Memur-Sen: Alevi çocuklarını İmam-Hatiplere Çekecek Proje Geliştirilmeli "ALEVİ ÇALIŞTAYI" RAYDAN ÇIKTI... Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu'nun 4. ALEVİ ÇALIŞTAYI'na sunduğu "ALEVİ ÇALIŞTAYI RAPORU" sendikanın web sitesinde yayınlandı. Raporda Alevi sorununun çözümü için ortaya konulan önerilerin her biri Alevileri biraz daha asimile etmeye, sünnileştirmeye yönelik. Raporda "İHL’lere alevi kesimin çocuklarını da çekebilecek projeler geliştirilmeli", "(...)Alevi Dedelerinin yurtdışı hizmetleri ve hacc-umre ziyaretleri için kolaylıklar sağlanmalı, mevcut durumda Alevi köylerinde aktif olan camilere gönderilen imamların, liyakatlı ve iletişimi düzgün olmalarına özen gösterilmelidir." gibi Alevi inancına ve öğretisine tamamen zıt öneriler yer buldu. İşte o ilginç rapor: ALEVİ ÇALIŞTAYI RAPORU Hz. Ali’ye dayandırılan, Ehl-i Beyt sevgisini esas alan ve İslam’ın mistik bir yorumu olarak değerlendirilen Alevilik, gerçek mecrasından çıkarılıp siyasi bir mülahaza malzemesi haline getirilmek istenmektedir. Bu durum, Alevilik ve Aleviler hakkında sağlıklı değerlendirme yapılmasına da engel olmaktadır. Alevilik ve Alevilerle ilgili bilgilerin yetersizliği dolayısıyla en çok zararı, Aleviler görmüştür. Bu çalıştayın, ezberin bozulmasına yanlıştan dönülmesine, kamuoyunun Alevilik ve Alevilerle ilgili doğru bilgilere sahip olmasına zemin hazırlayacağını ümit ediyorum. Türkiye, geleceğe doğru ilerlemek ve gelişmiş demokrasi liginde yerini almak istiyorsa taşınması her geçen gün daha da zorlaşan omuzlarındaki asırlık yüklerden ve sorunlardan kurtulmalıdır. Sorunların varlığını kabul etmek adına Cumhuriyet tarihimizin en cesur dönemini yaşıyoruz. Bu cesarete feraset de eklenirse, sorunları tartışmak yerine çözümleri tartışırız. Ülkesiyle, insanıyla ve devletiyle “Büyük Türkiye” idealini ancak bu şekilde gerçekleştirebiliriz. Ülkemiz insanı, sorunlardan nemalanan ve her farklı sorunu kendisinin varlık nedeni haline getiren siyasi oluşumlardan, sivil toplum kuruluşlarından, bürokratik oligarşik yapılardan ve kendini ülkenin sahibi gören aristokrat zümrelerden kurtulmak konusundaki kararını ve kararlılığını olanca netliğiyle deklare etmiştir. Yeni ve sivil bir Anayasa, demokratikleşme açılımı, Avrupa Birliğine tam üyelik süreci gibi olgu ve olayların her dem gündemin ilk sırasında yer alması, bu kararın ve kararlılığın sonucudur. Yaşadığı sorunu ifade etmekten dahi çekinen bir toplumken, çözüm önerilerini tartışmaktan yılmayan bir toplum olma yolunda baş döndürücü bir hızla yol alıyoruz. Dün “Türkiye’de Kürt kökenli vatandaş yoktur” diyerek gözümüzün içine girmiş sorunu göz ardı ederken bugün sorunun varlığını kabul etmekle yetinmiyor, Demokratik Açılımları daha da geliştirme ihtiyacı hissediyoruz. Kısaca, sorunların varlığını kabul etme erdemi yanında sorunu çözme iradesini de deklare edebiliyoruz. Yıllarca varlığını kabul ve ifade etmekte zorlandığımız sorunların başında hiç şüphesiz, Alevilerin yaşadığı ve yaşamak zorunda bırakıldığı sorunlar geliyor. Bu bakımdan, bugün geldiğimiz noktayı küçümsememek gerekiyor. Bu devletin kurullarının ve kurumlarının yıllardır sümen altı ettiği bir sorunu, aralarında Alevi kanaat önderlerinin de bulunduğu toplumumuzun farklı kesitlerinden kişi, kurum ve kuruluşların yer aldığı bir platformda değerlendirmek, geçmişle kıyasladığımızda “ütopyayı gerçeğe çevirmekle” eş