğine alarak vadi ve tepelerden geçerek Kiği / Pülümür sınırlarının kesiştiği yere yakın, Kızılbel mıntıkasında, Kızılmeçit deresi ağzında yer göstermiş ve ??Gel burayı mekan eyle, senin yanındayım?? diyerek orayı mekan tutmasını istemiş. Pire Hanukan gördüğü rüyadan sonra kalkıp Kızılmeçit Ağalarına gitmiş ve ???Beni dere boyu gezdirin, kendime bir yer bulmuşum??der. Ağalar Pire Hanukan?ın yanına adam vererek, Zatkan, Çatan, Gabzo, Göl ve Hanikan mıntıkalarını gezdirmişlerse de ???Burası değildir?? diyerek ilgilenmemiş. Sonra Hanikan altında Haçkan mıntıkasını görünce ? ??Burasıdır?? diyerek burayı mekan eylemiş. Burada Abdalan Aşiretinden 7 Hane varmış. Bu komşuları onun kerametlerini görünce ona bağlanarak, onu ??Hanukan Piri?? edinmişler. Kerametleri vasıtasıyla ismi kısa sürede çevreye yayılmış. Haçkan?da arazi suyu olmamasına rağmen Hanukan?da çokmuş. Pire Hanukan bu sudan bir kısmını Haçkan?a götürmek üzere hark (kanal) açmaya başlamış. Ancak su ve üzerinden akacak arazi Kerab Ağa isimli birine aitmiş. Ağa engel olmuş ve suyu vermemiş. Pire Hanukan çok yalvarmışsa da kabul ettirememiş. Ağa o gece suyun başında beklemiş ancak sabah suyun kesildiğini, çeşmelerin kuruduğunu fark etmiş. Ağa pişman olmuş ve derhal Pire Hanukan?a koşup yalvarmış ve???Su aksın, sana da vereceğim?? demiş. Ancak Pire Hanukan ???Artık geçti?? demiş ve teklifi geri çevirmiş. Ağa atına atlayarak Tercan?a gitmiş. Köylüler Pire Hanukan?a rica etmiler, ??Orası bir köydür, susuz kalamaz, himmet eyle su tekrar aksın?? demişler. Pire Hanukan da ???Tamam, ihtiyaçları kadar su akacak?? demiş ve bir miktar su tekrar akmaya başlamış. Pire Hanukan?ın bu kerametleri üzerine yörenin Ağası ona ihtiyacı kadar toprak önermişse de Pire Hanukan ???Dünya malında gözüm yoktur, istemem?? diyerek kabul etmemiş. Pire Hanukan?ın 4 tane oğlu varmış. İsimleri Seyyit Derviş Abbas, Seyyit Hüseyin, Seyyit Ali ve Seyyit Hışman. Bunlardan Seyyit Ali ile Seyyit Hısman?dan evlat yoktur. Seyyit Abbas?tan 2 evlat vardır. Biri Seyyit Hasan ve Seyyit Dilo?dur. Bunların erkek evladı yoktur. Seyyit Hasan?ın Seyyit Şahider ve Seyyit Ali Abbas olmak üzere 2 evladı vardır. Amarıç (Ayanoğlu) köyünde oturan Seyyit Ali?nin 9 çocuğu olmuştur. Pire Hanukan muhtemelen 18. YY ikinci yarı ile 19. YY ilk yarıda yaşamıştır. Çok sayıda kerametleri olmuştur. Ve ismi olağanüstü geniş alana yayılmıştır. Bölge de Pire Hanukan tarafından çok sayıda keramet anlatılmaktadır. Kiği, Pülümür, Yedisu ve Tercan mıntıkasında halk tarafından çok tanınır ve ona inanılır. BAŞKÖYLÜ HASAN EFENDİ : Erzincan / Çayırlı (205) ilçesi yakınlarında adı Başköy (206) olan eski bir yerleşim yeri vardır. Dağları çıplak, etekleri sulak olan bu engebeli ve şirin coğrafyanın günümüzdeki en önemli özelliği köyün girişindeki küçük ve yeni Türbedir. Başköylü Hasan Efendiônin Türbesi olarak anılan bu mabet, özellikle yazın hergün üzerinde kurbanlarin kesildiği, dileklerin tutulduğu, bir birlerini hiç tanımayan insanların kaynaşmasına vesile olan bir ziyaretgahtır. Genellikle koçlarin kurban edildiği (207), lokmaların dağıtıldığı, niyaz ve dileklerin edildiği türbe köyün girişindeki mezarlığın sol tarafinda küçük bir tepe üzerindedir. Hasan Efendi, 1 Temmuz 1973 tarihinde Hakka yürüdü. Doğumu Hicri 1312, Miladi 1894 / 95 yıllarıdır. Hakka yürüdüğü tarihde yaşının 80 civarında olduğu