ALEVİLERİN ÜNLÜ KINALI KEKLİK YAZARLARINI DEŞİFRE EDİYORUZ

Konu, 'Anketler' kısmında alevi_gokhan tarafından paylaşıldı.

  1. alevi_gokhan

    alevi_gokhan Daimi Üye

    ALEVİLERİN ÜNLÜ KINALI KEKLİK YAZARLARINI DEŞİFRE EDİYORUZ...
    Fethullah Gülen cemaatinin öncüsü olduğu Abant Platformu´nun pek üzerine vazife olmadığı halde düzenlediği "Tarihi, Kültürel, Folklorik ve Aktüel Boyutlarıyla Alevilik" konulu sempozyum beni derin düşüncelere sevk etti. Bu tür devlet ve Sünni kurumlarca düzenlenen toplantıların Alevi konuklarının hep benzer isimler olması da burnuma kötü kokular getiriyor.


    Hiç kuşkunuz olmasın, şu sıralar Alevilik ve Aleviler üzerine yeni oyunlar oynanıyor. Ama ben bugünkü oyun ve kumpasları sonraya bırakıp önce 1990´lı yıllara geri döneceğim.


    Düşünün bir kere, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı şok yeni yeni atlatılıyor. Bu arada 1980´li yılların sonlarına doğru Alevilerde cılız da olsa bir uyanma var. Cılız da olsa diyoruz, çünkü hem ihtilal öncesi hem de sonrası Alevilere çok büyük darbeler vurulmuştu. 1960 sonrası Birlik Partisi süreciyle başlayan Alevi uyanışı, şehirlere göçen ve oradan da bir bölümü yurtdışına geçen Alevilerin, buradan elde ettikleri birikimle bazı Anadolu kentlerinde ekonomik olarak kısmen avantajlı hale gelmeleriyle birleşince, bu gelişme egemen sınıflar ve yerel eşraf üzerinde konumlarının sarsılacağı yönünde büyük bir tedirginlik yaratmıştı. Hemen Çorum, Maraş, Malatya ve Sivas´ta sahneye konulan katliamlarla bu tehlike bir süre de olsa geri püskürtüldü. 12 Eylül de özellikle çoğunluğu politikleşmiş Alevi gençlerinin üzerinden bir silindir gibi geçmişti. O nedenle Alevi uyanışı çok yavaş ilerliyordu. Yoksa büyük bir mirasın sahibi olan bu toplum ebedi olarak uyuyacak değildi ya!


    Öbür yandan Türkiye´de yavaş yavaş 12 Eylül´ün solun önünü kesmek için dizginlerini serbest bıraktığı İslami hareketler de çığ gibi bir büyüme eğilimine girmişlerdi. Ama tam bu sırada Sovyetler Birliği´nin dağılmasıyla Soğuk Savaş dönemi bitmiş ve komünizm de tehlike olmaktan çıkmıştı. Bu nedenle olsa gerek, devlet veya devletin içindeki derin güçler, İslamcı gelişmelerden ürkmeye başladılar.


    Oysa Türkiye´de dindar ve milliyetçi nesiller yetiştirmek adına Diyanet´i, imam-hatip okullarını onlar güçlendirmiş, din derslerini onlar darbe sonrası zorunlu hale getirmişlerdi. Bu uygulamalardan yasal süreçle dönmenin artık askeri yönetim iş başında olmadığından mümkün olmaması yetmiyormuş gibi, üstelik tehlike ve tehdit ortadan kalktığından, SSCB çevresindeki Müslüman ülkelerde Yeşil Kuşak Projelerini uydu yönetimlere dikte ettirmiş olan ABD de, bu politikaları rafa kaldırmaya başlamıştı. Dünyanın rakipsiz kalmış emperyalist gücü ABD´ye yeni bir düşman lazımdı. Bu yeni düşmanı belirleme de pek uzun sürmedi. Prof. Samuel Hantington gibi bilim adamları hemen „Medeniyetler Çatışması mı?“ gibi tezler geliştirerek, yeni düşmanın adını İslam olarak koymakta gecikmediler.


