Deniz Gezmis,Mahir Çayan, Ibrahim Kaypakkaya ve Mayis'da Toprağa Dusenlerin Anısısına

Konu, 'Siyaset' kısmında Baskoylu tarafından paylaşıldı.

  1. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Mayis Ay`i Turkiye Devrimci Herketinde onemli bir yeri var, fasist TC nin Devrimcilere karsi olan fasist dusuncesi kurulusundan beri var olan dusmanligi fasist yasalari ile gunumuze kadar devam etmis, nice devrimcileri, Iskencelerde, Dar Agaclarinda, Yargisiz infazlar, Goz Altinda Kayiplar, Toplu Katliamlarla, fasist baski ve zulumleri ile gunumuze kadar surmustur.

    68 Kusagi Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Ibrahim Kaypakkaya, Huseyin Inan, Yusuf Aslan, Harun Karadeniz, Sinan Cemgil gibi devrimci önderlerin liderliğinde oluşturulan Turkiye`de ki komünist hareketin adıdır.
    1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş ve Türkiye'de Sol goruslu 60 gencligin oluşturduğu bir akım olarak bilinir.
    Aynı dönemde kapitalist birçok ülkede ve özellikle Amerika'da sisteme aykırı hareketleriyle ön plana çıkan Hippiler gibi özgürlükçü ve Antimilitarist akımlar oluşmuştu. Amerikadaki 60 kuşağının en önemli hareketi o zaman Amerika'nın yürüttüğü Viatnam savasi`na karşı yaptıkları protestolardı ve hem Amerika'nın verdiği kayıpların aşırı artması hem de hippiler ile birlikte tüm Amerikada ve dünyada yayılan savaş ve Amerikan karşıtı gösteriler sayesinde Amerika Savaşı sonuçlandırmadan geri çekilmek zorunda kalmıştı.
    Ayrıca Amerika'da 68 kuşağı,2. dünya Savaşı'nı görmeyip onun etkisini hissetmeyen savaştan sonraki ilk nesildir.Bu yüzden Amerika'da bu jenerasyonun döneminde lüks malların tüketimi(büyük amerikan arabaları) ve doğum oranlarında patlama görülmüştür.Bu kuşağa bu özelliği nedeniyle 'baby boom generation' denilmektedir.
    68 kuşağını başlatan olayların ilki Fransa'daki Sorbonne Üniversitesi'nde meydana gelen öğrenci isyanıdır.Ayrıca Latin Amerikalı devrimci Ernesto Che Guevera`nin 1967 yılında Bolivya dağlarında yakalanarak öldürülmesi de bu olayların başlangıcına neden olarak gösterilebilir.
    68 kuşağının Türkiye'deki uzantısını ise Deniz Gezmis, Mahir Cayan, Ibrahim Kaypakkaya, Huseyin Inan, Yusuf Aslan gibi solu kendi içinde çeşitli fraksiyonlara bölen devrimci ve eylemci öğrenciler oluşturmuştur...
    68 kuşağının içinde bulunduğu olaylarda sağ ve soldan birçok gencimiz hayatını yitirmiştir.Bu dönemde özellikle göze çarpan olaylar "kanlı pazar" ve 6. Filo'ya karşı yapılan Amerikan askerlerinin denize atıldığı olaylardır.Kanlı Pazar olayında 5 kişi bıçaklanmış ve 3'ü ölmüştür.Devrimcilerin 6. Filo'yu protesto amaçlı başlattıkları bu yürüyüşte radikal sağ görüşlüler diye adlandirilan ozunde derin devlet tarafindan yonlendirilen bu fasist milliyetci ve gerici akimlarin bıçak ve sopalarla saldırarak devrimcileri yaralamıştır,
    Gunumuze kadar bu saldirilar, kahve taramalari, sokakta infazlar, goz altinda kayiplar, Maras, Erzincan, Sivas, Corum, Gazi, Malatya, Bahceli Evler, ve daha sayamiyacagimiz nice toplu katliamlar Turkiyenin her alaninda surdurulmektedir.


    68 Kusagi Dunya genelinde yakilan devrimci mesaledir,
    Ezen ile Ezilen, Somuren ile Somurulen arasinda verilen mucadeledir,
    Ozgurluk ve Bagimsizlik mucadelesidir,
    Sinirsiz ve Sinifsiz bir dunya yaratma mucadelesidir

    Paris, Prag, San Francisco, Mexico City, İstanbul, ve Turkiyenin dort bir yanini saran devrimci isyanla kararli ve onurlu mucadele sonucu kimisi iskencelerde, kimisi toplu katliamlarla, kimisi idam edilerek, kan emici egemenlerin tarihinde kara bir leke birakmistir,
    O dönem bütün dünyada, savaş sonrası çocukları muhafazakâr yöneticilere, köylüler ağalarına, işçiler patronlarına isyan etti. Dünyanın özgürlük ve adalet ruhuyla birleştiği yılların üzerinden 41 yıl geçti ama, isyan ruhu varlığını devam ettiriyor. Biz de, dünyanın bütün sokaklarında yürüyen o çocukların dilinden, 68'i anımsadık.

    'Gerçekçi ol, imkânsızı iste' asla yalnızca bir slogan değildi. Zamana dayanıklıydı, bir kuşağın tarifiydi. Paris'te üniversitelerde, Prag'da tanklara karşı, İstanbul'da 6. Filo'yu denize dökerken hep o slogan haykırıldı. John Lennon'dan çiçek çocuklara, Ruhi Su'dan toprak işgallerine kadar her yerde 68 ruhu dolaşıyordu. 40 yıl sonra, '68 baharının yıldönümüne yaklaştığımız bu günlerde sloganı kendimize uyarlayalım: Gerçekçi ol 68'i düşle!


    3 Mayıs 1968'de Paris - Sorbonne Üniversitesi'nde başlayan mitingle Fransa'da öğrenciler ve işçiler sokaklara çıktı, meclisin feshedilmesine bile neden olan olaylar silsilesi başladı. Bu olaylar birçok kesime göre '68 Olayları'nın zeminini hazırladı. Yalnız Paris'te değil, Prag'da SSCB işgali, Meksika'da hükümetin baskıları, İtalya, Almanya gibi ülkelerde kapitalizmin kirizinin yarattığı hayal kırıklığı insanları harekete geçirdi. 1968 yalnızca olaylar değil bir ruhtu. San Francisco'ya doğru yola çıkan Çiçek Çocuklar, (Baby Boom kuşağı) Jack Kerouac'ın romanından esinlenenler, Godard'ın filmleri, Beatles, Bob Dylan şarkıları, Hindistan'a doğru manevi yolculuğa çıkanlar, 6. Filo'ya karşı eylem yapanlan hepsi 'büyük aile'nin parçalarıydı. 1960'lı yılların içinde bulunduğu ve tüm dünyada esen özgürlük akımından ve savaş karşıtlığından etkilenmiş olanlar da vardı. Örneğin Che Guevara, 1967'de Bolivya'da öldürüldü, Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edildi. Mahir Cayan ve arkadaslari Kizilderede fasist kolluk gucleri tarafindan katledildi, Ibrahim Kaypakkaya Diyarbakir zindanlarinda iskencelerde ser verip sir vermeme ilkesini yasatarak gelecek nesile direnis ruyunu ve onurlu mucadelenin nasil verilecegini ogrtetti.

    Aydın Çubukçu
    ("Bizim 68 " kitabının yazarı, eski DEV-GENÇ Yönetim Kurulu Üyesi)
    68 kusagini kisaca soyle yorumluyor,

    * 1968 olaylarının aynı dönemde dünyanın farklı yerlerinde, farklı şekillerde tezahür etmesinin anlamı, ortak ve daha güzel dünya özlemidir. Savaşın üzerinden 20 yıl geçmiş ve savaş sonrası kuşağı, umutlarının yavaş yavaş tükendiğini fark etmişti. Gençliğin öne çıkmasını, onların yalnızca genç olduğunu söyleyerek açıklamak olayları basitleştirmek olur. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin (SSCB) umut vermediği savaş sonrasında ABD'nin vaat ettiği ideallerinden saptığı görüldü. Aslında bu umut kırımı Kennedy'ye düzenlenen suikastla ortaya çıktı.

    * Kapitalizmin belirli bir doygunluğa erişi, kitlelerin beklentisini karşılayamaması bütün dünyada huzursuzluğu tetikledi. Olaylar Fransa'da başladı ama başlangıçta Fransız Komünist Partisi desteklemedi. İşçi ve köylü hareketinden başlangıçta yeterince destek gelmemesi ve hareketin entelektüel çevrelerden destek alması, karakterini şekillendirdi.
    Türkiye'de ilk eylem Ankara İlahiyat Fakültesi'nde 1967'de başladı. Bu nokta üzerinde durulmaz çünkü 68 deyince akla devrimci öğrenciler geliyor. İlahiyat Fakültesi'ndeki olaylardan sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde boykot başladı ve olaylar İstanbul'a sıçradı. Üniversitelerde bir reform ihtiyacı vardı ve bu ihtiyaç Cumhurbaşkanı da dahil, birçok kesim tarafından da destek görüyordu. Vietnam Savaşı, toprak işgalleri, işçi sınıfının sendikal hak mücadelesi derken muhalefet kendi arasında doğal bir ilişki kurdu. Bizim aslında 68 hareketi dediğimiz şey, 1966'da başlayıp 12 Mart muhtırasıyla sona eren dönemdir.

    * SSCB'nin Çekoslovakya'yı işgali de aslında umut kırımının başka yüzünü gösterdi. Fransa'daki hareket Marksizme yatkındı ama belki de bu umut kırımıyla birlikte Marksizmin farklı yorumlarına yöneldi. Mesela o dönem Fransa'da çokça atılan bir slogan vardı: Çin Yakındır. Bu slogan, hem Maoculuğa bir göndermeydi hem de bir devrim beklentisinin işaretiydi ve de SSCB'den bekleniyi de sonlandırıyordu. Batı'daki ve bizdeki 68 hareketlerinin temel farkı Türkiye'nin sosyal- ekonomik tarihine ilişkin farklardan kaynaklanıyor. 1960'larda madenlerin ulusallaştırılması ve aydınların sosyal hareketlere yakınlığı farklı bir süreci doğurdu.

    * Yalçın Küçük'ten Nihat Erim'e kadar birçok kişi fikir kulüplerinde toplanıyordu. Düşünün 22 yaşındaki bir çocuk (Deniz Gezmiş) sosyal mücadelelerin simgesi olabiliyorsa, Türkiye'deki 68 gençlik hareketinin ne kadar sosyal hayata nüfuz ettiğini de anlarsınız. O dönem asıl sloganımız Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye'ydi. Bülent Ecevit'in sahiplendiği Toprak İşleyenin Su Kullananın sloganı da toprak işgalleri, köylü ve işçilerin hareketliliğinin göstergesiydi.

    Ben o dönem Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu'nda öğrenciydim ve önce Dev-Genç Yönetim Kurulu'na girdim, ardından da Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) içinde yer aldım. Bizim yaptığımız İzmir- Denizli arasındaki bir banka arabası soygunu en büyük siyasi soygundur. 4-5 milyon lira almıştık. O yıllarda ben İtalyan popüler müziğini ve Fransız Chanson'larını dinlerdim. Birçok akranım gibi Rus klasiklerinin hepsini okudum. Hemen her evde Varlık'ın küçük kitaplarından vardı, Ruhi Su dinlenirdi, daha da önemlisi hepimiz evde kitap okuyan ailelerin çocuklarıydık.

    Ömer Laçiner
    (Birikim dergisi Genel Yayın Yönetmeni ve yazar)

    * Türkiye'deki '68 hareketinin iki yönü vardır. Bunlardan birincisi, batıdaki 1968 hareketinden esinlenen yönüdür. Batıda olanlar, Türkiye'nin birtakım seçkin üniversitelerinde takip edilmiş ancak bundan ibaret kalmıştı. Bu bakımdan, 1968'in bu yanının genelleştiği çok söylenemez. Kültürel ve toplumsal bir devrim yapmak, tüketim toplumunun hiyerarşilerini reddetmek hem kapitalizme hem bürokratik sosyalizme karşı çıkmak, devletin kurulu yapısına karşı verilen mücadele... Bunlar sınırlı bir çevrede etkili olabildi. İsyancı bir gelenekten hareket eden asıl büyük kitle ise daha çok toprak, su gibi toplumsal sorunlara kaydı. Ve çok ciddi bir yükseliş yaşayan siyasal bir hareket haline geldi. Bu şekilde isyan eden Türkiye '68'i, kendine has bir akım oluşturdu

    * Türkiye'de o dönemde ülkenin iyi liselerine devam edenler, edebi ve felsefi eserleri lise öğrencisi olmanın gereği olarak zaten okurlardı. Benim lise çağımda Jean-Paul Sartre, Albert Camus romanlarını ve bütün klasikleri okumak bizim için bir gereklilikti. "Kitap okumuyorum," demek bir aşağılanma sebebiydi. Oysa lise öğrencilerinin kültür ve edebiyatla ilgilenmemesini isteyen bir ortam da mevcuttu. Biz genel kültür edinme çabası içindeydik, "Sartre diye birisi var, Nobel kazanmış; Camus ve Dostoyevski diye adamlar var," derdik ve onları okurduk. O dönemde yasak olan, sosyalist kitaplardı. Bu kitaplara ulaşılamıyordu. Zihni olarak gelişkin insanlar, okullarda tekrar edilen antikomünist propagandanın yalan olduğunu zaten görebiliyorlardı.

    * Biz anti-komünist propagandaya rağmen sol kitapları okumaya çalışıyorduk o dönemde. Bizi asıl kızdıran şey, o anti-komünist propagandayla bize yalanlar söylendiğini bilmemizdi. İlkel bir propagandayla sunulan bir antikomünizm vardı ve bu bizim merakımızı daha da artırıyordu. Ama bu, sonuç olarak bizim sosyalizmin ciddi hatalarını görmememizi sağladı. Sosyalizmin gerçek hatalarını da antikomünist propagandanın bir parçası zannettiğimiz oldu. Sosyalist toplumların gerçek eleştirisi ise ancak 70'li yılların sonunda yapıldı.

    GAZETEDEN OKUDUK

    * Paris'teki '68 olaylarını gazetede okuduk. Olup bitenleri oraya tatile gitmiş arkadaşlarımız ya da buraya gelen öğrenciler anlatıyordu. Gazetelere bakıyor, nadir olarak bulduğumuz dergileri karıştırıyorduk. Doğrusu çok istekli bir biçimde orada neler olduğunu öğrenmeye gayret ettiğimiz söylenemez. Daha çok radyolardan Fransız şarkılarını dinliyorduk ve bağlantımız sınırlıydı.

    * 1968 deyince benim aklıma uzun saçlı, temiz yüzlü genç insanlar gelir. Fonda, Che Guevara'nın bir portresi vardır.

    1968'in başkentleri

    PRAG



    5 Haziran 1968'de reformcu lider Alexander Dubcek, Çekoslovakya Komünist Partisi'nin başına geçince 60'lı yıllar boyunca komünist ekonomi ilkeleriyle yönetilen Çekoslovakya'da işler değişmeye başladı. Stalinizme karşı çıkan Dubcek'in iktidarı 21 Ağustos'a kadar sürdü. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler, aynı gün Çekoslovakya'yı işgal etti. , Basın özgürlüğünü artırmak ve çok partili sistemi mümkün kılmak dışında, Dubcek'in bir hedefi de Çekoslovakya'yı iki farklı ulusun yöneteceği bir federasyona dönüştürmekti. , 5 ile 7 bin arası tank ve 600 bin kadar askerle işgal edilen Çekoslovakya'da insanlar sokaklara döküldü. Romancı Milan Kundera, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabında yaşananları anlattı. , 300 bin kişi 1968 baharından sonra Çekoslovakya'dan kaçtı.

    PARİS



    İkinci Dünya Savaşı kahramanı Charles de Gaulle'ün politikaları 1968'e gelindiğinde artık Fransız gençliğini memnun etmemeye başladı. Özellikle kadınların durumu, geleneksel ve baskıcı toplumun dayatmaları üniversite öğrencilerini rahatsız etti. , Pek çok lise ve üniversitede öğrenciler gösterilere başladı. Özellikle Quartier Latin'de polisle öğrenciler arasındaki çatışmalar şiddetlendi. , 2 Mayıs 1968'de Paris Üniversitesi, öğrenciler ve yöneticiler arasındaki çatışmalar sonucunda kapatıldı. Sorbonne Üniversitesi öğrencileri 3 Mayıs'ta bir araya gelip, bu yaşanana karşı çıkmayı kararlaştırdı. 6 Mayıs'ta lise öğrencileri de üniversitelilere destek verdi. 10 Mayıs günü polisle öğrenciler arasındaki çatışmada yüzlerce kişi gözaltına alındı, yaralandı. , 14 Mayıs'tan itibaren öğrencilerin isyanı fabrika işçilerine de sıçradı. Renault'nun Rouen'deki fabrikası ve Paris civarındaki fabrikalarında işçiler greve gitti. , Kısa süre içinde 10 milyon işçi, bir başka deyişle Fransa'da bir işte çalışan insanların yaklaşık üçte ikisi greve gitmişti. , 30 Mayıs'ta yarım milyon gösterici Paris sokaklarında "Adieu, de Gaulle!" (Elveda de Gaulle!) sloganıyla yürüdü. , Hükümet protestolara daha fazla dayanamadı, 23 Haziran'da yeni seçimlerin yapılacağı açıklandı. De Gaulle böylece siyaset sahnesinden silindi, iki yıl sonra da öldü.

    SAN FRANCISCO

    Vietnam Savaşı'na karşı çıkan üniversite öğrencileri, Amerikan Komünist Partisi'nin görüşlerinden de etkilenerek üniversite ve kiliselerde eyleme geçti. Bir araya gelip oturma eylemi düzenleyen öğrenciler, seçme yaşının düşürülmesini, Vietnam savaşının bitirilmesini, daha adil bir toplumsal düzenin kurulmasını istiyorlardı. , Vicdani ret hareketi bu dönemde büyüdü. Amerikalı gençler zorunlu askerliğe karşı, askere gitmemeyi bir hak olarak talep ettiler.

    LONDRA

    İngiltere'nin başkentinde 60'lı yılların sonu, uyuşturucu ve kafa yapan rock müzik şarkılarıyla bütünleşti. The Who, Rolling Stones, Animals gibi gruplar ve ilk konserini 1966'da veren Pink Floyd, bu dönemde Londralı gençliği kendilerinden geçirdi.