anlamlıdır. Sonucu ne olursa olsun bu çalıştay, bu ülkenin insanlarının ve kurumlarının sorunlarını çözmek için bir araya gelmek olgunluğuna eriştiğini göstermesi yönüyle kayda değerdir ve takdire şayandır. Evet, yıllardır varlıklarını kabul etmemek, taleplerine kulak tıkamak için sistemli bir yok sayma algısına mahkum edilen, kendi içlerinde dahi ayrışma sürecine tabi tutulmak istenen Alevilerin sorunlarını, taleplerini, beklentilerini hatta sitemlerini dinleme ve dillendirme fırsatını bulacağımız bu çalıştay Bir barışma değildir, çünkü biz hiç küsmedik. Bir birleşme değildir, çünkü biz hiç ayrı olmadık. Bir hesaplaşma değildir, çünkü hiç birimiz içten pazarlıklı olmadık. Bu çalıştay, Pir Sultan Abdal’ı birlikte dinlediğimizin ve birlikte söylediğimizin ikrarıdır. Bu çalıştay, bu ülkenin her evinde, en az bir dinleyeni bulunan Alevi deyişlerini birlikte yazdığımızın beyanıdır. Bu çalıştay, aynı bağlamanın telleri olduğumuzun itirafıdır. Hacı bizim, Bektaş bizim, Veli bizim, Hacı Bektaş Veli bizim. Hacı Bektaş Veli biziz. Bu çalıştay, Hacı Bektaş Veli ile Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin kapı komşusu değil aynı kapının açıcısı ve aynı yolun yolcusu olduğunun ifadesidir. Bu ülkenin Alevi’si, Sünni’si, Mustafa’sı, Ali’si Ayşe’si, Fatma’sı kısacası bütün insanları, Hacı Bayram Veli’yi de Hacı Bektaş Veli’yi de insan ehli ve iman ehli bildiler, ikisinde de imanı ve insanı buldular. Hacı Bayram ile Hacı Bektaş ayrı değil ki, Hasan ile Hüseyin, Ebu Bekir ile Hz. Ali ayrı değiller ki biz ayrı olalım. Gelin bir olalım, iri olalım diri olalım. Ben, bilmediklerinizi söylemek değil bize unutturulmak istenenleri ifade etmek istiyorum. “Biz” yerine “ben” demeyi önceleyenlere sesleniyorum. “Biz”i ayıramazsınız çünkü kullukta birleştik, “biz”i yok edemezsiziniz çünkü sevgimiz hem “dil”de hem “dıl”dır, yani gönüldedir. Ayrı olması ve ayrıştırılması imkansız olan bu birlikteliğe ve birliğe rağmen niçin birbirimizden uzak kaldık. Aleviler niçin sorunlarla karşı karşıya kaldılar. Yaşanan sorunların büyük bir bölümü, nedeni ve faili belli diyalogsuzluktan kaynaklanıyor. Bu diyalog eksikliği, yanlış anlamayı, yanlış anlatmayı ve anlaşılmayı beraberinde getirdi. Paylaşma yerini paylamaya, anlaşma yerini ayrışmaya bıraktı. Kapı ortağı iken önce kapı komşusu olduk sonra kapışmanın oyuncusu olduk. Tuzağa düşürüldük. Artık biliyor ve anlıyoruz ki, bizden rahatsız olanlar bizi rahatsız ettiler. Önce yönümüzü değiştirmeye çalıştılar sonra yolumuzu. Bugün hatırladık ki, yolculuğumuz da, yolumuz da aynı. Farklı olan tercih ettiğimiz araç. Yol ve yolculuk aynı olduktan sonra aracın farklı olmasının önemli olmadığını anlamamızı ve ifade etmemizi sağlayacak yöntem ise diyalog. Bütün ön yargı ve yergilerden arınmış diyalog. Diyalog, çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakacağımız en önemli miras, onların bizim üzerimizdeki en önemli kul hakkı. Biz biliyoruz ve idrak ediyoruz ki ister Alevi ister Sünni olsun, hiçbir inanan, kul hakkı gibi büyük bir yükle Yaradan’ın huzuruna varmak istemez. Alevilere ve Alevilik’e dair sorunlara, temel insan hakları ekseninde çözümler üretmeli, çözüm önerilerimizi de evrensel hukukun ilkeleriyle desteklemeliyiz. İnsanı önemseyerek ve önceleyerek ortaya konan her çözüm önerisi, içeriğindeki eksiklikler ve yanlışlıklar olsa dahi desteklenebilir ve uygulanabilir. Bu