    Gözünü zaten ABD´den ayırmayan ülkemizin gizli veya açık yönetici elitini bu durum temelli tedirgin etti. Tabii bir de PKK eylemleri ve Kürt uyanışı baş ağrıtmaya devam ediyordu. Bir şeyler yapmalıydılar gelişen şeriatçı akıma ve Kürt hareketine karşı. Türkiye´deki güçler dengesini kendi iktidarlarını rahat sürdürecek şekilde ayarlamaları gerekiyordu. Tam bu arayış anında akıllarına bir taşla iki kuş vurabilecekleri bir fikir geldi. Bu fikir 1980 sonlarında biraz da yenilen ağır darbelerin etkisiyle henüz kendi doğal gelişme seyrinde olan Alevi uyanışını hızlandırıp, adı geçen iki gücün karşısına Alevileri konumlandırmaktı. Hemen stratejiler uygulanmaya başlandı. Birden Alevilerin laikliğin garantörü, Atatürk devrimleri ve cumhuriyetin bekçileri olduğu tezini işleyen peş peşe kitaplar ve dergiler çıkmaya başladı. Gazeteler sık sık Alevilik dosyaları yayınladı. Kürt kökenli Alevilerin PKK ve benzeri Kürt örgütlerine destek vermesini önlemek için de, Hacı Bektaş Veli´yi Anadolu´yu Türkleştiren ve İslamlaştıranlar kervanına dâhil eden, Türkçenin bugünlere gelmesinde Alevilerin çok büyük katkısına vurgu yapan milliyetçi konuları işleyen yayınlarda da eşi görülmemiş bir patlama yaşandı.


    Yine bu çerçevede Kürt Alevilerin aslında Kürt olmadıkları, Kürtlerin içinde yaşarken zamanla Türkçeyi unutan Türkmenler oldukları iddiaları bilimsel bir kisveyle ortaya atılarak, Alevilerin tümünde bir kafa karışıklığı yaratıldı. Bu tez de hem Kürt Aleviler hem de Türkmen Aleviler arasında çok işlevsel bir rol oynadı. Kürt Aleviler bu kafa karışıklığı yanında kolektif hafızalarında zaten var olan Sünni-Şafi Kürtlere yönelik olumsuz bakışın da etkisiyle, kurucularının çoğunluğu ve lideri Şafi olan PKK´ya büyük oranda mesafe aldılar ve destek vermediler. Bu onlara hem Sünni hem de Alevi Türkler arasında sempati kazandırırken, Türk Alevilerin de „Doğu´da dillerini unutmuş kardeşlerimiz varmışâ€œ diye düşünmesi sağlanarak, Aleviler bir blok halinde tutulmaya çalışıldı.


    Planlar iyi işliyordu ama yeterli değildi. Çünkü Refah Partisi hızla büyüyordu. Bu senaryonun sahipleri 1995 yılında yapılacak yerel ve bundan bir yıl sonraki genel seçimlerde Erbakan´ın partisinin büyük başarı kazanacağını sezmeye başlamışlardı. Ama bu gelişmeye karşı tahkim etmeye çalıştıkları cephe çok zayıftı. Öyle ki 1993 yılına gelindiğinde bile Alevilerin hala en azından yarısı kimliğinin farkında olmadığı gibi, birçokları da Aleviliğini unutma yoluna girmişti. Bir şok gerekiyordu yeterince kendine gelememiş Alevileri uyandırmak ve tek yumruk haline getirmek için. Bu fırsat 2 Temmuz 1993´te Sivas´ta ortaya çıktı. Sivas muhafazakâr ve Alevi-Sünni kutuplaşmasının eskiden beri çok keskin olduğu bir kent olması nedeniyle bu senaryo için biçilmiş bir kaftandı.