görülüyor. Uzun saçları ve sakalı vardı. Saçlari örülü ve başına taktığı Fesôe benzeyen baslığın altında toplanıyordu. Uzun boyu ve davudi bir sesi vardi. Uzun yıllar kendi deyimi ile HALKI AYDINLATMAK ve İKRARINI HATIRLATMAK için yörede ki tüm köy ve kasabaları dolaşmıştır. Kendisine güvenen ve inanan insanların ona verdiği para, eşya, giysi gibi sadakalari hemen yanıbaşında yoksul insanlara dağıtırdı . Bu coğrafyanın Dedeôlerinin hepsinden daha tanınmış, saygınlığı, güvenirliliği ve otoritesi bu coğrafyanin ötesine Tunceliôden Sivasôa, Erzurumôdan Tokatôa kadar uzanan bir alana taşmıştır. Hasan Efendi yöre Dede?lerinin bir çoğunun yaptığı Cem ayininde ATEŞ yalama ve KERAMET gösterme geleneğine itibar etmeyen az sayıda ki Dedeôlerden biridir. ?Kerameti Yezidôe, Mervanôa gösteriniz ki Hak yolunu görsünler, İnanan insann gösterişe ihtiyacı yoktur" derdi. Ancak buna rağmen söyledikleri ve önerdikleri şeyler her zaman doğru çıkmıstır. Başköy civarında ki Kureyş Kabilesi Dedelerine yöre halkı Kör Kureyş?ler adını takmıştır, Bu Ocağın talipleri yoktur. Ancak kendileri diğer Ocaklarda olduğu gibi bir başka Ocağa bağlıdırlar. Kendisinin İmam Musa-i Kâzım soyundan geldiği var sayılıyor. Mahmud Hayrani soyundan geldiği sanılan Seyyid Mevali evlatlarından, Seyyid Mustafa Dedeônin torunu, İbrahim Dedeônin oğludur. 1930 lu yıllarda Hasan Efendi bir dönem kendini tamamen ziyaretlere vermiştir. Aylarca dağlarda, çeşitli ziyaretlerde ve mekanlarda insanlardan uzak yaşamıştır. Bu süre içinde ne yiyip-içtiği tam olarak bilinmiyor. Kendisini tanıyanlar koyun sütü ve yoğurdu yiyerek beslendiğini ileri sürmektedirler. Örneğin yörede Ağırgöl (Aygır gölü) denilen ve orada bir yatırın yattığı söylenen dağgölü (krater) havzasında 9 ay yaşamıştır. Gölü ziyarete gidenler kendisini görmekte ve orada yaşadıklarını bilmektedirler. Bu bölgede var olan tüm ziyaretlerde ve türbelerde aylarca, yıllarca kaldığı herkes tarafindan bilinmektedir. Hasan Efendi koyun eti, sütü ve yoğurdu dışında hayvansal gıda almazdı. Sağlığına çok dikkat ederdi. Kaynak sularını bile kaynatır ve öyle içerdi. Kendi nefsini ıslah etmek için zevk ve eğlenceden tamamen elini çekmişti. Alkollü içki, sigara gibi şeylerin kullanılmasına sıcak bakmazdı. İnsan sağlığına zarar verebilecek her şeye karşı çıkar ve kullanılmamasını tavsiye ederdi. (208) Hasan Efendi kendi ifadesine göre 1937 Dersim Vakasına kadar yöredeki erenlerle ve yatırlarla Dersim olayının KANSIZ sona erdirilmesi için müzakerelere gider. 7 yıl "Kan akmasın / Suçlunun yanında masum ölmesin" diye desdek arar. Ama yatırlar Dersimôin ıslah edilmesi gerektiğini ileri sürerler ve buna karışmayacaklarını bildirirler. 1937 / 38 Dersim Vakası Hasan Efendinin hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Bu olaydan son derece etkilenmiştir. "Kuruônun yanında YaşÃ´da yandı, Yatırlar seyirci oldu" diyerek bu tarihten sonra her gittiği ziyarete hakaretler yağdırmıştır. "Bu insanlar (209), yüzyıllardır size niyaz ediyorlar. Yalvarıyorlar. Yakarıyorlar. Bizi Zalimin zulmünden koru diyorlar. Siz ise yardımcı olmadınız. O halde ne için varsınız?" diyerek tüm ziyaretlere cephe almış, kendisine engel olmak isteyen kim olmuşsa başına bir türlü bela gelmiştir. Dersim?de gidişatın felaketle sonuçlanacağını ve çözüm arayışlarına ziyaretlerden aradığı desdeği bulmadığını ise şu dizelerle