bakımdan, ülkemizin bir çok sorununda olduğu gibi Alevilerin de düşünceye ve yaşanışa dair sorunlarının çözümünde anahtar ilke “önce insan” anlayışıdır. Aleviler ile alevi olmayanlar arasında üretilmiş yapay sorunlar, ortak inançlarının gereği olan kardeşlik hukuku içerisinde çözülebilir. Devlet ve Alevilik arasındaki olumsuz iletişim, ancak demokratikleşme süreci içerisinde çözülebilir. Daha keskin bir ifadeyle, “Alevilerin ve Aleviliğin Sorunları” başlığı altındaki bütün sorunlar, demokrasi kültürü ve demokrasi bilinciyle çözülecektir. Sorunun çözümünde ana tema demokratikleşmedir. Demokratikleşme konusundaki beklentilerin, taleplerin ve gereklerin karşılanabilmesi için ise öncelikle ve mutlaka, sivil irade ve sivil idare ürünü yeni bir Anayasa’ya ihtiyaç vardır. Militarist darbe ürünü ve tek tip birey odaklı mevcut anayasa ile sorunların çözümüne yönelik öneri geliştirmek de geliştirilen önerileri hayata geçirmek de kolay olmayacaktır. Anayasanın değişmesi, tahammül eşiğimizin yükselmesine aracılık edeceği gibi farklılıkların değil benzerliklerin ön plana çıkarılmasına vesile olacaktır. Sivil irade ve sivil idare ürünü yeni bir Anayasa’yla birlikteliğimizi güçlendirmek yanında Alevilerin yaşadığı sorunların çözümüne ve beklentilerin karşılanmasına yönelik yeni ve diri bir toplumsal yapı da oluşmuş olacaktır. Ülkemizde din ve vicdan özgürlüğü konusunda yaşanan sorunlar hiç şüphesiz Alevilerin sorunlarıyla sınırlı değildir. Bu çerçevede, özellikle öğrenim ve çalışma hayatının kadınlarımızın azımsanmayacak bir bölümü için kapalı olması sonucunu doğuran başörtüsü sorunu da önemli bir sorundur. Yine, din ve dininin gereklerini öğrenme ihtiyacını karşılamak konusunda hassasiyet sahibi olan ebeveynlerin çocuklarına din eğitimi ve öğretimi verebilmek bakımından seçeneklerin sınırlı olması da önemli bir sorundur. 15 yaşından önce Kur’an eğitimi alamamak ileride telafisi imkansız zararlar oluşturacak önemli bir sorundur. Daha açık bir ifadeyle, darbe ürünü Anayasanın içerdiği resmi ideoloji inançların ve inananların önüne kendilerini ifade etme ve inançlarını yaşama noktasında küçümsenmeyecek engeller çıkarmıştır ve çıkarmaya devam etmektedir. Bu engelleri kaldıracak siyasi ve sosyal ataklar yapmak gereklidir. Bugün bu gereklilik konusunda geçmiş dönemle kıyaslanmayacak düzeyde farkındalığa sahip bir toplumsal bilincimiz var, bu fırsatı kaçırmamalıyız. Bu kapsamda, Alevilerin yaşadığı ve/veya yaşamak zorunda bırakıldığı sorunları çözmek sanılandan daha kolay olacaktır. Kucaklaşmamız ve birbirimizi sevgiyle kuşatmamız için o kadar çok sebep, ayrı kalmamız ve ayrışmamız için o kadar az neden var ki. Kucaklaşmamız gerektiğini bildikten sonra nasıl kucaklaşacağımızı belirlemek çok kolay olacak. Bu kucaklaşmaya katkı olması adına önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 1- Yüzyıllardır kendilerini gizlemek zorunda kalan ve bir meşruiyet sorunu yaşayan Alevilerin talepleri mutlaka dinlenmeli ve ciddiyetle değerlendirilmelidir. Müzakereci bir üslupla karşılıklı olarak konuşulmalı, tartışılmalı ve diyalog yolları açık tutulmalıdır. 2- Alevilerin hakları her şeyden önce “temel haklar ve özgürlükler” bağlamında ele alınarak, yurttaşlar arasında eşitlik prensibinden hareketle çözüm yolları aranmalıdır. 