    Söz konusu güçler 2 Temmuz´da bu senaryolardan habersiz bir şekilde Pir Sultan Abdal´ı anma etkinliklerine katılmak için gelenlerin toplandığı Madımak Oteli´ni bir dizi provokasyonla yaktırarak emellerine ulaştılar. Beklendiği gibi, otelde bulunan çoğunluğu Alevi 35 kişinin yanarak ölmesi ve onlarca kişinin de yaralanması tüm Türkiye´de ve dünyanın başka ülkelerinde yaşayan Aleviler arasında büyük bir infial uyandırdı. Bu olayın ardından büyük protesto gösterileri yapılırken, bu katliam Aleviler için çok önemli bir milat oldu. Bu tarihten sonra Türkiye ve Avrupa´da Alevi örgütlenmelerinin sayısı çok kısa zamanda çığ gibi arttı. İstenen olmuş, erken doğum gerçekleşmişti. Bu ani şokla ayağa kalkan Aleviler hızla birleşerek örgütlü bir güç haline dönüşme yoluna girmişti. Zaten orada toplanan kalabalığın Madımak Oteli´ni “Cumhuriyet Sivas´ta kuruldu, Sivas´ta yıkılacak!” sloganları eşliğinde yakması, Alevilerdeki kronik şeriat korkusunun kolaylıkla uyanmasına yetmişti.


    Yanlış anlaşılmasın, Sivas katliamı olmasaydı da bir Alevi uyanışı yaşanacaktı. Ama bu uyanış daha yavaş, kendi doğal seyrinde ve belki de bugünkünden daha sağlıklı gelişecekti. Bir de Aleviler adına sahneye konan bu senaryolarda, Alevilerin uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, Sivas´ta 2 Temmuz 1993´teki etkinlikleri düzenleyenlerin de bir etkisi ve rolü olamazdı. Aziz Nesin ölümden son anda kurtulacağı, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Asım Bezirci, Metin Altıok ve isimlerini burada sayamayacağımız yakılan diğer ünlü aydın, sanatçı ve yazar böyle bir filmde oynamayı niye kabul etsindi?


    Evet, tarih ironi doludur. Bazı felaket, katliam ve savaşlar mağdurlarını Madımak´ta olduğu gibi güçlendirir ve bir araya getirir. Sivas olayları da ironik bir şekilde bugünkü güçlü Alevi örgütlenmesini yaratmıştır. Fakat gelinen noktada Alevilerin bu görece güçlü ve birlik konumu da söz konusu senaryoları yazan ve uygulayan aynı veya benzer bazı egemen çevrelerde büyük bir rahatsızlık oluşturmaktadır.


    İşte bu nedenle sivil toplum örgütü kılıklı Fethullahçılar´dan, devletten (derini ve açığı), hükümetten tutun da, Diyanet´ine ve bazı siyasi partiler ve üniversitelere kadar çok sayıda aktör Aleviler ve Aleviliğin içine el atmaktadır.


    Lakin bunları biliyor ve her gün yeni bir oldubittiyle karşı karşıya kalıyoruz da, bu Aleviler dışındaki aktörlere veya Alevilere kendi kafalarına göre don biçmeye kalkışanlara servis veren bizzat Aleviler içindeki piyon, işbirlikçi, gönüllü veya maaşlı ajanları tam tespit edebilmiş değiliz.


    Aslında son 15–20 yılda yaşananları iyi analiz ettiğimizde bunları tespit etmemiz pek zor değil. Geriye dönüp baktığımda benim en çok dikkatimi çeken, 1985 ile 2004 yılları arasında Alevilikle ilgili kitap yayınlayan yazarların ve Alevi önderi olarak görünen kişilerin bugün durdukları yerin çok farklı olmasıdır. Bu dönemde yazıp çizen, kamuoyuna Aleviliği anlatanların ve Alevi kanaat önderi olarak öne çıkanların neredeyse tamamı bugün Türkiye´de Alevi-Bektaşi Federasyonu (ABF), Avrupa´da da Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu´nun (AABK) karşısındadır. Ayrıca istisnasız hepsi sağa, devletçiliğe ve milliyetçi-ulusalcı bir pozisyona savrulmuştur.