    MEXİCO CITY

    2 Ekim 1968 sabahı Tlatelolco Meydanı'nı dolduran öğrenciler, hiç beklemedikleri bir tepkiyle karşılaştı. Protesto gösterisindeki öğrencilere ateş açıldı, sonuç 100 ölüydü. Aslında olaylar yılın başında iktidardaki Kurumsal Devrimci Parti'nin (PRI) uygulamalarına karşı yapılan Sessiz Yürüyüş'le (La Marcha de Silencio) başlamıştı. , Tlatelolco katliamı da bir anlamda Meksika'nın '68'i sayıldı.
     
  2. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Kitaplarda, filmlerde, şarkılarda 68 ruhu

    1968'de Türkiye'de farklı, Avrupa ve Amerika'da farklı dertler vardı. Ama insanları heyecanlandıran film ve şarkılar benzeşiyordu... 2001: Uzay Macerası'na hayran olunup The Graduate seyrediliyor, Jean-Luc Godard ve Bergman tartışılıyor, Jacques Brel, Beatles ve Rolling Stone şarkıları dinleniyordu. İsyan, kültürün egemen öğesiydi.

    NE OKUDULAR?

    * Françoise Sagan'ın 1954 tarihli romanı Günaydın Hüzün (Bonjour Tristesse) ve Herman Hesse'nin 1927'de çıkan Bozkırkurdu (Steppenwolf) kitapları, 1968'de elden ele dolaşıyordu.

    * Pulitzer ödülünü The Confessions of Nat Turner kitabıyla William Styron, Nobel Edebiyat Ödülü'nü Japon yazar Yasunari Kawabata aldı. Bizim 68'liler ise Kemal Tahir'in romanları, Nâzım Hikmet'in şiirlerini okurken Rus klasiklerini ellerinden bırakmadı. Fürüzan 47'liler kitabında o kuşağın sınıfsal kökenlerini anlatırken, Vedat Türkali ise Bir Gün Tek Başına'da isyancı kuşağın aşkla imtihanını sergiledi.

    * 1968 yılı TIME dergisine kapak olan yazar John Updike, banliyölerde yaşayan modern çiftlerin cinsel dünyalarını Couples romanında anlattı, kitap, Updike'ın hocası Nabokov'un Lolita romanı gibi Birleşik Devletler'de bir yayıncılık fenomenine dönüştü, best-seller listelerinden inmedi.

    * Yıllar sonra Türkçe'de de yayımlanan Philip Roth kitabı Portnoy'un Feryadı (Portnoy's Complaint), 60'lardaki cinsel baskıdan müthiş bir komedi çıkardı. Yahudi annesi kapının önünde kendisine seslenirken tuvalette mastürbasyon yapmaya çalışan Portnoy'un görüntüsünü '68 kuşağı kahkahalar eşliğinde okudu.

    * Mario Puzo'nun Godfather (Baba) kitabı büyük ilgi gördü.

    * Beat kuşağı, 1968'de hâlâ ilgiyle takip ediliyordu. Ama Yolda (On the Road) kitabının yazarı Jack Kerouac perişan halde bir alkolikti, 47 yaşında 1969 yılında öldü.

    * Howl (Haykırış) şiirinin yazarı Allen Ginsberg, Oakland'da yapılan Vietnam savaşı karşıtı protestoda başroldeydi. Binlerce göstericiyle birlikte savaşa karşı çıktı.

    * 1960'da kurulan Oulipo isimli deneysel edebiyat akımının temsilcilerinden Georges Perec'in Uyuyan Adam (Un homme qui dort) kitabı Paris'te çok tutulmuştu.

    NE DİNLEDİLER?

    * 1968'de Grammy ödülünü Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band albümüyle Beatles kazandı.

    * Beatles'ın Hey Jude'u yılın en çok dinlenen şarkısıydı.

    * O yıl yapılan Altın Mikrofon Şarkı Yarışması'nda TPAO Batman Orkestrası, Meşelidir Enginde Dağlar Meşeli adlı türküyü okumuştu.

    * 8 Aralık 1967'de çıkan Their Satanistic Majesties Request ile The Rolling Stones.

    * The Who'nun üçüncü albümü Sell Out 1968'e damgasını vurmuştu.

    * Cream, Sunshine of Your Love'la çok dinlendi.

    * Hello I Love You'yla The Doors.

    * Herman Hesse'nin çok sevilen romanına referans yapan Steppenwolf grubunun Born to be Wild'ı.

    NE SEYRETTİLER?

    * Mike Nichols'un yönettiği, başrollerde Dustin Hoffman ve Anne Bancroft'un olduğu The Graduate filmi, Birleşik Devletler'de en çok izlenen filmdi.

    * Sinema sanatında devrim yapan 2001: Uzay Macerası (2001: A Space Odyssey) filmi gösterime girdi.

    * Jane Fonda'lı Barbarella, yılın en çok konuşlan filmlerinden oldu. Türkiye'de ise Ö. Lütfü Akad'ın Vesikalı Yarim filmi bolca konuşuldu.

    * Rosemary'nin Bebeği'nin (Rosemary's Baby) başrolünde Mia Farrow vardı.

    * Ingmar Bergman'ın filmi Utanç (Shame) sanat sineması meraklılarını heyecanlandırdı.


    * Aynı zamanda hem 1968 üzerine hem de 1968'de çekilmiş bir film çekme şerefi ise büyük Fransız yönetmen Jean-Luc Godard'ındı. Çinli Kız (La Chinoise) Maocu devrimciler üzerine, devrimci yöntemlerle yapılmış bir filmdi. 1965'te Ömer Lütfi Akad'ın çektiği Beyaz Geceler köy hayatını anlatan ilk filmdi ama toplumsal uyanışa dikkat çeken filmler de ardı ardına çekilmeye başlandı. Ertem Göreç Otobüs Yolcuları'nı (1961) Halit Refiğ Şafak Bekçileri'ni çekti.

    * Çinli Kız gibi Easy Rider da 1968 ruhunu tam zamanında yakalayan bir yapımdı. 14 Temmuz 1969'da gösterime girse de, düşük bütçeli bu bağımsız ve cesur film, Amerika'nın muhafazakâr eyaletlerinde motorsikletleriyle gezen hippilerin hayatını filme geçirmekte hiç de geç kalmamıştı. Başrollerde Peter Fonda ve Dennis Hopper vardı.

    68 ruhu

    * Bob Dylan ve Joan Baez, dönemin en çok sevilen folk şarkılarını yaptılar.

    * 1968'de kulüplerde en çok yapılan dans 'chacha'ydı.

    * Nâzım Hikmet şiirleri elden ele gezer, gizlice okunurdu.

    * Sabaha karşı Lale İşkembecisi'ne gidilirdi.

    * 1968'de Eurovision'u Massiel, La La La şarkısıyla kazandı.

    * Bol paça pantolonlar, çiçek desenli, rengârenk kıyafetler 1968 modasına damgasını vurmuştu.

    * Jacques Brel, dönemin en 'cool' müzisyeniydi. "Hayatta iki şey önemli: Biri doğum, biri ölüm, arada olanların önemi yok," demişti.

    * Amerika'nın Sesi programı için 22.30'da radyo başına geçilirdi.

    * Günaydın ve pek çok gazetenin manşetleri politik çalkantılardan bahsediyordu.

    * Daniel Cohn-Bendit, Paris'teki Mayıs 1968 olaylarında en ön saftaydı. Bendit daha sonra mücadelesini 'legal' ortamda sürdürdü, bakan oldu.

    * Kara Panterler (Black Panthers), kapitalizme ve beyazların iktidarına karşı mücadele etti.

    * İzmir Konak Sineması'nın Çarşamba 15.00 seansları meşhurdu.

    * Guy Debord'un Gösteri Toplumu filmi 1968'deki olaylara odaklanıyordu.

    * Göztepe, 1968'de Avrupa Fuar Şehirleri kupasında çeyrek finale çıkmış, bu da bir Türk futbol kulübünün Avrupa'daki ilk başarısı olmuştu.

    * Yeni Melek Sineması Kulübü'ne gitmek modaydı.

    * Siyah lider Martin Luther King, 4 Nisan 1968'de öldürüldü. King, 'Bir Hayalim Var' konuşmasında eşitlikçi bir toplum istedi.

    * Erkin Koray, Hint kültürüne hayran '68 kuşağının idollerindendi.

    * Milos Forman'ın Hair filmi, askere gitmeyi reddeden, kendilerini aşka vermiş gençleri anlatıyordu.

    Ruhi Su, yurtseverlik türküleriyle 1968 kuşağını peşinden sürükledi.

    * Joschka Fischer, 60'lı yılların sonunda radikal bir solcuydu, pek çok şiddet olayına karışmıştı. O da Bendit gibi daha sonra legal politikaya geçti.

    * Doğan Avcıoğlu ve adı onunla birlikte anılan Yön dergisinin 'Milli Demokratik Devrim' fikri, gençlerin ideolojisini en çok belirleyen isimlerdendi.

    * John Lennon ve Yoko Ono, Vietnam Savaşı'na karşı 'yatak eylemi' yapmıştı.

    * Birçok evde Grundig TK 23 marka radyo teyp vardı.

    * Tarık Ali, dönemin en etkili öğrenci liderlerinden biri ve 'yeni sol' hareketin mimarlarındandı.

    * Bernardo Bertolucci, '68 günlerini anlatan Dreamers filmini çekti. Paris'te kendi aralarında 'cinsel devrim' yapan üç gencin hikâyesiydi bu...

    * Sık sık solist değiştiren Moğollar bir dönem Barış Manço'yla da çalışmıştı.

    * Deniz Gezmiş (ayakta) Hüseyin İnan (solda) ve Yusuf Aslan 68'in sembol isimleriydi. Resim birçok afiş ve kitap kapağında yaşıyor.

    * Yönetmen Jean-Luc Godard, Cannes Film Festivali'ni iptal ettiren olayların sorumlularındandı.


    68'in hatırlattıkları
    * Çatı gazinosu ve kendilerini İspanyol isimleri veren gruplar
    * Büyükada Anadolu Kulübü
    * BiC marka tükenmez kalemler
    * Façyo Restoran
    * Shetland mini kazaklar
    * Tophane Amerikan Pazarı
    * Bahçelievler Ömür Drive - in Lokantası
    * Kulüp Reşat, Club 12
    * İpana Bilgi Yarışması
    * Uzun çizmeler
    * Atlantik'in sosislileri
    * Vapurların 1. Mevkii
    * Park Oteli Barı
    * Diskotek dergisi
    * Sander Kitabevi
    * Gaskonyalı Toma


    O esnada Türkiye'de...

    Özgürlük ve adalet duygusunu özlüyorum

    Bozkurt Nuhoğlu
    ('68 kuşağının öğrenci lideri, avukat) "68'li yıllar benim için çok şey ifade ediyor. Emperyalizme ve onların işbirlikçilerine karşı çıkanlar, Türkiye için ciddi olarak kendini feda eden insanlar aklıma geliyor. Biz sinemayla, edebiyatla ve politikayla ilgili hayata ilişkin her şeyi merak ederdik. Nâzım Hikmet okurduk, Yön dergisi elimizden düşmezdi. Biz taklidi olmayan bir hareket yarattık. En çok o dönem yaratılan özgürlük ve adalet duygusunu özlüyorum."

    'Fruko' arabasında eziyet gördüm

    Ertuğrul Kürkçü
    ('68 kuşağı liderlerinden) "Bu fotoğraf, Aralık 1970 sonuna doğru Dev-Genç Genel Başkanı, Ankara'da, Kurtuluş Meydanı'nda, polisle çatışmadan sonra tutuklanıp hapisaneye götürülürken çekilmiş... Bu fotoğraf çekilmeden önceki gün ve gece durmadan coplanıp tekmelendiğim için bu resmin çerçevelediği hiçbir şeyi özlediğimi söyleyemem doğrusu... Ama, bir yargıcın karşısına ilk kez çıktığım ve ilk kez hayatımda birinin bana 'Sizi tutukluyoruz,' demesinden birkaç dakika sonra çekilmiş olduğu için unutmamın da hemen hemen imkânsız olduğu bir anı donduruyor, bu kare. İki yanımdaki 'fruko'ları şimdi görsem herhalde asla tanımam ama mahkeme koridorlarında, emniyet nezaretinde, 'fruko' arabasında yanımızda bulundukları 24 saatin her anında bana ve birlikte tutuklandığımız arkadaşlara nasıl durmaksızın eziyet ve hakaret ettiklerini hiç unutmadım. Bunca zulüm potansiyelini, bunca hakaret edebiyatını bünyelerinde nasıl biriktirip muhafaza edebildiklerine de hâlâ şaşmaya devam ediyorum. Onlar bunları yaparken amirlerinin 'Vurrrrrr......mayın' diye diye nasıl bir yandan onları kışkırtıp bir yandan sureti haktan görünmeye çabalamaları da hiç aklımdan çıkmadı tabii. Ben de yaşıtlarımın çoğu gibi, 'devrim yapmak'ta sonsuz yetkiye, buna karşılık sıfır sorumluluğa sahip on binlerce insandan - yani kitleden- biri olduğum günleri, gerçekten özlüyorum... Nasıl özlenmez ki... Ama hayat akıyor işte, sadece bir-iki yıl sonra o on binlerce insanın sorumluluğu bir anda sizin sırtınıza yüklenmiş, onlardan sorulamayan ve sorulamayacak hesabı da vermeniz gerekmiş, ilk 'kuyruğu dik tutma' sınavınıza girmişsiniz... Bütün ötekiler gibi zor, insanın yüreğini ağzına getiren bir sınav bu... 41 yıl geçti, 'sınavsız' bir hayat hâlâ bir umut.

    Oya Baydar (Edebiyatçı)
    "60'lı yıllar güzeldi. Benim için daha da güzel olanı ise 1964'te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdikten sonra yazdığım doktora tezi, İşçi Sınıfının Doğuşu başlıklı çalışmamım Profesörler Kurulu'nda iki kez reddedildikten sonra üniversitenin işgal edilmesiydi. Sanırım 8 Aralık 1968'teki bu işgal, ilk üniversite işgaliydi."


    Celal Doğan
    ('68 kuşağı liderlerinden, eski Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı) "68 kuşağı sorumluluk sahibiydi. Yurt sorunlarını kendi sorunları olarak görürdü. O zaman konuştuğumuz meseleleri halletmiş olsaydık daha güzel bir Türkiye'de yaşıyor olurduk. Tabii yanlışlarımız da oldu ama onlar deneyimsizlikten kaynaklanıyordu. Kendimizi bir sınıfın yerine koyduk, Carlos Marighela'nın Gerilla'nın El Kitabı üniversitede açıkça satılıyordu, yine Herbert Marcuse'nin asıl olarak Batı'daki gençlik hareketine ilişkin kitaplarına da kafayı takmak yanlıştı. O dönem Nâzım Hikmet'i ve sol klasikleri okurduk, Küllük'e giderdik. Beni en çok yurtseverlik türküleri etkilerdi."


    Selda Bağcan (Müzisyen)
    "1968 yılında Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi II. sınıf öğrencisiydim. Ankara Üniversitesi'ndeki ilk hareketlilik, söylenegeldiği üzere 'son derece masum öğrenci istekleri olarak' başladı ve devam etti. Ben de kaçınılmaz biçimde destekledim. Yapmış olduğumuz mücadele ile (boykotlarla) imtihan hakları önce beşe sonra yediye, sonra dokuza, sonra da 11'e çıktı. Daha sonra da eylemler çığrından çıktı, sağ sol çatışmaları haline dönüştü ve okulun önündeki benzin istasyonunda dört öğrenci öldürüldü. İşte 12 Mart 1971'e götüren olaylar böyle başladı. O yılların sahici duygularını ve insanların samimiyetini özlüyorum. Ne yazık ki gariban bir öğrenci olarak o yıllardan kalma hiçbir fotografım yok.
     
  3. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Ser verip, sır vermeyen bir onder

    Dövüşenler de var bu havalarda
    El ayak buz kesmiş, yürek cehennem
    Ümit, öfkeli ve mahzun
    Ümit, sapına kadar namuslu
    Dağlara çekilmiş kar altındadır.
    Karanfil Sokağı - Ahmet Arif

    Türkİye Komünist Partisi-Marksist Leninist (TKP-ML) ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu"nun (TİKKO) kurucusu, İbrahim Kaypakkaya, 18 Mayıs 1973´te işkencede öldürüldü…
    1968´lerde devrimci mücadelenin ön saflarında yer alan, 12 Mart 1971 darbesinden sonra aranmaya başlayan Kaypakkaya, 1972 yılında Türkiye İhtilalci İsçi Köylü Partisi"nden (TİİKP) koparak, arkadaşlarıyla TKP-ML ve TİKKO´yu kurdu.
    24 Ocak 1973"te Kaypakkaya ve arkadaşları, Tunceli"de Vartinik mezrasında kuşatıldılar. Çıkan çatışmada Ali Haydar Yıldız,
    Ali Haydar olmez aglama baci,
    Filiz filiz dogar Ali Haydarim,
    marslari ile olumsuzler kervanina katildi, Kaypakkaya yaralı olarak duse kalka kaçmayi basardi. 29 Ocak gününe dek beş gün köylerde saklanan Kaypakkaya, bir öğretmenin ihbarı sonucu yakalandı. Yaralı olmasına rağmen karlar uzerinde yürütüldü, Fasist Fehmi Altinbilek tarafindan iskence altina alindi, ser verip sir vermeme ilkesi karsisinda dize gelen Fehmi Altinbilek,


    "Bak burada cozulmedin, Diyarbakirda`da cozulme seni yakalamam ve yaptigim iskencelerden dolayi beni pisman etmis olursun"
    demesi kendisinin Ibrahim Kaypakkaya`nin direnisi karsisinda yenildiginin en guzel ifadesidir,
    Diyarbakırda uzun gunler iskencede Ayak tirnaklari cekildi, Parmaklari kesildi, günlerce işkencede sorgulanan Kaypakkaya; kendisini ve arkadaşlarını bağlayacak hiçbir ifadede bulunmadı.
    16 Mayıs 1973´te yeniden işkenceye alındı. İki gün sonra babasına, intihar ettiği söylenerek, parçalanmış bedeni teslim edildi. Kaypakkaya, “ser verip, sır vermeyen” bir devrimci ve onder olarak efsaneleşti…

    İBRAHİM KAYPAKKAYA´NIN SORGUSUNDAN
    Esasen biz komünist devrimciler

    Sanık İbrahim Kaypakkaya huzura alındı, hüviyet tespitinden sonra suç konusu olay ve örgütsel ilişkiler hatırlatılarak sanıktan soruldu: Sanık cevaben: “Ben yoksul bir ailenin çocuğu olarak, 6 yıllık Hasanoğlan İlköğretmen Okulu"nda yatılı okudum. Hasanoğlan"daki başarılı öğrenciliğim nedeniyle Yüksek Öğretmen Okulu"na gönderildim. Bir yıl hazırlık sınıfında okuduktan sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu"na ve aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi"ne girmiş oldum. Bundan sonra devrimci gençliğin demokratik ve devrimci eylemlerine katıldım ve devrimci düşüncemi geliştirdim. 1967 yılında 9 arkadaşla birlikte Çapa Fikir Kulübü´nü kurduk. O dönemde FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu)"nun ve TİP"in bir üyesi olarak, onların düzenlediği bütün toplantı, forum, miting ve gösterilere katıldım. 1968 yılında okulun gerici yönetimi tarafından önce muvakkat ve daha sonra da kati olarak uzaklaştırıldım. Buna karşın Danıştay"dan yürütmenin durdurulması kararı almama rağmen okulun faşist idarecileri bu karara uymadı. Benim düşünce yapım, katılmış olduğum eylemler ve gençlik örgütündeki çalışmalarım, okuldan uzaklaştırılmamın başlıca nedenleri olarak gösterildi. Hatırladığım kadarıyla o zamanlar katıldığım, NATO"ya Hayır ve Amerikan 6. Filosunu protesto eylemleri, Halk Aşıkları Gecesi düzenlemeye çalışmam, bazı bildirilerin dağıtılması ve işçi yürüyüşlerine katılmam öğrencilik sıfatıma zarar getiren hareketler olarak telakki edilmişti. Oysa bunlar, yurdunu ve halkını seven herkesin, kendi inancı ve bilinci doğrultusunda sürdürmesi gereken ve kişisel sorumluluğu olan çalışmalardır.

    Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım” dedi. Başka bir diyeceği olmadığını söyledi ve birlikte tutulan işbu ifade zaptı, okunup imzalandı.
    21 Nisan 1973, TKP/ML, TİKKO, TMLGB Davası, Klasör No 3, Dosya No 1, Sıra No 4.
    Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7, İletişim Yayınları, 1988.

    gider,…gider, nice koç yiğitler gider
    Seninde içinde bir oğlun varsa çok değildir,
    Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki,
    Yüreğimiz kabına sığmamakta
    Örsle çekiç arasında yoğrulduk
    Hıncımız derya gibi kabarmakta"

    Kavga, amansız ve katı
    Kavga, dedikleri gibi destansı.
    Ben düştüm yerimi başkası
    alacak… O kadar.
    Burada bir kişinin lafı mı olur?
    Kurşuna diziliş,dizildikten
    sonra kurtlar.
    O kadar yalın ve akla yatkın.
    Ama birlikte olacağız fırtınada,
    Halkım, çünkü sevdik seni.

    Ibrahim Kaypakkaya ülkemizde her milliyetten emekçi halkların birleşerek insanlığın ortak kurtuluşu için emperyalizme, feodalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı verdiği haklı savaşların anahtarıdır.

    İFADENİZ Mİ NEYİNİZ VARSA ALIN; OĞLUMUN CENAZESİNİ VERİN...
    Binadan koşar adımlarla çıkan yarbay cipin yanına geldi. Ali Kaypakkaya'ya inmesini söyledi. Birlikte aynı binaya girdiler. Bir koridordan geçtikten sonra yarbay, Ali Kaypakkaya'yı bir odaya aldı.
    İçeride beyaz önlüklü bir adam vardı. O adamı görünce bu kez Ali Kaypakkaya'nın içi kararmış "İbrahim belki de hasta, yine hastaneye yatırdılar, bu adamların telaşı bundan" diye düşünmeye başlamıştı.
    Beyaz önlüklü adam, Ali Kaypakkaya odaya girince telaşlı ve tedirgin davranışlarla ona "otur şuraya, buyur sigara yak..." demiş paketinden sigara uzatmıştı.
    Ali Kaypakkaya ne sigara aldı, ne de oturdu. Odada aşağı yukarı dolanmaya başladı.
    O sırada birden kapı açıldı. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Şükrü Olcay yanında bir albay, hastane müdürü ve bir-iki subayla içeri girdiler.
    Şükrü Olcay yukarıdan aşağıya Ali Kaypakkaya'yı süzdü, "Sen İbrahim Kaypakkaya'nın babası mısın" diye sordu.
    Ali Kaypakkaya "Evet" diye yanıtladı onu.
    Sonra Şükrü Olcay kesin ve katı bir sesle "Bunu birdenbire söylemek olmaz, ama ben söyleyeceğim; İbrahim öldü...." dedi.
    Ali Kaypakkaya'nın birden bütün kanı çekildi. "Anlayamadım..." diye kekeledi.
    "Oğlun öldü diyorum" diye sözünü yineledi Şükrü Olcay.
    Ali Kaypakkaya şaşkın ve birden bembeyaz olmuş yüzü altından "Neden ölsün benim oğlum, ölmez o..." diye karşılık verince... "Öldü diyorum, işte öldü o..." diye kesip attı Şükrü Olcay.
    Ali Kaypakkaya bu kez garip bir şekilde hareketlenmiş ve sanki boğulmak üzere olan bir insanın çırpınışlarıyla bir yandan yutkunuyor bir yandan ceplerini karıştırıyordu. Sonra cebinden mektubunu çıkarıp "işte yazdığı mektup beni çağırıyor, ölmez benim oğlum, hasta değildi, sağlığım yerinde diye yazıyor" diye bağırmaya başlamıştı.
    Şükrü Olcay "intihar etti, oğlun intihar etti..." diye bağırarak karşılık verdi ona. Ali Kaypakkaya ise kesik kesik yanan yüreğini dışarıya vuruyordu: "Hayır, hayır oğlum öldürüldü, oğlumu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu öldürdünüz, onu döve döve öldürdünüz, oğlumu siz öldürdünüz..."
    Odadakilerden birisi "sus, yoksa haddini bildiririz" diye kesti Ali Kaypakkaya'nın yakarışlarını; gözdağı verdiler ona.
    Ali Kaypakkaya bir aralık suskunluktan sonra, içli ve acılı bir sesle "verin benim cenazemi, ifadeniz mi neyiniz varsa alın; oğlumun cenazesini verin..." dedi.
    İlkin "vermeyeceğiz, biz gömeriz" dediler. Bu söz üzerine birden yırtıcı bir sesle Ali Kaypakkaya "Cenazemi vermezseniz bir adım gitmem" diye diretti.
    Şükrü Olcay bu sıra beyaz gömlekli adama dönerek "Şuna su verin" dedi. Ali Kaypakkaya "suyunuzu falan istemiyorum, oğlumun cenazesini istiyorum, onu dişimi tırnağıma takıp büyüttüm, bir gecekondum var, şimdi onu satıp oğluma harcayacağım, köyüme götüreceğim..." diye karşılık verdi.
    Şükrü Olcay çevresindekilere "Muamelesini yapın" deyip döndü ve çıktı odadan.
    Sonra Ali Kaypakkaya'yı getiren yarbay onu tekrar alarak dışarıya çıkardı. Oğlunu görmek için Diyarbakır'a ilk indiği gün kapısından çevirdikleri Askeri Hastane'ye geldiler.
    Orada Ali Kaypakkaya'ya yapması gereken birtakım işlerden söz ettiler. O da gidip belediyeden bir "müsaade kâğıdı" aldı. 430 lira verip bir tabut seçti. 70 liraya kefen satın aldı.
    Kefen katlanırken, yolda gelirken kurduğu düşleri, oğlunun çocukluğunu, gözü önüne gelen kundağını, onu kucağına alışını anımsadı.
    Sonra bir hamal tutarak tabut ve kefeni ona verip hastaneye döndüler.
    Belediye memuru "taşınabilir" diye bir kâğıt imzalayıp verdi ona. Bir yer gösterip oturup beklemesini söylediler.
    Oğlu yaralı yattığı günlerde, yüzünü göstermedikleri koridorlarda, şimdi onu görmeyi bekliyordu.
    Bir süre sonra İbo'yu buzdolabından çıkardılar. Ali Kaypakkaya'ya "işte oğlun hazır" dediler. Kafadan kesikti. Karnı, kolları, bacakları ve kaba etleri yarılmıştı. Parça parça edilmişti İbo. Gövdesi delik deşikti. "Otopsi" diye mırıldandı onu buzdolabından çıkaran adam. "Peki ya bu delikler ne?" diye söyledi Ali Kaypakkaya. Ses etmediler.
    Oğlunun karşısında sanki kanı kurumuştu Ali Kaypakkaya'nın, Karşısında o yiğit, o dal gibi oğlu yerine, kesilmiş, delik deşik edilmiş insan parçaları duruyordu. Boğazı ve gırtlağı tamamen çürümüş ve simsiyahtı. Sanki çembere alınmış da sıkılmış gibiydi. Daha sonra da kesilip parçalanmıştı boğazı. Omuzlarında, göğsünde sürüyle delik vardı.
    Görüntüler karşısında İbo'yu tabutuna yerleştiren hamal ağlamaya başlamıştı. Ali Kaypakkaya ona parasını vermek istemiş, adam almamıştı. "Bu bizim insanlık görevimiz" demişti. Nöbetçi erler ve hastabakıcılar Ali Kaypakkaya'yı yatıştırmaya çalışıyorlardı.
    Gelirken İbo'ya vermek için yanına aldığı 1200 liradan 550 lira kalmıştı.
    Gidip bir taksiyle pazarlık yaptı. Taksici parayı peşin istedi. Sonra Ali Kaypakkaya'ya "Uçağa götür" dediler. Arkasından hep birileri geliyordu.
    Uçakta 240 lira tabut taşıma parası aldılar. Cebinde kalan diğer parayı bilete verdi. Çıkışmayan kısmı için "Arkasından gelenlerin" araya girmesiyle "sonra alırız" dediler.
    Oradan Ali Kaypakkaya'yı havaalanına getirip polise teslim ettiler.
    Havaalanında uçuş bekleme salonuna alınırken arama kabininde Ali Kaypakkaya'yı arayan polisler, onun ceplerinden oğluna getirdiği ve İbo'nun savunması için babasından istediği bildirileri buldular. Evirip çevirip bakıyorlar ve söyleniyorlardı. Ali Kaypakkaya "Onları oğlum istemişti, savunması için gerekiyormuş, ona getirmiştim" diye açıkladıysa da, polisler "Yok efendim yok, bunlar suçtur, yasaktır, madem oğlun öldü, yorgan gitti kavga bitti deyip bunları yırtacaktın, seni suçlu olarak alıkoymamız gerekiyor..." diye bağırdılar.
    Ali Kaypakkaya bu davranış karşısında polislere "Oğlum ölmüş, bildiriyi nasıl düşüneyim, sabah beri bir dilim ekmek bir yudum su canıma girmemiş" diyerek kendisini bırakmalarını söylemiş, oradaki bir kadın polisin araya girmesiyle Ali Kaypakkaya'yı bırakmışlardı.
    Uçak Ankara'ya indiğinde Ali Kaypakkaya'yı iki yüzbaşı karşıladı. Onunla taksi tutmaya çıktılar. İbo'yu taksiye yerleştirip bağladılar.
    Önde İbo'nun bağlı olduğu taksi, arkada "takipçilerin" arabası evin önüne geldiler.
    Babası İbo'yu evine taşıdı. O gece evinde onun başında bekledi. Başı avuçlarında düşündü durdu, yaşlandı durdu oğlunun başucunda. Sabah erkenden gidip bir minibüs tuttu. Ve oğluyla birlikte köylerine geldi.
    İbo ile birlikte "takipçiler" de köye geldiler.
    Çevre köylerden İbo'nun köye geldiği şaşılası bir biçimde kısa sürede duyulmuştu. Onu duyanlar öbek öbek uğurlamaya geliyordu. Evin çevresi bir anda köylülerle dolmuştu.
    Mezarlığın karşısından geçen büyük yoldaki benzincinin lokantası önünde "takipçilerin" arabaları duruyordu. Takipçiler orada oturmuş uzaktan köyü ve mezarlığı gözlüyorlardı... *
    NİHAT BEHRAM
    ("İbrahim Kaypakkaya" kitabından,
    Umut Yayıncılık, 2. baskı 1996)
    KASKETLİ FOTOĞRAF
    Yıl 1971. 12 Mart askeri darbesinin ardından 26 Nisan 1971 tarihinde sıkıyönetim ilan edildi. Arananlardan birisi de bendim . İbrahim Kaypakkaya Ankara'daydı. Birlikte Güneydoğu'ya gidecek ve Aydınlık hareketini örgütleyecektik. Benim kimlik sorununu çözmek için İbrahim'in köyüne gitmeye karar verdik.
    Önce İbrahim'lerin Ankara Mamak NATO yolu üzerindeki evinde birkaç gün kaldık. Sonra Çorum yakınındaki Karakaya köyüne gittik. İbrahim'in babaannesi bizi Karakaya köyünde ağırladı. Daha sonra örgütlenme çalışmaları yürütmek üzere Malatya'ya doğru yola koyulduk.
    Malatya'da tanıdıklarımız sınırlıydı. Bunlardan birisi de daha önce siyasi nedenlerle tutuklanmış, tüm devrimcilerin dostu Süleyman Kırteke'ydi. Kırteke'nin bir akrabasının evinde kalırken onu çağırdık. Bize yardımcı olmasını istedik. Her ikimize de kılık kıyafet ayarlamak gerekiyordu. İbrahim'in, yıllarca poster olarak kullanılan ünlü kasketli fotoğrafı işte bu sırada çekildi. Süleyman Kırteke, şapkalı fotoğrafın öyküsünü şöyle anlattı:
    **12 Mart askeri darbesinden sonraki günlerdi. Solun bilinen isimleri, Malatya'ya örgütlenmek ve gizlenmek için geliyorlardı. Biz de gelenleri önceden belirlediğimiz köylere ve mekânlara yerleştiriyorduk. Tam gününü hatırlamıyorum ama, sanırım Kürecik dağları kar alacasıydı İbrahim Kaypakkaya'yı Hallahort Mehmet Ali'nin evine götürdüğümüzde. Akrabalarımızdan İbrahim Erdoğan beni aramış ve evlerinde iki misafirimin olduğunu söylemişti. Oraya gittiğimde karşıma daha önceden tanıdığım Oral'la, Dev-Genç'in son kurultayında tanıdığım İbrahim Kaypakkaya çıktı. Sorun aynıydı. Önce tebdili kıyafet sonra kimlik . Ben üstümdeki elbiseleri Oral'la değiştirdim. Kaypakkaya'ya ise ilginç bir kıyafet denk düştü. O günlerde akrabam İbrahim (Erdoğan)'lerin evinde alacak-verecek meselesi nedeniyle İran'dan getirilip rehin tutulan bir İran'lı genç kalıyordu. Onun kıyafetlerini İbrahim'e uygun gördük. Gencin adını da hatırlıyorum: Feyzullah.
    Feyzullah'ın üzerindekileri çıkarıp İbrahim'e giydirdik. O ünlü kasketi de kafasına geçirmişti, Malatya Mücelli caddesindeki evin hemen karşısındaki Foto Kemiksiz'e gittik. Fotoğraflar çekildi, kimlikler hazırlandı. Bundan sonra Mehmet isimli bir arkadaş İbrahim'i Hallahort Mehmet Ali'ye götürdü. Daha sonra sembol olan kasketli fotoğrafın kısa öyküsü bu. Dikkat edilirse Kaypakkaya'nın başındaki kasket Türkiye'deki kullanılan kasketlere benzemez. Sebebi o İran'lı Feyzullah'ın kasketi olmasındandır.** *

    ORAL ÇALIŞLAR

    Turkiye`de 68 kusagina onderlik vasfini yapan, Ibrahim Kaypakkaya, Mayir Cayan, Deniz Gezmis ve Arkadaslaridir,
    Turkiye`de Egemenlerin korkulu ruyasi olan, hic kuskusuz,
    Diyarbakir zindanlarinda direnisi ile ser verip sir vermeme ilkesini yasatan, kominist onder Ibrahim Kaypakkaya`dir,
    Gunumuzde Onun isminin anilmasi bile egemen sinifin korkulu ruyasidir, Kemalist ve Kucuk Burcuva onderlikleri iceren direnislerden soz eden hakim sinif, her nedense korkulu ruyasi olan, gercekleri butun ciplakligi ile dogru tahlil eden Ibrahim Kaypakkaya`nin adini anmak bile onlar icin korkulu ruyadir,