3- Çağdaş demokrasilerde ve Laik devlet anlayışında, devletin dine ve cemaatlere müdahil olamayacağından hareketle, “tanımlamak yerine tanımak”, “kendine benzetmek yerine olduğu gibi kabul etmek” prensibiyle, kendilerini nasıl ifade ediyor ve ne yapmak istiyorlarsa buna imkan ve fırsat sunacak kanallar açılmalıdır. 4- Diyanetin yayınlarında ve TV programlarında bu kültüre ait değerleri de işlemesi, özellikle belirli zamanlarda Ehl-i Beyt kültürü ve sevgisine vurgu yapan programlar yapması, önemli bir kültür hizmeti yapmakla kalmayacak, aynı zamanda kaynaşmaya ve yakınlaşmaya vesile olacaktır. 5- DİB’nın önceki yıllarda yapmış olduğu, Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki din görevlilerine yönelik hizmetiçi eğitim programı oldukça verimli olmuştur. Bu program, daha çok geliştirilip yaygınlaştırılarak devam ettirilmelidir. 6- Başkanlığın Alevi-Bektaşi klasiklerine yönelik çalışmaları takdirle karşılanırken, bu eserlerin özellikle Alevi kesime ulaşması noktasında sıkıntılar olduğu görülmektedir. Bu sıkıntıların aşılarak, mümkünse kaynağı bulunarak bu eserlerin mutlaka hedef kitlelere ulaştırılması gerekir. 7- Yurtdışı Alevi Din hizmetleri için Alevi dedeler ve kanaat önderleriyle istişare ve dayanışmaya devam edilmeli, Dedelerin yurtdışı hizmetleri ve hacc-umre ziyaretleri için kolaylıklar sağlanmalı, mevcut durumda Alevi köylerinde aktif olan camilere gönderilen imamların, liyakatlı ve iletişimi düzgün olmalarına özen gösterilmelidir. 8- DKAB dersi mezheplerüstü bir yaklaşımla yeniden ele alınmalı ve temel insan hakları ve ahlaki normların verildiği bu ders zorunlu kalmalıdır. Bu ders dışında ileri seviyede bir Din Eğitimi Dersi seçmeli olarak konabilir. Alevilikle ilgili konulara, Alevilerin önde gelenlerinin de onayı alınarak müfredatta yer verilmelidir. (Mevcut hali iyi olmakla birlikte biraz daha zenginleştirilebilir.) 9- İHL’lere alevi kesimin çocuklarını da çekebilecek projeler geliştirilmeli.(Cemevleri ve Alevi kanaat önderleri ziyaret edilebilir. Alevi köyleri ile irtibat geliştirilip öğrenci istenebilir..) 10- MEB, daha önceki yıllarda DİB nın yaptığı gibi, özellikle Alevi nüfusun yoğun olduğu bölgelerde görev yapan idareci ve öğretmenleri hizmetiçi eğitime tabi tutarak, bu konularda yetkin isimler aracılığıyla Alevi-Bektaşi kültürüne ait değerleri ve kaynakları tanıtmalı, bu konuda yapılan örnek çalışmalar ve projeler tartışılmalıdır. İlahiyat dünyamızın en önde gelen akademisyenlerinden Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI’nın 1980’li yıllarda dile getirdiği “İster Alevi, ister Sünnî olalım, şu hususu hiç mi hiç hatırdan çıkarmamak zorundayız: Sünnîlik ve Alevilikten önce gelen bir şey vardır. O da inanmak, Müslüman olmaktır. … Öyleyse Sünnîsi ve Alevisi bize düşen Kur’an aşkına, Resûlullah aşkına, Ehl-i Beytin ve Sahabenin aşkına din ve millet düşmanlarına, bu ülkeyi parçalamak isteyenlere alet olmaksızın, “Allah’ın İpi”nde birleşmektir Gelenek ve göreneklerimizle milli benliğimizde karar kılıp, Yunus’un diliyle, “Yetmişiki millete bir göz ile bakmanın” sırrını yakalamak “Edeb” demek olan “Elimize, dilimize ve belimize” sahip olmaktır. Yoksa ne Sünnîliğimiz Sünnîliktir, ne de Aleviliğimiz Aleviliktir.” değerlendirmesini dikkatinize sunuyorum. Bu değerlendirme, Alevilik konusunda yaşadığımız birçok sorunun ilacıdır. Bu duygularla, iyi niyetle gerçekleştirilen bu çalıştayın milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. Ahmet GÜNDOĞDU Memur-Sen Genel Başkanı Haber: AHA