    Cem Vakfı ve Prof. Dr. İzzettin Doğan´ı zaten bu karşıtlığın dışında tutuyorum. Onlar bazı kısa dönemli yakınlaşmalar hariç hep ABF ve AABK´dan uzak durmaları bir yana, tercihlerini daha baştan sistemin istediği türden bir Alevilikten (Alevi İslam) yana koydukları için oyunu açık oynuyorlar.


    Benim sözüm adı geçen dönemde kitapları büyük satış rakamlarına ulaşan ve Alevilik araştırmacısı, teorisyeni olarak öne çıkan Rıza Zelyut, Cemal Şener, İsmail Onarlı, Reha Çamuroğlu gibi önemli isimlere ve yaşasaydı bir de rahmetli Baki Öz´e ilişkin olacaktı. Bunlara Yrd. Doç. Dr. Ali Yaman ve babası emekli Din Kültürü ve Ahlak Dersi öğretmeni Mehmet Yaman´ı da katmak isterdim ama onların konumları üzerine halen bazı tereddütlerim bulunduğundan şimdilik bu şaibelilikleri kesinleşmiş isimlerin arasına katmak istemiyorum.


    Öncelikle Cemal Şener´i ele alalım. 1990´lı yıllarda yayınlanan “Alevilik Olayı” kitabıyla milyonlara hitap etti. Sonra “Alevilerin Etnik Kimliği, Aleviler Kürt mü? Türk mü?” kitabını yazarak adeta Kürt´ten Alevi olamayacağını yazdı. Görüşleri büyük tartışmalar yaratan Şener, bugün devletçi-ulusalcı kimliğiyle Karaca Ahmet Sultan Derneği bünyesinde yayın faaliyetlerinde bulunuyor ve Alevilerin ana gövdesini temsil eden ABF ve AABK karşıtı açıklamalarıyla adı gündeme geliyor. Şener´in MHP´yi öven yazıları ve milliyetçilerle Alevileri barıştırma rolüne soyunduğu hatırlanırsa, gelecek seçimlerde bu partiden milletvekili adayı olması sürpriz olmasa gerek.


    “Öz Kaynaklarına Göre Alevilik” kitabıyla zamanında fırtınalar estiren Rıza Zelyut ise bugün ağzını her açtığında Güneş Gazetesi´ndeki köşesinde olayları çarpıtarak, AABK ve Genel Başkanı Turgut Öker´e mesnetsiz iddialarla saldırıyor. AABK´nın Alevileri Türkiye´de azınlık kabul ettirmek için çalıştığını öne sürüyor, “Alevilik İslam dışındadır” diyenlere hain damgasını vuruyor. Kendisi halen belli çevreler tarafından Alevi aydını sayılıyor ve Aleviler söz konusu olduğunda görüşlerine başvurulanların başında geliyor.


    Soldan sağa, anarşizmden Aleviliğe dönüp durmaktan yolunu şaşıran Reha Çamuroğlu´ysa tam bir âlem! “Değişen Koşullarda Alevilik”, “Tarih Heterodoksi ve Babailer”, “Son Yeniçeri” ve Şah Hatayi´yi anlattığı tarihi romanı “İsmail” gibi önemli kitapların yazarı olan Çamuroğlu ne yazık ki, bugün geçmişte yazdığı bu kitapların ruhuna aykırı bir rotada yol alıyor. En son Fethullahçılar´ın 13. Abant Platformu'nda sahne alarak yine her zamanki gibi AABK´yı diline dolamış. Türkiye'de Alevi sorunlarının çözülmesini istemeyen ve sürekli gerginlikten beslenen bir Alevi diasporasının oluştuğunu söyleyen çiçeği burnunda Fethullahçı Çamuroğlu, buna adres olarak AABK´yı göstererek şöyle buyurmuş: "Her geçen gün Anadolu Alevileri ile kendi aralarına mesafe koyuyorlar. Çünkü bunlar çatışmadan besleniyorlar. Diaspora Alevilerine Türkiye´nin huzurunu bozdurtmayız!"