    İBRAHİM KAYPAKKAYA 18 MAYIS 1973´DE DIYARBAKIR ZINDANLARINDA EGEMENLER TARAFINDAN ISKENCEDE HUNARCA KATLEDILDI
     
    devran bunu beğendi.
  4. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Aniden gelip yanıma oturdu. Önümdeki kâğıda çizdiğim gül ve nargile marpucundan başımı kaldırıp baktım ki o. Gülümsüyordu her zamanki gibi. Duru su mavisinde ışıldayan çakıl saflığını çağrıştırıyordu bakışları. Kütüphanenin bende merak ve dinleme arzusu yaratan, o fısıltılı, malum köşesinden kalkıp gelmişti. Saatlerce okumanın verdiği bilgi yorgunluğuyla sağ avucuna gömdü alnını. Güle ve nargile marpucuna baktı.
    "Farkında mısın bilmem," dedi, "bu okulda bir yığın değerli insan var. Bunlar, yağmurunu taşıyamayan kararsız kara bulutlar gibi gezinip duruyorlar."
    Hiçbir şeyin farkında değildim. Ayıp olmasın diye kalemimi yatırıp, sandalyeme yaslandım. Kesat ve dilsiz bir iklimle dinlemeye koyuldum.
    "Bunlar, Köy Enstitüleri ruhunun henüz kaybolmadığı öğretmen okullarının en başarılı öğrencileri olarak seçilip buralara gönderildiler," diye sürdürdü. "Her biri birer yağmur yüklü buluta benziyor. Bütün mesele, bunların bereketlerini bereketli topraklara boşaltmalarıdır."
    Zamanın dışında yaşayan ve esnemeyi seven bir insan olarak aklımı biraz zorladım. Sözün özündeki ateşi sezinler gibi oldum. Kendi yüreğinden her daim bir adım önde yürüyen bu adamın beni örgütlemeye geldiğini anladım.
    Aradan bir ay geçti. İçime uçurum suskunluğu çöktü. On kişi olduk. Kanadını mum alevinde yakmayan pervanenin aşkı nicedir diyerek, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun Çapa şubesini, on kişi olarak kurduk ve ABD'yi hedef alan bir kuruluş bildirgesi yayınladık.
    Kısa bir zaman sonra müdür bizleri çağırdı, durumu sordu ve tümümüzü disiplin kuruluna verdi. Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı gibi tanınmış hocaların içinde yer aldığı kurul, okuldan ihraç kararına vardı. Durumu öğrenince babamın sesi çınladı kulaklarımda: "Rahat durmadın, köpoğlu köpek! Şimdi ne halt edeceksin, koca İstanbul şehrinde!"
    Ivır zıvırımı torbalayıp okulun önüne çıktım. Yaptığımız işin doğru olduğuna inanmama rağmen, yine de bir kuşku vardı içimde. Mevsimsiz prensiplerin kurbanı olup olmadığımı anlamaya çalışıyodum. Başımı çevirip bir baktım ki gülümseyerek geliyor. Yanında birkaç "atılmış"la yaklaştılar.
    "Ne o, çok çabuk binmişsin Amentü gemisine, cennette bekleyenin mi var?"
    "Sokakta kaldık, sorun olduk," dedim.
    Kikir kikir güldü. Sağ elini omuzuma ko*****, "bu halk bizi besler," dedi, yeter ki sorun olalım. Sorun olmaktan korkan insan aç kalır, sorunları çözemez." Bakışları disiplin kurulunun karar aldığı odanın penceresine çevrildi. "Bunlara acıyorum," diye mırıldandı. "Bunlar, çocukların işaret parmaklarından korkuyorlar. Çocukların soru sorması kadar güzel bir şey var mı yeryüzünde?"
    Bu halk bizi besler'e bakıyordum ben. Çarpık adımlarla karşıdan karşıya geçen birkaç kişinin dışında kimsecikler görünmüyordu. Anamın yoksullar için söylediği, "ekmeği kuru, ayranı duru," sözü yankılanıyordu içimde.
    Grevler, köylü mitingleri, toprak işgalleri derken, Türk Solu dergisinin yazı kurulunda yeniden bir araya geldik. Her zamanki gibi gözünün kuyruğuyla süzerken gülümsüyordu şirin şirin. Güzel şeyler yapmanın verdiği rehavetle,
    "Eeeee anlat bakalım Hacı Fışfış, yaşamla aran nasıl" diye sordu.
    "Fena değil," dedim. "Yaşamımı mide kıyıntısı ile moloz döşek arasında sıkışmaktan kurtardım. İyi oldu.. Köçek fistanı gibi renklendi ruhum."
    Keyfinden gözlerinin içi ışıldadı. Sözlerimin gerçek anlamlarıyla değil de çağrıştırdıklarıyla daha çok ilgilenir gibi bir hali vardı.
    "Yaşadığımız pratik, ortak yönlerimizi keşfetmemize ve çoğaltmamıza yardımcı oluyor. Yalnız adamlar olmaktan çıktık. Sır kumkuması, kesirsiz, mükemmel insanlar değiliz artık. Lakırdıyı ağzımızda çiğnemiyoruz. Yalın ve doğrudan bir tarza doğru yaklaşıyoruz. Tartışmaları kökten sürme, yaşayan düşüncelerle kaliteli hale getirmeye çalışıyoruz."
    Ciddi şeyler söylemesine rağmen sesinde içtenlikli, içli bir alay arzusu vardı. İyimserliğini, bilgisinin ve pratiğinin zemini haline getirmişti.
    "Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki marsıvan eşeği bile değişmek zorunda kalıyor," dedim. "Anlam kazanmayan bir tek kıpırtı kalmadı. Deli alacasındayız."
    "Doğru," diye onayladı. "Bizi bu hale getiren, ülkenin ve dünyanın durumudur. Hayat, kelini körünü topla***** iki ayağının üzerinde doğrulmaya çalışıyor. Kültür Devrimi ve Vietnam direnişi, dünyanın kabuğunu çatlattı, özneye dönüştürdü bizi. Güç olmanın zamanıdır."
    Öğrenci hareketlerinin dışındaydık. Ben köylü, o ise işçi hareketleriyle yakından illgileniyordu. Kitle hareketleri, 15-16 Haziran işçi direnişiyle doruk noktasına erişti. Bunu 12 Mart darbesi izledi.
    Uçurumdan gelen seslere kulak verdim. Karşı zirvelere sis çökmüştü.
    "Ekmek torbalarımız dibe vurdu," dedim. "Kitaplar ve zirve sisleriyle başbaşa kaldık. Halk denilen deryanın kıyısındayız. Derya bizim içimizde ama biz deryanın içinde değiliz. Korkuya kesmiş, sessizleşmiş bir deryanın kıyısındayız...
    Elindeki çöple, ayağına büyük gelen kara lastiğin burnunu kurcalıyordu. Kasketi yana kaymıştı. Kiremit kızılı kıllar basmıştı çenesini.
    "Darbe, ülkenin mumlarını tek tek söndürüyor," diye mırıldandı. "Mumu sönen bir halk homurdanır, acı çeker. Sessizliği derinleştiren bu öğelerdir."
    Sessizleştik. Avurtları çökmüştü. Mantığıyla hesaplaşan mağrur bir inatın egemenliği altındaydı sesi. Güzel günlere olan inancının dışında, her şeyini yitirmiş gibiydi. Derviş sessizliğiyle dinliyor, sağ göz kapağını hafif indirerek, kararlı ve kesin konuşuyordu. Zirvelerden inen sislerdeydi bakışlarımız.
    Kafasının arkasına ve ensesine saplanan saçma yaralarından ve kurşun sıyrığından ılık kan sızıyordu kara. Derinleşen acılarda ve tüfek seslerindeydi kulakları. Kafasının kanlanmış kara batan tarafını kaldırmak isteyince, yaklaşan ayak seslerini duydu. Başucuna dikilen askerleri dinlemeye koyuldu.
    "Kafası parçalanmış. Silahı yok. Çevirin, ceplerini yoklayın. Kimliğine bakın."
    Sırtüstü çevrileceğini anlayınca gözlerini yumdu. Kar, kan ve ter karışımı yüzde taşlaşan şafak aydınlığına baktılar. Soluğunu kıstı, iç gözleriyle bakışları izledi. Koynuna dalan ellerin soğukluğundan ürperdi. Cüzdanın çevrilen ilk sayfasından buz mavisi bir ses yükseldi.
    "Haydar Mecit. Bu da kimmiş? Köylülerden birisi olmalı."
    Ölüyü bırakıp, kendilerini uçurumdan aşağılara atanların peşine düştüler. Uzaklaşan ayak seslerini hassasiyetle izledi ölü. Şafak ayazının uyuşturduğu ellerini açlığına ve acılarına bastırarak doğruldu ve yaralı bir kurt hırsıyla olay yerinden uzaklaştı sendeleye sendeleye.
    Bir arkadaşla birlikte kendimi uçurumdan aşağı atmış, yuvarlana yuvarlana gelip buzlu suda konaklamıştım. İki saat sonra, sabah güneşinin ışıldattığı karşı zirvedeydik. Yırtıcı kuşların gübreleriyle renklenen bir kayanın üzerinde oturmuş, olay yerine, Vartinik'e bakıyorduk. Müfrezenin silahsız bir grubu bastığını ve kimseyi ele geçiremediğini sanıyorduk. Halbuki A. Haydar Yıldız vurulmuş, İbo ise yaralı haliyle kaçmıştı.
    Köylüler, bitkin, kanlı ve sararmış benziyle kapıyı çalan ölüyü görünce dehşete kapıldılar ve onu içeri almak zorunda kaldılar. Yaralarını temizleyip karnını doyurdular. Büyük lastik ayakkabısının içindeki karları çıkardılar, çoraplarını ocak başının üzerinde kuruttular ve ona hemen evi terkedip gösterecekleri mağarada kalmasını söylediler. Ayaz karanlığı, karanlık ise gökyüzünü ve dağları yutmuş gibiydi.
    Mağara, dayanılmaz derecede soğuktu. Karanlığı ve kıpırtıları solu***** bekledi. Donacağını düşündü. Sızlayan yaralarını dinledi. Mağarayı terkedip kara ve karanlığa karıştı. Bu sefer bir öğretmenin evindeydi. Yaraları buzlanan, yanaklarının kılcal damarları patlayan bu garip ölüyü, sıcak bir misafirperverlikle ağırladı öğretmen. Ve sonra durumu, el altından müfrezeye bildirdi. Zaten Ölü'yü aramaya çıkmıştı müfreze.
    Müfrezenin pür silah eve girdiğini gören Ölü, inadına ve soğukkanlılığına halel getirmeksizin gizlenmiş derin bir irkilişle ayağa kalktı.
    "Hiç kimse kanundan kaçamaz. Seni Haydar Mecit sanmıştık, dirilip kaçınca İbrahim Kaypakkaya olduğunu anladık. Maceran burada noktalandı."
    Ödünsüz, dik bir duruşla tartışmaya koyuldu müfrezeyle. Hayretten donakaldı köylüler. Tartışma kelepçeyle noktalandı. Bir gün önce bir sırığa bağlanarak dağdan indirilen bir ölünün sırık izine düşüp, buzlu ve çetin bir dere yolculuğuna çıktılar. Ayağındaki ayakkabı, müfrezeyle birlikte katetmeye çalıştığı Kutuderesi'ni içine alacak derecede büyümüş ve sulu karla dolmuştu. *


    MUZAFFER ORUÇOĞLU
     
  5. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    İbrahim Kaypakkaya'nın Hayatı ve mucadelesi

    1970`lerin kabaran kitle haraketlerinin icinde kasketli, yesil gözlü bir delikanliydi. Genc yasina ragmen yasadigi kosullarin ve dönemin pratigi icinde gelistirip-büyüttü düsüncelerini.

    Kaypakkaya`yi ülkemizdeki burjuva ve burjuva-demokrat aydinlar özelikle Â? yok Â? sayar. O`nu israrla görmezlikten gelirler. Bunun tek bir nedeni vardir. O da, hic kusku yoktur ki Kaypakkaya `nin proleter devrimci cizgisidir.

    Cünkü O`nun, Türk devletinin niteligini ve Kemalizm`in fasist özünü, komprador burjuvazi ve toprak agalarinin temsilcisi oldugunu, Türk devletinin Kürt ulusunu ezdigini, Kürtlerin ezilen bir ulus oldugunu ve Kürt ulusunun ayrilma hakki oldugunu net olarak ortaya koymasi; ve bunlarla birlikte , proleterya önderliginde demokratik halk devrimi ve kesintisiz olarak sosyalizm ve komünizmi hedefledigi icin, ne burjuvazinin ne de burjuvazinin etki cemberi icindeki bazi demokrat aydinlarimizin hosuna gitmistir. Öte yandan Kaypakkaya `nin düsünceleri ve cözümlemelerinin, bu kesimlerin hosuna gitmesi zaten beklenemez.

    Bu gerceklerin yaninda bir baska gercek daha var ki; Kaypakkaya `nin kurdugu isci sinifinin öncü örgütü Proletarya Partisi TKP/ML `nin, sinif savasimini kesintisiz ve O`nun ortaya koydugu Marksist-Leninist-Maoist cözümlemeler isiginda dirayetle yürütmesidir. Burjuvaziyi ve onun ideolojik-siyasal cemberi icinde olanlari korkutan esas öge de budur. Cünkü, Kaypakkaya `nin düsünceleri savasima katiyen ara vermemis, yari yolda asla tökezlememistir.ve yasadigi dönemden bugüne onun düsünceleri bu cografyada en tehlikelisi olarak belirlendi. Bundandir ki Saklanmaya calisilan bir mesaledir Ibrahim KAYPAKKAYA!...

    Biz bu yazida Kaypakkaya `nin hayatinin yaninda fikirleri ve ideolojik-siyasi durusunu ve yaratmis oldugu degerleri ve Kaypakkaya `yi, Kaypakkaya yapan ögeleride bir bir isliyecek ve sizlere sunacagiz.

    1 Bölüm: Ailesi ve Ögrenim Yillari

    Kaypakkaya ailesi, Sungurlunun Akdere köyünden. Aile bazi nedenlerden dolayi ilk önce , Akdere´den Narlik´a, daha sonrada Karakaya köyüne yerlesmis. Karakaya köyü ilk basta Corum´un Alaca ilcesine baglidir. Köylüler, köy daha yakin oldugu icin Sungurlu´ya baglanmasi icin imza toplar. Uzun ugraslardan sonra köy, Sungurlu´ya baglanir.

    Ali Kaypakkaya nin dedesi Halil Aga, uzun yillar Karakaya köyünde muhtarlik yapmis. Köyün bir dönem muhtarliginida Ali KAypakkaya yapmistir.

    Halil Aga iki kez evlenmis ve 8 tane oglu olmustur. Ayse ve Sultan hanimlardan olan 8 cocuktan birisi de Ibrahim Kaypakkaya´nin dedesi Ibrahim beydir. Elif Hanim ile evlenen Ibrahim beyin, Ali ve Hanim isminde iki cocugu olur. Aile genis toprak sahibi oldugu icin ekonomik durumu iyi yani varsildir. 12 yasindayken babasi Ibrahim beyi kaybeden Ali bey, 15-16 yasindayken Döndü adli teyzesinin kizi Medya ile evlenir. Yaklasik 8 yillik bir evlilikten sonra Ali bey ile Medya hanimin 1948 yilinda bir oglu olur. Resmi kayitlara göre Ibrahim Kaypakkaya´nin dogum yili 1949 dur. Ali bey dogan cocuga ölmüs babasi Ibrahim beyin anisina Ibrahim adini koyar.

    Kisa bir süre sonra bazi sorunlarindan dolayi annesi ve babasi ayrilir. Bu sirada Ibrahim Kaypakkaya 3 yasindadir.

    Köyde, "Al yanaklı", "Elma gibi kırmızı yanaklı" diye tanınir.

    İbo'nun sevdiği ve çok söylediği türkü ise "Burçak Tarlası" türküsüdür.


    Ilkokul Eğitimi

    İbrahim, ilkokul eğitimine başladığı güne kadar çocukluğunu köyünde her köylü çocuğu gibi Tarlaya gider, ot biçer, hayvanlarını otlatarak geçirir.

    Ali Kaypakkaya, İbrahim, okula gitme çağına geldiğinde, Karakaya köyünde okul olmadığı için ilköğretim eğitimini yapması amacıyla yakın akrabalarının yanına gönderir. Bu nedenle İbrahim Kaypakkaya, ilköğretimini değişik köy okullarında okur.

    Ve 27 Mayıs 1960 devrimi olduğu zaman İbrahim Kaypakkaya, ilkokul öğrencisidir.

    İbrahim, İlköğretimin 1. ve 2. sınıflarını, Ortakışla (Orta-köy)'da, babasının baldızı Zöhre Hanım ile Zöhre hanımın Turan ve Habip isimli kardeşlerinin yanında okur. 3. sınıfı Karamahmut isimli köyde Ali Beyin kızkardeşi Kadın'ın yanında okur. 4. ve 5. sınıfları Alacahöyük'te Ali Kaypakkaya'nın teyzesi Yeter hanımın yanında okur.
    Alacahöyük'te okurken İbramin'in öğretmeni Mehmet Yıldırım, bir kaç kez Ali Beye gelir ve derki "İbrahim çok iyi okuyor. Bunu okut. Öğretmen Okulu imtihanlarına mutlaka girsin", der.

    Hasanoğlan Öğretmen Okulu

    Kaypakkaya İlköğretimini bittirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu sinavlarina girer. Bu arada Karakaya köyünden bir çok genç, zaten Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nda okumaktadır.

    Bazılarıyla akraba olan İbrahim Kaypakkaya, aynı köylüsü Emin Özdemir, Celal Özdemir, Arap Sarmaşık ve Halit Sarmaşık ile Sınavlara girer ve Öğretmen Okulu'nun sınavlarını kazanan İbrahim Kaypakkaya, 1960-1961 döneminde, Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nda öğrenciliğe başlar.
    Yatılı ve kızlı-erkekli öğrencilerin eğitim-öğretim gördüğü Hasanoğlan Öğretmen Okulu, Ankara-Samsun karayolu üzerinde ve Ankara'ya en çok on kilometre uzaklıkta bir yerdedir.

    Kaypakkaya adil esitlikci yönlerini bu okuldada pratiksel durusuyla gösterir. Haksizliga ve baskiya gelemiyen kisiligi bu okulda sivrilmesine neden olur.

    Birgün Hasanoğlan Öğretmen Okulu'nda mutad sabah yoklaması yapılmaktadır.
    Müdür Nazım Esen, yeni gelmiş bir öğrenciyi, bir nedenle tokatlamaya başlar.
    Okulun bütün öğretmen ve öğrencileri yoklamadadır.
    O sirada İbrahim Kaypakkaya, gayri ihtiyari bulunduğu yerden seslenir:
    "Sen o çocuğu dövemezsin",
    Öğrenciler ve öğretmenler, sesin geldiği yöne bakar.
    Müdür Nazım Esen,
    "Kimsin sen, ismin nedir?"
    Bu soru üzerine Kaypakkaya "İsmim İbrahim Kaypakkaya. Beni dövebilirsin ama onu dövemezsin. Çünkü, o okula yeni gelmiş ve birçok kuralı bilmeyen bir çocuktur." Der.
    Müdür Nazım Esen, yanına çağırdığı İbrahim Kaypakkaya'ya bir sürü söz söyledikten sonra bir de tokat vurur.

    Kaypakkaya Beş yıl boyunca burada eğitim görür.
     
  6. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    1964-1965 eğitim-öğretim dönemi sonunda Hasanoğlan Öğretmen Okulunu başarıyla bitirir Kaypakkaya.
    Bu arada Öğretmen Okullarının beşinci sınıf sonunda, beşinci sınıfın en başarılı öğrencilerini, okul yönetimleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü'ne bildirir. Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğü, başarı puanlarına göre başarılı olarak bildirilen bu öğrencileri Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunan Yüksek Öğretmen Okulları'na paylaştırır. Basarli olan Ibrahim Kaypakkaya Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na gönderilir.