vurgulamaktadır DERSİM?DE BULUNAN BAZI ZİYARETLER : Dersim bölgesinde pek çok yerde önemli ziyaretler vardır. Bu ziyaretlerin bir kısmı çok geniş bir bölge halkı tarafından tanındığı gibi diğer bir kısmı ise daha dar alanda bilinmektedir. Bu ziyaretlerin gene bir kısmı yakın dönemde yaşamış ve keramet göstermiş kişilerin kabirleridir. Bunların bir kısmı gene bir kaç nesil süregelen ve kudsiyetleri babadan oğula geçtiğine inanılan ziyaretlerdir. Bunlardan biri Büklü Baba ziyaretidir. Ziyaret Kureyşan Ocağına bağlı ve Erzincan / Tunceli sınırına yakın bir alanda olan Mutu Köprüsü bölgesinde bulunmaktadır ve bir kaç nesil boyu çok çeşitli hastalıklara, özellikle psikolojik sıkıntılar, depresyon ve sara benzeri hastalıklara şifa bulmakla tanınır. Üzerinde Dergah türü bir yapının da son yıllarda inşaa edildiği ve Cemevi eklenerek düzenlenen bu yer çok sayıda ziyaretçi çekmektedir. Bunun dışında aynı bölgede bulunan ve Başköylü Hasan Efendi tarafından 1953 yılında keşfedildiği ve Ahmed?i Zenci adlı Hz. Ali?ye bağlı bir yiğidin kabrinin bulunduğuna inanılan Büyük Çeşme de gene çok tanınan ziyaretlerdendir. Bingöl / Kiği bölgesine yakın bir yerde bulunan Kureyşan Ocağından Kızılbel Evliyaları, gene Mutu bölgesine çok yakın olan ama Erzincan sınrıları içinde bulunan Avcılar köyündeki Kiştim Evliyası, Kemah civarında bulunan ve Sinemili Ocağından olan ve çok önemli Evliyalardan sayılan, aynı zamanda Başköylü Hasan Efendiye Destur veren Seyyit İbrahim?in kabri ilk akla gelenlerdendir. Dersim ve çevresinde çok sayıda Evliya kabri, ziyaret ve kutsal yerler vardır. Öyle ki neredeyse her köyün sınırları içinde bunlardan bir kaç tane saymak mümkündür. Dersim Evliyalarını tek tek saymak ve geçmişleri ile ilgili derlemeler yapmak başlıca bir alan çalışması olacağından biz konuyu sadece çok bilinen bir kaç ziyaretle sınırlı tutuyoruz DERSİM?DE BULUNAN OCAKLAR??! Dersim ve çevresinde bugün bir kaç dil konuşulmaktadır. Bu dilerde bazı isimlerin telaffuz biçimlerinde ciddi farklılıklar doğmaktadır. Örneğin Türkçede Baba Mansur ismi, Zazaca da Bomesur, Kürtçe/Kırmanci de muhtemelen Ocağe Mansüriye biçiminde telaffüz edilmektedir. Aynı şekilde Kure(y)şan ismi Zazaca da Khurêsu veya Gures, Kores biçiminde telaffuz edilmektedir. Bu vesile ile bazı Ocakların kendi içinde yeniden ayrışmaları ve telaffuz farklarının giderek daha farklılaşmaları sonucu sayıca çoğalmış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Bölgede bulunan Ocaklar üzerinde çok daha kapsamlı bir çalışmanın gerekliliğini vurgulayarak tesbit ettiğimiz Ocak isimlerini aşağıda sıralıyoruz. 1. Ağuçan (Ağu içen /Zehir içen) 2. Ali Abbas (Celal Abbas), 3. Baba Mansur, 4. Dede Karkınlar 5. Derviş Abdal, 6. Derviş Beyaz, 7. Derviş Cemal, (Seyyit Kemal Kolu vardır), 8. Hıdır Abdal Ocağı 9. Kızıl Deli, 10. Kure(y)şan, 11. Pir Sultan, 12. Sarı Saltık (Sarı Saltuk) 13. Şeyh Ahmet Dede (Şıhamed Dede)(218) 14. Seyyit Sabun, 15. Şıh Hasanan,(219) 16. Sinemili 17. Sultan Munzur, 18. Üryan Hızır (220)
Hepsini SevGiyLe SayGıyLa AnıyoRuz... OnlarDan Himmet BekLiyoRuz... Bir kez daha DerSimLi olduğumdan GuRuR DuyDum... Emeğine SağLık DiLeğim TeşekkürLer...
MEMLEKETİM İLE İLGİLİ BU GÜZEL BİLGİLER İÇİN SONSUZ TEŞEKKÜRLER.. 1937-38 OLAYLARINDA DEDELERİMİ YALNIZ BIRAKAN YATIRLARA(ben bu yatırlardan yardım talebini hiç duymadım) YAZIKLAR OLSUN DİYEBİLİRİM ANCAK..