    Zaman Gazetesi´nde ara sıra çıkan yazılarıyla da Alevi örgütlerine AB fonlarından para aldıkları ve Alevileri AB´nin baskısıyla azınlık ilan ettirme peşinde koştukları gibisinden asılsız suçlamalar yönelten Çamuroğlu´nun önümüzdeki seçimlerde MHP veya AKP´den milletvekili adayı olması bekleniyor. Çamuroğlu 2002 seçimlerinde DYP´den aday olmuş ama seçilememişti.


    Astsubay emeklisi İsmail Onarlı ise “Alevilikte Cem ve Musahiplik Nedir?”, “Alevilikte Nevruz Nedir?” gibi didaktik kitapları yanında Karaca Ahmet Sultan Derneği internet sitesinde yazdığı milliyetçi makaleleriyle tanınıyor. O da Aleviliği sadece Türklere has bir inanç ve İslam dairesinde görürken, bunun dışında düşünen herkesi ihanetle suçlayan yazılara imza atıyor. Onarlı´nın şimdilik politikaya atılma niyetinin olup olmadığını bilmiyoruz ama böyle bir durumda ilk gideceği adres ya CHP ya MHP olacaktır.


    Alevilerin tarihiyle ilgili çok sayıda esere imza atan, ancak kitaplarında işlediği Türk milliyetçisi, Atatürk ve cumhuriyetin Aleviler üzerindeki rolünü aşırı abartan görüşleri nedeniyle, bugün Alevilikle ilgili çok sayıda yanlış tarihi değerlendirme ve kafa karışıklığının ortaya çıkmasına zemin hazırlayanlardan birisi olan, 2002 yılında vefat eden Baki Öz´e ilişkin anısına saygımdan dolayı fazla bir şey söylemek istemiyorum.


    Kuşkusuz başkaları da bu listeye eklenebilir ama özellikle yukarda adını anmak zorunda kaldığımız araştırmacı yazarların son 15–20 yılda gelişen Alevilikle ilgili faaliyetlerde doğal saiklerle ortaya çıktıklarını düşünmüyorum. En azından başlangıçta böyle olsa bile belli bir aşamadan sonra kendi istedikleri türden bir Alevi hareketi ve Alevilik anlayışı oluşturmak isteyen egemen çevrelerin hizmetine girdiklerini ifade etmekte bir sakınca görmüyorum. Çünkü dikkat edin bu isimlerden biri de hiç risk üstlenmiyor. Kritik durumlarda onları ortalıkta göremezsiniz. Aralarından Sivas katliamını anma törenlerine hiç katılan olmadığı gibi, yıldönümlerinde de bir kınama yazısı bile yazmazlar. Hâlbuki bu katliamın kurbanlarını anmak aslında Alevilik davasında kimin samimi kimin belli güçlerin hizmetinde olduğunun tespitinde bir turnusol kâğıdı gibidir. Sivas katliamına karşı takınılacak tavırdaki tutarlılık ve unutulmamasında ısrar bilhassa Alevi önde gelenleri için adeta bir namus davası ve sınavdır.


    Yine çok enteresandır, bu isimlerden hiçbiri 1993´te Aleviler arasında en çok tanınan ve onlara görüşleriyle önemli ölçüde yön veren kişiler olduğu halde, Sivas´taki etkinliklere de katılmamıştır. Yoksa kulaklarına, “Orada çok vahim olaylar meydana gelecek. Aman katılmayın. Ne olur ne olmaz siz de arada ölebilirsiniz. Daha bize çok lazımsınız!” diye fısıldanmış mıdır? Hiçte akla uzak bir ihtimal değil! Zira ben ne Cemal Şener, ne Rıza Zelyut, ne de Reha Çamuroğlu´nun Sivas´a katliamdan sonra bir kez olsun bile gittiklerini duymadığım gibi, bu konuyla ilgili sorular sordukları ve sorumluların ortaya çıkarılmasını istedikleri bir yazılarına da rastlamadım. Onları Sivas Davası duruşmaları sırasında da ortalıkta hiç görmedim. Gören varsa bildirsin, hepsinden özür dilemeye hazırım.