    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu

    İbrahim Kaypakkaya, 1965-1966 eğitim-öğretim döneminde Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nun Lise son hazırlık sınıfına öğrenci olarak gelir.

    Dönemin Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem İstanbul'da bazı okullarda incelemelerde bulunan bu incelemelerinin duraklarindan biride Çapa Yüksek Öğretmen Okuludur, 4 Mayıs 1967 Perşembe günü, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nu ziyaret eder.

    Bakan İlhami Ertem, ziyareti sırasında öğrencilerle sohbet toplantısı düzenler.

    Arkadaşları adına konuşan İbrahim Kaypakkaya, "Hazırlık sınıflarında, bazı öğretmenler, ideolojik propaganda yapıp, broşür dağıtıyor. Oysa, öğretmen okullarında siyaset yapılmayacak deniyor. Bakanlık tarafından görevli kişi sağcılık yapmaktadır. Siyaset yapılacaksa biz de yapalım", der.

    Bu onun Çapadaki ileriki devrimci cikisinin nüvelerini olusturacaktir.Ve kisa bir süre sonrada bu dogrultuda siyasi pratik calismalar icinde görürüz zaten.

    O dönem henüz YÖOÖ Fikir kulübü ye FKF İstanbul sekreterliği kurulmuş değildir. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğrenci cemiyeti ile derneği, Fen Fakültesi'nde fikir kulübü vardır.

    FKF İstanbul Sekreterliği'nin Aksaray'daki bürosu, 9 Temmuz 1967 Pazar günü açılır.

    TÖS İstanbul Şubesi ile FKF İstanbul Sekreterliği aynı binadadır. Örgütler arasında dayanışma olduğu gibi zaman zaman TÖS'ün konferans salonunu FKF istanbul Sekreterliği tarafından eğitim, açık oturum gibi amaçlar nedeniyle kullanılır.

    Sekreterlik, her fakülteden sosyalist gençlerin uğrak yeridir.

    İstanbul'da bir çok yüksek okulda fikir kulübü kurulmuş, bazılarında da kurulma çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar sırasında Fen Fakültesi`nde öğrenci olanlar ile ilişki kurularak, okullarında fikir kulübü kurulması konusunda öneri götürülür.

    FKF İstanbul Sekreterliği çevresi ile devrimcilerin hakimiyetinde olan öğrenci örgütleri tarafından tanınan ve bu örgütlerle ilişkisi olan İbrahim Kaypakkaya,1967 yılı son aylarına gelindiğinde, YÖO'nda fikir kulübünün kurulmamasını bir eksiklik olarak görür ve bir kısım arkadaşıyla birlikte YÖOÖ Fikir Kulübünü kurma çalışmalarını başlatır.

    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Öğrencileri Fikir Kulübü, 21 Kasım 1967 Salı günü kurulur.
    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri Fikir Kulübü kurulduktan sonra yapılan ilk Yönetim Kurulu toplantısında İbrahim Kaypakkaya başkan, Halit Koçer sekreter, Mehmet Çetin sayman olur.

    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Öğrencileri Fikir Kulübü, 21 Kasım 1967 Salı günü, "Duyuru" başlığıyla bir kuruluş bildirisi yayınlar.

    Bunun üzerine hem okul idaresi hem de savcılık tarafından soruşturma Açilir.

    Çapa YÖO'nda kurulan Fikir Kulübü'nün kurucu üyeleri bu nedenle okulun disiplin kurulu tarafından sık sık sorguya çekilir.

    İstanbul`da 6. Agir Ceza Mahkemesi nde 969/31 sayili dosya ile acilmis olan dava ile Capa YÖOÖ Fikir Kulübü`nün feshi ve sanik örgenci Ibrahim Kaypakkaya, Halil Kocer, Mehmet Cetin, Hasan Saglam, Muzaffer Orucoglu, Meliha Uysal, Pakize Yavru, Mustafa Coban, Sakir Kaymak, Ali Tasyapan`in üc günden bir aya kadar hapis , 50 liradadan 150 liraya kadar para cezasina captirilmalari istenir

    Okul yöneticileri, 16 Ocak 1968 Salı günü, yaptığı açıklamada, Fikir Kulübü tarafından kuruluş sırasında yayınlanan bildirinin siyasi mahiyette olduğunu iddia eder.

    İstanbul Toplu Basın Mahkemesinde 968/267 sayılı dosya ile dava açılır.

    İbrahim Kaypakkaya, 23-24 Mart 1968 günleri, Ankara'da yapılan FKF ikinci kurultayına Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Öğrencileri Fikir Kulübü'nün kurultay delegesi olarak katılır.

    Bu arada Kaypakkayanin da icinde oldugu, Fikir Kulübünün kurucularının, okul yöneticilerince 1 ay süreyle "yatılılık haklan" ellerinden alınır.

    Okul Disiplin Kurulunun İbrahim Kaypakkaya, Halit Koçer, Mehmet Çetin, Ali Taşyapan, Meliha Uysal, Mustafa Çoban, Pakize Yavru, Muzaffer Oruçoğlu, Şakir Kaymak ve Hasan Sağlam hakkındaki bir ay okuldan uzaklaştırma Karari, okul müdürü Ayhan Doğan imzası ile, 27 Mart 1968 Çarşamba günü, öğrencilere tebliğ edilir.

    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda, 6 Ocak 1969 Pazartesi gecesi, sağ eğilimli Ahmet Can ve Mehmet Can adındaki kardeşler ile ibrahim Özdemir adındaki sol eğilimli Öğrenci kavga eder.

    Ahmet Can ile Mehmet Can, okul kantini önünde İbrahim Özdemir adındaki sol eğilimli öğrenciyi dövdükten sonra muştayla burnundan yaralar.
    İbrahim Kaypakkaya, 7 Ocak 1969 Salı günü okula gelir ve İbrahim Özdemir'i dövenleri yemekhane ile dershanelerde aramaya başlar.
    Kaypakkaya'nın bu davranışına sağcı Öğrenciler karşı koyar ve soncunda Kaypakkaya arkadaslari tarafindan okuldan dışarı çıkartırlar.

    Olayla ilgili olarak Okul Müdürü Ayhan Doğan, şu açıklamayı yapar:
    "Bir ay önce siyasi beyanatlar verdiğinden ve fiili politika ile uğraştığından ötürü, okulumuzdan tard edilen eski öğrencimiz Kaypakkaya'nın okulu basmağa yeltenmesi bu kavganın başlatanı olmuştur." Solcu öğrenciler ise, olaylara sebep olduğunu iddia ederek okul Müdürü Ayhan Doğan'ı istifaya davet eder.

    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nun solcu öğrencileri, okullarında cereyan eden son olayları ve okul idaresinin öğrenciler aleyhindeki tutumunu protesto etmek amacıyla, 11 Ocak 1969 Cumartesi günü, saat 14.00'te bir sessiz yürüyüş tertipler ve Hürriyet Meydan'ından Sultanahmet'e kadar yürür.

    Çıkan olaylar nedeniyle toplanan Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Öğretmenler Kurulu, daha önce bir ay yatılılık haklarından mahrum edilen Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nun 10 öğrencisinin, "okuldaki boykot, işgal ve olaylara öncülük ettikleri gerekçesi ile, Milli Eğitim Bakanlığı'nın onayına dayanarak, 27 Ocak 1969 tarihinde aldığı kararla, bu kez, yatılılık haklarından tamamen mahrum eder.

    Uzaklaştırma kararı, 3 Şubat 1969 Pazartesi günü, okuldan uzaklaştırılan Hasan Sağlam, Meliha Uysal, Mehmet Çetin, Halit Koçer, Pakize Yavru, Mustafa Çoban, Şakir Kaymak, Muzaffer Oruçoğlu, Ali Taşyapan ve İbrahim Kaypakkaya'ya tebliğ edilir. Bu on örgenci, Danistay`dan iptal ve uygulamalarinn durdurulmasi icin dava acar. Danistay, 5 Nisan 1969 günü, yeniden yürütmeyi durdurma karari alir.

    Öğrenciler, okullarına geri dönmeye uğraşırken İstanbul Üniversitesinde bazı fakülteler solcu öğrenciler tarafından işgal edilir. İstanbul Üniversitesinin Hukuk ve İktisat fakültelerini işgal etmiş olan solcu öğrenciler, Fen Fakültesi'ni de işgale katma hazırlığındadır. Bazı sol görüşlü öğrenciler, boykot tertip etmek amacıyla, 12 Nisan 1969 Cumartesi günü sabahı, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda kalan öğrencilerin de eğitim gördüğü Fen Fakültesinde forum düzenler. Düzenlenen forumda boykota karşı olan özellikle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda kalan sağcı öğrenciler ile boykot taraftarı olan solcu öğrenciler arasında kavga çıkar. Boykot taraftarı öğrenciler, sağcı öğrenciler tarafından fakülteden atılır.
     
  7. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda kavga çıkarıp yaralamaya sebebiyet verdikleri iddiasıyla İbrahim Kaypakkaya, Halit Koçer, Mehmet Çetin, Hasan Sağlam, Ali Taşyapan, Şakir Kaymak, Mediha Uysal, Pakize Yavru, Muzaffer Oruçoğlu, Mustafa Çoban, Yusuf İşeri, Salman Kaya, Kamil Temizyürek, Necdet Dizman, Ali Uzun, Rıza Gül, Mümin Demirel, Safa Tarhan, Yusuf Coşar, Mevlüt Zengin, Celal Vardar, İbrahim Özdemir, Hamza Işık, Celal Ünlü, Cafer Şen, Hayrettin Sönmez, Aydoğan Şahin, Hasan Gül, Necmi Özkapı, Hakkı Karadeniz, Hüseyin öcal, İbrahim Torun ve Fikri Yılmaz, 18 Nisan 1969 Cuma günü, adliyeye sevkedilir. Savcılar tarafından ifadeleri alınan öğrencilerden Hasan Gül, Aydoğan Şahin ve Salman Kaya, Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tevkif edilir. Bu üç öğrenci, 22 Nisan 1969 Salı günü, avukatları tarafından yapılan itiraz üzerine serbest bırakılır.

    Daha sonraki yillarda Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Kaypakkaya ve arkadaslari tarafindan Basilir, Müdür Ayhan Doğan Ağır Yaralanir. Bunun üzerine Polis tarfindan İTÜ Gümüşsüyü Yurdu basılir ve özellikle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'nda öğrenci olan herkesi toparlayıp Beşiktaş karakoluna götürürler. İbrahim Kaypakkaya`nin o sıralar Türk Solu dergisinde yazıları çıkıyordur. Polis, 'Sen yazarsın ha! Kaldır bakalım sol elini, mitinglerde sol elinizi kaldırıyorsunuz', der ve İbrahim Kaypakkaya`nin sol elini kaldırttır. 'Biz, bunu indirtmesini de biliriz', diyerek jopuyla Kaypakkaya`nin kaldırdığı sol koluna vurmaya başlar. Bir süre jopla vurur polis ama İbrahim, kolunu indirmez ve sürekli yukarda tuttar." Daha sonraki dünde Nezarete alınanlar, 7. Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmaları sonunda tevkif edilir. Tevkif edilenler arasında Türk Solu Yazı Kurulu üyesi İbrahim Kaypakkaya'da vardır.

    Sağmalcılar Cezaevinde tutuklu kalan İbrahim Kaypakkaya, Şener Özgür, Ali Kırmızıçiçek, Selman Kaya, Necdet Dizman, Sefer Özgür ve İbrahim Özdemir, 30 Nisan 1970 Perşembe günü, 6. Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan ilk duruşmada tahliye edilir.

    Emniyet Müdürlüğü Siyasi Şube memurları, "Türk Solu" gazetesinin Divanyolu, Klodfarer Caddesi no: 6/6'da bulunan bürosunda, 3 Eylül 1969 Perşembe günü, saat 15.30'da arama yapar.

    Yapılan aramada, 35 adet tabanca mermisi, patlayıcı maddeler, sopalar, yasak olduğu bildirilen kitaplar ve Mao ile Lenin'in portreleri bulunur. Bulunan patlayıcı maddeler ve yayınlarla ilgili olarak 15 kişi emniyet mensupları tarafından gözaltına alınır. Gözaltına alınanlar, Emniyet Müdürlüğü 1. Şube Müdürü ligiz Aykutlu tarafından sorgulanır.

    Arslan Kılıç, bu konuda şunları anlatmıştır:

    "Bizi, Siyasi Polis şefi ligiz Aykutlu sorguladı. Sorgu sırasında İbrahim Kaypakkaya ile ligiz Aykutlu arasında bir kapışma oldu. ligiz Aykutlu, hepimizi sıraya dizdi ve, 'Hepinizin anasını Lenin düzsün', dedi. İbrahim de, 'Bizim anamız Krupskayadır fark etmez dedi. Bunun üzerine Aykutlu, sinirlendi, 'Seni mahvederim. Batacak olan çürük bir gemiye binmiş gidiyorsunuz.', diyerek bağırdı. Yanlış hatırlamıyorsam yine İbrahim, 'Madem bir çürük gemiye binmişiz ve batacağız. Bu telaşınız nedir?', diye karşılık verdi."

    1. Şube'de sorgulananlar, daha sonra, Sıkıyönetim Komutanlığına götürülür.

    Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilenler şunlardır:

    İbrahim Kaypakkaya (Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğrencisi), Bora Sabri Gözen (Türk Solu Yazı İşleri Müdürü), Arslan Kılıç (Kimya Fakültesi öğrencisi), Tahir Koçyiğit (Robert College öğrencisi), Orhan Bursalı (SBF öğrencisi), Cemşid Orhan(işçi), Baki Özilhan (Özel Gazetecilik öğrencisi), Celal Toprakoğlu (öğretmen), Hürol Erdurak (Lise öğrencisi), Hasan Sakarya (Lise mezunu-boşta), Çetin Tağman (İTÜ Mimarlık Fakültesi öğ¬rencisi), Mehmet Adil Ovalıoğlu (Işık Mimarlık Fakültesi öğrencisi), Mustafa Adalı (İTÜ öğrencisi), Ahmet Özdemir (İktisat Fakültesi öğrencisi).

    Sıkıyönetim ilgilileri, bu konuda hukuksal yetkili olmadıklarını söyleyerek, gönderilenleri, İstanbul Adliyesine yollar. Bora Sabri Gözen ile İbrahim Kaypakkaya tutuklanır, diğerleri serbest bırakılır. Bir üst mahkemeye yapılan itiraz sonunda İbrahim Kaypakkaya ile Bora Sabri Gözen de serbest kalır.

    Kaypakkaya`nin babasi Ali Kaypakkaya, kendiside eski bir DP' i olduğu için, Çorum ve havalisinde olan eski DP` ileri tanımaktadır. Tanıdığı kişilerden birisi de 27 Mayıs 1960 ihtilalinden önce, Çorum DP İl Başkanlığı yapan Şevki Bey'dir. Çorum Nakliyat Ambarı sahibi Şevki beyin yanına giden Ali Kaypakkaya, oğlu İbrahim Kaypakkaya'nın okuluyla ilgili sorununu anlatır ve bir çözüm yolu bulmasını ister.
    Şevki bey, Okul Müdürü Ayhan Doğan'la görüşür. Ayhan Doğan, "İbrahim, fikrimden vazgeçiyorum. Bundan sonra herhangi bir siyasi olaya katılmayacağım. Örgütsel çalışmalarım olmayacak, diye bir yazı yazsın. Eski haklarına kavuşur", der.
    Şevki bey, Ayhan Doğan'ın anlattıklarını Ali Kaypakkaya1`ya, Ali Kaypakkaya da, oğlu İbrahim Kaypakkaya'ya anlatır.

    İbrahim, babasına şunları söyler:

    "Şimdiye kadar sana hiç karşı gelmedim. Silahın varsa istersen çek beni vur. Fakat benim durumumu anlamanı istiyorum. Fikir kulübü başkanlığı yaptım. Bu fikir kulübünün kurucularından birisiyim. Bir sürü kişi bana inanarak çevremde yeraldı. Bütün bunları inkar edip şimdi kalkıp da fikrimden vazgeçiyorum demem, mümkün değil."
     
  8. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Devrimci faliyeleri

    PDA ve TIIKP Dönemi

    1966-1967 öğretim dönemi, İbrahim Kaypakkaya'nın üniversitedeki gençlik içerisinde devrimcileri tanımaya, onlarla kaynaşmaya başladığı ve öğrenci hareketlerine katıldığı bir dönem olur. Bu donem, aynı zamanda TİP ve Türkiye sosyalistleri içinde Milli Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim saflaşmanın başladığı, tartışmalarının hızlandığı bir dönemdir. Bu tartışma ilk önce TİP, hemen akabinde FKF'de yaşanır.
    İbrahim, başlangıçta TİP'in sosyalist devrim görüşlerini savunur.

    3 Ocak 1967'de ANT, 17 Kasım 1967'de Türk Solu dergileri çıkmaya başlar.
    TİP merkezine yakın bir tavır içinde olan ANT'ta kümelenen yazarlar, Türkiye'nin sosyalist devrim aşamasında olduğunu savunan yazılar yazıyorlardı.
    Türk Solu dergisi MDD görüşlerini savunmaktadır.

    Doğu Perinçek FKF'ye başkan olup FKF yönetimi MDD görüşünü savunan gençlerin eline geçince, daha önce FKF dışında kalmış bazı MDD eğilimli fikir kulüpleri FKF'ye üye olur ve MDD tezleri, FKF gençlik içinde egemen kılınmaya çalışılır. O döneme kadar T!P çizgisinde olan sosyalist gençliğin önemli bir bölümü Türk Solu dergisinin savunduğu MDD cephesine kayar. Bu dönem MDD görüşünü açıklayan broşürler, yayınlar çoğalmıştır. 1968 Kasım ayında Aydınlık Sosyalist Dergisi yayınlanmaya başlar. Daha sonra FKF ve TİP içerisindeki gelişmeler ve İbrahim Kaypakkaya'nin arastirmalari sonucu MDD tezinden yana tavrini koyar. Ve böylece İbrahim, 1968 yılının güzünde MDD görüşüne bir ileri sicrama yasamis olur.

    ilk sayısı 1 Temmuz 1969'da çıkan İşçi-Köylü kitle gazetesini çıkartmaya başlar İşçi-Köylü gazetesinin satışına, dağıtımına MDD'ci herkes katılır.

    İbrahim Kaypakkaya da, zaman zaman 40 bin, zaman zaman 50 bin basılan ve 8 bin kadar abonesi olan İşçi-Köylü gazetesinin çalışanlarından ve yazarlarından birisidir.

    İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri Fikir Kulübü üçüncü kurultayı 2 Ekim 1969 Perşembe günü açılır. Ölen devrimcilerin anısına saygı duruşu yapıldıktan sonra başlayan Kurultayda, ilk olarak, Yüksek Öğretmen Okulundaki devrimci hareketin son durumu gözden geçirilir.

    İbrahim Kaypakkaya, yaptığı konuşmada özetle şunları söyler:
    "Öğrenci hareketleri küçük burjuva hareketlerdir. Bunlarla artık uğraşmaya gerek yoktur. Öğrenci kitlesinden kopuyorsunuz. Bu çizgi sizi bir avuç silahlı düellocu haline getirir. Köylülerin içinde çalışmak gereklidir."
    Geçmiş dönem çalışmalarının eksiklikleri, yanlışları eleştirilerek yeni dönem çalışmalarının aşağıdaki ilkeler ışığında yürütülmesi kararlaştırılır:
    -Daha örgütlü, daha disiplinli, daha aktif mücadele.
    -Daha çok ideolojik eğitim.
    -Kitle hareketleriyle daha sıkı, daha sağlam bağlar.
    Seçimlerin sonuçu Şudur.

    Yönetim kurulu: Safa Yüksel Tarhan, Necmi Özkapı, Hüseyin Karanlık, Cafer Şen, Hüseyin Akpınar, Muzaffer Oruçoğlu (Yedek), Bahattin Akdeniz (Yedek).
    Denetleme kurulu: Ali Rıza Atamtürk, Celal Özkol (Yedek).
    Onur kurulu: Akın Özdemir, Yusuf Kayabaşı, İsmail Gençoğlu (Yedek).
    Delegeler: İbrahim Kaypakkaya, Halit Koçer, Aydoğan Şahin, Necmi Özkapı, Hüseyin Karanlık, Ali Uzun, Cafer Şen.

    Bu arada Birleşik bir sosyalist parti kurmak icin PDA çevresi,uzun bir süreden beridir düsünlen ama ancak 1970 yılı sonbaharında, "Sosyalist Kurultay" kampanyası açar.

    7 Aralık 1969 Pazar günü, İstanbul TÖS salonunda, "İşçi Köylü Halkçılık Kurultayı" tertiplenir. Hikmet Kıvılcımlı`nin "Somut Şartların Somut Tahlili", 19 Ocak 1970 Pazartesi günü "Strateji ve Taktik: Stratejik Örgüt ve Taktik Örgütler, 22 Ocak 1970 Perşembe günü İdeolojik-Politik ve Örgütsel Açıdan Proleterya Sosyalizmi/Küçük Burjuva Sosyalizmi ve Sapmalar", 26 Ocak 1970 Pazartesi günü "Milli Demokratik Devrim ve Sosyalist Devrimin Bağlılığı", 29 Ocak 1970 Perşembe günü "Milli Cephe Politikası ve Önümüzdeki Görevler", konuları hakkında, İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)'nin Aksaray-Langa'daki lokalinde, seminer verir. Bu seminerlere katılan İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Necdet Dizman, Yusuf Kayabaşı, Cem Somel ve arkadaşları, Hikmet Kıvılcımlı'ya sorular sorar..

    Bu arada "Sosyalist Kurultay meselesine karsi İbrahim Kaypakkaya, Garbis Altınoğlu, Muzaffer Oruçoğlu ve Adil Ovalıoğlu birlikte Doğu Perinçek'e muhalefet ederler." Akabinde kücük toplantilar yaparlar. Bu arada Sosyalist Kurultay basarisizliga ugradigi acik ve nettir.

    Birleşik bir sosyalist parti kurulamaz ama zaten kurulmuş olan bir parti iki yıldan beri faaliyetdedir. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)'nin kuruluş tarihi, 21 Mayıs 1969 Çarşamba, günüdür. 1970 Ocak ayında toplanir ve bir Merkez Komitesi meydana getirilir.

    Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)'nin ilk Merkez Komitesi şöyledir:

    Doğu Perinçek, Vecdi Özgüner, Hasan Yalçın, Ömer Özerturgut, Gün Zileli, Mehmet Altun ve Oral Çalışlar. Merkez Komitesi Yedek Üyeler ise Bora Gözen, Ferit İlsever, Halil Berktay ve İbrahim Kaypakkaya'dır.

    İbrahim kaypakkaya, TİİKP'in ilk önce normal üyesi, daha sonra Parti Merkez Komitesi Yedek Üyesi, olmuştur. İbrahim Kaypakkaya'ya Parti üyeliğini Doğu Perinçek, önerir. İbrahim Kaypakkaya'da kabul eder. Kadırga Öğrenci Yurdunda Muzaffer Oruçoğlu ile karşılaşan İbrahim Kaypakkaya, "Son gelişmeleri anlatarak mücadeleye profesyonel olarak katılması" için üyelik önerir. Muzaffer Oruçoğlu, bu öneriyi kabul eder. Muzaffer Oruçoğlu ile İbrahim Kaypakkaya da, yakın tanıdıklarına üyelik önerisi yapar. Arslan Kılıç'a partiye girme önerisini Ferit İlsever, Kabil Kocatürk ve Mehmet Adil Ovalıoğlu'na Muzaffer Oruçoğlu ile İbrahim Kaypakkaya yapar.
    Muzaffer Oruçoğlu, İbrahim Kaypakkaya ve Mehmet Adil Ovalıoğlu, üç kişilik bir parti hücresi oluşturur. Toplantılarını, bazan Çembelitaş'ta bir tatlıcının ikinci katında, bazan da Ovalıoğlu'nun evinde yapar.

    TİİKP Merkez Komitesi'ne bağlı olarak şu komiteler kurulur:
    Ankara İl Komitesi, İstanbul İl Komitesi, Ege Bölge Komitesi, Doğu Anadolu Bölge komitesi, Yurt Dışı Bürosu.
    Bu komitelere bağlı olarak ihtiyaca göre şu alt kuruluşlar oluşturulur:
    İhtilalci Köylü Birliği, İhtilalci Gençlik Birliği, Şafak basımı bürosu, Ordu kesimlerinde çalışmakla görevli komite, çeviri komitesi, sahte kimlik ve pasaport yapma komitesi.

    Bu arada Ayni sekilde Legalde MDD'ci güçler, esas kopuşmayı, Aydınlık dergisinin Ocak 1970 ayı içerisinde, Aydınlık Sosyalist Dergi ve Proleter Devrimci Aydınlık olarak iki ayrı dergi olarak yayınlanmasıyla, somut bir şekilde gerceklesir.
     
  9. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    18 Ocak 1970 Pazar günü SBF'de yapılan TDGF GYK toplantısında, PDA taraftarlarını, TDGF MYK'dan tasfiye etmeleriyle, yeni bir yapılanmanın açıkça ikinci adımı atılır. TDGF MYK'dan ihraç edilmelerine ve belirli bir dışlanma yaşamalarına rağmen PDA'cılar, tartışmalardan ve Dev-Genç örgütleri içerisindeki yarıştan 1970 kongresine kadar kopmazlar.

    Mihri Belli'nin yakın arkadaşı olan Şerif Tekben, Doğu Perinçek grubunun dergideki gücünü azaltmak için, Emniyetten aldığı sahiplik belgesine dayanarak, Türk Solu dergisini 1970 Nisan ayında kapatır.
    Kaypakkaya bu siralar Türk Solu dergisinin yazaridir.

    Türk Solu.dergisinin yayınına son verilmesi üzerine, Türk Solu dergisi kurucular ve yazı kurulu çoğunluğu olarak, İbrahim Kaypakkaya, Mehmet Altun, Fadıl Barkan, İlhan Berktay, Bora Gözen, Kumru Gözügeçgel, Faruk Haksal, Ezel İnanç, Kemal İşler, Naci Ormanlar, Sevinç Özgüner, Vecdi Özgüner, Nail Satlıgan, Halim Spatar ve Sabetay Varol, bu duruma karsi i "Saflarımızdaki Çelişmeleri Doğru Kavrayalım" başlıklı yazı ile Tavir alirlar.

    Bu arada MDD içindeki görüş ayrılıkları, saflar belirginleşmiştir. İdeolojik tartışmalar zaman zaman sertleşmelere kadar varır.

    TDGF İstanbul Bölge Yürütme Kurulu, her hafta sonu Cumartesi günleri, İTÜ'de herkese açık forum düzenler. Forumda herkes görüşlerini dile getirir. Fakat, İbrahim Kaypakkaya, görüşlerini dile getirirken zaman zaman sertlikle karşılaşmıştır.

    İbrahim'in sol içi sertlikle karşılaştığı ilk olay, 1968 Temmuz ayında, Doğu Perinçek'in başkanlıktan düşürüldüğü Genel Yönetim Kurulu toplantısında meydana gelir ve Erhan Erel, "Sen yenisin bu işlere karışma" anlamında İbrahim Kaypakkaya'yı eliyle iter.

    İkinci olay, 1969 yılı sonunda Kadırga Öğrenci Yurdunda meydana gelir. Kadırga Öğrenci Yurdunda, yurt ile ilgili bir toplantı yapılır. Herkes, sırayla konuşmaktadır. İbrahim Kaypakkaya, görüşlerini açıklamak için kürsüye çıkar. Toplantıda bulunanlar, buna tepki gösterir. Uyarılara rağmen ısrarlı bir şekilde görüşlerini laf atarak veya kürsüye gelerek açıklamak istemesi üzerine, Ali Bayram Kara'nın anlattığına göre, "Kadırga Öğrenci Birliği Başkanı Ali Kılıç, İbrahim Kaypakkaya'yı" tartaklar.

    Üçüncü olay, Sağmalcılar Cezaevinde meydana gelir. İbrahim Kaypakkaya, Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda meydana gelen bir olay nedeniyle tutuklanarak Sağmalcılar Cezaevine konur. Deniz Gezmiş de bu sıra aynı cezaevinde tutukludur.

    Deniz, Öğrenci hareketleri nedeniyle cezaevine gelen gençlerle sabahları spor, akşamları ise teorik eğitim yapmaktadır. Deniz 1.91 boyunda, İbo ise ondan daha küçüktür. İbrahim Kaypakkaya Fikirlerini belirtir. Fıkırlerını belirtigi icin karsi taraf rahatsizlikla karsilar ve uyari yapar. Uyarılara aldırmaz ve bir kaç kez aynı şekilde Fikirlerini belirtir. Vural Yıldırımoğlu, İbo'nun yanına gelerek, "Bak bunlar dev gibi, bunlarla tartışma. Eşit değilsiniz", der.
    Devaminda Deniz ile İbrahim, "Sosyal emperyalizm konusunda tartışmaya girer. Deniz, "Sosyalizme soldan ihanet ediyorsunuz", der. İbo, "Sosyal emperyalizmi sosyalizm olarak gösterenlerdir sosyalizme asıl ihanet edenler", deyince, Deniz, sinirlenip İbo'ya bir yumruk atar.

    Dördüncü olay, 4 Mayıs 1970 Pazartesi günü, İTÜ Öğrenci Birliği kongresi düzenlenir. PDA'cıların başkan adayı Mehmut Altun, Aydınlık Sosyalist Dergi taraftarlarının adayı Gökalp Eren'dir. Kalabalık bir PDA taraftarı, destek olmak amacıyla, otobüsle Ankara'dan İstanbul'a gelmiştir. Kongre sırasında İbrahim Kaypakkaya, kürsüde görüşlerini açıklamaya başladığı zaman Nahit Tören silahına sarılır. Olay, araya girenler tarafından yatıştırılır.

    Son olay, 23 Eylül 1970 Çarşamba günü, TDGF İstanbul Bölge Yürütme Kurulunun İTÜ'de düzenlediği toplantıda meydana gelir. Her zaman Cumartesi günü toplanan forum, bu kez olağanüstü bir durum nedeniyle Çarşamba günü düzenlenir. Toplantıda çok sert tartışmalar olur ve Mustafa Zülkadiroğlu, TDGF İstanbul Bölge Yürütme Kurulu Saymanlığından istifa eder. TDGF İstanbul Bölge Yürütme Kurulu Başkanı Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren ve Namık Kemal Boya'nın da katıldığı toplantıya PDA çevresinin görüşlerini anlatmak amacıyla İbrahim Kaypakkaya ile Garbis Altınoğlu'da katılır.

    Aydınlık Sosyalist Dergi çevresindeki gençler, İbrahim ve arkadaşlarına, "Okulda, şehirlerde sert geçen mücadele var. Bunlar, bundan kaçmak için işçi-köylü mücadelesi deyip mücadele alanlarını terkediyorlar. Bu mücadele kaçkınlarına güvenilmez", gibi suçlamalar getirir.

    Toplantıda kavga çıkar. Esas sorun Aydınlık Sosyalist Dergi taraftarları arasında iken "kabak" PDA'cıların başında patlar.

    Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Zihni Çetiner, Mustafa Zülkadiroğlu ve arkadaşları ile İbrahim Kaypakkaya'nın arkadaşları arasında itişme kakışma olur. Talat Aydemir olaylarına karıştığı gerekçesiyle Silahlı Kuvvetler'den atılmış olan Zihni Çetiner, İbrahim Kaypakkaya'nın başına tabure ile vurur. Kabil Kocatürk, İbo'ya saldıranların üzerine atlar. Üstü başı kan içinde kalır.

    Kucuk-Burjuva ögrenci genclik önderleri tarafindan Kaypakkayanin Proleter devrimci cizgisi kücümsenir ve red edilir. Kaypakkaya ile Â?işçi-köylü mücadelesi deyip mücadele alanlarını terk ediyorlarÂ? söylemleriyle Karalamarindan vazgecemezeler. Bundan kaynakli Kisada olsa İbrahim Kaypakkaya'nın Işçi, köylü mücadelesi deneyimlerin deginmeden ve irdelemeden gecmenin dogru olmuyacagi kansindayim.
     
  10. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Köylü Faliyetleri

    9-10 Ekim 1969 günleri SBF'de yapılan FKF-TDGF Kurultayından sonra; İbrahim kaypakkaya, çalışmalarının ağırlığını işçi ve köylü mücadelesine verir. Değirmenköy'deki "Esece" çiftliğini işgal eden bazı köylüler, ağaya karşı kendilerini desteklemeleri ve yardım etmelerini istemek amacıyla TDGF İstanbul Bölge Yürütme kuruluna başvurur. Ankara'dan gelen gençlerle birlikte aralarında TDGF İstanbul Bölge Yürütme Kurulu Başkanı Cihan Alptekin, İbrahim Kaypakkaya, Namık Kemal Boya, Muzaffer Oruçoğlu, Yavuz Yıldırımtürk, Mehmet Faruk Kurtuluş, Nadir Özel, Kabil Kocatürk, Ali Dinçer, Atıf Uğurlu, Ökkeş Öztemir, Haşmet Atahan, Mehmet Sürücü'nün de bulunduğu gençler, otobüslerle Değirmenköyü'ne gider.
    Öğrenciler, "Kahrolsun ağalar", "Toprak köylünün" diye slogan atar. Cihan Alptekin ile İbrahim Kaypakkaya, köylülere yönelik konuşma yapar. İstanbul'dan otobüslerle gelen gençler, köyde fazla durmaz ve işgal edilen araziye gider. İşgal edilen araziden dönen öğrencilere, köylüler yiyecek verir.
    İbrahim Kaypakkaya, araziye gidip gelen arkadaşlarını şöyle eleştirir:
    "Arkadaşlar, buraya yaklaşık üçyüz kişi geldik. Çok iyi ama gelir gelmez yarım saat bile durmadınız hemen araziye gittiniz. Ne işiniz vardı arazide? Hiç birşey yok. Boş bir tarla. Böyle kitle çalışması olur mu, böyle köylüye destek olur mu? Aradan üç-dört saat geçti. Köylüyle neredeyse bir bağlantı kurmadan otobüse binip gideceksiniz. Bu bir çalışma değil. Oysa her birimiz bir köylüyle konuşsaydık üçyüz köylüyü etkileyebilirdik. Herkes, evlere, kahvehaneye dağılıp çalışma yapsaydı daha iyi olurdu."

    İbrahim kaypakkaya, 18 Kasım 1969 tarih ve 105 no.lu Türk Solu dergisiinde, "Değirmenköylülerin Mücadelesine Omuz Verelim" başlıklı bir yazı yazar.

    4 Şubat 1970 Çarşamba günü Balıkesir Savaştepe'de, 7 Şubat 1970 Cumartesi günü Aksihisar'da, 10 Şubat 1970 Pazar günü Ödemiş'te tütün üreticileri ile gençler, gösteri yürüyüşü düzenler. Akhisar'daki mitinge İstanbul'dan, İzmir ve Ankara'dan PDA ve İşçi-Köylü'nün bütün kadroları katılır. Bunların arasında Cem Somel, İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu da vardır.

    İbrahim Kaypakkaya ile Muzaffer Oruçoğlu, 1970 Şubat ayının son haftasında Tekirdağ'a bağlı Kaşıkçı köyüne giderler.

    İbrahim Kaypakkaya, Mehmet Altun ve Adil Ovalıoğlu 1970 yılının son ayında Çorum'a gider. Daha sonra Karaknya köyünde arkadaşlarıyla buluşan Ali Mercan`da , Corumdaki çalışmalara katılır. Yaklaşık iki ay kadar Çorum ve civarında yaptıkları çalışma sonunda derledikleri bilgiler, "Çorum İlinde Sınıfların Tahlili" başlığı altında Proleter Devrimci Aydınlık dergisinde yayınlanır.

    b) Isci Faliyetleri

    İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlunu PDA ve İşçi-Köylü İstanbul'daki Yazı Kurulunda görmekteyiz. Muzaffer Oruçoğlu "Koy Komitesi", İbrahim Kaypakkaya "İşçi Komitesi" sorumlusudur.