    Sonuç olarak burada gündeme getirdiğim iddialar belki benim evhamlarım hatta komplo teorisi olabilir ama bu isimlerin bugün geldikleri noktada ana Alevi kitle adına hiçte olumlu söz ve davranışlar içinde olduklarını söyleyemeyiz. Ağızlarını açtıklarında her şeyin sorumlusu olarak ya solcuları suçluyorlar, ya Aleviler içinde farklı görüşleri savunanları hainlikle, ateistlikle itham ediyorlar ya da Alevilerin çatısı altında toplandıkları en büyük örgütlenmelere çamur atmayı tercih ediyorlar. Kime hizmet ettikleri böylelikle resmen açığa çıkıyor. Lafı dolandırmanın gereği yok. Listelediğimiz bu şahısların aksini ispat etmedikleri takdirde Türkiye´deki belli güçlerin Aleviler arasındaki ajanları, dezinformatörleri ve kafa karıştırıcıları olduğu tescillenmiştir. Aleviler bunları artık tanımalı, yazıp çizdikleri ve konuştuklarına itibar etmemeli ve içlerine sokulmalarına engel olmalıdırlar.


    Bakınız, bunların daha hiç sağ partileri, devletin milliyetçi ve ayrımcı politikalarını eleştirdiklerini ve muhalif bir çıkışlarını görmedik. Ne güzel, hiç risk almadan, etliye sütlüye karışmadan sığ sularda yüzerek Alevi yazarı, araştırmacısı ve aydını olarak piyasada endam etmeyi marifet biliyorlar. Bu da şunu akla getiriyor; 1990´lı yılların başında egemen çevrelerin kendi hesaplarınca kendi kontrollerinde bir Alevi hareketine ihtiyaç ortaya çıktı. Bunu yaratmak için Aleviler içinden eli kalem tutan, kamuoyu yaratabilecek, sözü dinlenen ve dikkat çekmeyecek isimlere gerek duyuldu. Onların kitap, makale yazması ve araştırma yapması teşvik edilerek, kısa zamanda ünlü olmalarına yardım edecek bir ortam en ince ayrıntısına kadar dizayn edildi.


    Bu kişiler de tamamen siparişi veren malum çevrelerin istemlerine uygun formatta, Alevilerin Türklüğüne özel vurgu yapan, özellikle cumhuriyeti seven, Atatürk´ü Hz. Ali´nin donunda yeniden bedenlenmiş bir kurtarıcı olarak gösteren, İslam içinde bir Alevi anlayışının tarihi tahrif ederek altını çizen kitaplar, makalelerle ve görsel medyadaki konuşmalarıyla öne çıktılar.


    Bugün Aleviler eğer Alevilikte Türklük, Kürtlük gibisinden etnik kimlik arayarak zaman ve enerji kaybediliyorsa; Aleviliğin İslam´ın neresinde olduğu cinsinden yine çok gereksiz ve hep kesin cevapsız kalmaya mahkûm konuları tartışarak ömür tüketiyor ve bu nedenle kendi içlerinde bölünüp parçalanıyorsa, tüm bunların en büyük sorumlularının başında bu kalemler bulunuyor. Nitekim bugün bu tartışmaları yapan ve bir kafa karışıklığı yaşayan Aleviler, Aleviliği büyük oranda bu yazarlardan öğrendi.


    Ayrıca bu yazarlar yukarıdaki türden beyin yıkayıcı ve yanlış bilgilendirici kitapları piyasaya sürerek, özüne ve kökenlerine sadık bir Alevilik anlayışı ve tartışmasının ortaya çıkmasını geciktirdiler. Daha yeni yeni bağımsız yayınlar ortaya çıkıyor. Bir de internet gibi bir nimet devreye girdi de, nihayet Aleviler bunların kitaplarında bahsettiğinin dışında farklı bir Alevilik bulunduğunu öğrendi. Dikkatinizi çektiyse, bu tür yayınlara ve farklı Alevilik tanımlarına en büyük tepkiyi gösterenler de, hep bu ve benzer isimler oluyor.