    Amerikan 6. Filosunun İstanbul'u bir haftalık ziyaretine karşı olan devrimci işçi ve öğrenci örgütleri, bir hafta boyunca eylem düzenler. Bir haftalık eylemin son gününde, devrimci gençlik ve işçi örgütleri, "Emperyalizm ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü" için, 16 Şubat 1969 Pazar günü, saat 14'de Beyazıt Meydanında toplanır. İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Arslan Kılıç, Ali Taşyapan ve Kabil Kocatürk de arkadaşlarıyla birlikte yürüyüştedir. Yaklaşık kırk bin kişilik topluluk, Amerikan 6. Filosu aleyhinde tezahürat yaparak Sirkeci-Dolmabahçe yoluyla Taksime doğru yürümektedir. Bu sırada, şeriatçılar, yürümeye devam eden devrimci gençleri, önce taş yağmuruna tutar. "Vur, Allah için vur ... ", "Komünistleri geberteceğiz" şeklinde hücuma geçen "ŞeriatçiIarla "Devrimci'ler arasında öldürücü bir kavga başlar. Olaylar sonunda Duran Erdoğan adlı bir işçi ile Ali Turgut Aytaç adında Akbank'ın Umum Müdürlük kısmında çalışan bir memur ölür, yaklaşık 150 kişi yaralanır. Yaralananlar arasında Ali Taşyapan da vardır.

    Çorum'da özel idareye bağlı Alpagut Linyit İşletmesinde çalışan işçiler, 13 Haziran 1969 günü, işyerlerini işgal eder. İşçiler, işgal ettikleri işletmede kendi başlarına istihsal ettikleri kömürün satışını yapmaya başlar. İbrahim Kaypakkaya da, bu dönem, Çorum'a İşçi-Köylü gazetesi getirir. lpagut işçilerinin sorunlarıyla ilgilenen İbrahim Kaypakkaya ve Ali Mercan, İşçi-Köylü gazetesi aracılığıyla propaganda yapar. lpagut işçilerinin işgali, 16 Temmuz 1969 Çarşamba günü, emniyet mensuplarının müdahalesiyle sona erer. 5'i sendika yöneticisi olmak üzere 13 işçi ve 1 memur işten çıkarılır.

    İşçi-Köylü gazetesinin İşçi Bürosu sorumlusu İbrahim Kaypakkaya, bu dönem, bazı fabrikalara giderek ajite-propaganda çalışması yapar ve bu çalışmalarını kaleme alır. Kartal Eğe Sanayiinde çalışan 152 işçi, üç arkadaşlarının işten atılması üzerine onlarla birlikte ayni saflarda mücadele eder. Ve bunlarin sorunlarini yalin ve korkusuca halkin ögrenmesi icin Isci Köylü, Türk Solu dergisi vb yayin organlarinda halka ulastir.

    İbrahim Kaypakkaya, bu dönem Pertriks işçilerinin yaptığı greve destek olmaktadır.
     
  11. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    İşçi-Köylü İstanbul İşçi Bürosu'nun hazırladığı ve PDA dergisinin 2 Mart 1971 tarih, 32. sayısında yayınlanan, "İstanbul'da İşçi Sınıfı Hareketi Kuvvet Topluyor Yeni Bir Fırtınaya Doğru" başlıklı yazıda yaptıkları çalışmalar hakkında şu bilgiler verilmektedir:

    "Amerikan emperyalizmi ve onun uşağı AP iktidarının zulüm ve baskılarına rağmen işçi sınıfının mücadelesi bütün yurtta her geçen gün gelişiyor. Son birkaç ay içinde yalnız İstanbul'da, çok sayıda işgal, grev ve çeşitli direnişler oldu. Hakim sınıflar, işçi sınıfının gelişen mücadelesini durduramıyor. Son birkaç ay içinde toplum polisinin sayısı arttırıldı. İstanbula komando birliği getirildi. İşçiler zindanlara atıldı en vahşi işkencelere uğratıldı. Üniversite kapılarında gencin .kurşunlanırken, fabrika duvarları dozerlerle yıkıldı. Daha çok ücret, daha iyi yaşama şartları için direnen işçiler öldürüldü.

    Bütün bu zulüm ve baskılar, işçileri yıldırmıyor. Onlar mücadelelerine yiğitçe devam ediyorlar. Çünkü, 15-16 Haziran şanlı işçi mücadelesi, bütün yurtta olduğu gibi İstanbul'da da işçi sınıfının mücadelesine ışık tutmaktadır. İşçiler, 15-16 Haziran mücadelesinden aldıkları deneylerle mücadelelerini daha bilinçli ve daha sağlam yürütüyorlar.

    Son aylar içerisinde İstanbul'da Teksif, 8.000 tekstil işçisini greve soktu. Cihan Komandit işçileri, Pertriks ve Grundig fabrikalarında grev yaptılar. Otomobil-İş Sendikası, büyük bir miting düzenledi. İşçiler, 'patronların zulmüne karşı' mücadele edeceklerini bildirdiler. Bereç işçileri, patronun ve sarı sendika Petrol-İş'in baskılarını yenerek, Kimya-İş'e geçti. Lastik-İş'e bağlı Doğan Lastik işçileri greve gitti. Lastik-İş işçileri, sarı sendika Kaucuk-İş'le ve Lastik-İş içine kadar sızan sarı sendikacılarla mücadele etmeye karar verdi. Gerçek bir çelik kale nedir? Bu kitlelerdir. Gerçekten ve samimiyetle devrimi destekleyen milyonlarca ve milyonlarca halktır. (Mao Zedung)

    Ayni dönemlerde özelde İbrahim Kaypakkaya'nın bazı sendikacılar ve işçilerle yakın ilişkileri vardır.

    c) Ibrahim Kaypakkayada bir bilinc sicramasi yaratan 15-16 Haziran Olayları

    İbrahim Kaypakkaya, yeni sendikalar kanunu tasarısına karşı İstanbul, İzmit, Gebze bölgelerinde meydana gelen işçi olaylarının birinci günü olan 15 Haziran 1970 Pazartesi günü, Ankara'dadır. 15 Haziran Pazartesi günü gecesi Ankara'dan hareket ederek sabaha karşı İstanbul'a gelen İbrahim Kaypakkaya, ve diger arkadaslariyla, doğruca TIP Beykoz İlçe Başkanı olan İTÜ öğrencisi Kayhan Şahin-beyoğlu'nun Kandilli'de bulunan evine gider. Evde bir süre dinlenen ve yaşanan gelişmeleri arkadaşlarından öğrenen İbrahim Kaypakkaya, Oral Çalışlar, Gün Zileli ve bir kaç arkadaşı, Türk Solu'nun bürosuna gider ve Yazı İşleri müdürü Bora Sabri Gözen'den olaylar hakkında bilgi aldıktan sonra, hangi bölgelere gideceklerini aralarında kararlaştırırlar. Ve sonuc olarak İbrahim Kaypakkaya, Mehmet Altun, Ali Mercan, Ali Taşyapan ve Arslan Kılıç, 16 Haziranda Topkapı'da başlayan yürüyüş koluna Divanyolu'ndaki Türk Solu bürosundan katılır.

    Millet Caddesi, Aksaray, Laleli yoluyla yürüyerek Çağaloğlu'na gelen işçiler, Valilik binasının önünde tankların barikatıyla karşılaşır. Tankları aşan işçilerin önü, Sirkeci'ye doğru inerken Meserret Kahvehanesinin önünde tanklarla bir daha barikat kurulurak engellenmeye çalışılır. Barikatı bir kere daha aşan işçiler, Sirkeci-Eminönü güzergahını izleyerek Galata Köprüsü'nün önüne gelir. Fakat, Galata Köprüsü açılmıştır. Eminönü tarafında kalan işçilerin amacı Gültepe-Levent tarafından gelen işçiler koluyla birleşmektir. Galata Köprüsü açılmayınca Unkapanı yoluna dönen işçilere, Tekel işçileri katılır. Fatih, Edirnekapı tarafına yürüyen işçiler, o güzergahta dağılır. Artık akşam olmuştur.

    İki gün boyunca İstanbul sokakları demokratik haklarının bir parçası olan, örgütlenme ve toplu sözleşme haklarını koruyan yüzbinlerce emekçinin sesine tanık oldu. Üç koldan yürüyüşe geçen işçiler, İzmit, GebzeÂ?den KadıköyÂ?e, LeventÂ?ten Mecidiyeköy ve TaksimÂ?e, BakırköyÂ?den Topkapı ve EdirnekapıÂ?ya kadar ulaştılar. Ve KadıköyÂ?de açılan ateş sonucu, üç kişi yaşamını kaybetti. 16 HaziranÂ?da sıkıyönetim ilan edildi ve DİSK yöneticileri tutuklanarak haklarında dava açıldı. Bir süre sonra davalar beraatla sonuçlandı. Ve Yasa; Â?Anayasaya aykırı olduğuÂ? gerekçesiyle oy birliği ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi

    Olaylar bittikten sora İbrahim Kaypakkaya,ve arkadaşları, yine İTÜ öğrencisi Kayhan Şahinbeyoğlu'nun Kandilli'de deniz kenarında olan evinde biraya gelir. Bora Gözen, Kaypakkaya ve arkadaşlarına, "Boğaziçi Üniversitesi'nde bizim arkadaşların toplantısı var. Siz de gelin bir durum değerlendirmesi yapalım", der. Fakat, gece sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. "Can Yücel'in sahilde bir sandalı var. Onu alıp gidelim", denir. Ankara'dan gelenlerin bir kısmı gitmez. Boğaziçi Üniversitesindeki toplantıya katılan İbrahim Kaypakkaya, geri dönüp toplantıda yaşananları arkadaşlarına anlatır.

    Diğer sol hareketlerde olduğu gibi PDA çevresinde de tartışmalar, farklılıklar özellikle 15-16 Haziran 1970 olaylarından sonra daha da belirginleşir.
    İbrahim KAYPAKKAYA da 15-16 Haziran'ı şöyle değerlendirir:
    "İşçi sınıfımızın kendiliğinden gelme mücadelesi 15-16 Haziran'da doruğuna ulaştı. İşçiler bütün burjuva ve küçük-burjuva revizyonist kliklerini tepeleyip geçtiler. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi ve arkasından gelen sıkıyönetim, bazı kadroların bilincinde önemli bir sıçrama yarattı. Bu arkadaşlar, işçi hareketinden ve onu izleyen zor mücadele günlerinden önemli dersler çıkardılar.
    İşçi hareketi, birinci olarak, devrimin şiddete dayanacağını, bunun zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Aybar-Aren oportünizmine ve bütün pasifist, parlamentarist görüşlere ağır bir darbe indirdi.
    İkinci olarak, işçi hareketi, burjuva devlet teorilerine ağır bir darbe indirdi. Halkın kurtuluşunu hakim sınıfların ordusundan beklemenin ne derece ahmakça bir hayal olduğunu gözler önüne serdi. Çünkü işçi direnişi tanklarla, süngülerle, sıkıyönetimle bastırılmıştı. Süngülerin gölgesine sığınan patronlar, sıkıyönetim makamlarıyla birlikte yüzlerce işçiyi işten atmışlardı. Yüzlerce devrimci işçi ve aydın, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. Bütün bunlar M. Belli'nin, D. Avcıoğlu'nun ve H. Kıvılcımlı'nın cuntacı hayallerinin ve anti-Marksist-Leninist devlet ve ordu tahlillerinin saçmalığını ortaya çıkardı.
    Üçüncüsü, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi, gerçek kahramanın kitleler olduğunu bir kere daha gösterdi. Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim yapmayı hayal eden bireyci küçük-burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdi.
    Dördüncüsü, 15-16 Haziran direnişinin bastırılması, devrimin ilk başlarda şehirlerde başarıya ulaşamayacağını, şehirlerde zaman zaman ortaya çıkacak işçi ayaklanmalarının kırlık bölgelere çekilmediği taktirde bastırılmaya mahkum olduğunu gösterdi. PDA kliğinin belirsiz bir gelecekte, şehirlerde genel ayaklanma ile iktidarı ele geçirme hayallerine ağır bir darbe indirdi.
    Beşincisi, 15-16 Haziran'dan sonra gelen ve üç ay süren sıkıyönetim, en zor şartlarda dahi mücadeleye devam etmenin ancak gerçekten devrimci bir örgütlenmeyle, kanun dışı bir temel atarak ve çalışmaları bu temel üzerine inşa ederek mümkün olabileceğini gösterdi. Legaliteye bel bağlamanın, revizyonist örgütlenmenin, şiddetlenen sınıf mücadelesi şartlarında halkımıza zarar vermekten başka bir işe yaramayacağını gösterdi.
    Altıncısı, 15-16 Haziran direnişi, ülkemizde devrimin objektif şartlarının ne kadar olgunlaştığının somut bir delili oldu."

    (İbrahim KAYPAKKAYA, Seçme Yazılar, s. 273-275, Ocak Yayınları, İstanbul 1979)


    1960'Jı yılların başlangıcında Che Guevera'nın etkilemediği solcu genç yoktur. Herkes, Che gibi olmaya özenmektedir. Che'nin öldürülmesi bütün gençleri etkilemiş, silahlı mücadele anlayışı romantik bir duygudan çıkmış düşünce haline gelmiştir. Bu nedenle, Çin, Latin Amerika, Hindistan, Vietnam de¬neyimini kendine amaç edinen MDD'ci gençlerin kafasında silahlı mücadele anlayışı baştan itibaren vardır. Mao Zedung'un "Seçme Eserlerinin Türkiye'de yayınlanmasıyla bir kısım PDA'cı gençlerin kafasında silahlı mücadele netleşir. En büyük etken ise Çin'deki Büyük Proleter kültür devriminin sarsıntıları, Hindistan Komünist Partisi'nin halk savaşı pratikleri, Kaypakkaya'yı etkileyen iki ana kaynaktan biri olarak öne çıkmıştır.
     
    kigi12 bunu beğendi.
  12. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Vardık Elazığ´ın kunduracılar çarşısına
    Ali Haydar uğradı bir kasketlinin yanına
    Kimdi o abi diye sordum Hamza dedi bana
    Karşımdaki kasketli meyer İbrahim yoldaş

    İşçi köylü kurtuluş ordusunun kurucusu
    Feodallerin ve emperyalitslerin korkusu
    Ulusların kaderlerini tayin hakkının savunucusu
    Teorisyen liderdi İbrahim yoldaş

    Ali Haydar Yıldız´dı ilk komutanın
    Uyumuştu dışarıda nömeti tutanın
    Sizleri uyarmak adına öne atılanın
    Vuruldu Yıldız düştü kara İbrahim yoldaş

    Kaypakkaya silah sesi ile uyanır uykudan
    Kömü terkederken vurulur boynundan
    Kızıla boyanır yürek fırlayacak koynundan
    Yorgun ve uykusuz İbrahim yoldaş

    Yoldaşların dağılır dağa vadiye
    Ali Haydar Şehit düştü kaldı geriye
    Kurşun yağıyordu gelemez beriye
    Yaralıydı saklandı İbrahim yoldaş

    Kar üstünde aç açık uyudu gezdi
    Ayak, parmak dondu kangırene çevidi
    Uğradığı köyün ögretmeni nden ihbar yedi
    Yakalanmıştı yürekli İbrahim yoldaş

    Kaypakkaya´ya kurulmuş işkence sofrası
    Üşüşmüşlerdi başına zalimler tayfası
    Devrimcilere bıraktı dik duruşun sayfası
    Ser veripte sır vermemidi İbrahim yoldaş


    Hüseyin Göndük
     
    kigi12 bunu beğendi.
  13. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Deniz Gezmis, Yusuf Aslan, Huseyin Inan ve Fasizmin Dar Agacinda Uc Fidan....

    Fasist mahkemelere ve Cellatlara karsi....
    Onurlu ve kararli durusunuzdan dolayi, sizi topraga dusurdukleri 39`ncu yil donumunde,
    Onunuzde saygi ile egiliyor ve sinif dusmanlarina inat, sizleri bir kez daha saygi ile aniyoruz,

    Sizki; fasist mahkemelerde haykirdiniz.
    Sizki; zindanlarda olumu hice saydiniz,
    Dar agaclarinda fasist cellatlarin yuzune tukurdunuz.
    Sizki; "Yasasin, Turkye Halklarin bagimsizligi!.
    Yasasin, Marksizmin ve Leninizmin Yuce İdeolojisi!.
    Yasasin, Turk ve Kurt halklarının bagimsizlik mucadelesi,
    kahrolsun emperyalizm!” sloganlarinizla haykirdiniz.
    Sizki; Turkiye halklarin tam bagimsizlik mucadelesi icin Olumu Kucakladiniz...

    Sizin Dar Agaclarinda Haykirisinizi Buraya Bir Kez Daha Aktariyorum..

    "Yasasin Tam Bagimsiz Turkiye!
    Yasasin Marksizm Leninizmin Yuce Ideolojisi!
    Yasasin Turk ve Kurt halklarinin Bagimsizlik Mucadelesi!
    Kahrolsun Emperyalizm ve Herturden Gericilik!
    Yasasin Isciler, Koyluler!"

     
    kigi12 bunu beğendi.
  14. devran

    devran Yönetici

    emeğine sağlık değerli can Her yer Kerbela Her zaman Kerbela
    Lanet yezide lanet zamane yezitlerine !

    Zenciri kolunda gözleri bağlı
    Kalenin içinde yatar bir yiğit
    Çürümüş vucudu göğsü yaralı
    Kalenin dibinde yatar bir yiğit
    İbom ölüyor, dostlar geliyor
    Zalim gülüyor vah lemıno
    Zindancılar falakaya yıkmışlar
    Ilgıt ılgıt kanlarını dökmüşler
    Direm direm tırnağını çekmişler
    Zindanın içinde ağlar bir yiğit
    İbom ölüyor, düşman gülüyor
    Dostlar geliyor vah lemıno
    Sizi gidi insanlığı yiyenler
    Vicdan yıkıp kara donlar giyenler
    Hani nerde ben yiğidim diyenler
    Kalenin içinde yatar bir yiğit
    İbom ölüyor, dostlar ağlıyor
    Düşman gülüyor vah lemıno
    Mahzuni der çağlar ağlar ozanlar
    Lanet olsun insanlığı bozanlar
    Yıkılıp gidesi kara düzenler
    Kalenin dibinde ağlar bir yiğit
    İbom ölüyor, düşman gülüyor
    Dostlar geliyor vah lemıno
    İbom ölüyor dostlar gülmez ki

    Silah kucagında kanlar içinde
    Vurulmus yatıyor ibrahim yoldş
    Yğitler ölürmü üç bes kursunla
    Doğrulmus kalkıyor ibrahim yoldaş

    Ali Haydar yerde bak yüzü boylu
    Yiğitce can verir yiğidin oğlu
    Başı duman duman munzur'a dogru
    Tırmanmıs gidiyor ibrahim yoldaş

    İşkenceler devam ediyor böyle
    Parça parça kesip diyorlar söyle,
    Sır vermeden ser veriyor seve seve
    Böyle can veriyor ibrahim yoldaş

    Halkımız arıyor seni her yerde
    İşçiler ocakta köyluler dağda
    Dokülen kanların kalmayacak yerde
    Hesap soracağız ibrahim yoldaş
     
    Baskoylu ve kigi12 bunu beğendi.
  15. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    DENİZ GEZMİSIN DAR AGACINDAKI HAYKIRISI,


    Deniz Gezmis:Infaz savcisi Topal Sami'ye seslendi
    Deniz: -Ellerimi çözün,dedi.Babama mektup yazmak istiyorum…
    Subay ve sivil görevliler bakistilar.
    Infaz savcisi Sami Ugur, -Sen söyle Deniz,dedi.Yazarlar…

    Ellerini çözmediler.Ellerini çözerlerse onlarca muhafizi,subay kalabaligini yarip kaçabileceginden mi korktular bilinmez…Bir daktilo getirildi. Deniz daragacina bakarak,düsünüp,sözcüklerini tektek seçerek mektubu yazdirmaya basladi

    Baba, Mektup elinize geçmis oldugu zaman,aranizdan ayrilmis bulunuyorum.

    Ben ne kadar üzülmeyin desem,yine de üzüleceginizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karsilamani istiyorum.

    Insanlar dogar,büyür, yasar ve ölürler…Önemli olan çok yasamak degil,yasadigi süre içinde ,fazla seyler yapabilmektir.
    Bu nedenle ben,erken gitmeyi normal karsiliyorum.Ve kaldi ki,benden önce giden arkadaslarim,hiçbir zaman ölüm karsisinda tereddüt etmemislerdir.Benim de etmeyecegimden süphen olmasin.
    Oglun,ölüm karsisinda aciz ve çaresiz kalmis degildir.Bu yola bilerek girdi.Sonunun da bu olacagini biliyordu.Seninle düsüncelerimiz ayri ama,beni anlayacagini tahmin ediyorum.
    Sadece senin degil,(…)anlayacagina inaniyorum.
    Cenaze için avukatlara gerekli talimati verdim.Ayrica savciya da bildirecegim.Ankara'da 1969'da ölen arkadasim Taylan Özgür'ün yanina gömülmek istiyorum.Onun için cenazemi Istanbul'a götürmeye kalkma.
    Annemi teselli etmek sana düsüyor.Kitaplarimi küçük kardesime birakiyorum.Kendisine özellikle tembih et.Onun bilim adami olmasini istiyorum.Bilimle ugrassin ve unutmasin ki,bilimle ugrasmak da bir yerde insanliga hizmettir.
    Son anda yaptiklarimdan en ufak pismanlik duymadigimi belirtir seni,annemi ve kardesimi devrimciligimin olanca atesiyle kucaklarim… Oglun Deniz Gezmis

    Masanin basinda bekleyen cellat tirmandi.Ilmigi kavradi.Iki eliyle çekti.Genisletti.Deniz'in incecik boynuna geçirdi… 6 Mayis 1972'yi gösteriyordu takvimler.Saat 01.25… Iste o anda Denzi'in gür sesiyle çinladi ortalik.

    Deniz,düzene bas kaldiran üniversite gençliginin simgesiydi.Karizmatik,ögrenci gençliginin lideri olarak,simdiye dek nice forumda,toplanti ve miting de konusmustu…
    Nice kez,gür sesiyle ögrenim gençligini çoskuya kaptirarak sel gibi sürüklemisti.Ses ayni sesti.Ayni çosku…Miting alaniydi sanki.
    (Bu sözlerden sonra ali elverdi
    daha fazla dayanamadi ve cellata ipi çek emri verdi).........


    YASASIN TAM BAGIMSIZ TÜRKIYE,YASASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARI,YASASIN ISÇILER,KÖYLÜLER.YASASIN MARKSIZM VE LENINIZMIN YÜCE IDEOLOJISI. KAHROLSUN EMPERYALIZM.

     
  16. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    DENIZ GEZMIS`IN EN COK SEVDIGI SIIR,

    Dikine mustatil bir apartmanin
    en üst katinda
    dört köse bir oda.
    Perdesiz pencereler.
    Pencerelerin disinda yildizli geceler.
    Genc adam
    alnini dayamis cama:
    iyi bak yildizlara
    onlari belki bir daha göremezsin.
    Belki bir daha
    yildizlarin isiginda
    kollarini ufuklar gibi acip geremezsin..
    Senin kafanin ici
    yildizli karanliklar kadar
    güzel korkunc kudretli ve iyidir.
    Yildizlar ve senin kafan
    kainatin en mükemmel seyidir.

    Sen ki ya bir köse basinda
    kan sizarak basindan
    gebereceksin
    ya da bir daragacinda can vereceksin.
    Iyi bak yildizlara
    onlari göremezsin belki bir daha...

    Belki beni anladin
    belki anlamdin.
    Kesiyorum sözümü..
    Iste kapi acildi
    geldi beklenen kadin..
    BEKLETTIM MI ü
    _COK..
    Ama zarari yok..
    Kadin
    yakaladi genc adami elinden.
    Genc adam
    yakaladi kadini belinden.

    Bir yumrukta kirdi cami
    Oturdular pencerenin icine.
    Sarkti ayaklari gecenin icine......
    Isikli bir deniz dibi gibi
    Baslarinda, sagda, solda gece yaniyor,
    Ayaklari karanlik bosluklara sallaniyor,
    Sallaniyor ayaklari, sallaniyor ayaklari,
    .........DUDAKLARI.......

    Sevmek mükemmel is delikanlim.
    Sev bakalim...
    Mademki kafanda isikli bir gece var.
    benden izin sana
    sev sevebildigin kadar...........
     
  17. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Deniz Gezmis, Idam sehpasinda
    Yaşasın tam bağımsız Turkiye Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun Emperyalizm!
    Ben Amerikan emperyalizmine, Sovyet revizyonizmine, Romen soytarılığına, Bulgar dalkavukluğuna karşı bir Türk devrimcisiyim.

    İddianameye karşı diyeceklerim mevcuttur, iddianame kelle istemek için hazırlanmıştır. Yapılan tahliller yanlıştır, hatalıdır, değerlendirmeler keza isabetsizdir. Yalnız biz varlığımızı hiçbir karşılık beklemeden esasen Türk halkına armağan etmiş bulunuyoruz ve Türk halkı ve devletin bağımsızlığına armağan etmiş bulunmaktayız.. Bu sebeple ölümden çekinmiyoruz.
    Biz hiçbir zaman bütün çabamıza rağmen Türkiye'nin bağımsızlığını temin edemedik. Bugüne kadar da bu özlem içinde kaldık.

    Öteden beri arz etmiş olduğum gibi, bu ülkede Anayasa´yı en fazla savunanlar bizleriz. Anayasa´yı ihlal edenlerse ortadadır. Anayasa´nın uygulanmasını isteyen gene bizleriz. Anayasa´yı uygulamayan yavuz kimselerse hâlâ ortadadır. Ve yine o kişiler bizim kellemizi istemektedirler.İddia makamı bizim vermekte olduğumuz bağımsızlık savaşına karşıdır,Türkiye Cumhuriyeti anayasasının hukukuna karşı,reformlara karşıdır.

    İddianamede geçen ve bana atfedilen bir cümleyi kabul etmiyorum. Ben silahımı halka ve orduya karşı kullanmadım, ancak vatan hainlerine karşı kullanmak maksadıyla taşıdım ve 'halka ve orduya karşı kullanırım' şeklinde beyanda bulunmadım.

    Onlar 36 milyonluk ülkenin bütün yükünü 20 gencin üzerine yıkmaya alışmışlardır. Bizi bağımsız bir ülkenin çocukları olmaktan mahrum eden hepiniz dahil, sizlersiniz.Ve sonunda idam isteğiyle buraya getirildik.

    35 milyon metrekare vatan toprakları işgal altındayken,bizim milli bütünlüğü bozmakla suçlanmamız gülünçtür.Mustafa Kemal sağ olsaydı çok şaşırırdı.Hareketimiz tamamen anayasal bir harekettir.Anayasamızın başlangıç ilkesinde belirtilen ulusun zulme karşı direnme hakkını kullandık.Bu sebeble anayasal bir davranışta bulunduk.

    (Son mahkeme savunmasında)Yaptıklarımızın haklı olduğuna inanıyorum. Halen de bu inancı taşıyorum. Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum.

    Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savastik,
    (İddianamede)Fikir özgürlüğünü ve anayasayı paravan yapanlar,önceleri Atatürkçü geçinirken,onun fikir ve şahsiyetinide küçük görmeye başladılar.Sadece Mustafa Kemal tarafını beyan ediyorlardı. şeklinde bir cümle mevcuttur.Bunu kesin olarak reddediyorum.Asla Kabul etmiyorum.Diğer yurtseverlerde bunu kabul etmezler.Bu kasten tahrif edilmek isteniyor.Gerçekler örtülmek isteniyor.Bu cümle art niyetle hazırlanmıştır.Bu memlekette Mustafa Kemal'e gerçekten sahip çıkanlar varsa,onlarda bizleriz.

    Biz stratejik olarak düşüncemizi hiçbir zaman saklamayız.Hangi şartlar altında olursak olalım,bunu açıkça söyleriz.Düşüncelerimizi mezara kadar götürürüz.Nasıl burada namluların ve dipçiklerin gölgesi altında konuşuyorsak,düşüncemizi herzaman açıkça ifade ederiz.Tarih evvelce bunu yapanları nasıl temize çıkarmışsa bizide temize çıkartacaktır,bunada inanıyoruz.
    Profesyonel devrimci bügünün Türkiye'sinde kendini hayatı boyunca Türkiye'nin bağımsızlığına adayan kimsedir.
    Türkiye'nin bağımsızlığından başka birşey istemedik ve hayatımızı bu yola koyduk.Varlığımızı Türkiye adına armağan ettik.Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir.

    Sen bir kulsun, kul olarak kalacaksın.(Kayseri valisine)
    Burada ölen yalnızca bedenimdir ki zaten ölümlüydü,ölecekti.Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz,ölmeyecek,yaşayacak...(İdam sehpasında söylemeyi hayal ettiği söz)
    Her ölen,bir kişilik ölümünü ölmüş.(Vietnam'da ölenler için)
    Biz edebiyattan geldik reis!(Erdal Öz'e)
    Yarının gerçek edebiyatı,bugünün mapushanelerinden çıkacak,göreceksin.Yazarlarımız konu sıkıntısı çekiyorlardı.İşte bir sürü konu onlara...(Hapisteyken)

    Deniz Gezmis`in Kemalizmi kavramamasi, Kemalilst cizgiden gidisi Egemenlerin onu Legallestirmanin en buyuk sebeplerindendir,
    Onun enternasionalist yonunu unutmaktadirlar,
     
  18. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    68 Kusagini anmak, Karanliklari aydinlatan mesaledir,
    68 Kusagini anmak, Ozgurlugun somboludur,
    68 Kusagini anmak, ZINDANLARDA, ISKENCELERDE, DARAGACLARINDA, YARGISIZ INFAZLARDA VE YASAMIN HER ALANINDA ISYANIN VE HAYKIRISIN SEMBOLUDUR,

    SPARTAKUS, NESMI, HALLAC-I MANSUR, PIRSULTAN, DEMIRCI KAWA, SEYIT RIZA, SEYH BEDRETTIN, ler nasil tarihte zalime zulume karsi gelip bedel verdilerse, 68 Kusagida Turkiye halklarnin bagimsizlik ve ozgurluk mucadelesinde bedel verip tarihte bir cigir actilar, onlar hep yureklerde yasiyan birer mesale oldular,
    Egemenlerin ve Fasizminde korkulu ruyasi oldular.

    Dün geceki düşümü ben,
    Anlatmayı değer gördüm.
    Zalimler, mazlum önünde
    Başlarını eğer gördüm.
    Sabaha karşı bir andı
    Dağdan düze ışık yandı.
    Anadolu ayaklandı.
    Düşman kovar gördüm.

    Vurulmuşum,
    Dağların kuytuluk bir boğazında
    Vakitlerden bir sabahin safaginda
    Yatarım
    Kanlı, upuzun...
    Vurulmuşum, günüm gecelerden kara
    Bir hayra yoranım çıkmaz
    Canım alırlar ecelsiz
    Sığdıramam kitaplara
    Şifre buyurmuş bir paşa
    Vurulmuşum hiç sorgusuz yargısız...


    Yıl 1973. Aylardan Mayıstı. Mayıs'ın 18'i...
    Bir avuç yiğit bilirim
    Özgürlük kavgasında yok eşi
    Güneşi sürüklerler savaş alanına
    Şafağın yüreğinden güneşi...

    demiri de kömürü de sökeriz aman
    pirinci de buğdayı da ekeriz aman
    faşizme içimizden kan damlayan kılıcız
    bir gün gelir kinimizi dökeriz aman

    Ibrahim Kaypakkaya, Ali Haydar Yildiz, Deniz Gezmis, Huseyin Inan, Yusuf Aslan, Mahir Cayan ve Arkadaslari,
    Sinan Cemgil ve arkadaslari yani 68 Kusagin butun yigit devrimcileri, Isimlerini birer birer altin harflerle Turkiye Halkinin yuregine silinmemeksizin yazdi,
    Egemenlere gore onlar oldu gozu ile bakiliyorsada, bu onlarin en buyuk yanilgisidir.
    ONLAR YASIYOR
     
  19. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    En uzun koşuysa elbet
    Türkiye´de de devrim
    O, onun en güzel yüz metresini koştu
    En sekmez lüverin namlusundan
    Fırla*****...
    En hızlısıydı hepimizin,
    En önce göğüsledi ipi...
    Acıyorsam sana anam avradım olsun
    Ama aşk olsun sana çocuk
    Aşk olsun
    Can Yücel

    6 Mayıs 1972´de üç yiğit devrimci, Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan, faşist rejim tarafından katledildiler. Burjuvazi son nefeslerinde bile davalarına olan inançlarını haykıran bu başeğmez devrimcilerin bedenlerini yokedebildi, ama onların darağaçlarından yükselttiği şiarların binlerce devrimcinin bilinçlerine kazınmasını engelleyemedi.
    Bu üç kararlı devrimci, devrim mücadelesinin büyük ölçüde bir irade, inanç ve direnç sorunu olduğunu, bunun için yaşamın her saniyesinin bu dava uğruna sarfedilmesi gerektiğini pratikleriyle ortaya koydular.
    Onlar ‘60´lı yılların kitle hareketi içinde gençlik hareketinin militanları olarak yetiştiler. Düzenin icazet alanında mücadelenin reddi olarak ortaya çıktılar, devrim yolunu seçtiler. Burjuva reformizminden kopuşun, düzene karşı militan ve ödünsüz bir başkaldırının temsilcisi oldular. Bu özellikleriyle, kendi kuşağının devrimcileriyle birlikte bir döneme damgalarını vurdular. Geleceğe silinmez bir mesaj bıraktılar.
    Bugün beyinlerini ve ruhlarını burjuvaziye satarak geçinen kimi “68´liler”in bu yiğit devrimcilerin adlarına sahip çıkıp onlar adına vakıflar kurmaları bir samimiyetsizlik, dahası riyakarlık örneğidir. Bu, kokuşmuş düzenin geçmişin devrimci birikimini ve mücadele içinde yaratılmış değerlerini iğdiş etme çabasının bir parçasıdır. Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının hayatlarını ortaya ko***** gelecek kuşaklara miras bıraktıkları dava uğruna örnek davranışlarını siyasal içeriğinden soyutlayıp duygusal bir anıya dönüştürmekte, böylece ‘71´in devrimci direniş geleneğini ehlileştirme operasyonuna soldan destek vermektedirler.
    Ama tüm bu çabalar boşunadır. Onlar dün olduğu gibi bugün de ölümüne direnişin, davaya adanmışlığın simgesi olarak anılmakta, bu özellikleriyle yeni kuşak devrimcilere yol göstermektedirler.
    İnsanlık tarihi hep onlar gibi, davaları uğruna ölümü tereddütsüzce göğüsleyenler tarafından yazılmış, devrim ve sosyalizm davası sınırsız bir fedakarlıkla direniş bayrağını yere düşürmeyenlerin omuzlarında büyütülmüştür. Onlar kendilerinden sonraki kuşaklara umutsuzluğu, teslimiyeti ve ihaneti değil, emekçilerin davası uğruna ölümüne direnmeyi miras bırakmışlardır.
    Onlar Türkiye devrimi mücadelesinde bir kilometre taşıdırlar. Devrime ve sosyalizme aittirler; bıraktıkları direniş mirasıyla bugünkü mücadeleyi beslemekte, bu mücadele içinde yaşamaktadırlar. Onların izlediği mücadele çizgisinin ideolojik-politik açıdan kusurlu olan yönleri bu ülkede çoktan bilince çıkarıldı ve aşıldı. Onlardan bugüne kalıcı olarak yaşayan ve geleceğe aktarılacak olan, devrim davasına ölümüne bağlılıktır. Her yeni devrimci kuşak onları bu yanıyla tanıdı, bu yanıyla örnek aldı.
    Devrimci yiğitlikleri, kararlılıkları ve adanmışlıklarıyla yeni kuşaklara örnek olan bu başeğmez devrimciler parti, devrim ve sosyalizm mücadelemizde yaşıyorlar, hep yaşayacaklar!..
    Kızılbayrak
     
  20. Baskoylu

    Baskoylu Daimi Üye

    Şarkışla'ya düşürmesin oy oy!
    Halkın sevdiği kulunu
    Gemerek'te çevirmişler
    Deniz Gezmiş'in yolunu.

    Gece Elmalı'da kalmış oy oy!
    Hamamcı Ali'yi sormuş
    Uzatmalı itin biri
    Yusuf'u gafletle vurmuş.

    Vay paşaların ordusu vay vay!
    Dünya şaştı böyle işe
    Ordu madalya göndermiş
    Yusuf'u vuran çavuşa.

    Olaydım olaydım oy oy!
    Okur yazar olaydım
    Deniz mahkemeye düşmüş
    Avukatı ben olaydım....
     

Sayfayı Paylaş