    Peki, niye böyle oluyor?


    Nedeni gayet açık: Bu isimler malum çevrelerin talepleri doğrultusunda belli bir misyonla yola çıkmıştı ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Beklentileri, isteneni yapacak kontrollü bir Alevi hareketi yaratmaktı. Aleviler üzerinde toplum mühendisliği icra edilecekti.


    Lakin işin içine internet ve diğer kitle iletişim araçlarının hızla gelişmesi girdi. Avrupa ülkelerinde oluşan Alevi hareketine pek etki ve doğrudan müdahale edilemedi. Türkiye´nin Avrupa Birliği´ne girmesinin ciddi bir ihtimal olarak belirmesiyle AB´nin de oyuna dâhil olması yanında bu hedefe yönelik demokratik reform sürecinin hızlanması, daha başka açık ve gizli faktörlerin devreye girmesi sonucu hesaplar bozuldu. Açıkçası 1990´lı yıllarda yapılan planlar 2000´li yıllarda tam tutmamıştı ve istenen neticeyi vermemişti.


    İşte söz konusu egemen çevreler ve bu yazarların bağımsız ve demokratik Alevi hareketine bütün öfkesi bundan kaynaklanıyor. ABF ve AABK´yı kendi saflarına çekmek için yaptıkları darbe ve müdahale girişimleri de hep sonuçsuz kalıyor. Sürekli kontrollerinde tutmak istedikleri Alevileri bir türlü tam emir komuta altına alamadılar ve alamayacaklar da artık. Kendilerine biat etmiş sözde Alevi örgütlerineyse fazla itibar eden Alevi yok.


    Fakat henüz maçın bitiş düdüğü çalınmadı. Şüphesiz bu cephe bugüne kadar çok önemli kazanımlarının da olduğu bu mücadeleye sonuna kadar devam edecek. O nedenle herkes gözünü açmalı. Bağımsız, orijinine sadık, ülkemizde demokratik değerleri yerleştirme yanlısı Alevi örgütleri ve tek tek Alevi fertler de mücadeleyi elden bırakmamalı. Şurası çok açık: Bir yol ayrımına gelindi. Ak koyun, kara koyun belli oluyor. Manzara netleşiyor, artık kim Alevi dostu kim düşmanı tek tek seçilebiliyor burada rollerini deşifre ettiğimiz Alevi yazarlarda olduğu gibi…


    Son dönemde daha da uyanık olunmalı. Zira Aleviler üzerindeki hesap ve oyunların daha da belirginleşeceği cumhurbaşkanlığı ve genel seçim sürecine çoktan girildi. Bu dönemde atılacak adımlarda ortaya koyduğumuz bu verilerin düzenlenecek geniş katılımlı toplantılarla daha etraflı analiz edilmesi büyük faydalar getirecektir. Aksi takdirde Aleviler üzerinde iğrenç hesaplar yapanlar, bizleri içimizden kolaylıkla devşirdikleri müttefikleriyle birlikte gafil avlayacaklardır. Çünkü onlar çok güçlüler ve her türlü iktidar ellerinde. Buna karşılık bizler de hepten çulsuz ve yalın ayak değiliz. Bizim de mevcut güç ve enerjimizi tek bir yöne kanalize etmemiz hayati bir öneme sahiptir.


    Söylemesi bizden, bunları kendi değerlendirme ve verilerini de ekleyerek hayata geçirmek Alevi örgütlerindeki önder sorumluluğunu taşıyanlarındır!
     
  2. Kutup Yıldızı

    Kutup Yıldızı Daimi Üye

    gerçekten güzel bir konuya değinmiş yazar! emeğine sağlık
     

Sayfayı Paylaş